Arama

Popüler aramalar

‘’Genişlik!‘’

Henüz ilk dakika içinde, ‘Büyük Usta’nın büyük pası ve Güiza’nın temiz vuruşu ile öne geçti Fenerbahçe. Güçsüz Denizlispor’u demoralize eden bu şok gol, Sarı-Beyazlılar’a ise hem moral hem de farkı ikiye, üçe çıkarabilecek pozisyonlar sağladı. Kanatları yeterince kullanamasa da; Emre, Alex, Güiza ortalamasına, sıkça içeri kat eden Kazım, Andre desteği ile bol fırsat yakalayıp, bolca da harcadı...

Sözde ev sahibinin, misafir kaleye giderken çektiği zorluk, sözde misafir, aslında söz sahibinin rahat ve pek zorlanmadan oyun kurmasına yol açtı. İki takım arasındaki kalite ve hedef farkı sahaya bu denli yansıyınca da, ortaya heyecanı fazla yüksek olmayan bir oyun çıktı.

İlk yarının neredeyse tamamının ve ikinci yarının ışıklar gidene kalarki onbeş dakikalık kısmının ortak sorusu; ikinci Fenerbahçe golünün ne zaman atılacağıydı...
Daum’un dün akşamın ilkellikten önceki 59 dakikasındaki en büyük hayal kırıklığı, herhalde
bekleri olmalı! Beklerini çizgiden ileri taşımayı, onların önlerindekileri ise içeri sokarak hücum gücünü arttırmayı düşünen Alman teknik direktör, ne Gökhan ne de Vederson’dan bu verimi alamadı. Üstelik ikinci yarıda bir de Gökhan’ın kanadını karıştırıp, savunmayı sallayan Güray faktörü vardı...

Medeniyet geri döndükten sonra kaçırılan ve fazlalığı nedeniyle sayılamayan pozisyonlar Sarı-Beyazlı futbolcuların profesyonel ayıplarıydı. Dün akşamki bir bakıma kolay lokmaydı, ne var ki futbol çoğu zaman böyle genişlikleri affetmez. Alex hariç, öncelikle Brezilyalılar’ın dikkatine...

10 Ağustos 2009, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Salına salına!‘’

Çok zor maçtı! İzlenmesi, zevk alınması, heyecanlanması, yorum yapılması, çok zor maçtı...
Nasıl bir haz, tat alabilirsin, neler karalayabilirsin dün akşamla ilgili! Aslında karalamak çok sık ve çok kolay yaptığımız bir iş ancak, ona rağmen çok zordu gerçekten dün akşam...

Bilica’nın kırmızı kartıyla karalayabilirdik mesela; hem Brezilyalı’yı hem hakemi! “Gökhan’ın alternatifi Ali mi?” diye de karalayabilirdik kağıda. Üç sezon üst üste şampiyonluktan söz eden Aziz Yıldırım’a gönderme olsun diye...
Mesela, Güiza sahada ya “hedefi büyük Fenerbahçe’de, İspanyol’un alternatifi kim?” diye de karalayabilirdik; teknik heyet, sportif direktör, yönetim kurulu veya yine Aziz Yıldırım’la ilgili...

Sözde zavallı Honved’in nasıl bu kadar çok pozisyon bulduğuna mı şaşırmalıyız, yoksa beceriksizlik ya da yetersizlikten dolayı onları kaçırdıkları mı karalamalıyız; hiciv, mizah, ironi dolu bir kaç abuk-sabuk cümle ile...
Volkan’ın çıkışını mı, Fritz’in koluyla topu kaleye bırakışını mı, karalamalıyız! Karalasak ne olur, karalamasak; dengesizlikler dolu bir karşılaşmada!
Vay be! Biz ne zamandır, bir Macar takımına karşı bu kadar alaycı davranacak kadar Avrupalıyız!

Fenerbahçe’nin sistemi için “Salınada, salınada gel. Haydi yavrum, dön dolaş yine bana gel!” desek, yine çok tepki alır mıyız!
İlle de “bir yabancı stoper” istesek, “sağ beke alternatif” gerekliliğinden söz etsek, mutlaka “bir yırtıcı forvet daha” desek, yine eleştiri dolu elektronik postalara yanıt vermek zorunda kalır mıyız!

