‘’Son söz‘’
Aziz Yıldırım, Fenerbahçe Spor Kulübü’nün başarısız tek branşının gelecek dönemde ‘savaşan’ ya da ‘rariplerini öpen’ bir kimliğe bürüneceğini söyledi. Futbol dünyası buna, ‘Alex ve Carlos gidiyor’ refleksi verdi.
“Edu, Can, Yasin, Vederson, Deivid, iki Kazım, Ali, Burak, Josico, Maldonado ve Gürhan dursun, Alex ile Carlos gitsin” deseler daha etkileyici olurdu sanki! Biz de ciddiye alıp, takılmazdık en azından. “Hayır efendim! Carlos ve Alex, ilk 11 garantisi verilmeksizin kalsınlar. Tecrübeleriyle teknikleriyle takıma en az bir sezon daha katkı sağlasınlar. Gökhanlar’ın Gönül’ü de kalsın Emreciği de. Lugano, Önder, Selçuk, Deniz, Emre, Uğur, Abdülkadir, İlhan, Semih ve Güiza da bırakılmasın. Kale ise, yine Volkanlar’a ve onların arkasında sırasını bekleyen genç Mert’e bırakılsın. Sezon başında, gelecek sezonlar için alınıp, kiralanan Furkan ve Onur göreve çağrılsın. Sivasspor’dan Bilica, Gaziantepspor’dan Beto ile yabancı transferi kapatılsın. Yine Gaziantepspor’dan İsmail ve Murat Ceylan, Kayserispor’dan Eren ve Ali Turan, Bursaspor’dan Sercan ve Ankaraspor’dan Özer ile de transfer tamamlansın. PAF’lardan üç takviye ile 30 sayısına ulaşılsın ve bu kadro koşsun, savaşsın” derdik...
Klavyede tam bunları tuşlarken “Appiah, Aurelio ve Tuncay yuvaya dönüyor” haberiyle hafif sendeledik. Acaba şimdi, “Rüştü, Nobre, Mehmet Yozgalı, Serhat Akın ve Serkan Balcı da geri gelsin” mi demeliydik.
“Mehmet Topuz da Fenerbahçe’de” haberinden ise oldukça etkilendik. “Kayserispor formasıyla, Galatasaray’a karşı lig, kupa ve Süper Kupa maçlarında 13 kez forma giyen, ancak hiç galibiyet yüzü göremeyen bu çocuk artık biraz sevinsin diye mi düşünüyorlar acaba?” dedik!
Galiba yeterince mesaj verdik. Kafamıza nelerin yatıp yatmadığını az, çok dile getirdik. Son sözü tabii ki Aziz Yıldırım söyleyecek. Çünkü, üç sezon üst üste şampiyonluk için koşacak, maç ve rakip seçmeyecek, savaşacak kadroyu ve bu kadroyu hazırlayıp, doğru tercihlerle sahaya sürebilecek teknik direktörü o seçecek.
‘’Galiba abarttık!‘’
Biliyorsunuz sezonun hemen ardından başlar ve haziran, temmuz aylarını bulur, bu konuda görüş bildirmek isteyen ve elinde bu fırsat bulunanların transferle ilgili yazıları.
Biz çok geç kaldık bu sezon, konu ettiğimiz Fenerbahçe için. 8 Şubat 2009’da, İstanbul Büyükşehir Belediye maçından hemen sonra girmeliydik topa. Çünkü, o maçta bitmişti açık-seçik her şey aslında.
Hani, rakibi bir kişi eksik kalmasına rağmen 1-0 öndeyken ve deli gibi esen rüzgar, ikinci yarıda takımının arkasına geçmişken, 59. dakikada Alex ve Güiza’yı çıkartmıştı ya oyundan çok tecrübeli. İşte o an, 8 Şubat 2009 Pazar akşamı, saatler 20:15 civarındayken, cümleler kurulmaya başlamalıydı gelecek sezon için. Biz sadece şunu dedik oysa, “Bundan böyle ağzıyla kuş tutsa, ‘Aragones Fenerbahçe’de teknik direktörlüğe devam etsin’ veya ‘İspanyol akıllı bir teknik adam’ ya da ‘Dede bilinçli bir hoca’ cümleleri kurulmaz bu satırlarda. Belediye maçının ikinci yarı değişiklikleri var ya; bu yeter, tekniği de, direktörlüğü de, kafayı da, bilinci de, geç de olsa anlamaya...”
Sözümüzün arkasında da durduk sonra, her zaman olduğu gibi. Demedik, denmemesi gerekeni...
Neyse, geçmiş olsun! Gelecek sezon Fenerbahçe Spor Kulübü Profesyonel Futbol Şubesi A Takımı’nın başında çok çok çok tecrübelinin olmayacağı artık belli.
Peki, ya yenisi!
Her şey ‘sil baştan’ mı? Yoksa buraları ve Sarı-Lacivertli takımı az-çok tanıyan biriyle biraz farklılaşarak mı? Hangisi daha mantıklı?
‘Sil baştan’sa ve bu “hedefimiz gelecek sezon değil, uzun vadeli bir plandır futbol takımımız için..” açıklaması da duracaksa yapılanmanın arkasında, eyvallah! Saygı ve destek bizden...
‘Sil baştan’sa ve böyle bir duruş olmazsa arkasında, başarılı olunması zor ve her türlü sonuç, her türlü tepki normal ve kaçınılmaz, söylemesi bizden!
Şöyle koşan, 90 dakika mücadele eden, Kadıköy ve deplasman ayırt etmeyen, rakip seçmeyen, zirve rakiplerini sürekli yenemese de, dengi olmayanlara hem yurt içi hem yurt dışı karşılaşmalarda puan kaybetmeyen, Fenerbahçe kültürüne uygun, yani Brezilya ekolünden tamamen kopmamış, ancak tam bir kolej takımı oluşturabilecek bir teknik direktör mesela...
Abartılı bir hayal mi acaba!
‘’İki hafta kaldı‘’
Fenerbahçe’de ilk oyuncu değişikliği 59. dakikadaydı. Tecrübeli İspanyol Uğur’un yerine Vederson’u aldı. Uğur, Emre’den sonra Fenerbahçe’nin en hareketli, etkili adamıydı. Bir de ilk yarıdaki iki pozisyonda, karşı taraftaki yardımcı Özgür Çetiner’e takılmasaydı... Gökhan stoperdeydi yine. Ali Bilgin sağ bek mevkiinde. Güiza ise, gol kaçırma göreviyle en ilerideydi. Karşılaşma golsüz sürerken bir ileri oyuncuyu çıkardı bu kez çok çok tecrübeli, yerine Semih’i tek bırakmayı tercih etti. Deplasmanda alınabilecek bir beraberlik peşinde değildi tabii. O kadar da değildir herhalde! Ne kadar olduğu, geride kalmak üzere olan sezondan belli de; o kadar da değildir, tekrar herhalde...
Uğur için için isyan ederken bu kez, Güiza önüne geleni tekmeledi. Yeşil sahalarda görmek istemediğimiz bu hareketler, talebelerin hocalarını ne derece sevdiklerinin, ona olan saygılarının açık deliliydi...
Bu arada, Fenerbahçe Spor Kulübü dün kürekte Türkiye Kupası’nı kazandı, Basketbol genç bayanlarda Türkiye Şampiyonu oldu, masa tenisinde hem bayan hem erkeklerde Türkiye Kupası’nı kazandı ve atletizmde yıldız bayan ve erkeklerde de yine Türkiye Şampiyonu oldu...
Antalya’da Hakan’la öne geçen evsahibine, misafir Luganosu ile cevap verdi. Lugano, ligimize bir gömlek, bir kaç güç fazla bir futbolcu zaten. Sırası gelmişken tekrarlamakta fayda var ki, bir an önce, İtalya, İspanya veya İngiltere’ye gitmeli...
Neyse, Fenerbahçe Spor Kulübü’nün dünkü son sportif mücadelelerinden en zevksizi berabere bitti. İki hafta kaldı çok şükür...
‘’Şüphe yok!‘’
İyi ve mantıklı bir Fenerbahçeli, kupa hasretinin dindirilemeyişine, Aragones’in gidişine neden olduğu için, “İyi ki bu sezon da kazanamadık” der ve sevinir.
