Arama

Popüler aramalar

‘’Dayan Alex!‘’

Yirmialtıncı dakikaydı. Önce Mehmet’e ardından Baroni’ye bacak arası yaptı Twenteliler. “Hah işte” dedik; bir kaç dakika içinde, bir kaç gol kaçıran Sarı-Lacivertliler, sorar bunun hesabını. Kendisiyle dalga geçildiğinde, faturayı ağır kesişi ile ilgili çok anı ve bilgi var çünkü dağarcığımızda. Ama ner’dee...

Salına salına gitse de rakip kaleye yine, öyle çok pozisyon buldu ve kılını bile kıpırdatmadan kaçırdı ki Fenerbahçe. Hiç hesap soracak niyette değildi yani, Baroni, Mehmet ve Alex dışında. Zaten sağlam ve çağdaş bir baskısı da yoktu rakip üzerinde. Bir de gereksiz paylaşım ve savunma hataları bunlara eklenince, bir maçta daha kalitesine ve hedeflerine yakışmayan pozisyonlar verdi, kendisine rakip bile olamayacak rakibine. Alex olsa bir insan, Güiza ve Andre gibileri hasta eder adamı! Bir, iki, üç... Lokum gibi ver, hıyar gibi geri al! Biri çıksın diğeri girsin. Deniz mesela; sen su gibi gönder önüne, o sifonu çeksin pozisyonun üzerine!

Avrupa Ligi grup lideri ve üstelik deplasmanda kazanan bir takımın üzerine yazılır mı yazı? Evet, yazılır! Gökhan Gönül her hafta veya her maç biraz daha geriye doğru gidiyorsa ilerleyeceğine, yazılır. Güiza, Güiza ise hala, Andre, Andre ve mükemmele yakın savunmacı Lugano uzun pas denemelerine devam ediyorsa topun rakibe geçeceğini bile bile, yazılır.

03 Aralık 2009, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Nereye böyle!‘’

Yılmaz Vural’dan sonra daha çok 4-3-3 gibi oynuyor ve tecrübeli, ayaklarına hakim oyuncularıyla bol pas yapabiliyor Kasımpaşa. Bu nedenle puan ve galibiyet alabiliyor, kaybederken bile futbol oynuyor.

Emre’nin olmadığı bir maçta, ilk kez 4-3-1-2’yi deniyor Fenerbahçe. Oysa, bu sistem sanki tam Emre’ye göre. Kanatsız Kanarya, orta sahaya hakim olamıyor bu nedenle. Yeterince yardımlaşamıyor, savunmaya destek veremiyor. Peki, ne veriyor böylelikle: Pozisyon...

Savunmanın arasına adam kaçırabiliyor, yan toplara rakip forvetler kafa vurabiliyor, yani Kasımpaşa oyuna hakim olmakla kalmayıp, pozisyon da bulabiliyor.

Bir çok oyunda, dört kişiyle bile orta sahayı eline geçirmeyi başaramayan Sarı-Lacivertliler’in, üç kişilik orta alanla nasıl kazanabileceğini ya da üstün oynayabileceğini düşünüyordu acaba Daum! Yoksa Daum değil de, başkaları mı düşünmüştü bunu hafta arasında! Belki üç kişilik bir toplantıda...

Hala, “Güiza gitsin mi, kalsın mı” gibi abuk-sabuk sorular sorulacak mı medyada veya sokakta! Hala, “bu takımın santrforu Semih’tir” diyebilecek mi futbolun kitabını yazmış arkadaşlar!

Gökhan’a kim, “dur bakalım, nereye” diyecek peki! Elek, kevgir, süzgeç durumları, gelişerek ilerlerken her hafta! Hepsi bir kenara, üç sezon üst üste şampiyon olma iddiasındaki bir takımın stoperdeki alternatifi Önder hala!

29 Kasım 2009, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’N'oldu Kazım!‘’

İlk on dakikayı çıkarın, tamamen misafirin kontrolü ve baskısı altında geçen bir ilk yarı. Oysa, galibiyete en çok gereksinim duyan ve bastırması gereken yedi puan gerideki ev sahibi olmalı değil mi!

Fink, Alex’e kilitli ve eksik bir kişi Beşiktaş. Bu nedenle mi bocalıyor çıkarken acaba. Yoksa, Baroni ile Emre’nin müthiş baskısı mı kesiyor yollarını, orta sahada!

Baroni, Emre, Gökhan, Carlos göze batıyor, Fink’ten sonra, biraz İbrahim Üzülmez biraz da Ekrem sanki direnen karşı tarafta.