07 Ağustos 2009, Cuma 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’İki yabancı!‘’

Yarınki Honved rövanşı formalite olduğuna göre, Pazar akşamından başlamak gerek Fenerbahçe ve gelecekle ilgili sözlere... Denizli deplasmanıyla başlayacak uzun ve yıpratıcı maratona hazır mı Fenerbahçe?
Süper Lig, Avrupa Ligi ve tek özelliği Fenerbahçe’nin 26 yıldır kazanamaması olan Fortis Türkiye Kupası’nı götürebilecek güç ve kalitede mi? Mevkiler ve oyuncular tek tek ele alındığında alternatifler yeterli mi?
Bilica-Önder, Bilica-Bekir veya Önder-Bekir; ön liberoların devreden çıktığı durumlarda tehlikeleri savuşturabilecek uyum, çabukluk ve olgunlukta ikililer mi? Savunma kurgusunun merkezi, sıradanlıktan ileri ve bundan daha da etkili rakipler karşısında ayakta kalıp, Sarı-Lacivertli kaleden önceki son bölgeyi gerektiği gibi savunabilecek yeterlilikte mi?
Carlos, Andre Santos ve Vederson sol kanadın önceliklileri... İyi, hoş ve teknik çocuklar gerçekten. Buram buram Brezilya kokuyor duruşları, dönüşleri, çıkışları, topa dokunuşları. Ne var ki, yine şu sorulmalı: Vasatın üzerinde ve hatta bunun da ötesindeki rakip güçler karşısında, bu zarif ayaklar kanatlarını gereğince savunabilecek ve gerektiğinde karşı tarafı perişan edebilecek kıvamda mı? Savrukluğu ve dağınıklığı bir kenara, kötü günler için Uğur asla unutulmamalı ve her zaman hazır tutulmalı.
Sağda, Daum’un tek bir işaretiyle saldırmaya hazır çok alternatif var; ya bu kanadın savunması! Gökhan Gönül’ün yokluğunda, bu tarafı gerektiği gibi savunabilecek bilgi ve beceride bir alternatif var mı?
Emre, Baroni, Selçuk ve Deniz isimlerini ard arda yazdıktan sonra, diğer olasılıklara bile bakmaya gerek duymadan ön libero konusu kapatılmalı...
Peki, orta alanın ilericileri Deivid ve Kazım için “Bu adamlar rakip savunmaları karıştırır, girer, çıkar, asist yapar, gerekirse de kendileri çakar” cümlesi kurulmalı mı?
Fazlasıyla arabesk ve kırılgan Güiza’yı geçen sezonun başlarında da tıpkı böyle izlediniz: Saldırgan, enerjik, etkili ve umut verici. Sonra nasıl yok okulup gittiğini de gözlemlediniz. Şimdi bu durumda, sadece Semih alternetifinin Sarı-Lacivertliler için yeterli olacağını söyleyebilir misiniz? Bir hareketli, baskıcı, yırtıcı forvet daha gerekmez mi; ne dersiniz?

05 Ağustos 2009, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Komiğiz!‘’

Milyonlarca yerli yabancı paranın, bir sürü kağıt parçasının havada uçuştuğu, sanayileşmiş ya da endüstriyel futbol çarkımızın ne komik durumlara düştüğünün farkındasınız değil mi, son günlerde yine...
Mehmet Topuz olayından çıkın yola, Gökhan Zan’a kadar ilerleyin. Parmaklarınızın ucunda veya avazınız çıktığınca, bıyık altından gülerek veya soğuk terler dökerek...
Nasıl kat ederseniz edin bu yolu; şaşırmışlık, anlaşılmazlık, anlatılmazlık ve garipliklerle bezenmiş her adımı ve dar alandaki her hareket kara-mizahla dolu...
Dimyad’a pirince gidenler mi ararsınız, evdeki bulgurdan olanlar mı! Teknik adamın en umulmadığınla anlaşıp, en popüler yıldızını yine antrenmana çıkaramayanlar mı! Yoksa, kapı kapı dolaşıp teknik adamı bile zar-zor bulanlar mı! Hatta, teknik adam bulup, anlaşıp, tazminat mahkumu durumuna düşmemek için bunu açıklayamayanlar mı!
Yeni transferine önce imza attırıp, sonra statta top sektirtip, en sonunda onu birkaç aylık ayrılık operasyonuna yollayanlar mı! Eskiden beri çok bilinen bir futbolcu karakterine henüz şaşıp, yani ancak idrak edip, bir de bununla ilgili yazı yazanlar mı! Ne ararsanız var ve çok komik; komikler, komiksiniz, komiğiz gerçekten...
“Komiksiniz” dedik ya; yöneticiler, futbolcular, teknik adamlar bir yana, taraftar okuyucular arasından da alınanlar çıkar şimdi buna!
Evet, siz de komiksiniz! Neden komiksiniz biliyor musunuz; mesela Ahmet sizdeyken ‘iyi’ diğerindeyken ‘kötü’ olduğu için hep! “Beş para etmez” deyip önce, ‘değer biçilmez’ yaptığınız için size geldikten sonra! Daha ileri hedefleri bir kenara bırakıp, rakiplerinizin yediği 6, 7 ya da 8 golle idare etmeye çalıştığınız için komiksiniz! Eğlenmek, beğenmek, gıpta etmek yerine; sinirlenmek, kıskanmak ve nefret modunda seyrettiğiniz için komiksiniz...
Yaa, bırakın futbolun değişmez yüzünü; üst üste üçüncü kez final oynayan bir ekibin taraftarı olmanıza rağmen, basketbolun bile içine ettiniz. Bu sezon Sarı-Laciverttiniz, gelecekte kim bilir hangi renklerle aynı haltları yiyip gündeme geleceksiniz!
Tam tersini yaptığınızı, galip geleni, şampiyonu alkışlayarak neler kazanıp, Türk sporuna neler kazandıracağınızı bir bilebilseniz...

