‘’Öyle ya da böyle!‘’
Çok klasik hatta bazılarına göre, sıkça tekrarlanan iğrenç bir yaklaşım gibi algılanacak haklı olarak ama, gerçekten Fenerbahçe’nin dengi değil Sheriff. Bu bir suç değil tabii ki, özellikle üstün olan taraf için. Ancak, bir sorumluluk olarak görülebilir.
Mesela, Fenerbahçe gibi artık bazı şeyleri aşmış olması gereken bir futbol topluluğu, Sheriff gibilerini hem zevk alıp hem de zevk vererek yenmeyi becerebilmelidir. Sadece Alex’le keyiflenmek zaten son derece alışık olunan bir durum Sarı-Lacivert’e gönül verenler için. Hiç olmazsa böylesi durumlar ve rakipler kaşısında, diğerleri de kendilerini açıkça gösterebilmelidir.
Volkan, Bilica, Baroni görevlerini yaptılar, ki budur onlardan da beklenen. Peki, bu ligde de rakiplerin ‘en hırpalanması gereken adam’ olarak gördükleri Emre!
Daha üretici olması gerekmez miydi, yeteneği ve tecrübesine paralel olarak. Alex’e işin bitirici bölümünde daha çok katkıda bulunarak...
Kazım ve Uğur için kanatlanma fırsatı değil mi böylesine oyunlar. Güçleri, enerjileri, hırsları yerinde. Nedir, rakibi harmanlayıp parça-pinçik etmelerine ve öne çıkmalarına engel olan! Mehmet Topuz ve Deivid için yeterli değil mi 20’şer dakikalar!..
Neyse, sonuçta dün akşam deplasmanda kazanılan üç puandı önemli olan. Öyle ya da böyle, nasıl olsa bu gruptan çıkacak Fenerbahçe.
‘’Unutulmaz‘’
Daum, “eğer Carlos bizi terk ederse şampiyon olarak gider” diyorsa mesele yok demektir. İstediği zaman gidebilir, istenilen zamanda gönderilebilir. Hak etttiği saygı, şu anki teknik direktörü tarafından da gösterilmiştir. Ülkemizde büyük işler yapmamış olsa bile, ‘dünya’ denilen yuvarlakta ‘futbol topu’ denilen cisim döndükçe, Carlos sonsuza kadar efsanedir...
Bir gün Alex de gidecek. Belki, “bitti bu ya!” bile denilecek henüz gitmeden önce. Kimlere denilmedi ki zaten, nankörlük yalnızca futbolun değil, hayatımızın her karesinde!
Bir Bursaspor karşılaşmasının devre arasında, Cemil Turan’ı dışarıya davet ettiğinde Sarı-Lacivert tribünler, duyduklarıma inanamamış, ikinci devre Cemil maçı tek başına aldıktan sonraki şak-şaklara şaşırıp kalmıştım, çocuk halimle! Posteriyle fotoğraf çektirdiğim Osman Arpacıoğlu’ndan bile ayrılmak zorunda kalmıştım, gönderildiğinde. ‘Bay gol’ lakabının ilk sahibiydi kendisi...
Alpaslan, Ender, Datcu, Pesiç, Schumacher. Ziya, Yılmaz, Önder, Müjdat, Selçuk ve hatta çalım ustası Hakan Tecimer. Yetişemeyip, dinlediklerimiz büyüklerimizden; Zeki Rıza, Selahaddin, Cihat ve Fikret’ler.
Şeref, Ergün, Can ve illaki Ordinaryus Lefter...
Oğuz, Aykut ve İslam Çupi’nin “onunla birlikte bu işi bırakacağım” dediği; hani Yesiç’in Trabzon’da bilerek sakatladığını sonradan itiraf ettiği Rıdvan Dilmen.. Ki bırakmadı kalemini ve tutkusunu, Rıdvan’dan sonra da sihirli kalem.