Penaltı verse Aydınus, kimsenin “gık” diyemeyeceği bir pozisyon var 19. dakikada. Gökhan’ın topa uzanan ayağına gelen Üzülmez darbesi; istemeyerek de yapılmış olsa, faul olarak değerlendirilmeli ceza sahasında! Ki, belki değerlendirse, çok şey değişirdi.

Aa! Fink, Alex’e kilitlenirken Fenerbahçe’yi de mi kilitliyor yoksa! Bir de gol attı yetmiyormuş gibi. Üstüne Emre de çıktı, misafir iyice bitti. “Biraz daha İbrahim Üzülmez, biraz daha Ekrem” derken...

Peki, Kazım Kazım, Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nün doğru yazılışını öğrendi mi! Hani bir parçalama konusu vardı ya maçtan önce, bu işler çeneyle olmuyormuş değil mi!

Tebrikler Kara-Kartal’a. Bir gün nasılsa galip gelecekti. Dünmüş o gün. Hatta bir gün Kadıköy’de Galatasaray bile sevinecek. Bu işler böyle sürecek...

Maçtan sonra rakiplerini tebrik eden Fenerbahçeli sporcular da, bu güzel manzarayı, sahadaki mücadeleleriyle desteklemeyi de ihmal etmeyecek!

22 Kasım 2009, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Okuyalım arkadaşlar!‘’

Ortadoğu Teknik Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Ankara Üniversitesi ve Dokuz Eylül Üniversitesi’nde; lisans, lisans üstü ve doktora yapmış, neredeyse okuyup öğrenecek bir şeyi kalmamış bir kişidir Işın Çelebi.

Devlet Planlama Teşkilatı, özel sektör yöneticiliği, Milletvekilliği, siyasi parti Genel Başkan yardımcılığı, Para Kredi ve Koordinasyon Kurulu başkanlığı, Anayasa Komisyonu üyeliği, Devlet Bakanlığı sorumluluklarını üstlenmiş, Galatasaray Spor Külübü onur üyesi ve son dönemde bu kulübün gayrimenkul ve stat işlerinden sorumlu yöneticisi olan, saygıdeğer bir kişidir de Işın Çelebi. Saydığımız kadarıyla son ikisinin adı ‘Siyasette Kilitlenme ve Çözüm’ ile ‘Ne Olacak Ne Yapmalıyız?’ olan beş eserin de sahibidir ayrıca kendisi. Aynı zamanda, Seyrantepe projesinin, en önemli emekçilerinden birisi...

Belki duyup, okumayıp, bilmeyeniniz vardır diye hatırlatma gereği duyduk, geçen hafta medyada yer alan bir haber, yine Sayın Çelebi ile ilgiliydi: Sarı-Kırmızılı kulübün gayrımenkul ve stat işlerinden sorumlu yöneticisi Işın Çelebi, gündem belirleyecek nitelikte açıklamalar yaptı. Radyospor’da Özgür Sancar’ın konuğu olan Çelebi, Fenerbahçe derbisiyle ilgili bir soru üzerine, “Kadıköy’deki her derbide çıkan olayları Türkiye kendi içerisinde çözmeli. Böyle zorbalıkla maç kazanmanın sonu yok. Bu yaklaşım Türk futbolunu geriye düşürüyor. Milli takımın Dünya Kupası’na gidememesinin nedenlerinden bir tanesi de sahalardaki şiddet ve terördür.”

Bu kadar görgü, eğitim, bilgi ve tecrübe birikimiyle ortaya çıkan bilimsel, kesin sonuç, ‘yıkın o stadı ve neredeyse kapatın o kulübü’ anlamına mı denk düşüyor yani! Türk futbolunun geleceği için tabii! Ee, basketbol ne olacak peki! Herhangi bir açıklama yok mu, şu Abdi İpekçi Spor Salonu’nda yaşanan son olaylarla ilgili!

Tamam, Beşiktaş’a gönül vermiş Adnan Polat bir özüre bile ihtiyaç duymadığını söyleyebilir, ancak ‘zorbalıkla maç kazanmanın sonu yok’ duruşu, yeni bir açıklama daha gerektirmektedir.

Şimdi yazacaklarımın konuyla ve Sayın Işın Bey ile ilgisi yok. Hemen hepiniz bilirsiniz, ‘Okumak cehalet alır.’ Gerisi tazminata girer ki, öyle bir para da biz de yok!

18 Kasım 2009, Çarşamba 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bir tek 'En Büyük' kaldı‘’

“Yıllar önce tribünleri ‘Cim Bom şampiyon’ diye inleyen Trabzonspor, sonra başkanı ‘Ligi Galatasaray kazansın, kupayı biz’ diyen Beşiktaş, en sonunda da başkanı, ‘Beşiktaş’ı tutarım’ diyen Galatasaray düştü en büyüklükten”

Cimbom-Kartal omuz omuza, yeniden vizyonda... Galatasaray Başkanı sıfatını taşıyan birinin son söylemi, kulübünün artık gerçek bir ‘en büyük’ olmadığının açık belgesi. Öyle değil mi ama! Benzerini Demirören ve kulübü için de yazmıştık yıllar önce. Büyük olduğunu iddia eden, hele aynı kategoride yarışırken, bir başka büyüğü desteklediğini ifade eder mi!

Kupa veya şampiyonlukla en büyük olunmaz
Çok yıllar önce tribünleri “Cim Bom şampiyon” diye inleyen Trabzonspor, sonra başkanı “Ligi Galatasaray kazansın, kupayı biz” diyen Beşiktaş ve en sonunda başkanı “Fenerbahçe karşılaşmalarında Beşiktaş’ı tutarım. Gönlüm onlardan yana” diyen Galatasaray da düştü ‘en büyük’lükten.

Zaten kupa ya da şampiyonlukla ‘en büyük’ olunmaz. İslam Çupi’nin söylediği kanıtlanıyor adeta “Fenerbahçe büyüklüğü ne şampiyonluk, ne kupa büyüklüğüdür. Onun büyüklüğü başka bir büyüklüktür işte, adı konamaz”

Yazık, koskoca ülkede yine tek ‘en büyük’ kaldı, uzun yıllar önceki gibi. Yaklaşık yirmi sene öncesine kadar da hep öyleydi. Aslında iyi de oldu. Zaten Fenerbahçe Spor Kulübü almış başını gidiyordu. Yolu açık olsun. Tek başına yürümeye devam edecek anlaşılan, Fenerbahçe Spor Kulübü’ne gönül veren milyonlarla birlikte...

Bu arada, Fenerbahçeli Sami Gökgür, Galatasaraylı Tuncay Akkuş ve Beşiktaşlı Tolga Göksu kardeşlerim hiç birbirinizi şey etmeyin. Türkiye Lig Şampiyonlukları ise hesabınız veya iddianız, Milli Küme, Türkiye Futbol Şampiyonası ve Süper Lig toplamında; Fenerbahçe 26, Galatasaray 18, Beşiktaş 16.

Bunlara, Başbakanlık, Cumhurbaşkanlığı, Türkiye, Federasyon, Atatürk ve Süper Kupa’yı da eklerseniz; Fenerbahçe 48, Galatasaray 48, Beşiktaş 41. Hazır dalmışken T.S.Y.D, Donanma ve Spor-Toto gibi önemli resmi kupaları da es geçmezseniz; Fenerbahçe 65, Galatasaray 60, Beşiktaş 58.

Başlamışken Avrupa ve Balkan Kupaları’nı da katalım derseniz; Fenerbahçe 66, Galatasaray 62, Beşiktaş yine 58.

Oldu olacak, 1904-1959 arası ülkenin en önemli futbol organizasyonları olarak kabul gören İstanbul ve Cuma Ligleri, İstanbul Kupası ve Şildi’ni de hesaba katarak konuyu kapatalım isterseniz; Fenerbahçe 87, Galatasaray 79, Beşiktaş 74...

15 Kasım 2009, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ciddi ol Gökhan!‘’

Hey gidi Rumen futbolu! “Bir zamanlar maziye bak ne kadar şendik. Biz şu Fenerbahçe’yi, Galatasaray’ı nasıl rahat rahat yenerdik” diyenler, ilk Avrupa Ligi gollerine kavuştular 38. dakikada. Dün akşamın belki de en aymaz, en geniş, en burnu büyük adamı Gökhan Gönül sayesinde.

Karşılaşmanın başından itibaren, tek olumlu hareketi yoktu neredeyse. Karşısındaki gariban ya, ondan herhalde. Oysa dünyanın en basit oyunu bu. Nicolita ise en iyilerinden karşısındaki garibanların ve bu basit oyunu iyi evirip, çevirenlerden biri. Geçti, pas yaptı, girdi, çıktı Gökhan’ın savunduğu kanattan istediği gibi; sonunda da golü attırdı. Henüz gruptan çıkma garantisi alamayan, bu nedenle tribünleri daha bir heyecanlı olan Sarı-Lacivertliler, farktan söz edeceklerken bir anda dondu, kaldı. Hadi, “donup, kaldı” demeyelim de “keyifleri kaçtı” cümlesi ile ifade edelim...