25 Haziran 2009, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Gülen olmadık!‘’

Aragones’ten açıklama gelmiş, “ben hala Fenerbahçe’nin teknik direktörüyüm” diye!
Amacı belli, çok tecrübelinin! Duygusal bir durum yani; ‘tazminat’ denilen şeyle ilgili!
Fenerbahçeliler’in özelliği değil mi; satın almak, destek çıkmak, katkıda bulunmak ve bu hallerle diğerlerini geride bırakıp, her daim şaşırtmak...
Toplayacaklar o zaman parayı; sadece o gitsin diye...
Ne kadarsa tazminatı bir araya getirilecek, bu çok tecrübeli defolup gidecek!. Veya Aziz Yıldırım getirdiği gibi, gerekirse kendi cebinden ödeyerek götürecek. Aşkı, sevgisi, cebinden bile büyük nasıl olsa; ‘Fenerbahçesi’ söz konusuysa...
***
Semih Şentürk, Fenerbahçe formasını en uzun süre giyen olmak istiyormuş galiba, öyle duyduk, okuduk! Her branş dahilse bu büyük ideale; önce Fenerbahçeli milli kürekçi Hasan Tayfun’u geçecek. Semih 10 yıllık, Hasan 27 yıllık olduğuna göre, 17 yıl daha bu forma altında hizmet verecek; 43 yaşına kadar!
Ha! Sadece futbol ise vurgulamak istediği; o zaman da, Küçük Fikret’in (Kırcan) 22 yıllık rekorunu geçecek. Bu durumda 13 yıl daha, yani 39 yaşına kadar gollerini atması gerekecek...
***
Ne adammış Mehmet Topuz değil mi? Önce, ‘Galatarasaraylı’ idi Fatih Gökşen’e göre. Sonra, ‘Beşiktaşlı’ Demirören’e göre.. Ve sonunda, kim, ne derse desin ‘Fenerbahçeli’ oldu, her şeye rağmen, göz göre göre. Çifte kupalı Beşiktaş, bu yanlış ve hatalı sollama yaptığı yarışta, kaybetti doğal olarak. Hiç ağlamaya, yakınmaya, sızlanmaya gerek yok! Kaybetti, durup dururken ve hatta küçük duruma düştü yine, hem Demirören hem Beşiktaş. Tabii, Mehmet Topuz da öyle... Daha önceleri de yazdığımız gibi, yoksa sadece, kariyerinde bulunmayan bir Galatasaray galibiyetini yaşamak için mi geldi Fenerbahçe’ye! Buna, kargalar bile güler değil mi? Gülelim o zaman, hep beraber bu transfere, sıkça şahit olduğumuz gibi ağlamasın artık kimse...
***
Daldan dala sekerek bir şeyler yazdık, Sarı-Lacivert bir sayfaya yine. Sporla, futbolla ilgili klavye tuşlarken başka dala konmadık, ağlayandan söz ettik, ancak hamdolsun ‘gülen’ olmadık; çok daha önemli konularda, neler döndüğünün farkında olduğumuz için herhalde!