Garrincha veya PELE’den sonra Brezilyalılar’ın, Di Stefano ya da Maradona’dan sonra Arjantinliler’in, Beckenbauer ya da Müller’den sonra Almanlar’ın, Ousebio’dan sonra Portekizliler’in, Cruyff’ten sonra Hollandalılar’ın, Mustafa Denizli’den sonra Altaylılar’ın, Sedat Özden’den sonra Bursasporlular’ın, İsmail Arca’dan sonra Eskişehirsporlular’ın, Şenol Güneş’ten sonra Trabzonsporlular’ın, Bülent Korkmaz’dan sonra Galatasaraylılar’ın, Rıza Çalımbay’dan sonra Beşiktaşlılar’ın futboldan kopmaları mantıklı mı, olası mı sizce!
Alex bırakmasın ama, olur mu! Her sezon “4, 6, 8 Alex eder” denilenler gelsin Türkiye’ye. Alex bırakmasın, seyretmeye devam edelim; hem onu hem de katlarını keyifle...
İster kulübede oturtulsunlar, ister gönderilmeye çalışılsınlar!
‘’Plaj futbolu!‘’
Yer Antalya, stat Atatürk, zemin Konyaaltı plajı. Biri “vur” demiş, bir başkaları gözünü çıkarmış. Yandı futbolcunun kaba eti, baldırı, ağzının, gözünün içi!
Hakem Yunus Yıldırım. Her hareketine sarı kart futbolcuların. Meslekdaşını sakatlayabilecek olanlar değil sadece. Hakeme bakmak, gözünü göstermek, sarılan rakibe isyan etmek hepsi sarı. Bol bol ve zaman zaman aşırı kaçan fauller yapmak serbest ama! Gole gidebilecek adamı düşürene bile sarı-marı yok hatta! Hayret, plaj havası ve güneş etkisi yapmasından şüphe edilen stat ışıklarından olsa gerek!
Fenerbahçe rakip, Antalyaspor ise bol pas hatasıyla kendi yarı sahasında. Misafir sıkça ev sahibinin ceza ve tehlike alanında. Ev sahibi mucizevi ya da futbola has puanlar peşinde. Ki, öyle de gol buldular zaten, ilk yarıdaki tek tehlikelerinde. Tek atak, yarım tehlike ve durum 1-1 berabere. Direkten dönenler büyük şanssızlığı bol lacivertlilerin, santrforsuz oynamaları ise rakipleri için şahane!
Fenerbahçe’nin en ilerisinde ‘Maaşallah Güiza’ varsa, başta Alex, orta alan ve kanat oyuncularına biraz kol vereceksin, topun onunla buluşmasını ve atağın sonlanmasını sağlayacaksın öncelikle! Biraz da direklerle aran iyi olacak, artık gerisi kader, kısmet, hikaye...
Sezonun belki en farklı ve rahat galibiyeti yerine, ‘Maaşallah Güiza’ ve direkler nedeniyle zar-zor kazandı bol lacivertliler.
Son dakika golünün oluşumu ise; Antalyaspor teknik direktörü, Polat ve Balili hariç Antalyasporlu tüm profesyonel futbolcular ve ligimiz için ayrıca bir haber! Ne kadar süperiz değil mi!
‘’Bindik bir alamete...‘’
İki takım gidiyorlar kol kola. Tabii ki, kol kola değil gerçek anlamda da; omuz omuza ancak şimdilik nizami şarjlarla...
Haftalar ilerledikçe çivisi çıkacak ve gayrileşecek nizami şarjlar dışında, öyle de gidecekler galiba.
Geride kalan yakın sezonlarda, birden çok takım karıştı ya yarışa, kopmalıydı artık Türk futbolunun önde gidenleri.
Kopmalı ve koparmalıydı bu sezon...
