Arama

Popüler aramalar

‘’Eyyamoğlu eyyam!‘’

Çok ve çabuk abartıp, aynı hızla batırmak en kötü huylarımızdan biri. Bir takıma ‘küçük’ diyerek destek vermek, onu daha da küçültmek değil mi.

Ligin ikinci yarısının en çok merak edilen karşılaşmasıydı, Sivasspor-Fenerbahçe mücadelesi. Bir başka deyişle; Anadolu derbisi...
Medya’nın ve diğer zirve takımlarının büyük katkısı ve dolduruşuyla, Sivas cephesi bile, şampiyonluk için olmazsa olmaz bir zorunluluk olarak görmeye başlamıştı galibiyeti. Oysa, bütçesi, olanakları, kadro yapısı ve hedefleri doğrultusunda zaten son derece başarılıydı Yiğidolar. Hiç ihtiyaçları yoktu yani, ultra hayallere! Büyüklerin arasında değil, hemen arkalarında yer alabilmek bile, üstelik bu düzende, saygıya ve takdire değerdi.
İlk dakikalarından sonra oyunun, iki takım arasındaki fark yavaş yavaş belirginleşti. Geçen haftanın en formda, son yılların en olgun takımı Alex’li Fenerbahçe, rahat ve güzel bir gösteriyle lig liderini değiştirdi.
‘Küçük takım’
Üstelik sadece lig lideri değil, söylemler de aniden değişti. O, yere göğe sığdırılamayan, abartıda sınır tanınmayan takım gidivermişti. Sanki tek yenilgiyle şampiyonluk veya Şampiyonlar Ligi hayali ve ihtimali de bitivermişti...
Oysa, liderin sadece 2 puan gerisindeki Kırmızı-Beyazlılar; Beşiktaş’la Galatasaray karşılaşırken Bursaspor’la, Beşiktaş’la Fenerbahçe kapışırken Kasımpaşa’yla, Galatasaray’la Fenerbahçe oynarken Denizlispor’la mücadele edecek. Ayrıca, hem Beşiktaş hem Galatasaray’ı sahasında konuk edecek...
Çok ve çabuk abartıp, aynı hızla batırmak en kötü huylarımızdan biri. Bir takıma ‘küçük’ damgası vurup temelsiz ve gereksiz destekler üretenler, onu iyice küçülttüklerinin gerçekten farkında değil mi?
“Eyyam, yine eyyam” demiş şair Türk futbolu için. Aslında yok tabii böyle bir şiir, ancak yazacak fazla şey bulamadığımızdan, muhtemelen biraz da kızgınlığımızdan böyle başladı cümle. Yazacak fazla kelime de yok gerçekten futbolumuzda. İstisnalar hariç, baştan aşağı eyyam en tepedeki yöneticilerimiz, teknik adamlarımız, topu taca atan futbolcularımız ve medyamızla...
Eyyam, yine eyyam;
ne dörtlükler yazılır,
hey gidi Ömer Hayyam!