17 Haziran 2009, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Hezimet!‘’

Genel kanıya göre (ki bu genel kanı, yakın çevremizle ilgilidir) Fenerbahçe Ülker, Efes Pilsen’i ‘nasılsa yeneriz’, ‘el klasiko’ ya da ‘garanti’ gördüğü için, Beko Basketbol Ligi finalinin üçüncü ayağında, üstelik kendi sahasında yenememiştir. Seriyi 3-0’a taşıyamamış, gönül verenlerini ciddi şekilde endişelendirmiştir...
Fenerbahçe Spor Kulübü Basketbol Şubesi’nin, üst üste üçüncü kez final oynuyor olması (ki önceki ikisinde şampiyon olmuştu) ne kadar önemliyse, üçüncü karşılaşmada Efes Pilsen gibi basketbol kültürüne sahip, mutlaka endişe duyulması gereken bir büyük rakibe karşı takındığı son dakika tavırları da, en az o kadar önemlidir...
Yani, asla hafife alınamaz ve alınmaması da gerekir böyle bir rakibin...
Kürek, basketbol, futbol... Branş ne olursa olsun, bu gerçek değişmez. Hafife alırsan klasik rakibin Galatasaray’ı, gereken saygıyı göstermezsen; Sapanca’dan Sarı-Kırmızılılar çıkar Türkiye Şampiyonu olarak! Abdi İpekçi’den Lacivert-Beyazlılar ve belki bir gün futbolda yine Sarı-Kırmızılılar; üstelik de yıllar sonra, farklı bir sonuçla belki Şükrü Saracoğlu’ndan!
Bu, gerçek ya da sadece yazarın görüşü, şu soruyu beraberinde getirir veya getirmelidir; Fenerbahçe’yi Galatasaray’a karşı yeşil zeminde, Efes Pilsen’e karşı son yıllarda parkede üstün getiren anlayış, hırs ya da haset temelli mi, yoksa azim veya gıpta ile mi ilgilidir!
Ardında azim, ciddiyet, sonuna kadar mücadele etmek, rakibi ciddiye almak ve saygı duymak olmasa; herhangi bir zeminde başarı nasıl elde edilebilir!
Eczacıbaşı Zentiva’ya saygı duyulmadan voleybolda nasıl bir yere gelinebilir! Futbol söz konusu olduğunda; Hacettepe, Kocaelispor gibi rakipler, şampiyonluk yolunda en az zirvedeki diğerleri kadar değerli değil midir!
Kesin olan, gevşeklik veya daha suçlayıcı bir deyişle aymazlık ve iyice ucuz bir anlayışla hafife almak; başarısızlık veya beklenmedik kayıplar için ilk nedenlerdir.
Sonuç; Efes Pilsen Basketbol Takımı’nı yenmek veya sezon sonunda geride bırakmak için, tüm karşılaşma veya sezon boyunca gücünün, yeteneğinin, terinin son damlasına kadar mücadele etmek gerekir. Aksini düşünmek ya da aksine davranmak kaçınılmaz hezimettir...

11 Haziran 2009, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’İyi ki...‘’

Futbol büyümüş büyümüş de, ‘sanayileşme’ tanımlamasının bile sınırlarını aşacak kıvama gelmiş, küreselliğin cılkını çıkarmış, amatör tüm kaygılardan uzaklaşıp, sadece oynayanlar değil birçok kesim için ‘aşırı duygusal!’ boyutlar kazanmışken, şu yaşanılanlara bakın, alt tarafı Mehmet Topuz için!
Neymiş, ‘doğuştan Beşiktaşlıymış’ Topuz!
Neymiş, ‘söz vermiş Recep Mamur, Aziz Yıldırım’a! Söz ‘namusmuş’ futbol gibi zamaneleşmiş oyunda bile hala!
Neymiş, ‘biz kulübüyle anlaştık, aldık’, hani mal satın alır gibi; yok yaa!
Neymiş, ‘Beşiktaşlı olduğunu söyleyen bir futbolcu, Beşiktaş’ta oynar’mış; hadi yaa!
Hala güdük, hala sıradan, hala arabesk, hala geriden bizim profesyoneller.
Futbolcusu da öyle, yöneticisi de. Hele, arabesk yaklaşımlar yok mu, bu gerçek dışılıkla, gerçekle uzlaşmazlıkla insanı sinir eden...
Daha önce Mehmet Topuz’dan Fenerbahçe’ye bir hayır gelmeyeceğine, daha doğrusu Topuz’dan Fenerbahçe’ye sadece “hayır” gelebileceğine uyanamayan Aziz Yıldırım’ın, şu saatten sonra ondan bir beklentisi olmayacağına neredeyse eminiz de, büyük hedeflerden söz eden Yıldırım Demirören’in arabesk yaklaşımını doğrusu anlayabilmiş değiliz. Gerçi, onun çok duygusal bir kişi olduğunu, çok sık şahit olduğumuz göz yaşlarından kavrayabilmiş vaziyetteyiz. Bu durum karşısında da, “yoksa, futbol sadece bir oyun değil mi gerçekten?” diye, daha ciddi düşünmekteyiz!
Hal böyleyken; yöneticiler bile sıradan bir gol veya galibiyet sonrası göz yaşı döküyorken ülkemizde, taraftarların daha da aşırı tepkilerini nasıl eleştirebiliriz!
Geçen hafta yazmıştık zaten, “futbol yaşamındaki 13 Galatasaray karşılaşmasında tek bir galibiyeti bile bulunmayan Mehmet Topuz’u, Galatasaray’a karşı kazanmanın tadını çıkarsın diye mi alacak Fenerbahçe!” diye.
Şimdi çok daha rahat ve eminiz bu konuda. Durum açık ve basit; çocuk Fenerbahçe’yi sevmiyor, istemiyor yaa!
Bırakın, istediği kulübe gitsin, hayatını istediği gibi özgürce şekillendirsin.
Siz de, Eren Güngör’ü, Ali Turan’ı alın Kayserispor’dan Sayın Aziz Yıldırım. Hiç pişman olmazsınız ve inanın “iyi ki...” dersiniz sonunda.

07 Haziran 2009, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Gülümseyerek!‘’

Çok önceden gördüğümüz, söylediğimiz ve yazdığımız gibi Kara-Kartallar şampiyon oldu. Başta şampiyonluğun mimarı Mustafa Denizli olmak üzere “helal olsun” deyip tebrik etmek iki kupalı Beşiktaşlıları, tüm boyunların borcu.
Özelikle 14 ve 20. haftalar sonrasında, Siyah-Beyaz’a gönül verenler kara kahırlardayken, neredeyse tek emin kişiydi Mustafa Denizli, mutlu sondan. “Biz ağlarken, o hâlâ gülümsüyor” diye eleştirilirken bile gülümsemekten vazgeçmedi ve Üzülmez’e verdiği kaptanlık pazu bantıyla sezona noktayı ve damgasını koyarken, büyüklüğünü pekiştirdi.
Fenerbahçe’yi çalıştırdığı dönemde yerden yere vurduğumuz, ancak gönderiliş şekli ve zamanlamasına karşı durduğumuz Mustafa Denizli, o zaman da kendinden bugünkü kadar emindi. Şampiyonlar Ligi başarısızlığının ardından, artık lige dönecek takımının, sezonu şampiyon olarak bitirmesi, onun için garanti ve hatta çocuk oyuncağı gibiydi. Galatasaray’dan 5, Beşiktaş’tan 2 puan geride olmaları hiç sorun değildi. Ancak ve bize göre de ne yazık ki, devre arasında zamansızca gönderilerek, Fenerbahçe bir şampiyonluktan edilmişti...
Geçmişle olan kısa hesaplaşmanın ardından, hemen ileriye dönmek tabii ki en iyisi. Üstelik devir, taraftarların en sevdiği transfer devri. Fenerbahçe için öncelik yeni bir teknik direktör, çoğu zaman olduğu gibi. Mesela Mustafa Denizli gerçeğinden dersler çıkarılarak, oyuncularının saygı duyacağı, gülmeyi, sevmeyi bilen, sevilmeyi becerebilen ve strateji üretebilen biri...
‘Mesela, şöyle koşan, 90 dakika mücadele eden, Kadıköy ve deplasman ayırt etmeyen, rakip seçmeyen, zirve rakiplerini sürekli yenemese de, dengi olmayanlara hem yurt içi hem yurt dışı karşılaşmalarda puan kaybetmeyen, Fenerbahçe kültürüne uygun, yani Brezilya ekolünden tamamen kopmamış, ancak tam bir kolej takımı oluşturabilecek bir teknik direktör’ daha önce de yazdığımız gibi...
Yabancı ya da yerli transferlerde ise en önemlisi; yaşını-başını almamış, maddi ve manevi olarak tıka basa doymamış sporcuların tercih edilmesi. Sonra mevki-mevki, sahadan çıkanla girecek olan arasında dağlar kadar farklar bulunmayan bir kadronun inşa edilmesi. Madem hedefler büyük, ilk ve olmazsa olmaz gereklilik değil mi; geniş ve dengeli bir kadroyla sezona girilmesi...

02 Haziran 2009, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI