Arama

Popüler aramalar

‘’Bir bakarsın volkan olmuş...‘’

Puan cetveline ve kalan maçlara baktıktan sonra, ‘lig yeniden başlıyor’ cümlesi kurulur tabii... Hatta, ‘lig yeni başlıyor daha!’ denilebilir...

‘Lig’ denilen ve topla birlikte dönen şey, hep yeniden başlar zaten! Her maç, her gol, her kaçan pozisyon, her galibiyet, yenilgi, her hata veya bilinç sonrası...

Her güzel çalım, kurtarış, pas veya sportmenlik gösterisi ile başlamaz ama! Aksilikler, zaaflar, kötülükler ve ille de kişilikler öne çıkar; gerçek hayattakileri bir an olsun unutabilmek için adeta!
Yani, iki kupayı birden alan Beşiktaş ‘güzeller güzelidir’ de, birkaç ay önce, henüz sezon başında ‘yeeeter...’ olur anında! Ne başkanı başkandır ne de teknik direktörü, mesela...

Bu oyun böyledir işte
Ne var ki, aradan geçen çok kısa bir süre sonrasında, ‘bir bakarsın, volkan olmuş yanmışsın arkadaş’ kıvamına geri döner tutku, taraftarlık aniden; ‘puan cetveli’ var ya! Yazan, yorumlayan, atan, tutan da döner, ‘atem tutam ben seni, şekere katem ben seni..’ misali...

Bu oyun böyledir işte ve her sene yaz aylarında yeniden başlar, taa ağaçlara su yürüyene kadar. Şekere de katerler, çamura da atarlar icabında! Tek anlayamadıkları, kavrayamadıkları ise böyle davrananların, bunun gerçekten, sadece ve sadece bir oyun olduğudur! Gerçekten de bu, hoşça zaman geçirilmesi, tadına varılması gereken ve her türlü duyuyu harekete geçirebilecek kıvamda bir oyundur. Hani bir film, bir şarkı ya da atari, yani şimdiki zamanda PS3 gibi...

Şimdilerde salya sümük!
İlk sekiz haftanın galibi, kaybedeni, sonraki sekiz haftanın kendine geleni, dağılanı ve en son sekiz haftanın ortaya çıkanı, kaybolanı! ‘bir bakarsın volkan olmuş’ gerçekten, ‘ne olacak bunun sonu arkadaş!’

Şimdilerde salya, sümük, sinir, gıcık, titreyerek, kalp kırarak, küfüre ve hatta bedduaya baş vurarak beklenen son, elbette ki, sezon bittiğinde belli olacak... Ki hemen arkasından transfer dönemi başlayacak...

Bazılar aynı eğrilikte
Kimleri alacak tutulan takımlar, ne hesaplar sorulacak geride kalana ait! Ne hayaller kurulacak yeniden, henüz son şampiyonların terleri bile kurumadan...

Ahh, ah! bir kızdırabilsek yine birbirimizi, bir dalga geçebilsek içimizden geldiğince! Beraber sevinip, üzülmeyi öğrenebilsek yeniden, bu oyunun en ağır hastasıyken bile!

Ner’deee! Hâlâ ısrar ederken birileri, ‘futbol, asla bir oyun değildir’ eğriliğiyle...

12 Mart 2010, Cuma 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Emre ve Tita‘’

İlk yarı boyunca özellikle orta alanda bol hareketli, ancak pozisyon ve gol bakımından pek bereketli bir oyun olmadı. Her iki takım da yardımlaşarak, rakiplerine ilk hamlede basarak caydırıcı olmaya çabalıyor, top ayaklarına geçtiğinde de çabuk ve ayağa paslarla kaliteli ataklar geliştirmeye çalışıyorlardı. Jedinak, Necati ve Tita Antalyaspor’da, Emre ve Andre ise Fenerbahçe’de bu konuda öne çıkan oyunculardı.

Misafir hızlı çıkışlarına paralel pozisyonlar üretmekte ciddi sıkıntı yaşarken, önlerine çıkan en büyük engel genelde Lugano oluyordu. İkinci yarıda, Fenerbahçe Lugano ve Emre ile hem rakibi hem de stres ile baş etmeye çalışırken, oyunun kontrolü Antalyaspor’a geçiyordu. Ev sahibi için tek amaç dünkü maçı üç puanla kapatarak şanssızlıklar serisine son vermekti artık. Hele Emre çıktıktan sonra, pek alışık olunmadık şekilde geriye yaslanarak dakikaları hatta saniyeleri sayıyorlardı taraftarlarıyla birlikte. Antalyaspor ise, çok net pozisyonlar üretemese de Tita önderliğinde geldikçe geliyordu.

