Arama

Popüler aramalar

‘’Timsah'ı küçümsemek!‘’

Biz “Türkiye Kupası’nın en önemli özelliği, Fenerbahçe’nin yıllardır kazanamıyor olması” diye yazarken eleştirdiler hep.

Peki biz haklı değilsek, yani gerçekten önemliyse Fenerbahçe ve Fenerbahçeliler için, dün akşam Bursa’da sahaya sürülen takım ne!

Stoperlerden biri Önder! Bekir sağ bek, Gökhan onun önünde. Vederson sol bek, Andre onun önünde. Hani Andre sol bekti ve çok mutluydu mevkiinden! Ee, Emre nerede! Ee, Alex nerede!

Bu ne maçı, bu ne lahana turşusu! İşte Fenerbahçe’nin bu kupaya verdiği önem. İşte Fenerbahçe’nin bu kupaya gösterdiği özen! Haksız da sayılmaz aslında, bu takımı dün akşam sahaya böyle dizen! Sadece Alex olsa, ilk 15 dakika en az tek farklı öne geçerdi Sarı-Lacivertliler.

Tabii Bursasporlular görünce bu, biraz da küçümseme oyununu, önce hırslanıp sonra iyice heveslendiler. Kolay değil, 0-3’ten bu turu döndürebileceklerine inanmaları ve tüm riskleri alıp bunun için saldırmaları. Bir de daha sakin olabilseler, adalelerinin rahatlığı bakımından yani!

Tur ve yenilgi umurunda olmayan Daum, baktı ki rezillik olacak, önce Emre’yi aldı oyuna. 3-0’dan sonra da Alex’i! 4 olsa Rıdvan, 5’te Cemil, sonra Can, Lefter ve nihayet Zeki Rıza Sporel...

Her şeye rağmen, Timsahlar’a gönülden tebrikler. Hangi halde olursa olsun Kanarya’yı üçlemek az iş değil. Turu kurtarmış olsalar da, bu ders Fenerbahçe futbol tarihine işlenecektir!

12 Şubat 2010, Cuma 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Yetti gayri!‘’

Bir kaleci sarı kattan sonra hakemi alkışlayabilir Denizli’de. Bu, ikinci sarı kartı gerektirecek bir hareket değildir! Bir forvet oyuncusu atılır ama, aynı nedenden Eskişehir’de.

Yine bir forvetin koşu yoluna konan diz, ceza sahası içindedir, ne var ki penaltı kararı gerektirmemektedir Kayseri’de! Çünkü Koşuyolu’dur söz konusu olan, Acıbadem değildir!

Yerli teknik direktörler, kayıplarını hakemlere ya da başka etkenlere bağladığında, acımasızca eleştirilir. Türk futbolu için nimet olarak görülen yabancı bir teknik direktör ise, başarısızlığın gerekçesi olarak Antalyalı bir stoperi hedef gösterebilir ve bu küçümseyici, çirkin, hatta insanlık dışı yaklaşım, ufacık bir tepki bile görmeyebilir!

Zirve yarışındaki bir rakibin sözleşmeli oyuncusu, “sözleşmen bittiğinde bizdesin” diyerek ayartılabilir, evi bile ziyaret edilebilir; üstelik onlarla yapacakları maçtan önce!

Çünkü, söz konusu kendileri olduğunda, ‘ayıp yorgan altındadır’ sadece! Gerisi, sıradan gelişmelerdir...

Önümüz mart, biliyorsunuz. Şimdiden başladı kediler ama; miyav-miyav değil; ciyak-ciyak! Hep bildiğiniz gibiler; hem yapıp, hem bağırıyorlar yine! Bilinen, alışılageldik, kanıksanan vaziyetler!

Bu kez “aç, susuz, gariban, acınacak durumdayız” diyecek pozisyonda da değiller. Ki, hiç olmadılar da zaten! Yine aynı arabesk yalanlarla kamuoyu oluşturmak istemeye kalksalar, yemez; öteden beri sürekli ve düzenli yiyenler!

Bir kere devlet kulübüsün; imtiyaz, yani ayrıcalık, destek, kıyağın önde gideni seninle. Yediğin önünde, yemediğin arkanda telgrafa direk olmuş; Neyzen’in dediği gibi!

Hala utanmayacak, susmayacak mısın! ‘Türk futbol tarihinin gelmiş-geçmiş en pahalı takımı’ diye övünüyorsan kurduğun ile ya kazanacaksın her türlü destekle ya da ağzını açmayacaksın!

Yetti gayri! Gerçekten yetti! Futbol oyunuyla mı keyif alacak, arkadaşlarımızı kızdıracak, eğleneceğiz, yoksa sizin oyunlarınızla mı sinir olmaya devam edeceğiz!

Yetti gayri! Ya göründüğünüz gibi olun, ya olduğunuz gibi görünün! İki dakika ya da bir kaç sezon delikanlı olun!

11 Şubat 2010, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’İşte futbol‘’

Diyarbakırspor, sahanın hemen her metrekaresinde yakın oynayarak, baskı uygulayarak durdurmak istedi lideri. Yapabileceği başka bir şey de yoktu zaten güçlü rakibi karşısında. Ayağından, elinden, ciğerinden, kalbinden geldiğince mücadele edecek, rakibin hareket alanını daraltacak, ilk harekette işi bitirip, rakip oyuncuların dönmesine engel olacaktı. İlk toplarda rakibini rahat bırakması, kendi ipini çekmesi anlamına gelirdi Diyarbakırsporlu futbolcuların. Aradaki güç ve hedef farkı başka türlü kapatılamazdı.

Sezonun ikinci yarısının dirençli, mücadeleci takımı Fenerbahçe ise aslında yine aynıydı. Önündeki en büyük engel yine sahaydı. Fenerbahçeli üst düzey bileklerin el freni durumundaydı Saracoğlu zemini. Hem böyle bir zemin hem de çok koşan, mücadele eden bir rakip olunca karşısında liderin, tek şansı golü erken bulmaktı. O da olmadı. İlk yarının sonlarındaki pozisyonlardan biri olsa mesela, ikincisinde Kadiköy tribünleri yine gole doyardı.

En başından son anına kadar, çok keyifli ve gerçek bir futbol gösterisi izledi futbolseverler. Bu keyfin içine eden ne yazık ki Koray hocaydı. Kontrolü bir türlü eline alamayışı, faullerde dengeyi kuramayışı, sarı ve kırmızı kartlarda garip bir şekilde dengesiz davranışı haklı olarak tepki aldı. 27. dakikada Bilica’ya sarı değil kırmızı göstererek işe başlasa, belki daha sonra Güiza ve Semih’e yapılan bariz penal-tıları da cesurca çalardı. En azından, gözünün önündeki pozisyondan sonra, haksız yere Mehmet Topuz’u oyundan atmazdı. Her iki takım da takdiri hak etti, ancak Koray Bey sınıfta kaldı!

08 Şubat 2010, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Sempati‘’

Hasan Şaş, Fenerbahçe’de oynayıp Galatasaray’a sempati duyan birkaç futbolcu olduğunu söylemiş geçenlerde. Ancak, “isimlerini veremem” demiş. Eksik kalmış yani açıklama. Biz de üzerimize düşeni yapalım ve açıklayalım dedik bu sempatizanları...

Birincisi Volkan Demirel. Galatasaray’a karşı 8 maçta yaşadığı 6 galibiyetle, ebedi dostuna en çok sempati duyan Fenerbahçeli durumunda. Sonra Selçuk Şahin; 9 maçta 6 galibiyetle ve hemen ardından da 10 maçta 6 galibiyetle Deniz Barış. Diğer sempatizanlar ise şöyle; 7’şer maçta 5’er galibiyetle Alex de Souza ve Diego Alfredo Lugano...

Tabii böyle şeyler var futbolun içinde. Hatta, sadece futbol mu! Son yıllarda basketbol, voleybol, kürek, atletizm, yelken, yüzme gibi bir çok branşta, bayanlı erkekli bir çok Galatasaray sempatizanı var Fenerbahçe cephesinde!

Ayrıca, bu sempati konusu kulüp başkanlarına kadar uzanır, irdeleyince. Demirören’in Galatasaray, Polat’ın Beşiktaş sempatisi zaten daha önce açıkça vurgulanmıştı kendilerince!
***
Sadece futbol söz konusu edilecekse, Fenerbahçe forması giyen oyuncuların ebedi dostları Galatasaray’a en çok sempati duydukları dönem 1973 ile 1980 arasındadır. 1942 ile 1946 arasında 18 maçlık bir yenilmezlik süreci olmuştur ancak, “Fenerbahçe-Galatasaray maçları bayramdır” diyen Didi’nin de iki buçuk yıl içinde bulunduğu 1973-1980 arasında, Fenerbahçe Galatasaray’a sadece 2 kez yenilmiş, 18 kez kazanmıştır. İşte bu, sempatinin tavan yapışıdır!
***
Sarı-Lacivertli futbolcular arasında, Zeki Rıza Sporel 27, Alaaddin Baydar 24, Lefter Küçükandoniadis ise 20 kez ebedi dostlarının filelerini havalandırarak, sempatilerini kanıtlamışlardır.

13 Şubat 1942’de, Şeref Stadı’nda Galatasaray ağlarını yırtan golle beraberliği sağlayan Halit Deringör’ün sempati anlayışı ise tartışılır. Bu gol, ‘ezeli rekabetteki ilk ağ yırtma vakası’ olarak futbol tarihimizde kayıtlıdır. Ancak, nedense birileri sürekli dile getirilir, birileri ara sıra hatırlanır!

Sempatizan Halit Deringör’ün bu golle ilgili yıllar sonra söyledikleri ise, anlamlıdır: Bizim yırttığımız ağlar, ketenden yapılmış, çürük-çarık ağlardı...

06 Şubat 2010, Cumartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Fenerbahçe'ye tek devre yetti‘’

Hem ligin hem kupanın favorilerinden iki takımın mücadelesi güzel olmalıydı ve oldu da. Tempo, çabukluk, azim; ne ararsanız vardı. Merak edilen, Sivas havalısı Fenerbahçe’nin, Bursaspor gibi güçlü ve istim üstündeki bir rakip karşısında ne yapacağıydı.

Ne yaptığını anlatmaya Emre’yle başlasak, Baroni’ye ayıp olur mu acaba. “Golü de var” diye Andre’den söz etmeye kalksak, ters tarafta ‘rüzgarın oğlu’nu oynayan Gökhan Gönül alınır mı? Bilica’yı gereksiz bazı hamle ve faullerine rağmen övmeye kalksak, Lugano kaşını kaldırır, o müthiş bakışını atar ve saldırır mı? Özer, Semih, Alex üçlüsünden birinin pas trafiğine değinmeye kalksak, ismi sonradan yazılacak olan darılır mı?

Koşup, mücadele edip; rakibin üzerine hem savunma hem hücumda birkaç kişiyle gidince, pas alış-verişine, tek topa, salına-salına oynamaktan daha çok değer verince, futbol çok daha seyredeğer oluyor işte. Hem keyif alıyor, hem keyif veriyor hem de istediği gibi sonuca gidebiliyor Fenerbahçe gibi kaliteli futbolculara sahip takımlar. O zaman rakibin dağınık ya da tek parça olması da fark etmiyor, fark oluyor kendiliğinden. Sivasspor maç yazısını “Bir de Sivasspor gibi dağınık bir rakip gerekli!” diye bitirenlere de sağlam kapak oluyor tabii!

Bu arada Turgay, Krita ve Ozan’ı da takdir etmeden geçmemeli ve Uğur ile Sercan’a da geçmiş olsun demeli...

05 Şubat 2010, Cuma 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Düdük!‘’

Dakika 54, Fenerbahçe 6 kişi ile Sivasspor savunma hattının üzerinde ve top Alex’te; “Düüüt!”... Neden; Keita ayağını tutmuş vaziyette, orta alanda yerde! Abdurrahman bir yerde; “Düüüt!”, Hayrettin bir başka yerde; “Düüüt!”, Bilica bambaşka bir yerde; “Düüüt!”... Ne hayati bir tehlike var ortada, ne kafaya darbe ve oynanan oyunun adı da futbol. Sert; erkek oyunu yani, bir başka deyişle! Eee, hani bunun erkekliği, hani futbol oyununu doğal karşılanması gereken sertliği! Bizim hakemlerle kumda oynanacak Süper Lig’imiz, böyle giderse. Öyle can sıkıcı düdükler ki bunlar, güzelim maç yerine, yazımız da heba edilmekte!

Neyse ki, düdüğe rağmen çok güzel ve hareketliydi oyun. En sevindirici yanı ise, Mehmet Yıldız’ın yeniden “Merhaba” deyişiydi.

Vederson katkılı Uğur, ilk yarıda da vursa Sivas ceza sahasına hızla daldığı onca pozisyonda, belki çok daha önce gole sevinecekti. Mehmet Topuz, daha sakin olsa, iki kez ayak, bir de kafayla belki Uğur’un da önüne geçecekti! Hatta, aslında maçı alan adamların başında gelen Semih’i bile geçecekti. Çünkü, topu boş kale yerine direğe nişanladığında, dakika 25’ti...

Dünkü maçın Fenerbahçeliler adına en sevindirici yanı, bu takımda yedek olmadığı gerçeğiydi. Ne Deniz yedek, ne Selçuk, ne Özer, ne Uğur, ne de Semih. Bunların hepsi as oyuncu demek ki. Sorun genellikle motivasyon ve şans bulma meselesi. Tabii bir de, Sivasspor gibi dağınık bir rakip gerekli!

01 Şubat 2010, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ayrıcalık‘’

Dört futbolcunun aynı maçta cezalı duruma düşmesi pek sık rastlanan bir olay değil.

Emre’ninki kesinlikle hatalı, Lugano’nunki tartışılabilir olsa bile, çok önemli bir iş yapmış oldu Bünyamin Gezer, bilmeden.

Kazım’ı Önder’i, disiplinsiz davranışları nedeniyle süresiz kadro dışı bırakan, daha önce bir çok sporcusuna da aynı şekilde davranıp, büyüklüğünün, kupa ve şampiyonluk büyüklüğü olmadığını defalarca kanıtlayan Fenerbahçe Spor Kulübü lastik patlattı bu kez, Gezer sayesinde.

Sessiz, sedasız. Yani, sözlü veya resmi internet sitesinden yazılı açıklama gereği bile duyulmadan, affedildi

Önder Turacı.

Daum’un açıklamasına göre, “kadro dışı kaldığı sürede, çalışmalarını aksatmadan sürdürdü” gerekçesiyle...

Tabii, yemedi bunu akl-ı selim. Tabii, yakışmadı Fenerbahçe Spor Kulübü’ne.

Denizli’de yitirilen şampiyonluk nasıl gururla saklanıyorsa Fenerbahçeliler’in yüreği ve bilicinde, bu ‘af’ da gözden kaçırılmamalı aynı bilinçle. Kazanılmamış üç puan için ilkelerden vazgeçilecekse, Fenerbahçeliliğin ayrıcalığı ne!

*****

Tüm “Galatasaraylıyım” diyenler bilir ki, Galatasaray Spor Kulübü, Lise’den doğmadır ve ‘gerçek Galatasaraylılar’ liselilerden oluşmaktadır.

Bu genel-geçer durum, defalarca yazılı ve sözlü olarak liseliler tarafından ortaya konmuş, tartışılmaz bir Galatasaraylılık doğasıdır.

Bu durumda, sadece Galatasaray Lisesi mezunu olduğu için, dışarıdakilerden çok daha az bir maliyet karşılığı kulüp üyesi olması çok doğal bir haktır, ‘mimlenmemiş’ bir Fenerbahçe taraftarı için.

Eğer, Fenerbahçeliliği çok bilinen bir durumsa liselinin, onun da üyeliği olanaksızdır.

Özel Fenerbahçe Eğitim Kurumları ise, ana okulundan 12. sınıfa kadar Atatürkçü, çağdaş nesiller yetiştirmek amacıyla, Fenerbahçe Spor Kulübü tarafından kurulmuştur.

Kulüp üyelerinin çocukları ve Fenerbahçeli sporcular için indirim hakkı söz konusudur. Ancak, kulüpten doğmuş olmasına rağmen, kayıt olacak bir öğrencinin hangi kulübü tuttuğu sorgulanmaz.

Aynı şekilde, Fenerbahçe Spor Kulübü’ne üye olacaklar için de, bu eğitim kurumundan mezun olmaları halinde indirim uygulanmaz.

Anlamlı bir not: Yakın geçmişte, Özel Fenerbahçe Eğitim Kurumları ortaokul birincisi olan Galatasaraylı bir genç, lise eğitimini burada sürdürmeyi seçmişken, ortaokul ikincisi olan Fenerbahçeli genç ise, eğitimine Galatasaray Lise’sinde devam etmeyi tercih etmiştir.

28 Ocak 2010, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Üzülme Özden‘’

Böyle bir havada, böyle bir sahada ancak bu kadar pozisyon bulabilir bir takım. Favori de olsa, sakal da, fazlası olmaz.. Ve Güiza’sı varsa o takımın bu kadar pozisyonla da bir şey olmaz.

Koşturur durursun, orta sahada, savunmada. İnebildikçe kenarlara ortalarsın, kimi adrese, kimi öylesine. Kimi zaman da ortadan girersin, kaçırırsın forvetini, karşı karşıya bırakırsın rakip kaleciyle hatta, gol atsın diye. Ne var ki, Güiza mutsuzluğu ise o pozisyonlara sokulan, çoğunlukla ‘ah!’tan, ‘vah!’tan başka geriye bir şey kalmaz.

İtinayla kaçırılabilir her türlü fırsat; ayağın üstü, içi, dışı, burnu, topuğu, kafanın sağı, kafanın solu, diz, baldır, kalça, kaçırmaya doymaz...

İnsan Bilica’nın, Emre’nin, Baroni’nin yerinde olsa, kıvırıp bir gazeteyi, ayağının üstüne, içine, kafasına hatta biraz da poposuna vurmak ister yavaşça, rahatlayıp, sinir atmak için!

Semih için de bir gazete kıvırmak gerek tabii. O kadar salladığımız Güiza hiç olmazsa kaçırabileceği onca pozisyona girdi ve bir de maçı kazandıran gol pasını verdi. Hatta bir kez de “Gool” diye sevindi. Aslında İspanyol’a yazının tamamında sallıyor olsak da, Semih’le kıyaslamamak gerektiğini de belirtmeli.

Denizlispor’un gücü ve hali belli, bu nedenle ikinci yarı orta sahayı zor geçtiler ve Özden lig sonuncusunun en büyük direnciydi. Sonuç ne olursa olsun, bu şartlarda her iki takım oyuncularını da kutlamak gerekli. Fenerbahçeli yıldızları bu sahaya mahkum eden yöneticilere ise, iki gazete bükülmeli!

23 Ocak 2010, Cumartesi 03:30
YAZININ DEVAMI