Doğrusu Fenerbahçe’den bunu bekliyorduk da, hâlâ ‘fakir genç’i oynayan ezeli rakibinden hiç ummamıştık böyle bir çıkışı yaratacak hamleleri. Transfer bazında yani! Sonuçta, paranız yoksa alamazsınız değil mi, saygıdeğer Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları. Kredi kartıyla da olmuyor ki bu transfer denilen şey. Olsa, top-yekün alışığız buna! En kralını alırız, yiğitliğimize kamçı olsun deyü...
Geride kalan çok takımlı zirve yarışlarında bile, ısrarla vurgulanmak, hatta ezberletilmek istenen kalite yerine, kötüye gidiş işaretleri vardı aslında futbolumuzun. Hani, gözle görünür çöküşe rağmen, marka değeri için zorunluluktan yapılan makyajdan söz ediyoruz. Şimdi, ikisi yalnız kalınca daha da düşecek gibi, kalite ve paritesi oyunumuzun. Zaten, A millilerin de hali ve ahvalinden de açıkça belli bu durum!
Yeterli ya da gerekli savunma prensiplerini oturtmadan sadece 2 gol yemek mesela 6 haftada.. Ya da savunma ve orta alanları oturtmadan onca gol atmak, leblebi tüketir gibi! “Garip ve ironik bir durum” cümlesi kurulmalı bu ahval ve şartlar altında.
Ayrıca, garipliğin diğer göstergesi, geçen sezonun çifte kupalı Beşiktaş’ının ve son üç sezonun yükselen değeri Sivasspor’un hali! Zaman ne kadar da çabuk ve acımasızca değiştiriveriyor böyle her şeyi! Peki, futbol oyunu ve bu oyunda yer alan takımlar için de böylesine ani değişimler olağan karşılanabilir mi!
Temelsiz miyiz, neyiz! Eğitim, öğretim, organizasyon, koordinasyon hikaye de, illizyon mu gerçek olan yoksa, sadece bize özgü!
Bir alamette seyahat ettiğimiz kesin ülke olarak, her alan ve anlamda. Futbol oyunu da oldukça önemli bu coğrafyada, vatandaşın ilgi alanı söz konusu olduğunda. O zaman şöyle özetleyebiliriz durumumuzu; gariplikler ülkesinin garipleri olarak, seyahat etmekte olduğumuz alametle bilinen istikamete doğru gidiyoruz, göz göre göre..
‘’Büyük hikaye!‘’
Başını, ortasını, sonunu...
Savunmasını, orta alanını, forvet hattını...
İlk yarının ya da küçük bir bölümü hariç maçın tamamını dikkate alarak, olumlu bir kaç cümle yazmaya kalkalım dedik futbolla ilgili, “zor dostum, zor” cümlesiyle oturduk yerimize...
Hani “İstanbul’un Belediyesi sanki daha iyi” desek, boş cümleler kurmuş oluruz yine...
En azından, bir türlü kurtulamadıkları ‘ofsayt’tan dolayı, yakışmaz övgü Belediye’ye!
Ev sahibine gelince: Taraftarın da maçtan sonra ıslıkladığı gibi oynadılar gerçekten. Yani, en yukarıda değindiğimiz gibi, baştan sona, geriden ortaya ve en uca kadar yoktular.
En uçta olmaları zaten mümkün olamazdı, çünkü orada yine Güiza vardı. ‘Maaşallah Güiza’ ayak içi, dışı, üstü ve kenarıyla mucizevi denemeler yaptı yine. Sezon başındaki bir aylık görünüşüne aldananlar, tıpkı geçen sezon olduğu gibi, onu hatırlayıp, kanıksadılar saygı ile! Kanıksamaktan başka yapacak bir şey yok zaten. Daum da hala onda ısrar ettiğine göre...
Andre dos Santos da her zamanki gibi Güiza’dan sonra yazımızın içinde. Sol kanatta ne kadar etkisiz ise, içeriye kat ettiğinde de öyle. Ner’de Brezilya formasıyla izleyip “vay be aslında iyi adammış” dediğimiz, Ner’de Türkiye’de sıkça ve gıcık olarak izlediğimiz...
Bilica’nın tam ona uygun bir ortamda, savunmanın ve hatta orta alanın hemen her noktasında giriştiği tribünlük mücadeleler ve Mehmet Topuz’un sürekli, ancak tabii ki elinden geldiğince üretime katkıda bulunmak için gösterdiği çaba dışında, gerisi tam bir hikaye. ‘Büyük usta’ dediğimiz ve bundan asla şüphe duymadığımız Alex bile...
‘’Kim bilir!‘’
Başlangıca bakıp “vay be, zevkli olacak” diye düşündük ister, istemez. Çünkü Baroni, Emre ve Alex işbirliği sonucu bir çok kaliteli ve etkili ataklarla girmişti Sarı-Laciretliler oyuna. Ne varki sadece 10 dakika kadar sürdü bu ve Güiza’yla sona erdi hepsi, ‘ah’ ve ‘vah’lar içinde.
Yumuşak, kaliteli, ince düşünüş ve dokunuşlar, Güiza kabalığıyla hayal kırıklığına döndü tam rakibin gardını düşürebilecek zamanlarda. Sonra, bir de Kazım eklendi buna. ‘Maaşallah Güiza’nın bıraktığı tüm boşlukları doldurdu bizim kara yağız çocuk! Hatta kimi zaman abartıp, henüz atağa dönüşmeden sonlandırmayı becerdi bir çok başlangıcı.
Carlos, gelmişinin, geçmişinin en kötü oyunlarından birini oynuyordu. Önünde ya da çok ilerisinde ve içerideki Andre de, Fenerbahçe’deki en kötü oyunlarından birini; al birini, vur ötekine durumu yani...
Güiza, Kazım, Carlos, Andre kaç etti; dört. Kaç kaldı geriye; yedi. “yedi” demişken hemen belirtelim, Volkan da en kötü gollerinden birini yedi; tam da takımı gol atmış, belki kalan dakikalarda aklı başına gelip, maçı almak için ümitlenecekken...
Gökhan sağda bal yapmayan arı durumundaydı, öncelikle Kazım nedeniyle. Kazım’ın yerine de Devid’i alamazdı Daum haklı olarak. Ki bu gerçek, Deivid oyuna girdikten sonra açıkca belgelendi yine. Bitmiş resmen, Şampiyonlar Ligi’nin belki de tesadüfi oyuncusu!
Neyse, sezonun en kötü oyunlarından birinde kaybetti Fenerbahçe. Ancak, grup maçları ya bu, fazla ümitsiz olmamak gerek! İleride belki daha bir takım olur ve yardımlaşarak çalışırlar, Andre ya da Emre gibi ve kazanırlar o zaman, kim bilir...
‘’Çoban azınlıkta!‘’
Bırakın başkalarını, büyük usta Alex bile hakemin üzerindeydi pazar akşamı.
Hayırdır, Emre’nin yokluğunu hissettirmemek için mi böyle davrandılar acaba!
Kazım’a zaten alışık herkes. Lugano malum. Bursa’da oynamayan Uğur’u da biliyoruz. Peki bu tür sevimsiz tavırları alışkanlık haline getirmeye başlayan Gökhan’a ne demeli! Ya çiçeği topuzundaki Mehmet’e! Bu camianın ‘diğeri’ değil Fenerbahçe olduğunu, çocuklara birileri söylemeli.
Yani, burnu büyüklük, çirkeflik, ukâlalık, sahtekarlık gibi faziletler pek yoktur Fenerbahçe tarihinde ve istisnalar hariç sporcuları için de. Dedik ya, ‘diğeri’ değildir Fenerbahçe ve “tövbe” olmak istemez öyle, “Ben Fenerbahçeli’yim” diyebilen...