30 Ocak 2008, Çarşamba 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Anadolu derbisi‘’

Lig lideri ile dördüncüsünün kapışması olacaktı. Heyecan diz boyu, hatta gırtlağa kadar, yürek dayanmayacaktı...
Beş, on dakika kadar gerçekten öyleydi. Sonra, Sarı-Beyazlılar alıştılar sahaya ve sanki onları selamlayan havaya. Ayağa, tek toplarla, sakin ve daha çok sağ kanadı kullanarak. Hazır Gökhan Gönül gününde, Deivid de onun önündeyken; ard arda, dalga, dalga...
Semih ve Selçuk, kafalarını iyi kulansalar mecazi anlamda, Alanya maçı kıyaslamaları başlardı henüz ilk yarı sonunda...
Ancak, onların kullanamadığı kafa Alex’te vardı, yine mecazi anlamda. Bir de Semih bu kez kafasıyla değil, ayağının kenarıyla.. Ve pas, yine pas, ille de pas, ayağa, sakin ve güzel pas, ne güzel oyun. Sivassporlular sahada, gönül verenleri tribünde hep birlikte, keyfine varın, iyice doyun...
İkinci yarı Alex, Deivid ve yine Alex daha dikkatli olsa ya da Kezman’daki şans onlarda olsa, tabii yine mecazi anlamda, sahasında 10 maç üst üste kazanan Sivas’ın hali nice olurdu!
Anadolu derbisi bu! Yok ötesi. Ne var ki, Fenerbahçe ciddiye alınca işi, yenilmiyor memlekette, boş laf gerisi.
Bırakın yenmeyi, karşı bile durmakta güçlük çekiyor rakipleri. Dönün arkaya bakın; derbiler, zor denilen deplasmanlar, İnter dışındaki Avrupa Kupası karşılaşmaları, bunun delili.
Büyükşehir Belediye karşılaşmasından sonra, “arkadaşlarla bundan böyle kaybetmeme kararı aldık, bu nedenle her rakibi ciddiye alacağız” gibi saçma sapan bir şeyler söylemişti Alex. Doğruymuş meğer.
Aslında Süper Lig’in hayrına imiş ciddiyetsizlikten dolayı yitirdikleri. Şampiyonluk yarışı ve heyecan erken biterdi, baştan asılsalardı eğer...

28 Ocak 2008, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Enkaz!‘’

TF; yani Türk futbolu. Günümüzdeki açılımı; ‘enkaz’. Enkaz haline geldiğinden bahsediliyor ya Türk futbolunun ve Şenes Erzik işaret ediliyor, kurtarıcı olarak...
Bu konudaki en çarpıcı mesaj Erman Toroğlu’ndan, “Şenes Erzik göreve gelip, bu enkazı kaldırmak zorundadır. Elini taşın altına sokmazsa, vatan hainidir”.
Peki, nasıl enkaz haline geldi Türk futbolu? Ağır ağır mı, birdenbire mi? Bir gecede mi, 10 senede mi?
Enkaz haline gelmek üzere olduğu, başta Aziz Yıldırım olmak üzere birilerince sürekli vurgulanmadı mı?
Onca uyarıya rağmen Ulusoy’a, gidişe, çöküşe, eriyişe sessizce tanıklık edilip, göz göre göre katlanılmadı mı?
Hatta daha da ileri gidilip, fırsattan istifade çıkar ortaklıkları kurulmadı mı?
Aziz Yıldırım dışındakiler, pervane gibi döndüler hep. Ne ilke, ne ahlâk, ne onur, ne haysiyet. Budur vaziyet. TF; yani Türk futbolu. Günümüzdeki açılımı; ‘enkaz’...
Çöküşün baş sorumlularından, durumdan en çok faydalananlardan bazıları, şu sıralar yine sadece ve kayıtsız ve şartsız ve ilkesizce çıkarlarını gözeterek “katlediliyoruz” diye inlemekteler.
Sadece ‘mart kedileri’ne özgü olduğunu sandığımız bu iniltiler, aynı türün daha büyüklerinde de varmış meğer.
Enkazı kaldırabilecek bir tek kişi kalmışsa, akla başka isim veya çare gelmiyorsa eğer, topyekün elini çekmeli Türk futbolundan, işin içindekiler. Biraz utanç, biraz keder olacak tabii çekilirken. Hani, Özhan Canaydın’ın Ali Aydın’a olan özür borcunu yıllar sonra ödemesi gibi bir şey.. Ya da Fair Play ödülü almasına neden olan alkışı, aslında sahaya değil, çevresindekileri terbiye ve sükunete davet eden Aziz Yıldırım’a gönderdiğini itiraf edişi gibi. İnsanlık hali!..
Bataklığı kurutmadan, ne kadar başarı sağlayabilirsiniz ki, sivrisineklerle olan savaşınızda. Üstelik ya duvarlarınızı kan lekeleri boyar, ya elektronik çareler ciğerlerinize dolar ya da deliğini büyütürsünüz ozon tabakasının; yine de ısırırlar!
Umarız, gideni aramaz, arkasından ağlamayız ya da çare olarak gösterilen tek kişiyi de kaybetmeyiz temizlik yolunda. Enkazın altında kalmak da var işin sonunda...