Sonuçta amacına ulaşan Fenerbahçe oldu. Ne ilginçtir ki, ligin en çok penaltı kararı veren hakemi bile, 77. dakikada Yalçın’ın Emre’ye yaptığına “penaltı” diyemiyordu...

08 Mart 2010, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Aferin! Aferin!‘’

Öncelikle İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne aferin! İstanbullular’ın parasıyla, İstanbul’un en popüler kulübüne, futboldan voleybola kadar çeşitli branşlarda her sene darbe vurmayı başarabildiği için! Bu garipliğe itirazı olmayanlara, bunu doğal ve yasal bulanlara da aferin!

Sonra Orkun’a aferin! Deniz’in kendi taraftarına taktığı kapağa izin vermediği için! Sonrasında da İskender’in iki kere ofsayt golüne izin verip, o taraftara kapağı iki kere kendi taktığı için!

Fırat’a da aferin! 69. dakikada Güiza’yı düşüren Ekrem’e kırmızı kart göstermediği için! Güiza var ya pozisyonda, ‘bariz gol şansı’ sayılmaz onun için! Sonra bilinçli bir şekilde rakibine basan Baroni’yi değil de, Mahmut’u öldüren Alex’i oyundan attığı ve ‘Büyük Usta’ya kırmızı kart gösteren ilk hakem olmayı başardığı için!

Maçtan sonra hakeme pembe, Sylla’ya mavi çakmak atan hayvan oğlu hayvanlara da aferin! Bunlara bir türlü engel olamayan sistemimize, geleneklerimize ve yasalarımıza da aferin!

Özellikle de, haftalardır mücadele edip, futbol oynayıp bir türlü istediği sonuçları alamayan, yorgun ve moralsiz futbolcularını protesto ederek iyice düşürenlere aferin! Üstelik, kendilerini taraftar olarak görüp, yeri geldiğinde “hep destek, tam destek” palavrasının arkasına sığındıkları ve kendilerini ‘vefakar ve cefakar’ olarak adlandırdıkları için, ayrıca bir aferin!

Ve Emre’ye koca bir YAZIKLAR OLSUN! Bu kadar mücadeleci ve azimli olduğu için!

Elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıp, bazı takım arkadaşlarını bile türlü komplekslere soktuğu için!

Sinir, tansiyon, ironi bir yana; dokuz tane Emren olacak, yanına bir tane Alex, kaleye de bir Volkan koyacak, öyle oynayacaksın. İşte o zaman, “üst üste üç sene şampiyon oluruz” gibi cümleler kurduğunda inandırıcı olacaksın!

01 Mart 2010, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Daum korktu!‘’

Dün akşamki Fenerbahçe için söylenebilecek en anlamlı şarkı “Duvardaki resim başka sen başka!” olurdu herhalde! Akşamı ifade eden bilmece ise; Sarı-Lacivert’e gönül verenlerin, evlerinde, işyerlerinde asılı duran bu sezonki posterle dün akşamki kadronun fotoğrafını yan yana koyup “Aradaki 6 farkı bulun” olurdu...

Ne sağ bek, asil beki takımın, ne sol bek! Stoperdeki Bekir kaçıncı yedek! Oynayamayanları yazmaya kalksak oldukça uzun yer gerek!

Tüm bu eksiklere rağmen, öncelikle Emre’nin olağanüstü çabası Fenerbahçe’yi neredeyse Liverpool’a rakip yapacaktı. Tabii, “Bu kadar eksik bir kadro ile bir de İngilizler’e rakip olmak nasıl olurdu acaba?” da akşamın diğer manidar sorusu...

Şimdi Bilica’nın ligde, kupada, Avrupa’da yaptığı faulleri, dengesiz müdahaleleri düşününce insan “Belki de iyi oldu şimdiden elenmek” diyebilir. Çünkü, artık çok açık görülüyor ki, Bilica Fenerbahçe gibi bir takımın savunmacısı değil!

Gereksiz bir faul ve bizim takımların en önemli zaafından, yani yan toptan yenilen gol ile elenmek, Daum’un önce Güiza’yı sonra da Deniz’i oyundan çıkarması kadar üzücü ve düşündürücü değildi bizce! Yediği tek golle tura veda edebileceğini bilmesi ve Güiza’nın dün akşam ne kadar mücadele ettiğini görmesi gereken Daum ‘baş sorumlu’dur beraberlikte. O kadar eksiğe rağmen tur yine de gelebilirdi. Ancak Alman’ın hatalı oyuncu değişikleri işi bitirdi. Liverpoll’dan mı korktu ne!

