Arama

Popüler aramalar

‘’Gerçekler!‘’

Rahat ve güzel başladık. İlk 10 dakika bize aitti. 10 saniye önce fırsatı kaçıran Emre, ikinci şansta işi bitiriverdi. Bosnalılar için şok ve üzüntü demekti bu. Üzüntülerini ümitsizliğe çevirmek ise elimizdeydi. Orta alanda topu iyi tutan, iyi kullanan ayak ve beyinlerimiz vardı çünkü teoride. Ama ner’deee...

O, asıl sahiplenmemiz gereken bölge, rakibindi artık. Hele, 15 ile 40. dakikalar arası kevgir gibiydi, orta alanımız ve öncelikle bu nedenle savunmamız. Ne yemişsek yemiş, çıkamaz olmuştuk işin kibarcası!
25’te golü yedikten sonra, sıkıntılı sporcularımızın acil ve çok ihtiyaç duyduğu hocaları, mecazi anlamda babaları Fatih Terim ise, saha çevresinde turlamaktaydı o sırada. Yer, telsiz, duruşuna ait mekan ve teçhizatla uğraşmaktaydı, akın akın gelirken ev sahibi kalemize. Kara mizah, tek perdeee...

İkinci perde yok. Çoğu bitti çocukların. Sırayla, sapır sapır döküldüler yeşil çimlere. Plansız, programsız koşuşturmaktan, halsiz düştüler. Futbol oyununun Dünya Kupası perdesi tamamen kapanırken yüzümüze, geriye hayata dair gerçekler kaldı sadece.
Başımız sağ olsun. Hakkari, Siirt ve Van’daki açılım şehitlerimizin ruhu şad olsun. Megakent İstanbul’dakilerin de tabii. Canlarımızı yitirmemize neden olan her durum, topluca sahip çıkılması gereken ülke meselesi. Ancak, ikisi de sıradanlaşmış durumda ne yazık ki! Biri vatan uğruna, diğeri sudan sebeple...

10 Eylül 2009, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Sahur programı‘’

Cumartesiyi pazara bağlayan gece, saat 03:30’da başlayan bir sahur programı seyrettik keyif ve huşu içinde. Programın adı “İşte böyle, her sene böyle” idi. Ve Brezilya Arjantin’i bu kez deplasmanda evirdi, çevirdi ve devirdi. Doğrusu çok, pek çok güzeldi...

Orada iki de bizimki vardı, uzakta. Biri ülkemizdeki bir ‘Uzay Takımı’nın oyuncusuydu; Iracemapolis doğumlu Elano Blumer. Demokratikleşmekte olan ülkemiz futbol otoriteleri tarafından sıkça ve tekrar tekrar aksi iddia edilse de, top çok yakınında değilken koşmuyordu yine. Savunmasına, oldukça özel haller ve rakibin serbest atışları dışında gelmiyordu ikide birde. Sadece ve sadece Sarı-Lacivertliler’in kullandığı serbest atışlarda vardı. Ki bunlardan ikisi de golle sonuçlandı. Dunga da, görevini yapan bu ülkemiz ‘Uzay takımı futbolcusu’nu, Beşiktaş derbisi öncesi fazla yıpranmasın diye, 68’de dışarı aldı!..
Diğeri ise, sürekli pohpohlanması, abartılması ve manevi destek sağlanması gerekmeyen, çünkü ‘Mor Uzay Takımı’ üyesi olmayan, sıradan bir oyuncuydu. Sonuçta Andre dos Santos’tu...

Şu cümleleri kuranın bile hemen her yazıda, topu özellikle kendi sahasındayken fazla ayağında tuttuğu için eleştirdiği, sıradan, vasat, 10 milyon nüfuslu futbol şehri Sao Paulo çocuğuydu!
Bu kez, yani başka bir Sarı-Lacivertli forma altında, kendi yarı sahasında ayağında fazla tutmadı topu. Eveleyip gevelemedi hiç. Yine çalımlar attı, ancak rakip yarı sahada ve gereken durumlarda. Çok da garip ve gıcık çalımlardı hepsi. Su falan kalmadı yani, Maradona’nın çocuklarının belinde! Ancak, asli görevi sol kanat savunuculuğuydu ve bunu başarıyla yaptı. Üstelik, Messi ve Tevez gibilere karşı...

Gecenin keyfini çıkarırken, bir yandan da Andre dos Santos ve ciddiyetle ilgili ettiğimiz kelamlarda sanki haklı olduğumuz hissine kapılıp, biraz daha dik uzandık ikili koltuğumuza. Bu, sıradan Sao Paulo ve şimdilerde Kadıköy çocuğu ya burada da böyle ciddi oynasa...
Dünyanın gelmiş, geçmiş ve gelecek; en seyirlik, en güzel, en sihirli ve en haset edilen futbol takımının bir Arda’sı, bir Emre’si, bir Gökhan’ı yoktu ama. Koyacaksın bu üçünü her devrin efsanelerinin arasına, bir de Elano’nun yerine Alex’i alacaksın takıma; vay, vay, vay! Hayırlı sahurlar...