İyi ve mantıklı bir Fenerbahçeli, son altı karşılaşmasında sürekli yendiği, ebedi dostu Beşiktaş’a karşı kaybettiği kupaya değil, tarihe yazılan sonuca hüzünlenir. Neredeyse klasikleşmeye başlayan, Galatasaray’dan sonra, ezeli rakip Beşiktaş’a karşı da alınan sıradan galibiyetlerin kesilmesinden dolayı, birkaç dakika kederlenir.. Ve sonra devam eder hayatına...
Kaybedilen ya da uzun süredir kazanılamayan kupa, hiç de önemli ve imrenilecek kıvamda bir organizasyon değildir nasılsa. Ancak, kaybedilen derbi, o özenilmeden uygulamaya konulmuş kupadan çok daha önemlidir; yakınlar, arkadaşlar, akrabalar ve özellikle dostlar arasında.
Sonuç kesinlikle ağır ve kesinlikle olumludur! Aragones’in biletinin kesilmesi, Fenerbahçe’ye gönül veren futbolseverler için, sevinilecek bir durumdur.
Sıra, Sarı-Lacivert’e aşık olduğundan hiç şüphe etmediğimiz, Türk sporuna büyük hizmetler veren Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı Sayın Aziz Yıldırım’dadır.
Tıpkı, amatör branşlarda olduğu gibi, kontrol, tesisleşme, proje üretme, gelişme, maddi kaynak yaratma gibi başarılı olduğu eylemler dışında, hiç karışmayacağı, profesyonel bir futbol şubesi yaratmalıdır.
Öncelik yerli teknik direktörden olmalıdır, bu geçiş aşamasında. Sallıyoruz; Ersun Yanal mesela. En az üç sezonluk anlaşmak, “Fenerbahçe’de çalışmak, bu büyük takımı çalıştırmak istiyorsan, tazminat maddesi olmayacak aramızda” demek koşuluyla.
O ve ekibi isterse gider, sen istersen gönderirsin paşa-paşa...
Genç Türkler ve genç yabancılarla donatılmış, çalışan, mücadele eden, özverili, iştahlı, beyefendi ve akıllı sporcularla. Kadıköy’de tribünleri ayağa kaldıracak, rakip sahada pısırıklaşmayacaklarla...
Birkaç ağabey de gerekli tabii. Tecrübeli, saygı uyandıran, akil ve itidalli...
Kişisel kaprisler olmamalı, ne yönetimde ne teknik heyette ne de sporcularda.
Hak eden, hak ettiği formayı geçirebilmeli sırtına. 90 ve üzerindeki dakikalarda; tek amacı rakip kalenin üç diğeri arasından topu geçirebilmek ve kendi kalesinin üç direği arasından topun geçmesine engel olmak için, terinin son damlasına kadar varını-yoğunu harcayabilecek futbolcularla...
‘’Anlamıyorsun!‘’
Yusuf’un 6. dakikadaki müthiş golüyle başladı çok anlamlı kupa finali!
Sonrasında ilk aklımızda kalan dün akşamla ilgili, Lugano’nun 13. dakikada gördüğü sarı kart oldu.. Ve bir kez daha tereddütsüz “git Lugano, kurtul bu geri kalmış futbol kültüründen” demek geçti içimizden. İtalya, İspanya, hatta İngiltere yakışır sana...
Tabii Gökhan Gönül’ün hâlâ stoper duruşu da var. Dede var; teknik direktör olmadığına İstanbul B.B. maçında, iyi bir çok çok çok tecrübeli veya yönetici olmadığına Deniz’e İspanyolca küfür ettiği Denizlispor maçında kanaat getirdiğimiz adam. Adam? Adam?
Bünyamin Gezer var bir de. ‘iyi hakem’likten, ‘eyyamcı’lığa doğru yürüyen süratle. Son dakika penaltısı var, bunun kanıtı. Şaka gibi! Güiza’ya sarı kart verir o pozisyonda hakemin iyisi...
Kupanın tek özelliği neydi? Fenerbahçe’nin 25 yıldır kazanamaması. 26 oldu, hayırlısı olsun.
Siyah-Beyazlılar, 6 maçtır yenildiği ebedi dostunu, lig maçında kendisini endişeye düşüren ezeli rakibini, evire-çevire, dalganın büyüğünü geçe geçe yendi.
Kupa, Kara-Kartallar’a ana sütü gibi helalidir.
Tek bir hakem kararı yoktur arkasında, 2006’daki gibi! Eğlenmenin, Sarı-Lacivertli dostlarla dalga geçmenin tam vaktidir.
Fenerbahçe cephesine gelince; Süper Lig’in kalan prestij haftalarında, Aragones’i hâlâ bu takımın başında barındırmak, ancak futbol ve vizyon özürlü kişilerin işi olabilir. Tüm amatör branşlarla övünmeli Fenerbahçeliler ve başkanlarına sahip çıkmalılar işin içine tesisleri de katarak. Ancak, futboldan anlamadığını da artık kabullenmeliler.
‘’Kukalı saklambaç (2)‘’
Her “Fenerbahçeliyim” diyen bilmelidir ki; bu akşamki maç, kazanılacak olandan dolayı kıymetli değildir. Ebedi dost Beşiktaş’ı beklenilmedik şekilde ligde yenmekle eşdeğer, tadından yenmez bir ezeli rekabet muhasebesidir.
“Biz en çok yendik”, “En son biz yendik” meselesi, ortaya konulan içi boş tenekeden çok daha önemlidir.
Çünkü, ne ‘Kral Kupası’dır bizde organize edilen, ne de ‘Süt Kupası’. Sıradan, heyecansız, birkaç maçlık, şişirilmiş, ‘para puan’larla doldurulmuş safsatanın ta kendisidir.. Ki, herkesin bildiği gibi, son zamanlarda en önemli özelliği, Fenerbahçe’nin 25 yıldır kazanmayı becerememesidir...
Bakın ne demiş, ne güzel dizelemiş Hasan Ali bir gün önce, “O kupayı alsan ne olur, almasan ne olur? Tek kıymet-i harbiyesi senin hasretin olan, cüce bir hedef... Üstelik kulpundan yakaladığında götürecek bir hastane bile yok!”
“Ligle kıyaslanabilir bir yanı var mı?” diye eklemiş, “Yemezler!” diye devam edip, sağlam düdüklemiş. Son haftaya kadar şampiyonluk yarışının içinde olabilmenin, bu kupadan çok daha değerli olduğunu betimlemiş. Sonrasında, “Boyalı eşeği; bırakın beygiri, ‘safkan at’ diye yutturma gayretkeşliği küçültücü değil mi?” sorusuyla işi toparlayıp, her zaman yaptığı gibi, taşı gediğine yerleştirmiş.
Fenerbahçe’nin her daim övdüğümüz ve Fenerbahçeliler’in çok çok övünmesi gereken amatör branşları dışında, futbolda bu sezon ‘kukalı saklambaç’ oynadığını vurgulayıp, aslında şampiyonu belirleyebilecek, son haftadaki Trabzonspor karşılaşmasının, bu akşamkinden önemli olduğunun üstüne basa basa, doğru cümlelere devam edip, işi bitirmiş.
Nasıl daha önce eleştirdiysek, aslında mesajını anlamadığımızı düşündüğü, içi dolu bir fikir yazısını; en az o şiddetle yanındayız, içinde bir hava boşluğu bile bulunmayan bu fikirlerinin.
Bu akşamki bir kupa değil, derbi meselesidir sadece. Ezeli ve ebedi unsurları vardır içinde. Dostluk vardır. Eğlence, kızdırma, kızma, dalga geçme, biraz övünme, biraz üzülme ile ilgilidir sadece.. Ve gerçek hayatla asla ilgisi yoktur. Kupa gibi, aslında içi boş bir materyal ile sonlanması ise, tamamen safsatadır.
‘’Şakacı seni!‘’
Az sonra devre olacak ve bir bakıma rahatlayıp, bir bakıma da ne yazacağımızı düşünüp sıkılacaktık, bu garip maçla ilgili.
Neyse ki, çok çok tecrübeli İspanyol dede devreye girdi. Hem de, devreye girmeye 1 dakika kala girdi yine devreye.. Ve yazacak ilk kelimeler belirlendi zihnimizde.
Nasıl girdi; Selçuk’u çıkarıp, Deniz’i oyuna alarak girdi, 44. dakikada. Soyunma odasına gitmeye yek dakika kala yani. Daha önce de yaptığı gibi...
Bu adamcağız oldukça, bizim gibi futbol oyunuyla ilgili kalem ya da klavye kullananlar malzeme bulur her zaman. Tabii, okuyan Fenerbahçeliler için iç açıcı cümleler olmaz kurulanlar. Aslında dalga geçmeyi bile düşünüp yaşına hürmetle kelimelere gem vurmasa insan, neler neler yazılır da, yakışmaz...
Sarı-Lacivertliler için pek keyifli geçmeyen futbol sezonunun kapanmasına 20 gün kala, gelecek sezonda da hâlâ bu çok çok tecrübeli İspanyol ile yola devam edilmesi düşünülüyorsa, hayırlı düşünceler, çok düşünceli futbol ulemalarına.
Bizim düşüncemiz, bu sezonun 30. haftasından daha sıkıcı ve daha hedefsiz durumda olabilir bir sonrakinde Kanaryalar, bu çok çok tecrübeli ile. Mutlaka, dinamik, kulüp takımlarında yeterince çalışmış, Fenerbahçe’nin hedeflerini kavrayabilen ve bu şubenin alt yapı okulu olmadığını idrak edebilen, gerçek bir teknik direktör bulmalılar. Yoksa, seneye de baharın renkleri olmaz sarı ile lacivert...
‘’Erken yazılmış bir yazı‘’
Yine gündeme gelmiş, Mustafa Kemal Atatürk’ün Fenerbahçeliliği; ne güzel!
Bizler de çocukken, “O da Fenerbahçeli” diye övünürdük. Sonra baktık, “O Beşiktaşlı”, “O Galatasaraylı” diye övünen arkadaşlarımız, yakınlarımız, büyüklerimiz ve daha sonraki yıllarda küçüklerimiz de var. MKE Ankaragücü’lüler var mesela...
Büyüdükçe daha çok bilgi sahibi olduk. Bunun için zaman ve ısrar harcayarak tabii. Hatalarımızı gördük; daha ileriki yıllarda, bu günlere ait hatalarımızı da göreceğimiz gibi. Fırsatımız oldu, yazdık birkaç kez, “önemli olan Atatürk’ün Fenerbahçeli veya başka bir kulübün taraftarı olması değil, sahiplenilen kulübün Atatürkçü olmasıdır” diye...
O’nun taraftarlığa ayıracak zamanının olmadığını dile ve yazıya getirdik, taşı gediğine koymamız gereken zamanlarda. O’na taraftar olmanın, dünyevi, medeni ve milli her türlü taraftarlıktan önemli ve gerekli olduğunu vurguladık.
Söz uçar, yazı kalır ya; yazdıklarımızın pek çoğu nedeniyle şimdi bunları sıralamaktayız.
Her türlü ‘izm’e ve ‘ist’e karşı olan Önderimiz’in ilkelerini yok etmek istercesine üretilen, yapay ‘Kemalizm’e karşı olduk, ancak bunu vurgulamak ilk kez nasip oldu şu satırlarda. Çünkü O, her türlü ‘izm’ve ‘ist’e rağmen ve bunların tamamına hakim ve tamamına uzak kalarak kurdu Cumhuriyet’i. Anadolu insanının kültürüne, geleneklerine, göreneklerine, inançlarına; en doğrusu genlerine uygun inşaa etti, bu sonsuza kadar süreceğini öngördüğü, ‘tam bağımsız’ olmasını arzu ettiği, ‘yurtta barış, dünyada barış’ ilkesiyle yürüyüp gelişmesini beklediği Cumhuriyet’i.
Hani, fantastik bir film olsaydı da hikayemiz, yaşıyor olsaydı hâlâ ATA; Hatayspor’u mu tutardı acaba? 1938’in 19 Mayıs’ında, Ankara’da son Gençlik ve Spor Bayramı gösterisini izledikten sonra, Hatay’ın topraklarımıza katılması için, hasta haliyle Güney’e inmişti ya!. Ve O’nun istediği olmuş, Hatay da katılmıştı vatan toprağına... Hele şu zamanlarda, Liderimiz’in hangi kulübe yakın olduğu değil, kimlerin O’na yakın olduğu oldukça önemli.
Bir de, spor sayfası olduğundan okuduğunuz, “Ben sporcunun, zeki, çevik ve ahlaklı olanını severim” deyişi...









