26 Şubat 2010, Cuma 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Zengin sofrası!‘’

Güiza’ya sallamak kolay, bundan sallıyoruz zaten sıkça! Hareket halinde ve kaleci ile karşı karşıya iken, ‘cillop’ gibi toplar atılıyorsa önüne, içeri bırakmalı çünkü, üst düzey bir profesyonel olarak...

Güiza için üzülmek de kolay, yaşaran gözlerine bakıp; ancak mahalle maçı değil oynadıkları ve şerefi, namusu ya da insanlığını kanıtlamak için bulunmuyor zaten orada veya burada! Bu sadece bir oyun.. Ve o, bu oyunu işe dönüştürmeyi başarabilmiş biri; bir anlamda tıpkı bizim gibi! Gereğini yerine getirmeli...

Yapacağı çok basit işleri bile yapamıyorsa ya da yanlış yapıyorsa, o zaman hakkıdır eleştiri! Ki, bu “yuuh!” olarak gelir tribünlerden, ki bu da hakkıdır amatörlerin!

Profesyonel olarak eleştiri üreten, ironi, hiciv, hatta direkt hakaret cümleleri kuran bizler ise; adamsak, adam gibi (gün gelip kapağı kendimize takabileceğimizi ve bundan da oldukça mutlu olacağımızı bile bile) yazarız gördüğümüz, duyduğumuz, bildiğimiz ve özellikle hissettiğimizce...

Tabii, önde olanı, öne çıkanı, göze çok batanı yazarken satır satır, geride kalanı da ihmal etmeyiz yeri geldiğinde. Mesela, “bekle bekle, beklemekten usandık artık” der, hakkını veririz Bilica’nın! “Öyle faul yapılmaz” deriz artık, üstelik ceza sahasında! “Öyle, sere serpe yatılmaz da” deriz, kısıtlı alanlarda oynayarak günü kurtarmayı adet haline getirdiğini düşünmeye başladığımız ve aslında çok beğendiğimiz Baroni için de! Öyle yatarsan, öyle çarpar sana top ve gol olur sonra!

Daha önceleri defalarca yazdığımız gibi, Önder’i, Bekir’i, Ali’yi ve onlardan önce gelip geçenleri de eleştiririz; ancak onları bu duruma sokan, yani bu takıma katanları ihmal etmeyiz, ince ince!

Başka söze gerek kalmaz mesela, “üç sene üst üste şampiyon olacağız” deyince!

O zaman öyle bir ekip kuracaksın. Öyle bir ekip kuracaksın ki, giren çıkan...

Aynı değerde olacak yani! Taşıyabilecek o hedefi ve o formayı. Aksi halde, ellerinle kurmuş olursun sofrayı ve yerler tıka basa! En çok da, hiç üretmeden, tüketenler yerler!

Bir bakarsın geriye, seni parmakla gösterirler, “bakın, bakın bu adam; ne ağaçlar dikti, ne sofralar kurdu, neler ekti, neler biçti” diye!

25 Şubat 2010, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ayakta kal!‘’

Bir futbol karşılaşması üç satırda da özetlenebilir öne çıkan belirginlikleriyle üç sayfa da yazılabilir! Alex’ten başlarsın mesela, diğer konuya geçene kadar zaten satırlar birbiri ardına dizilecektir.. Ya da Güiza’yı alırsın ilk konu olarak, bu kez işin boyutu yazıdan tez konusuna dönüşecektir...

İspanya Ligi’nde gol kralı olmuş bir ademin, bu kadar bademi nasıl yediğini yazabilirsin mesela hiç bıkıp usanmadan, bol soru işareti ve ünlem kullanarak. İstediğin kadar eleştirebilir, hakaret içeren kelimelerin kıyısından geçebilir, ironiyle alay edebilir ve hicvedebilirsin rahat rahat!

Sonra Bilica’ya geçebilirsin mesela! “Nasıl bir fauldür o” diye söze girip, “Süper Lig’de zirveye oynayabilecek bir takımın oyuncusu olabilecek kapasiteye sahip değil misin yoksa! sorusuyla devam edebilirsin!

Baroni’deki belirgin düşüşü dile getirebilir. “Manisa’da, Fransa’da bile daha iyiydi. Son maçlarda nasıl bu kadar geriledi!” şeklinde hayret edebilirsin.. Ve Emre’yle devam edersin, elinden gelenin en iyisini yapmaya çalıştığı için, Alex’in hemen arkasına ekleyebilir, sonra da Gökhan Gönül’e de hakkını teslim edersin “daha ne kadar çalışacaktı ki” diye! Düşünsenize, arkasında da Önder Turacı vardı üstelik uzunca bir süre!