08 Eylül 2009, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’İyi bir ekip‘’

Manisaspor koşuyor, baskı yapmaya ve en azından topu alan rakip oyuncunun ilk hareketini rahat yapmasına engel olmaya çalışıyor. Bu arada, İstanbul’a gelen bazı takımlar gibi sadece kalesini korumak için de çabalamıyor. İleri çıkıyor, atak geliştirmek, gol atmak için uğraşıyor. Pozisyon da, gol de buluyor. E, helal olsun o zaman. İki takım arasındaki kalite ve hedef farkına bakıp, sonuç ne olursa olsun, Manisaspor’u takdir etmek gerek öncelikle...
Peki Fenerbahçe ne yapıyor? Savunmasının sağ kanadını Bekir ile korumaya çalışıyor, Önder ile göbeğinin yarısını. Sakatlıktan henüz çıkmış Alex’ten tam verim bekliyor. Andre dos Santos’tan ise ciddiyet!
Carlos yoruluyor, yorucu rakip karşısında. Kazım bile yıpranıyor, hatta bitiyor neredeyse. Baroni ilk kez bu kadar askıyor sanki Fenerbahçe’ye geldiğinden bu yana...

Lugano geride, Güiza ileride çırpınıp duruyor bir şeyler yapabilmek için. Bir de Emre var, aslında çok şey yapan ve başarılı da olan. Ne var ki, eski, bildik Emre karakteri yine karşımıza çıkıyor, tam övgüler dizecekken, Sarı-Lacivertliler’in dün akşamki en dirençli oyuncusuna. Kızarıyor ve çıkıyor boşu boşuna. Yani, kızarmıyor aslında! Kızarsa, dün akşama kadar çoktan kızarırdı zaten! O kadar çok deneyimi var ki bu konuda. Kızarmıyor bir türlü, kösele misali...

Volkan’ı geçen maç unuttuk, en iyilerden söz ederken. Aynı hataya düşmemek, bu kez unutmamak gerek. Üç puanın en az biri onun kesinlikle. Belki de ikisi, hatta üçü birden...
Tekrar, Mesut Bakkal’a ve ekibine tebrikler. İsim, isim ayırmaya da gerek yok hiç. Çünkü, onlar iyi bir ekip!

31 Ağustos 2009, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Sıkılmayın!‘’

Oldum olası ciddiyetsizleşir Fenerbahçe, hiç beklenmedik zamanlarda.
Honved’le deplasmanda berabere kalması sondan bir önceki, Türkiye Lig’inde genelde sıra takımlarına puan kaybetmesi daha önceki, dün akşam Sion karşısındaki de sonuncu örnekler olarak sıralanabilir basitçe.
Etkisiz, keyifsiz, isteksiz oynaması bir yana, lidersiz oynaması ise başka yana konularak değerlendirilmeli bizce. Dün, geri duruma düştükten sonraki dağınıklık ve şaşırmışlığın, lidersizlikle bir ilgisi yok mu sizce?

Alex de Souza zorunluluktan yok, ya takıma liderlik yapabilecek Emre Belözoğlu veya Roberto Carlos nerede?
Andre Dos Santos özgür yine alabildiğince. Kaliteli, etkili bir futbolcu olduğu kesin. Ne var ki, iyi bir takım oyuncusu olması için, başta Daum birilerinin epeyce özen göstermesi gerekir. Yüzde yüz ciddiyetsizlikten, özellikle takımı çıkarken orta alanda kaybettiği toplar, daha güçlü rakipler karşısında Fenerbahçe’nin başına büyük işler açabilir.

En ileride, hatta santrfor oynasa, “bir rakip eksiltecek, golü atacak” dersin, rakip kaleye 60 metre kala çalıma başladığında ise, profesyonelliğinden ya da modern futbol anlayışından şüphe edersin...
İdeal kadrosuyla sahaya çıkmaması, Sion gibi kendi sıkletinde olmayan bir rakibe karşı ilk kornerini 62. dakikada kazanması, dün akşamın ciddiyetsizlikleriyle ilgili diğer ayrıntılar olarak verilebilir.
Buraya kadar eleştiriden sıkılanlar ise, “Gökhan Gönül, Selçuk Şahin ve özellikle Baroni’nin önce ciddiyetleri sonra da iyi oyunları takdir edilmelidir” cümlesiyle biraz rahatlayabilir.
Türk futbolunun büyük armadası Fenerbahçe’ye, nice ciddi UEFA Avrupa Ligi grup maçları dileğiyle...

28 Ağustos 2009, Cuma 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Taş diyarı!‘’

Andre hâlâ topla fazla oynuyor; olur, olmadık yerlerde. Daum gibi hem deneyimli hem de Alman bir teknik direktör nasıl uyarmıyor ki oyuncusunu bu konuda. “Evladım, en azından kendi yarı sahanda topla bu kadar çok oynama!” diye...
Kazım onu da yapmıyor. Gökhan ileri, geri her yolu denerken olumlu futbol adına, piyasada bolca dolaşıp varlığını hissettiremiyor, kara yağız Kazım efendi. “Bu konuda da uyarı gelmiyor mu acaba kulübe civarından” derken; gelmiş galiba? Nerede ilk yarıda boş boş gezinen, nerede ikinci yarıda harmanlayan, dağıtan, rakiplerini de, maçı da alıp götüren Kazım efendi...

Bilica, geçen sezonun en iyi futbolcularındandı. Hatta en iyisiydi çoğumuza göre gösterdiği randımanla. Şimdi ise, zaman ve mekan konularında oldukça eksik ve açıkları olduğunu hissettiriyor insana; savunmanın en gerilerinde yaptığı çok önemli hatalarla.
Tehlike anında, üstelik en geri planda kalan oyuncunun ilk görevinin topu bir an önce o bölgeden uzaklaştırmak olduğunu bile öğrenememiş sanki, bu yaşına kadar! Hayret verici ve düşündürücü bir durum bu, Fenerbahçe gibi hedefleri büyük olan bir takım için...

Dün akşam Diyarbakır’da hissedilen futbolcu ve tribün gerginliği de bir garip durum doğrusu! “Hayırdır” demekle geçiştirmek gerek şimdilik, demokrasi adına!
Bir garip kişi de Suat Arslanboğa! Onca arkadan kasıtlı, art niyetli ve seri faul var, kartlar sadece itirazdan! Yoksa tırstık mı hocam; hayrola! Neyse, tribünlerden akan onca pisliğe rağmen, kimsenin canı yanmadan gece bitti ya; hepimize geçmiş ola! Tabii şimdilik...

25 Ağustos 2009, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ciddiyet!‘’

Biraz daha çabuk ve ileri doğru pas yapsa Fenerbahçe, İsviçreli rakibini pasla birlikte gol manyağı yapacak. Ne var ki hem ağır hem fazlaca yana hem de çok basit pas kayıplarıyla oynayarak, oyunu seyredilmez kendilerini de çekilmez hale getiriyorlar ısrarla.

Hele Deivid, Güiza ve Kazım basit top kayıplarıyla sinir sistemini sınıyor insanın zaman zaman. Gol olma olasılığı yüksek onca atak başlangıcı, tehlikeye bile dönüşmeden eriyip gidiyor anlamsızca. İki metre yanına ya da arkadaşının birkaç metre önüne sıradan ve üst düzey bir takımda oynayan futbolcuların kolayca verebilecekleri pasları bile yanlış kullanınca, ister istemez garip oluyor insan!
Deivid’in kötü oynama konusundaki ısrarcı tavrı ise, iyice karıştırıyor adamın kafasını. Nerede üç dört aylık Şampiyonlar Ligi dönemindeki o Brezilyalı, nerede geri kalan yaklaşık üç yılı vasatın altında oyunlarla heba eden zavallı!
Kazım’ın, gücüne ve dün akşamki etkili oyununa ihanet edercesine laubali davranışlarına ne demeli peki!

Bu kadar enerjiyi, durduğu yerde rakip oyuncuyu küçümseyerek birçok kez boşa harcaması, İngiltere’de futbolu öğrenmiş bir profesyonelin yapacağı iş mi! Kesin tedavi edilmesi gerek bu kara yağız çocuğun.
Yoksa, yazık olacak o güce ve altta yatan temel futbol bilgilerine...

Profesyonelliği, gevşekliğine yenik düşen diğer sporcusu ise Andre Santos Sarı-Lacivertliler’in. Rakiplerinin içinden geçtikçe geçesi geliyor bu büyük futbol yeteneğinin. Ver, ikincide al yine. Topla bu kadar oynamak niye! Brezilya’da kumsalda, mahallede ya da sirkte değilsin, Fenerbahçe’desin...

21 Ağustos 2009, Cuma 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Üzüntümüz büyük!‘’

Söze, “Türk futbolunun başı sağolsun. Sivasspor’u kaybettik” diyerek başlasak biraz ağır mı olur?
Geçen sezonların cesur, kararlı, öncelikli hedefi kaybetmemek değil kazanmak olan ve bu nedenle zirve sıralamalarında yer bulan Yiğidolar’ı kayıp mı ettik yoksa?

Ürkek, kendi yarı sahasına, hatta daha da geride kendi ceza sahasına kapanan, olumlu futbol için kılını bile kıpırdatmayan geçen sezonun ikincisi için başka ne diyebiliriz!
Fenerbahçe sağdan soldan, ortadan, ‘hadi gülüm yandan yandan’, hücum için, gol için, güzel futbol için durmadan çabalarken, sadece karşı koymaya çalışan, bir zamanların Yiğidolar’ını mutlaka ve ağır eleştirmeliyiz.

Alex henüz 8. dakikada oyunu terkettikten ve Deivid’in bu yükü taşıyamayacağı da iyice belli olduktan sonra, ipleri ayağına ve beynine alan Emre Belözoğlu’nu ligin daha çok başı olmasına rağmen, üst üste oynadığı iyi futbol için tebrik etmeliyiz. Hiç durmadan, usanmadan, sadece koşmakla mücadele etmekle kalmayıp, yaratıcı özelliklerini de sınırsızca kullanan Emre’yi işte hep böyle seyretmeliyiz. Hem Sarı-Lacivert hem de Kırmızı-Beyaz formalarla...
Tek taraflı, tek kale, bundan dolayı heyecan katsayısı yüksek, ancak kısır bir futboldu dün akşam oynanan. Hani “kedi-fare’ desek iyice ayıp olacak! Ne var ki, neredeyse, o kadardı! Bırakın teknik, taktik üstünlüğü, kazanmayı istemeyi; çalımı, bacak arasını bile atan ve sanki boş bir duvara karşı sağlam bir antrenman yapan Sarı-Kanaryalar’dı.
Tekrar başımız sağolsun...

17 Ağustos 2009, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Dik gibi!‘’

Yeniden başladı Süper Lig’imiz. Yeniden başladı beklentiler, heyecan, iddia, kızmaca, kızdırmaca...
Yine pas verdi Alex, gol oldu. Paslar verdi, atamadılar. Ancak, futbolseverler eski Alex’i izlerken keyif aldılar.
Arda’yı izlerken de keyif aldılar. Her ne kadar; geçen sezon üstelik cezalıyken, tribünde, kulüp başkanının yanında ve takım elbiseyle onu sporcu değil de yönetici gibi gördüğünde sinir olsa da bazıları (bizim gibi), bu sezon başındaki futboluyla rahatladılar...

O şimdi Metin Oktay gibi, sembol değil mi? Varsın tanıttığı forma mor olsun veya hakemlere itibar etmesin en gıcık tavırlarla “buranın kralı benim” der gibi! Haftanın futbolcusu olacak kadar iyi oynuyor, atıyor, attırıyor takımını ileri taşıyıp, sevenlerini sevindiriyor neyse ki...

Yine başladı hakem, sıcak, zemin, stat, elektrik, ilkellik, yetmezlik; çokça bize ait türlü arabesk, kara-mizah muhabbetleri. “Denizli’de 16 dakika uzamış, ancak yine de Galatasaray şampiyon olmuştu. Şimdi 40 dakika uzadı, ama bu sefer Fenerbahçe aldı” diye sunum yapıyor bir televizyon kanalında, haber saatinde spor spikeri. Karşısında gevrek gevrek gülüyor o sırada, asıl işi ekonomi sunmak olan bir diğeri. Denizli ile yatıp kalkıyor hâlâ birileri...

Aziz Yıldırım’ın uzak ara aklandığı, Fenerbahçeliler’in kulüplerine bir başka bağlandığı o akşamı, bir başka taraflarından almaya devam ediyor; vergi, af, lobi, devlet desteği, saman altı, hasır altı, yer altı ya da sadece ve sadece 6 zenginleri!

Yeniden başladı maraton. Yayıncı kuruluşta yine eski teknik adamlardan biri. Milli takıma kadar yükselen, bizim çoğu kez Fenerbahçe gibi büyük ve olanakları fazla olan bir kulüpte denenmesini dilediğimiz Ersun Yanal hoca, kulübeden kamera önüne terfi eden (!) son kişi. Teknolojik gelişmelerin takipçisi, günümüz futbolunun ‘genç ve bilimsel’ temsilcisi! O televizyoncu ve biz hâlâ Fenerbahçe’de görmek istiyoruz kendisini; en azından Fenerbahçe TV’de...

Yeniden başladı yazmaya, elinde kalem olanlar. “Oh! Salla bakalım oturduğun yerden, ne güzel. Eleştir, yapıştır, çalkala, karıştır; köşe senin değil mi!”...

Doğru valla, haklısınız! Eğilerek, oturarak, uzanarak hatta yatarak olmaz bu işler; dik gibi durmalı, ayakta kalmalısınız...

12 Ağustos 2009, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI