Arama

Popüler aramalar

‘’Anadolu büyüğü‘’

Deivid sağ kanatta oynasaydı, Gökhan’ı yalnız bırakmasa, destek olsa, hatta hücuma katkıda bulunsaydı keşke! Aurelio da orta sahada oynasaydı. Koşsaydı (ki aslında koştu), bassaydı, mücadele etseydi, bir zamanlar olduğu gibi, Selçuk’u yalnız bırakmasaydı! Ya da halamın bıyıkları olsaydı!
Edu için, “bir çuval inciri berbat etti” diyebilseydik keşke. Diyemeyiz ki, bu kaçıncı çuval! Kaldıramıyor, kendine büyük gelen ya da öyle yorumladığı maçları. Açın arşivlerinize bakın! İster içeride, ister dışarıda, Edu’nun büyük görüp, strese girdiği maçlarda yaptığı hataları araştırın. Kesinlikle, psikolojik yardım verilmeli bu çocuğa, çok abarttığı oyunlardan önce.. Veya kademesine girilmeli! Yazık değil mi, 1-0’a. Yazık değil mi, susan taraftara, demoralize olan takım arkadaşlarına! Nasıl kayıtsız kalınır, ikinci golü yememek için direnirken, kendine getirilen rakibin, küllerinden doğuşuna!
Keşke hakem Alman olmasaydı. Alman olsaydı da yani, İspanyol’u kendine yakın bulmasaydı. Ne bilelim; bizimkilere reva gördüğünü onlara da hak bulsaydı!
Keşke Carlos o korner atışında çizgide kalmasaydı. Şu güçlü ve yükselen değeri Avrupa futbolunun, daha farklı mağlup olsaydı. Yine yerde kıvransa, etiğe, ahlaka aykırı davransa, futboluyla büyüse de karakteriyle iyice küçülseydi de, dörtlük, beşlik farkla muhteşem Kadıköy’den ayrılsaydı.
Olsun! Her türlü olumsuzluğa rağmen, kazanan yine Fenerbahçe oldu. Emin adımlarla, eyyam yapmadan, gaza gelmeden ve hatta çaktırmadan Avrupa’da yükselen; Anadolu Büyüğü Fenerbahçe...
Varsın bu sonuç garanti olmasın rövanş için. Kaç sene bekledi bu renklere gönül verenler, bir boğayı şişlemek için.

21 Şubat 2008, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Taraftar olmak!‘’

Kaç takımla temsil edilirse edilsin Süper Lig’de, Başkent’in asıl yüzü Ankaragücü’dür. Yokluğu bir başka hissedilir, futbol tutkunları tarafından...
“Bu yokluk da nereden çıktı şimdi!” demeyin. Gündeme getirmemizin nedeni, bizzat ‘Ankaragüçlüler’in kendileri. Dokuz haftadır kazanamayan takımlarının gidişinden endişe duymuş olacaklar ki; “Hükümet düşer, Ankara düşmez” diye tempo tuttular bu hafta. Umarız dedikleri gibi olur! Ancak, böyle hızlı düşüşlerin ardından toparlanmak oldukça zordur!
Konu taraftardan açılmışken, bir soruyla devam edelim; seyircisiz gösteri, taraftarsız futbol mu olur?
Aslında her ikisinin yanıtı da “hayır” gibi dursa da ilk bakışta, bazı durumlarda ikincisi için verilecek yanıt “evet” de olur!
Kazanırken sağlam eğlenen, dalgasını tsunami kıvamında geçenlerin, zor durumda ve kötü zamanda takındıkları tavırlar, sözlükte nasıl karşılık bulur!
Mesela; zaman zaman İnönü’dekiler. Mesela; çoğu zaman Rize’dekiler...
“İyi günde, kötü günde..” diye aşkla anılan, “yağmurlarda, çamurlarda..” devam ettiği savunulan, birkaç dakika önce geleceğe dair “güneşli günler..”den dem vurup, bir kaç dakika sonra futbolcusunun geçmişini sorgulayanlardan taraftar mı olur!
Taraftar olmak zor zanaat. Taraftarı çok olan takım ya da taklavat olmak da öyle. Taraftarsızlık ise apayrı bir dert. İki ucu farklı değnek!..
Son nokta: Hem başkan, hem taraftar, hem gözyaşı, hem küfür; trajikomik bir örnek!

Maçın adamını
siz seçin!

Gazetenizin internet sitesi www.fanatik.com.tr’de yenilikler bitmiyor. Şimdi de maç merkezi kurduk. Burada hem bütün Süper Lig maçlarını canlı takip edecek, hem de ‘maçın adamı’ oylamasına katılıp mücadelelere damgasını vuran isimleri seçebileceksiniz.
www.fanatik.com.tr’ye girin, maç merkezini tıklayın ve karşılaşmanın başlamasından, her pazartesi saat 12.00’ye kadar oyunuzu verin. Oylamada ilk sırada yer alan, sizin seçtiğiniz futbolcuları her hafta bu sayfada bulacaksınız.

19 Şubat 2008, Salı 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kısık ateşte 15 dakika!‘’

Rizespor’un oyunu kadar, durumu da ağır. Hele Fenerbahçe’nin konumu, futbol yorumu ve çarşamba akşamki hedefiyle kıyaslayınca, fark oldukça büyük. Ancak gayet normal bir durum bu aslında. Aziz Yıldırım’ın 10 senelik icraatına, gelinen noktaya ve buna duyulan saygı ve gıptaya bakınca...
Buna rağmen yarım saat olmuş maç başlayalı ve evsahibi tek atakla önde. Oysa Trabzonspor bile 4 atmış iki hafta, Galatasaray 5, dört hafta önce...
Sonra 15 dakikalık bir olay.
Bu kadar mı kolay!
Resmen film gibi: Kısık ateşte 15 dakika...
Alex giriyor devreye, tam seyirci ve taraftar sıkılmışken.
Atraksiyon yokken yani ortada, galeyan ve heyecan üzerine, Alexandro de Souza yine devrede. Kafaya bir gol ortası, rakibin arkasına üstelik sağ ayakla milimetrik bir gol pası, sonra Gökhan’a gol pası için bıraktığı bir top ve yine duran toptan kafaya...
15 dakikada 1-4 skor, Sarı-Lacivertliler lehine...
Durum bu hale gelmişken, insan ikinci yarısından pek bir şey beklemiyor oyunun. Değişiklik bekliyor sadece. Hani Sevilla maçı var ya çarşambaya, o bakımdan. Alex yani, Carlos veya Deivid... Aurelio da pek iyi sayılmaz zaten. Maldonado falan; ne bilelim...
Altan çok gayretli Rize’de, Fahri ve Serhat aynı zamanda... İş bu nedenlerle skor 2-4 oldu zaten ikinci yarıda.
Antrakta alınan patlamış mısır, gazlı içecek vs... İlk yarısında her şeyin belli olduğu, film gibi...

16 Şubat 2008, Cumartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Unutulmayacak‘’

Bir panorama sayfasında ‘haftanın futbolcusu’ olmak, muhtemelen hiç bir anlam taşımıyordur Hakan Şükür için. Nedeni aşağıdaki satırlarda bulunabilir.

Bir golün pasını verip, üç kez de rakip filelere gönderirse topu bir forvet oyuncusu, haftanın futbolcusu olma ihtimali oldukça yükselir. Tıpkı, Manisaspor karşısındaki Hakan Şükür gibi...
Karşılaşmayı seyretmenize bile gerek yoktur bu durumlarda, sadece istatistiki bilgiler yeterlidir.
Aynı mantıkla yola çıkarak, bir futbolcunun tüm kariyeri de değerlendirilebilir.
Mesela bundan 30 yıl sonra, Hakan Şükür’ü hiç seyretmemiş genç bir futbolsever, sadece kariyerine bakarak, “Türk futbolunun en iyi forvetiymiş demek ki” diyebilir.
İki sezon daha oynayabileceğini ima eden forvetin şimdilik, 479 lig maçında 246, 54 kupa maçında 17, 82 Avrupa Kupası maçında 37 ve 112 A milli maçta attığı 51 gol bile “gerçekten de en iyisiymiş” denilmesi için yeterlidir.
727 üst düzey karşılaşmada atılan 351 gol; boru değil tabii, ancak öyle bile değerlendirilebilir.
Hatta sadece 727 üst düzey karşılaşmada oynamış olması ve 37 yaşında hâlâ hedefinin olması bile, bir profesyonel futbolcuyu unutulmaz kılabilecek verilerdir.
Son vuruşları Zeki Rıza Sporel, Metin Oktay veya Tanju Çolak ile kıyaslanmayabilir.. Ve maç başına gol ortalamaları alınarak, bu iddia kolayca desteklenebilir. Ancak tekrar etmekte fayda var; üst düzey mücadelelerde kalıcı olmak; devamlılık, dayanıklılık ve profesyonelce yaşam gerektirir.
Hepsi var ‘milli takımın abisi’nde. Boru değil tabii, ancak öyle bile değerlendirilebilir.

12 Şubat 2008, Salı 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Çöpçü!‘’

Acele etmeden bu kadar çabuk oynanabilir ancak futbol. Faul ya da faule benzer basmadan rakibe, ancak bu kadar baskı koyulabilir. Bu kadar az pas hatası ile atağa çıkılabilir, bu kadar pozisyon üretilebilir, Oftaş gibi bilinçli ve iyi savunma yapabilen bir takıma karşı.
Keyifli bir oyundu Fenerbahçeliler için. Her ne kadar bazı sözde taraftarın aklı başka hesaplardaysa da Ankara’daki gibi, bu takım ve aslında bu kulüp, istikrar ve ileride tarihin mutlaka kutsayacağı bir azizliğin eseridir.
Neyse, şu keyifli futbol akşamında kasmayalım kimseyi. Penaltıdan bile söz etmeyelim: hani düne kadar verilmeyenlerle, dün verileni kıyaslayarak...
Oftaş’a ve örnek spor adamı teknik direktörleri Osman Özdemir’e saygıda da kusur etmemek gerekir. Güçlü rakibi, belki de sezonun en isabetli paslarını yapıp, şakır şakır oynarken, ancak bu kadar dik durulabilir. Disiplinden bir dakika bile taviz vermeden, son ana dek bu kadar direnilebilir.
Gökhan alışılan oyunlarından birini oynadığından es geçilebilir. Carlos ve Aurelio da öyle. Onları tanıyan, ne yapacaklarını zaten bilir. Ne var ki, dünkü Kezman özellikle Sevilla maçı öncesinde oldukça önemlidir. Nasıl yani! Bu ne istek, bu celal! Düne kadar nerelerdeydin?
..Ve gerçek Fenerbahçe taraftarının anında beste yaparak hakkını verdiği Maldonado... İlk Avrupa maçında, takım arkadaşları, saha ve ne varsa yabancı olduğu, hiç çaktırmadan, futbol diliyle ancak bu kadar konuşulabilir. Daha önce, Şili Milli Takımı’nda iki 90 dakikasını ve uzunca bir kasedini izlemiştik, çöpçünün. Yine iyi süpürdü doğrusu. Gözüaydın ön libero olmak isteyen Türk gençlerinin. Gözüaydın Fenerbahçeliler’in. Gözüaydın, Aurelio’nun, Selçuk’un, Deniz’in...

11 Şubat 2008, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bu nasıl rekabet!‘’

Servet onca gayretine rağmen rakibine bir gol ikram edemedi. Sadece pozisyon üretmekle yetindi. Sonra, Semih’i bitirdi. İstemeden, ancak tecrübesiyle ters orantılı aşırı güç kullanarak...
Orta saha mücadelesi şeklinde geçen ilk 45 dakikanın en önemli notu buydu bizce. Servet’in savunma zaafiyeti ve Semih’in ciddi gibi görünen üzücü sakatlığı.
Galatasaray, sahanın hemen her yerinde baskı uygulayarak durdurabilirdi ezeli rakibini ve bunu iyi becerdi. Fenerbahçeliler’in, ebedi dostlarını bir kez daha süklase etme hayali, işte bu ciğer ve dayanıklılık isteyen baskı nedeniyle gerçekleşmedi.
İkinci yarıda da pek bir şey değişmedi. Orta saha mücadelesine ilave olanlar, misafirin Hakan ve Arda ile girdiği iki, evsahibinin Alex’le girdiği tek pozisyondu sadece.
Mehmet Topal, Galatasaray’ın bu tarihi beraberliğinin önde gelen ismiydi. Bir tek kaleye geçmedi karşılaşma boyunca. Sahanın hemen her yerindeydi. Zaten kaleye geçmesine de gerek yoktu. Çünkü, ondan sonraki en iyi takım arkadaşı kaledeydi. Mehmet ve Orkun’a rağmen, sahanın en iyisi Selçuk Şahin’di. Aurelio’nun, Deivid’in, Uğur’un ve sonra Vederson’un vasat oynadığı karşılaşmada, orta sahayı tek başına sırtlayan kişiydi. Alex’in etkisizliği veya etkisizleştirilmesi, oyunun kaderini çizdi.
Sözde, dünyanın en önemli derbisi bu. Şaka gibi. Galatasaray’ın Kadıköy’de ezeli rakibinden gol yemediği gün doğanlar, şimdi 61 yaşındalar. Nasıl bir rekabetse bu! Başkaları olsa t-shirt yaptırır illak ki! İnsanın bıyık altından gülesi geliyor vallahi!