Ozan İpek’in kalitesiyle sona doğru yaklaşıp, kendilerini kolayca yere bırakıp faul bekleyen takım arkadaşlarına onu örnek gösterebilirsin ve “ayakta kalmayı, hatta öne çıkmayı yeğleyen sonunda kazanan taraf olur” diye de bitirirsin...

23 Şubat 2010, Salı 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Çok komik!‘’

Güiza’nın girdiği pozisyonlara saygı duymak gerek. Bir santforun öncelikle pozisyona girebilmesi gerekir çünkü. Alex gibi bir asistanın yardımıyla da, Güiza gibi hareketli bir forvet pozisyona girebilir bol bol.

Bir Avrupa Kupası dış saha karşılaşmasında ve eşdeğer bir rakip karşısında da, ancak bu kadar pozisyon bulunur zaten. Bu kadar net karşı karşıya kalınır rakip kaleciyle.

Mesela, 35. dakikadaki gibi. İte-kaka, zorla kazanılmış bir top ve mükemmel bir pas Alex’ten Güiza’ya. Karşı karşıya İspanyol ve hareket halinde olduğundan, rakip kaleci için bu durum penaltıdan bile beter aslında. Peki, ne yapıyor girdiği pozisyonlara saygı duyulası gol insanı, tekrar Alex’e pas veriyor! Bir de öyle bir pas ki, dağlara, taşlara; yani auta...

80. dakikada yine Alex, yine mükemmele yakın bir pas bırakıyor Güiza’nın önüne. Girebildiği pozisyonlarına saygı duyulası insan, bir kez daha karşı karşıya kalıyor rakip kaleciyle. Yine hareketli ve bu kez kaleci de kendi sağına doğru eğilmiş vaziyette. Peki, ne yapıyor asli görevi gol atmak olan, girdiği pozisyonlara saygı duyulası Fenerbahçeli; göbeğine nişanlıyor kalecinin...

Bu sezon dahil, üç sezon üst üste şampiyon olacak Fenerbahçe, bu serinin ilkini işte bu, girdiği pozisyonlara saygı duyulası İspanyol golcü ile kazanacak! Güiza gol atacak, Sarı-Kanaryalar şampiyon olacak! Güiza gol atacak, Sarı-Lacivertliler Avrupa’da tur atlayacak!
Andre de sol beki olacak bu takımın! Çok komik değil mi!

19 Şubat 2010, Cuma 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Fenerbahçe keyif veriyor‘’

Kırkdördüncü dakikaya kadar futbolun en basitini, yani en mantıklısını ve göze hoş gelenini oynayarak, 4-5 gol atabileceğin pozisyonlar buluyorsan, atacaksın! Yoksa, sadece bir dakika içinde iki kez gelir kalene rakip ve bir tane yer, ikincisini de ucundan yırtarsın! İşte bu, futbolun ta kendisidir. Bu oyunu, güzel ve özel kılan da “atamayana atarlar” özdeyişidir!

Asla, gevşemeye, teklemeye, topu beklemeye gelmez. Son dakika da olsa, sen topa gidecek ve o yediğin goldeki pozisyonu, başlamadan bitireceksin...

Kanatlarını, orta alanını, tek topları istediği gibi kullanan, rakibinden de aşırı baskı görmeyen Fenerbahçe, Bursa’daki kupa komedisi hariç, son zamanlardaki formunu koruyordu yine. Top hep onların kontrollerinde, pozisyonlar hep onların lehineydi. Çok fırsat geçti ayaklarına ama, maçı koparacak goller gelmedi.

Andre, takımının en zayıf halkası görünümündeydi yine. Sirkte oynamaya devam ettiğini sanıyor hala Brezilyalı! O, kafasına göre takılmayı bile beceremezken, koşup, yardımlaşarak, takımları için mücadele etmekteydi diğer arkadaşları.

Reha Kapsal’ın yönettiği Manisaspor ise ne yazık ki, çok gerideydi! Top yekün, takım ve teknik heyet olarak çağdaş futboldan uzak, kendi yarı sahasında olan biteni seyretmekte ve sadece şansına güvenmekteydi Manisasporlular. Ligde kalırlar belki bu tür puanlarla ama, bu halleriyle kimseden alkış ve takdir alamazlar!

15 Şubat 2010, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI