‘’İki yüzlü Lig‘’
Turkcell Süper Lig puan cetvelini, tam ortasından ikiye katlayalım ve dokuzar takımdan oluşan iki yüzü kıyaslayalım. Karşılaşacağımız ilk ve en büyük farklılık, görev yapan teknik direktör sayısı olacaktır...
Ligin ilk dokuz sırasında yer alanlar, ilk 25 haftada 10 teknik direktör ile çalıştılar. Bir maç takımın başında sahaya çıkan Ahmet Özen’i saymazsak, Trabzonspor 2, diğerleri ise lige başladıkları aynı teknik adamlarla...
Cetvelin arka yüzündekiler, yani diğerlerine göre daha başarısız durumdakiler ise, yine sadece bir maç görev yapanlar hatta anlaşıp da maça bile çıkamayanlar hariç, aynı dönemde toplam 27 teknik adamla yarıştılar...
Gençlerbirliği ve Kasımpaşa 4, Gaziantepspor, Ankaraspor ve Çaykur Rizespor ise 3 teknik adamla bu konudaki en istikrarsız ya da istikrarlı takımlar oldular!
İster başarısız gidişatlardan dolayı değişikliklerin kaçınılmaz olduğunu savunun, ister sürekli teknik adam değişikliğinin başarısızlığı getirdiğini. Beş dakikada veya bir kaç cümlede kesip atmak da mümkün bu durumu, satırlar dolusu veya saatlerce tartışmak da. Şu, ‘istikrar’ denilen gereklilik var ya; hiç şüphe yok çözüm ya da düğüm orada...
Ne yapacak yani, gidişat kötüyse eğer bir kulüp başkanı veya futbol şubesi sorumlusu! Kendini değiştirecek değil ya! Belki bir kaç takviye, biraz maddi, para yoksa manevi motivasyon; yine işler kötü gidiyorsa acil önlem ve bilinen son; yeni bir kan yani! Olmazsa bir daha, olmazsa bir tane daha...
Mesela Trabzonspor; Ziya Doğan’la dokuz maçta 13 puan topladı, yani başarısız oldu. Sonra yollar ayrıldı, Ersun Yanal tercih edildi. Çıkılan ilk dokuz maçta sadece 9 puan toplandı, yani o da başarısız oldu. Ancak bu kez ayrılık gündeme gelmedi. Yanal, sonraki altı maçta ise, 13 puan topladı... İşte bu noktadan itibaren; “Ersun Yanal da başarısız”, “Doğan’a göre başarılı”, “İlk iki döneme göre başarılı”, “Trabzonspor’un hedefleri göze alındığında başarısız”, “Diğerlerinin gücü ve olanakları dikkate alındığında başarılı”, baş ağrısız veya baş ağrılı bir çok değerlendirme yapılabilir...
Ne olsa futbol bu, dünyanın en kolay ve yoruma açık oyunu. Doğruyu, doğrusunu kim bilebilir!
‘’Nihayet!‘’
Bursaspor 0-2, Galatasaray 1-2, Ankaragücü 0-0 ve Sevilla 2-3... Kadıköy’deki Sevilla karşılaşmasından bu yana maç kazanamayan, son derece başarısız günler geçiren, formsuz Sarı-Beyazlılar kazandılar nihayet!
Salkım saçak tribünler önünde, savunma güvenliğini ofsayt taktiğine bağlamış bir rakip karşısında, ilk golü ofsayt kokan bir pozisyon sonrası kazanarak, tüm karşılaşma boyunca sahanın mutlak hakimi olarak ve bir kez daha seyir zevki vererek nihayet üç puanla sevindiler...
En çok didinen, üretken olmaya, takıma katkı vermeye çalışan oyuncuları; Kezman, Selçuk ve Önder’di. Bu kadar çaba sarfetmelerinin nedenleri, herhalde dün akşam ilk 11’de olamayan, Semih, Deniz veya Maldonado ve Gökhan gibi önemli isimlerdi. Bir tek Vederson telaşlı değildi sanki. Bu da sırada bekleyenin Roberto Carlos olmasıyla direkt ilgiliydi!
Serdar, Lugano ve Edu bildiğiniz gibiydi. Aurelio, Deivid ve Uğur da öyleydi. Alex yine hayran bıraktı, hatta abartmak gibi olmasın ancak, zaman zaman büyüledi...
Topu bu kadar iyi kullanabilen, uzun süredir maç kazanamamasına rağmen moralli bir rakip karşısında, kadrosunda Süper Lig tecrübesi bulunan onca oyuncuya ve teknik adama rağmen, Manisaspor çağdaş anlamda hiç mi hiç direnemedi.
Çok kolay ve eğlenceli bir oyun oldu, sahadakiler kadar, tribünlerdeki Sarı-Beyazlılar için de. Yarış devam ediyor zirvede; ya hep beraber puan kaybederek ya da hep beraber kazanarak, tansiyonu yükseltici biçimde. Başlangıçtaki satırların yine yanlış anlaşılacağına dair bir his var içimde!..
‘’Bu coşku sürer‘’
Öncelikle Cüneyt Çakır’dan özür dilemek gerek, bir Türk olarak. “Senin kararlarına kurban olayım” en hafif cümle olur, kendini affettirmek isteyen için. Hiç olmazsa hata yaptın be hocam. Busacca (Türkçesi; musakka) denilen art niyetli gibi, itaat etmedin bilinçle.
Kimdi o? Capel miydi? Futbolcu, yani sporcu olup da adam olamamış olan. Kalk lan ayağa! Adam gibi oyna! Bas çalımı, geç geçeceksen adamını! İkide bir soytarıca, onursuzca kendini yere atıp, kıvranma ya da kıvırma!
Kimdi o? Escude miydi? Faul kralı. Çaktırmadan tekmeyi basıp, sonra mart kedisi gibi bağıran!
Kimdi o? Dragutinovic miydi? Hangi tabiyetten olursa olsun, öncelikle insan olamayan...
Şenes Erzik değil miydi, UEFA birinci asbaşkanı! Hatta, FİFA Hakem Komitesi’ndeydi galiba bir zamanlar!
Herşeye rağmen, adam gibi adamdı bizim çocuklar. Varsın, topu kaptırsın Selçuk ve gol olsun devamında. Varsın, saha 120 metreyken, 128 metreden gol yesin Volkan. Sonrasında affettirir kendini nasılsa, üç penaltı kurtarır, kahraman olarak öne çıkar. Adam be, adam be, bu ayakta durmaya çalışan, onurlarıyla mücadele eden çocuklar...
120 dakika ayakta kalmaya çalışmaları bile yeter, en büyük övgüler için. Uğur’a baksanıza ya da ters taraftaki Gökhan’a. Yavşamadan karşı taraftaki meslekdaşları gibi, yalana, dolana başvurmadan adam geçer, kedi gibi oynarlar farelerle...
Lugano kale gibidir kaleden önce, Deivid çakar ve bakar gülümseyerek. Sadece Fenerbahçeliler değil, tüm Türkiye güler, hatta sadece haktan yana olanlar...
Bu sıradan bir galibiyettir, hatta galibiyet bile değildir aslında, 120 dakikaya bakınca. Ancak, hak yerini bulur, coşar haklı olanlar, önce bulundukları yerlerde sevinirler, sonra dağılırlar sağa sola. Bu coşku epeyce sürer...
‘’Tarihi hafta!‘’
Kartal’ın 4 yıllık özleminin bitişi, 21 sezon sonra sadece 9 golün seyredilişi, 26 sezon sonra dört takımın peş peşe dizilişi haftanın ilginç olaylarıydı.
8 Kasım 2002’de, sezonun 12. haftasında Elazığspor’u 3-1 yenen Kara-Kartal lig liderliğini, sezon sonuna kadar Galatasaray’dan devralıyordu. Bir sonraki sezonun 23. haftasına kadar sürdü bu üstünlük. İstanbulspor’un liderliğe vekalet ettiği üç hafta hariç, Siyah-Beyazlılar hep zirvedeydi.
Sonra, 2004 Şubat’ının 29’unda Fenerbahçe Galatasaray’ı, İstanbulspor Beşiktaş’ı 2-1’lik skorlarla geçiyor ve lider değişiyordu...
O günden bu yana, tam 137 hafta liderlik koltuğuna hiç oturamadı Kara-Kartal. 30 Mayıs 2004’te en büyük hayalini gerçekleştirerek Beşiktaş Jimnastik Kulübü Başkanı olan Yıldırım Demirören, 4 teknik adam değiştirip, 44 transfer yapmasına rağmen, tam 1370 gün bekledi bunun için. İş bu nedenle de, haftanın en önemli konusu olarak gündeme geldi Beşiktaş’ın liderliği panorama sayfasında...
Sadece 9 gol
Haftanın bir başka kayda geçmesi gereken olayı, gol kısırlığıydı. Yine 9 gol atılan, 1986-1987 sezonunun 10. haftasından bu yana, tam 724 hafta sonra ilk kez 10 golün altında kalındı. Lig tarihinde bu zamana kadar daha kısır haftalar da yaşandı. Futbolseverlerin sadece 4 gol izleyebildiği, 1981-1982 sezonunun 29. haftası ve 5 golün atılabildiği, 1973-1974 sezonunun 29. haftası, tarihin en kısır haftalarıydı...
26 yıl sonra
Denizlililer yanlış anlamasın ancak, ligde 6 maçtır üst üste kazanan, haftaya Galatasaray’la karşılaşacak olan Kayserispor galibiyeti koruyabilseydi, 47 puana ulaşacaktı. En son 1981-1982 sezonunda ligin zirvesinde böyle bir curcuna vardı. Tam 883 hafta önce, o zamanki iki puanlı sistemde, Trabzonspor 24 maçta 31, Beşiktaş 23 maçta 30, Zonguldakspor 24 maçta 30, Fenerbahçe 24 maçta 29, Sakaryaspor ise, 23 maçta 28 puandaydı. Lig sonunda gülen taraf ise, tam 14 sezonluk hasretten sonra şampiyonluğa ulaşan Kara-Kartal’dı...
‘’Başkent zemini!‘’
Yıllardan bu yana, Türkiye’nin başkenti ile futbol kelimeleri bir araya gelince, akla ilk gelen saha zeminidir! Her ikisinin de iyisi için, satıh çok önemlidir. Bir de, formda, azimli ve kendini oyuna verebilecek oyuncular gereklidir. İkisi de olmayınca, oynanandan keyif alınmaz, aksine eziyettir!
Sarı-Laciverliler’in gücü ve hedefi belli olduğuna göre, dünkü keyifsiz akşamdan dolayı öncelikle Sarı-Beyazlılar eleştirilmelidir. Yasin’den, Vederson’dan, Uğur’dan, Kemal’den, Alex’ten başlanabilir eleştiriye, isimler o kadar da önemli değil.
Ancak yine de birine ağırlık verilmelidir. Bu kişi tabii ki Alex’tir. Fenerbahçe’yi üç buçuk sezondur çok kritik maçlardan çıkaran, kendisine kurtarıcı ve lider gözüyle bakılan Brezilyalı, tıpkı president bush gibi “gir” deyince takımını pozisyona sokabilmeli, “çekil” deyince toplu halde çekilmelidir!
Kuralları ne olursa olsun, oynayanlar kim olursa olsun, budur yani oyun! Lidersiz, güçsüz, basiretsiz oynanmaz! Hedef ne olarak gösterilirse gösterilsin, aklı selimin gözü kolay kolay boyanmaz!
Bir de dış etkenleri vardır oyunun. Adaleti sağlamak, kuralları uygulamak adına, hakimleri vardır hüküm veren, ki bunlar futbol sahasında ‘hakem’ olarak adlandırılırlar. Bir taraf ne kadar basiretsiz olursa olsun, onlar adil davranmak, sadece kuralları uygulamak zorundadırlar. Penaltıysa bir hareket, 6. dakikada İlkem’in Önder’e yaptığı gibi, vermek durumundalar.
Ne var ki, bir taraf Sarı-Beyaz ise, artık ona penaltı vermemek değildir mesele, verilmeyen penaltıyı yazmaktır suç unsuru...
‘’Kahraman top toplayıcı!‘’
Federasyon başkanı da, MHK başkanı da değişse, değişmez Türk futbolunun kaderi bu formsuz hakemlerle! Daha 10. dakika bitmişti ki tempolu karşılaşmada, Cüneyt Çakır’ın da ciğeri bitti. Neyse, Galatasaray’ın istemediği hakemdi ya sevdirdi kendini Sarı-Kırmızılılar’a.
Gökhan’ın, maçın kahramanı top toplayıcının kafasına attığı topu göğsüyle stop edip, sonra eline alıp, tacı atmayışı dönüm noktasıydı. Birkaç dakikadır rakibinin sol kanadını felç eden, üzerine bir de mükemmel gol çıkaran Gökhan, maçı çevirmek üzereydi ve sahadan mutlaka atılmalıydı. Attı Cüneyt Çakır. Helal olsun!
Kaleci Volkan’ın kırmızısı dışında, bir tek doğru kararı yoktu neredeyse karşılaşma boyunca. İlk devre bitmek üzereyken, elektronik kronometreyle izlenen bir basket karşılaşması gibi, Volkan’ın adaşıyla karşı karşıya kaldığı pozisyonu kesmesi de, ne kadar becerikli ve formda bir hakem olduğunun açık bir göstergesiydi.
Lugano’nun, komik kırmızısından sonra aslında dönmüştü karşılaşma ve her geçen dakika stresi artan evsahibiydi. Dedik ya, Gökhan’ın attığı gol de, bir klasik Fenerbahçe galibiyetinin daha habercisiydi. Sıkılmış olmalı bu monoton derbiden Sayın Çakır. Son iki sezonda sadece üç Galatasaray maçı yönetmişti, artık bundan sonra istenen hakemlerden olur ve rahat rahat Sarı-Kırmızı maçlara da çıkar!
Sami Yen’e giden Fenerbahçeliler’in, stattan çıkarılmayışları ve yüzlerce polisin kontrolünde Galatasaraylı futbolcu ve taraftarların şovunu dakikalarca izlemeye mahkum edilişleri hakkında da artık ya Aziz Yıldırım ya da İstanbul Emniyeti gereğini yapar!
‘’Traş!‘’
Basında köşemiz var da 12 senedir, bir köşemiz yok aslında, elhamdülillah! Lüksümüz var ve lüksümüz yok, çok şükür! Hadi bunu açalım: Lüks kelimesini birileri ‘aydınlanma aracı’, birileri ise ‘şatafat’ anlamında kullanırlar ya! Adımız var; sanımız ve şanımız yok; hamdolsun! Sakalımız da var, ancak haftada bir traş oluyoruz mecburen! Geçen hafta bıyık bıraktık; onu da beğenmediler!
Karısı profesör!
Öğrencilik yıllarımızdaki adıyla Yıldız Üniversitesi’nde, bir kaç arkadaş, samimi ve nüktedan doçentimize sorduk ders arasında, “Hocam, bir türlü profesör olamıyorsunuz, niye?” Cevabı yapıştırdı, “Çocuklar hâlâ profesör olamadım, belki de hiç olamayacağım, ancak biliyorsunuz eşim yıllardır profesör” diye!
Şeye benziyor bu; Fenerbahçeliler ile Galatasaraylılar arasındaki UEFA Kupası muhabbetine. Anderlecht, İnter, CSKA, PSV ve Sevilla; hepsi de Sarı-Lacivertliler’in bu sezon eşleştiği, UEFA Kupası’nı kazanmış takımlar.. Ve tabii ki, her daim eşleştikleri Galatasaray...
Utanma!
Gazetede Leverkusen maçını takip ederken, Cimbomlu bir kardeşimiz üçüncü golden sonra gömleğini giydi, Sarı-Kırmızı formasının üzerine. “Neden?” dedik, doğal olarak. Bu, sportif bir sonuç. 5 de olur daha yukarısı da. Utanılacak, saklanılacak bir şey değil ki. Sonuçta, tuttuğun takım sadece bir maç kaybetti. Yeter ki, bu ders ya da hezimet, yan veya yanıltıcı etkenlere, mesela Konyaspor maçının tehirine bağlanmasın. Zengin-fakir, yerli-yabancı gibi basitliklerle Türk Futbolu’nun lokomotiflerinden birinin kollandığı sanılırken, iyice aşağılanmasın. İmtiyaz veya ayrıcalık umutlarıyla seviye iyice düşürülüp, barınak olarak çukurlar kazılmasın. Sonuçta, matematiksel anlamda sıfır ya da deniz seviyesi bile bir seviyedir. Çukur ise, derindir!
Şaşırdık!
Neyse, Rüştü’nün Dereağzı’ndaki darbı ile ilgili karanlık noktalar da sonunda aydınlandı.. Ve Aziz Yıldırım aklandı. Arkadaşımız Lube Ayar’ın ne becerikli ve ne cesur bir gazeteci olduğu zaten biliniyordu da, yıllardır bilinen ve nedense saklanan gerçekleri açıklama cesaretini gösteren kişinin Fatih Altaylı olması, çoklarınca yadırgandı. Biz de yadırgadık doğrusu. Cahillere, cahilliklere, densizlere, densizliklere, ilkesizlere, ilkesizliklere o kadar alıştık ki! Böyleleri tarafından öyle sarılıp, kuşatıldık ki; Altaylı’nın etiğine, ettiğine şaşırdık, kaldık!
‘’Zico haksız‘’
Şimdi bir çokları yine hakemden söz edecek. Sinan Kaloğlu’nun atlayışına çalınan penaltı düdüğü ile Mustafa’nın elle oynadığı topa çalınmayanı birbirine ekleyecek. Bursaspor’un sanki biraz kayrıldığından, faüllerin, sarıların Fenerbahçe için ne kadar kolay kullanıldığından söz edilecek. Oysa, Haluk Ulusoy yok artık başta. MHK Başkanı da başka. Kompleks, aynı kompleks sadece...
Nasıl komplekse girmez insan, baksanıza karşılaşma başladığında kulübeye; Lugano, Uğur, Selçuk, Deivid, Alex ve Kezman...
Başkalarının, sadece 11 Türk oyuncudan bile pay çıkarabileceği bir kadroyla sahadaydı dün akşam Fenerbahçe. Kadıköy’de en son bir buçuk yıl önce yenildiği rakibe karşıydı üstelik. Onu küçük görmesi mümkün değildi yani. Zico’nun kadro tercihi mutlaka başka nedenleydi.
“Yorgunluk olabilir mi?” desek, o da mümkün değil. Üç gün oldu Sevilla maçından bu yana, üstelik rövanş da haftaya değil.
“Çarşamba akşamki kupa rövanşı mı acaba?” sorusunu üretsek; 24 yıldır kazanamıyorlar ki zaten, nasılsa o da dert değil! Peki, ne o zaman? Ukalalık mı? Umursamazlık mı? Yoksa, artık Turkcell Süper Ligi Şampiyonluğu bile anlamsız mı! O kadar mı büyüdü ve aştı Sarı-Lacivertliler! Yok, yok, buna inanmak bir kenara, düşünmek bile imkansız. Tek bir yanıt var verilecek, Zico bu kez kesinlikle haksız...
Ya haftada iki kez oynamayı ve diri kalmayı öğrenecek veya öğreteceksin ya da daha geniş kadrolar kuracaksın, her kulvarda zirve mücadelesi için. Biraz erken gibi gelecek, ancak Fenerbahçeliler lig şampiyonluğu için şimdiden bir bardak soğuk su içsin!









