23 Ocak 2008, Çarşamba 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Etik dediğin‘’

Etik kelimesinin anlamlarından biri, ‘Bir meslek grubunun uymak zorunda olduğu davranışlar bütünü’ olarak geçer sözlüklerde. Söz konusu futbol, amaç etiğe aykırı bir şeylerden kelam etmek ve örnek olarak alınan Galatasaray-Bursaspor karşılaşmasıysa; Ömer Erdoğan, Mustafa Sarp, İsmail Güldüren, Barış Özbek, Orkun Uşak’tır mesela...
Gruptan çıkma şanslarının devam etmesine ve aldıkları puanlar karşılığında para kazanacak olmalarına rağmen, 3 sarı kartlı Ömer ve 7 sarı kartlı Mustafa’nın, Denizlispor ile oynayacakları kupa maçı yerine, Gençlerbirliği ile oynayacakları lig maçını tercih etmeleridir. Bu nedenle, bilerek ve sportif anlamda son derece yakışıksız şekilde ikinci sarı kartı görmeleri ve bunu bir marifet gibi algılayıp, bıyık altından gülmeleridir...

Dil meselesi
Hemen her maç sonrası, rakip oyuncuların hedef aldığı İsmail Güldüren’dir. Üstelik, sertliğiyle tanınmasına rağmen, elleri, kolları, dirsekleri değildir şikayetlerin ana konusu; dilidir. Sporcunun dilinden şikayet edilmesi çok önemli, ağır ve aslında utanç verici bir meseledir...
Henüz 21 yaşında, yani yolun başındaki Barış Özbek’in ‘kazanmak için her yol mübahtır’ deyişini hatırlatan tavırlarıdır. Hakkını teslim edelim; hemen her karşılaşmada meslekdaşlarını töhmet, hakemleri etki altında bırakabilecek onca oyun oynamak, kabiliyet gerektirir. Ancak, her kabiliyet takdir edilmemeli, destek görmemelidir...

Katlediliyoruz
Tum’un sağ ayağı, başının 20-30 santim uzağından geçen Orkun Uşak’tır. Topu kavrar ve kalkar ayağa. Bu sırada düdük çalar hakem, ‘faul’ anlamında ve vurulur alnının orta yerinden! Yüzüstü bırakır kendini. Ancak, bir iki kıvranma sonunda bakar ki, iş çıkmayacaktır bu orta oyunundan. Yani, oscarlık bile oynasa kart göstertmeyi başaramayacaktır rakibine...
Bu örnekler, aynı maç veya haftanın tüm maçları, hatta ligin tamamı ve hatta tüm yaşam için arttırılabilir. Katleden taraf olup, “Katlediliyoruz” diyebilmektir mesela...

22 Ocak 2008, Salı 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Haram!‘’

Bazılarına göre, Fenerbahçe için zor bir deplasmandı Gaziantep. Bazılarına göre ise bunun tam tersiydi. Kırmızı-Siyahlılar’ın savunma zaaflarını bilip, bunun üzerine Fenerbahçe’nin ‘keyifli’ hücum gücünü ekleyenler için, Sarı-Beyazlılar’ın farklı galibiyeti sürpriz değildi.
Üstelik sahada Alex de vardı. Hem kendisi, hem izleyenler ve belki rakipleri bile onunla birlikte bir kez daha futbolun tadına vardı. Tekniği, rahatlığı, isabetli, öldürücü pasları ve vuruşları dışında yine en önemli özelliği, başının her iki kenarında ve arkasında gözleri olmasıydı. Kim nereden geliyor, nereye gidiyor? Hangi şiddette atarsam pası, nerede buluşur arkadaşım? Üzerimde markaj da yok; sancısız dişim, ağrısız başım...
Dünkü Sarı-Beyaz gösterinin, Alex’le ve Gaziantep’in zaafiyetleriyle ne kadar ilgisi varsa, bir o kadar da maçı ciddiye almalarıyla ilişkisi var. Ciddi, ciddi oynayınca bir başka keyif alıyor ve veriyor bu adamlar, üstelik kazanıyorlar...
Semih’in son zamanlardaki en etkisiz oyununa rağmen bu fark oluştuysa, bir de aksini düşünmek, bu farka bile şükretmek ve bundan sonrası için tedbir almak zorunda, ligde şimdilik orta sıralarda duran Gaziantepsporlular.
Fenerbahçe’nin kazanmasına şükretmesi gereken bir de Abitoğlu var. Bekir’in Semih’e 12. dakikada ceza sahası içinde yaptığı faulün futbol kuralları içindeki karşılığı penaltıdır. Sen görevini doğru yap, gerisine karışma. Fenerbahçe lehine penaltı kararı vermek, Türk futbol kitabında gerçekten haram mıdır?

21 Ocak 2008, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Protestocular!‘’

Tribünler boştu doğal olarak. Süper Lig karşılaşmasında bile tıka basa dolmayanın, dün akşam dolması beklenemezdi zaten. Oysa Carlos gibi bir dünya yıldızı sahadaydı yine. O görevini yapmaya devam ediyordu, kombine sahipleri bile bu karşılaşmaya itibar etmese de.
Bakışlarımız boştu doğal olarak. Başından beri karşıyız ya zaten, bu kupanın organize şekline. Bir de dünkü gibi denge farklılıkları, ‘uçurum’ kelimesiyle bile tarif edilmeyecek derecedeyse...
Bu kadar boşluk arasında Hayrullah umut saçtı, bir anda içimize. Ne güzel vurdu. Daha doğrusu vurmadı da topu köşeye koydu, sanki eliyle. “Dur bakalım” deyiverdik ister istemez, “Ya gözden uzak bir kaç arkadaşı daha bu kadar becerikliyse”. Tam da Pendik muhabbetine girecektik ki, zaman yetmedi. Henüz bir dakika geçmişti Selçuk’un golü geldiğinde ya da Habip o şutu yediğinde...
Sonra hoşgeldi Kezman, hem attığı hem kaçırdıkları ile. Bir içeri, kaç dışarı! Hangisi daha uygundu? Attığı mı, kaçırdıkları mı; neyse...
Bir tarafın haklı olarak belki yüzde yüzüyle, diğerinin bir ikisi dışında fazla zorlamadan, hatta Kazım gibi saçma sapan denemelerle oynadığı bir karşılaşmaydı neticede. Muhtemelen bu nedenle itibar etmediler, lig maçını bile dolduramayan protesto severler. Şenol’un kafasından ikinci golü geldiğinde Şanlıurfaspor’un, “Yazıklar olsun, bu takımdan 2 gol yiyorsunuz” bile dediler!
Sonra fırsatını buldular ve başarısız ilk ortada Uğur Boral’a ıslığı yetiştirdiler.. Ve az önce saçmaladığından söz ettiğimiz Kazım’ı hedef seçtiler.
Bizim, ‘saçmalama’ benzetmemiz de ıslık gibi bir şey mi yoksa! Bu da bir bakıma protesto, ne de olsa...

17 Ocak 2008, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kim bunlar!‘’

Büyükşehir Belediye maçında, tribünlerdeki ‘yer yer’ ya da ‘büyük’ boşluklara sitem göndermiş Feryal Pere...
Hasan Ali Atasoy’da hal kalmadı zaten, göndere göndere!
Nereden nereye geldiğini, neleri hedeflediğini Fenerbahçe’nin ve bu yürüyüşe nasıl dahil olacağını Fenerbahçeliler’in, anlatmaya çalışmaktan yorgun düştü her ikisi de...
Üstelik bunu yaparken, kendini taraftar, Fenerbahçe Spor Kulübü’nü ise babasının malı zannedenler tarafından haksızca eleştirildiler de.
Hasan Ali’nin, “Orası, başka renklere nefret kusan anti-bilmemnecilerin değil, yüreği Sarı-Lacivert sevdadan geçenlerin imeceyle inşa ettiği bir mabed” cümlesi bile fayda etmedi bazı kendini bilmezlere...
Şimdi bize de selam gönderirler, inceden.. Ve Aleykümselam peşinen, hatta bilmukabele!
Sidik kokuları arasından, maroken koltuklara terfi ettirilenler, Carlos’u, Alex’i ya da bir başka Sarı-Lacivertli’yi seyrederken üstten ısıtılıp üşümeyenler, hâlâ protesto peşindeler. Nedeni, protesto edenler kadar basit; birkaç hatalı pas veya kaybedilen birkaç puan...
Neyi protesto ediyorlar; 2001’den bu yana 4 kez şampiyonluk yaşayan, Avrupa arenasında yavaş yavaş iş yapmaya başlayan takımlarını.
Kimi protesto ediyorlar; 3-1 kazanılan CSKA maçında ayakta alkışladıkları Uğur Boral’ı.
Aslında neyi protesto ediyorlar; yeni yüzyılın başından itibaren, bırakın tesisleşmeyi bir kenara, hemen her branşta büyük atılımlar içinde olan ve hedef büyütmeye çalışan kulüplerini.
Aslında kimi protesto ediyorlar; Fenerbahçe Spor Kulübü’nü, sığ düşüncelilerin hayal bile edemeyecekleri büyüklüğe ulaştırmaya çalışan Aziz Yıldırım’ı.
Kim bunlar, kim bunlar; kendilerini bilir onlar...

16 Ocak 2008, Çarşamba 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Çark ve çıkar‘’

Ligin ilk devresinin ‘Sivas’ı abartmayın’ başlıklı son panoramasına şu cümlelerle başlamıştık;
“Tam 15 sezon sonra, henüz şampiyonluk yaşamamış bir takım lider bitirdi ligin ilk yarısını. Önceki, 1992-93 sezonundaki Kocaeli’ydi. Ne var ki; ligin son haftasında Galatasaray Ankaragücü’nü 8-0 yenerek Beşiktaş’ın önünde averajla şampiyon olmuş, Kocaelispor ise sezonu ancak dördüncü bitirebilmişti!
Şimdiki liderin de sonu benzer olacak muhtemelen. Büyüklerin ardında yer alacak lig sonunda...”
Gerçekler
O yazıdaki ya da ortadaki gerçekler, başta Sivassporlular olmak üzere, nedense çok kişiyi rahatsız etti. Oysa anlatılmak istenen, ‘40 fırın ekmek’ meselesiydi.
Konyaspor’un istediği gibi götürdüğünü sandığı maçı son anda kaybetmesiydi Beşiktaş’a. Çaykur Rizespor’un hiç bir şey anlamadan farklı yenilmesiydi, Galatasaray’a. Fenerbahçe’nin sadece 10 dakika kıpırdadığı bir maçtan, iki farklı geriden gelip puan çıkarabilmesiydi mesela.
İster “kalite”, ister “kadro”, ister “hedef” farkı deyin, ancak kabullenin. 40 fırın ekmeğe saygı duyun, bir asırlık tecrübeyi de ayrı bir yere koyun! Anlamak için biraz kafa yorun...
Yoksa, bozuk çarkın başındakiler, kıyısında, köşesindekiler devam eder beslenmeye. Güç, ayrıcalık, lobi, fobi, doğru, eğri gündeme getirildiğinde bir tarafa ya da sadece kendi tarafınıza çekerseniz, çark ve çıkar karışır birbirine. Olandan bitenden, geçmişten, gelecekten habersiz futbolseverlere yazık olur! ‘Böyle gelmiş, böyle gider’ mantığı, boşalan tribünler, azalan ilgi ve güvensizlik, gün gelir ‘kusursuz medya’ dahil, herkesi vurur!
Hadi, eyyam yapmadan yazın veya söyleyin “Sivasspor şampiyon olur” diye ve inandırın. Hadi, “ne ayrıcalığı, ne lobisi” diye başlayan cümleler kurun. Ulusoy’lu veya Fatih Terim’li Millileri desteklemediğinizi yazın dürüstçe ya da tam tersini. “Sivasspor veya Kayserispor yerine, bir büyük Avrupa’ya gitsin” deyiverin bayanca veya erkekçe!
Lobi de var, ayrıcalık da, güç de, fobi de. Çıkar da var, çarkın içinde. İkisi de birbirine benzer, ancak çok farklı kelimeler!

15 Ocak 2008, Salı 03:30
YAZININ DEVAMI