Hadi genç sporcular bir çocukluk yaptılar diyelim, şu medya mahallesinin abuk sabuklukları ne! Birilerine göre, öyle zırt-pırt kart gösterilmezmiş. Birilerine göre, hakeme neredeyse tecavüz edilmiş, kırmızıları gösterememiş. Birilerine göre erken şımaran ‘Sercan efendi’ Bilica’ya attığı tekmeler nedeniyle ihraç edilmeliymiş. Hayır, hayır; o itişip kakışmada ikisi de ihraç edilmeliymiş. Henüz bir akşam öncesindeki, tekme, salya ve yumruk gösterisi ya unutulmuş ya hiç seyredilmemiş!
Eski hakemler, eski hakem locaları, pardon yani hocaları bile isyan bayrağını çekmişler Deniz Çoban’ın pazar akşamki yönetimine. Acaba bu isyanın ardında yatan alışkanlık ne! ‘Eyyam’ olmasın sakın! Tabii bir de korku: Ya aynı şeyi ‘diğeri’ne de yaparsa diye!!!
Helal olsun Deniz Çoban’a. Bilgisi, görgüsü, gördüğü, doğru bildiği neyse onu yapmaya çalışıyor adam iki sezondur. Ne kabadayı gibi duruyor, yürüyor ne de yavşak yavşak takılıyor sahada.
Keşke şimdilerde medyada görev yapanlar da dahil, eski localar, pardon hocalar da bu şahsiyetli hakemin arkasında dursa. Yeniler, yani faaller onun yönetimlerinden ibret ve dersler çıkarsa...
Aksine, her köşede başka bir idam sehpası! Düşünsenize, bir de ‘diğeri’nin maçında böyle kararlar verdiğini, düdükler çaldığını!
‘’Kötü bir maçtı‘’
İlk bakışta şöyle bir cümle kurulabilir dün akşamki maç için, “Bursaspor fırtına gibi girdi karşılaşmaya”. Ancak bunun devamını getirmek eziyet verici olabilir. Çünkü, desteklemek için iddiayı biraz da pozisyon gerekir hatırlanıp, anlatılabilecek; yakalanan, kullanılamayan, falan, filan...
Oysa, uzatmanın son dakikasında Bilica-Selçuk anlaşmazlığından kaynaklananı çıkartırsak hesaplardan, elle tutulabilir veya parmakla sayılabilir hiç pozisyonu yoktu neredeyse Yeşil-Beyazlılar’ın.
Diğer taraftaki, yani misafir konumundaki ise, ev sahibinin aksine hızlı değil, ağır ağır takılıyordu yine. En geriden en ileriye, hatta belli bir süre ilerideyken bile ağırdan alıyordu Sarı-Lacivertliler oyunu. Alex ekstralarla hızlandırmaya, gol sayısını arttırmaya çalışsa da inatla nafile. Başta Güiza, sonra Kazım, en sonunda da Deivid ayak uyduramıyorlardı büyük ustaya bir türlü.
Yürüye yürüye ele geçirilip Güiza ile heba edilenler bir yana, ani ataklarla az adamla yakaladıklarında bile rakip savunmayı, iki ayakla bir topu doğrultamıyorlardı. ‘Maaşallah Güiza’, geçen sezonki saç-baş yolduran oyunlarını hatırlatttı... 24 ile 32. dakikalar arasında Fenerbahçeli futbolcuların gördüğü ve çokca itiraz ettikleri, dört sarı kartta da Deniz Çoban haklıydı. Deniz Çoban böylesine doğru ve düzgün maçlar yönettikçe, onun yönetiminde daha çok şey öğrenecek ve hizaya gelecekler, eyyamcılara çok alışık Türkcell Süper Lig futbolcuları. Son iki sezonun en iyi hakeminin en büyük şanssızlığı ise, yardımcıları...









