04 Şubat 2008, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ezber devam eder‘’

Zico’nun özel bir stratejisi olmaz... Takımına ezberlettiği sistem, başarıyı getiriyor zaten... Kader adamları belli. Sırasıyla Fırat Aydınus, Orkun, Emre, Servet, Carlos, Gökhan ve Alex.

1- Arthur Zico, sahaya hangi mantaliteyle çıkmalı? Rövanş, iki Sevilla maçı arasına geleceği için Kadıköy’de fark mı aramalı, yoksa tipik bir Galatasaray derbisi gibi düşünerek kontrolü elden bırakmamalı mı?Zico’nun bu maça özel bir strateji belirleyeceğini düşünmüyorum. Zaten genellikle hep aynı ezberi uygulatıyor. Bunu takımına ezberletmeyi başarıp meyvelerini topladığı bir dönemde, başka bir arayışa gerek de yok. Ayrıca tarih boyunca, istisnalar hariç, Fenerbahçeli teknik adamların en kolay maçları Galatasaray karşılaşmaları olmuştur. Özel bir taktiğe, motivasyona veya çalışmaya ihtiyaçları yoktur. Sadece doğru onbiri sahaya sürmeleri ve oyun akışında doğru değişiklikleri yapmaları yeter. Gerisini Sarı-Lacivert çubuklular halleder. Ya da ara sıra aksi olur.
Aurelio, Selçuk, Arda ve Karan...

2- Derbinin kader adamları kim ve kader bölgeleri neresi olacaktır?
Öncelikle Fırat Aydınus. Sonra Orkun, Servet, Emre üçlüsü ve önlerindeki Mehmet Topal. Aurelio, Selçuk göbekte, Carlos ve Gökhan kanatlarda Fenerbahçe cephesindeki belirleyici isimler.. Ve ille de Alex tabii ki. Uğur, Deivid, Semih, Kezman ve Arda ile Ümit Karan karşılaşmanın gidişatını etkileyebilecek extralar olur. Orta saha ve kanatlar, misafirin çare üretmesi, rakibine önlem alması gereken ciddi bir sorundur.
Bu oyunun içinde her zaman var olan bireysel hatalar, çok erken gelebilecek goller ve tüm dengeleri alt üst edebilecek sakatlık veya kırmızı kartlar da, girilen iddialarda pek dikkate alınmasa da, belirleyici birer unsurdur.
Galatasaray sürpriz sayılmaz...

3- Galatasaray, Kadıköy’deki en son galibiyetini 1999’da aldı. Fenerbahçe bu seriyi devam ettirecek mi? Bir skor tahmininiz var mı?
Galatasaray’ın kupa kültürü en önemli avantajı. Hani, bir Kadıköy galibiyeti çıkacaksa favorisi belli derbiden, tam zamanıdır. Üstelik, ‘favori her zaman zorlanır’, hatta ‘favoriler kaybeder’ derler ya istatistiklere hiç aldırmadan, işte o maç budur.
Lig maçı olsa, iki taraf tartıya konulduğunda yapılacak tahmin ‘aşırı fark’lı olurdu. Kupada kazın ayağı öyle değil. Önce beraberlik, sonrasında tek farklı Galatasaray galibiyeti sürpriz olarak görülmemelidir.
Asıl sınav ‘o gün’ verilecek

4- Ligin ilk yarısındaki Fenerbahçe-Galatasaray derbisinde Saracoğlu’nda müthiş güzel bir atmosfer vardı. Olası bir Galatasaray galibiyetinde sizce bu ambians bozulur mu?

Birkaç istisna hariç, son maçtaki sportmence görüntüler, yenenin ve yenilenin sergilediği olgun tavırlar takdire değerdi. Ebedi dostlukla ilgili asıl sınavı, Kadıköy’de Galatasaray’ın kazandığı maçta verecek büyükler. Yöneticiler, sahadakiler, tribündekiler, beklenmedik bir Cim Bom galibiyeti sonrası gerçek yüzleriyle görüntüye gelecekler. Hatta karşı tarafı tutan aile bireyleri, dostlar, sevgililer, okul veya işyeri arkadaşlıkları bile geçecek bu sınavdan.
Yeter ki, hakemler olmasın işin içinde. Onlar, sadece kurallara uygun, dosdoğru yönetip, adalet dağıtmakla ilgilensinler. Belki bugün olmasa da, bir gün nasılsa Sarı-Kırmızılar da kazanacak. Birileri dese de ‘vallahi rezalet’, yine de devam edecek ezeli rekabet.. Ve Fenerbahçe, dünya üzerinde en çok yendiği takım olan, ebedi dostu Galatasaray’la oynamaya devam edecek, futbol bayramlarında...

03 Şubat 2008, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Değiş tonton!‘’

Kurayı çektiğinde nasıl da asıldı, hatta kasıldı Adnan Sezgin’in yüzü. Elinin uğursuzluğundan bahseden Galatasaraylılar gördük. Ercan Güven ‘üst-galibiyet’ diye yazmış, Sarı-Lacivertliler lehine. Basri Baykoç ‘Fenerbahçe avans mı verdi?’ demiş ligin ilk yarısını ima ederek ve iki takım arasındaki uçurumu vurgulamış, topu geçmişe göndererek... Karışık bir giriş. Sonu tahmin edilebilen, alaşılageldik bir ezeli ve ebedi rekabet öncesi fazlaca karışık üstelik.
‘hop, hop; değiş tonton’.
Peşin hüküm, kesin favori, fark beklentisi, yani sonucun maç oynanmadan kestirilmesi; küçültücü en az Galatasaray kadar Fenerbahçe’yi de. Yanıltıcı; en az Galatasaraylı kadar Fenerbahçeli’yi de. Şaşırtıcı; futbolu az çok bilenler için. Saçma; çünkü futbol bu ve malumunuz biz de dahil, tüm içindekiler kadar yuvarlak top.
‘hop, hop; değiş tonton’.
Yen Galatasaray, hem de Kadıköy’de. Şu sınavdan geçsin; oynayan da, yöneten de, taraftar da, yazan da, konuşan da, çizen de.
Alkışlasın 50 bin kişi kazananı. Ancak hakem, makem girmesin işin içine. Hep kazanacak değil ya, peşin favori. Kaybetse ne yazar! Bu, zaten organize şekli bile ‘tez konusu’ olabilecek, tek özelliği Fenerbahçe’nin yıllardır kazanamaması olan kupa değil mi!
‘hop, hop; değiş tonton’.
Fark at Fenerbahçe. Zaman zaman atıyorsun da zaten, bu kez iyice abart. Hani, gün gelip Kadıköy’de yenildiğinde bile konuşamasın kimse! 7’den fazla olsun. Mesela ilk devre 5’le bitsin; devre arasında insanlar ‘10 olur’ ya da ‘olmaz’ diye bahse girsin.
‘hop, hop; değiş tonton’.
Maksat spor olsun. Oyun olsun sadece oynanan, konuşulan, akılda kalan. Keyif alsın takip edenler; oynayandan, oynanandan. Bütün dünya buna bir inansa, bir inansa...
‘hop, hop; değiş tonton’.
Tabii biraz dengesizlik de var işin içinde. Hele, Gökhan, Lugano, Edu, Carlos, Aurelio, Deivid, Semih (Kezman) ve illaki Alex bir aradaysa! Kıyas yapıyor insan ne de olsa.
Sonuçta, Fenerbahçe pazar akşamı bir kez daha oynayacak Galatasaray’la. Dış etkenler izin verirse; hava ve saha şartları falan yani!

01 Şubat 2008, Cuma 03:30
YAZININ DEVAMI