Ne gereği var ukalalığın, laubaliliğin. Çık, ciddi ciddi oyna, rahat rahat kazan, gücünü hissettir, zamanını ve parasını harcayanlara saygı göster, sonra da keyfine bak Beşiktaş maçına kadar.

Galatasaray karşısındaki kadar abartmana da gerek yok! Onun yarısı kadar ciddi olsan da yeter. Biraz kaale al Volkan, Lugano, Bilica, Baroni, Emre ve Büyük Usta gibi. Önce ikinci, üçüncü gole ulaş, sonra ukalalık yap, sağ kanatta kevgir olmadan. Andre gibilerini değil, ciddi futbol emekçilerini örnek al kendine...

06 Kasım 2009, Cuma 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Güiza iyi çocuk!‘’

Güiza iyi çocuk; yüzünden, gözünden belli. İyi de sporcu, hem kondisyonu hem beyefendiliği yerinde. Allah’ı var, oraya, buraya koşturup duruyor, formayı giyince. Tabii iş değişiyor, Fenerbahçe’deki randımanı dikkate alınıp “İyi bir golcü mü?” deyince. Bırakın ‘iyi bir golcü’ sıfatını ‘iyi bir forvet’ mi sizce? Topu rakip sahada ve özellikle tehlikeli bölgelerde tutabilmek değil mi, en önemli görevlerinden biri günümüz futbolunda forvetlerin! Peki, bu iyi çocuk, hangi oyunda topu rakip sahada ve tehlikeli bölgelerde gereğince tutabildi ya da ne zaman tutacak yeterince? Balık kavağa çıkınca mı! Biz mi anlamıyoruz bu işten, eşimiz, dostumuz, arkadaşlarımız, paylaştıklarımız, konuştuklarımız da mı? Yoksa, Güiza şaka mı!
***
Gerçekten müthiş bir penaltıydı Carlos’un Cangele’ye yaptığı! Ne güçlüymüş sağ elinin parmakları! Gerçi hareket dışarıda başlamıştı ve tutmasına rağmen düşüremedi bile ama, harbi penaltıydı! Daha böyle onlarca penaltı göreceğiz ligimizde! Görmezsek ya biz adam değiliz ya da böyle penaltı vermeyenler! Çok haklı, bu dokunuşa “penaltı” diyenler! Hep verilir bu tip pozisyonlara penaltı zaten! Böylece arayı açıp gidemez bir takım ve reytingler, tirajlar düşmez ilgisizlikten! Alkışlar, tabii ki futbolumuzu yönetenlere! Ayrıca Erman Hoca’yı da kutlarız, yorumunu izledik yayıncı kuruluşta yine!
***
Erman Hoca’dan söz etmişken geçen haftadan bir borcumuz vardı kendisine. Maraton programının sonuna doğru sabahın ilk saatlerinde kurduğu, “Benim rektörümün, öğretim üyemin, eski generalimin başını bastırıp arabaya sokacaksın, sonra eşkiyayı törenle karşılayacaksın: Hadi Lan!” cümlesiyle tercüman olmuştu hislerimize. Ağzına sağlık Erman Toroğlu, bak bu yorumun doğru. Bizden de bir “Hadi lan!” böylelerine.
***
Diyarbakırspor, Galatasaray karşılaşmasına ya çıkmayacakmış ya da PAF takımıyla çıkacakmış. Böyle bir tepki koymalarının başlıca nedeni ise, hakemlerin önlerini kesme çabalarıymış! Diğeri ise, tribünlerin aleyhte tezahüratları. Mesela, “Kahrolsun PKK” diye bağırmak, ırkçı yaklaşımmış. Peki “Diyarbakırspor kürt milletinin takımı” demek nasıl bir yaklaşım ya da sahaya 14 metrelik Türk bayrağı ile çıkma sevdası neden! Bu işte bir terslik yok mu Sayın Çetin Sümer!

03 Kasım 2009, Salı 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Tek neden Güiza‘’

Kalecin 35 metreden gelen topa sahip olamayıp içeri kaçıracak, iki forvetin neredeyse her pozisyonda ofsaytta kalacak, sen kalkan bayraklar veya Kazım’ın omuz ve göğüs faullerini bahane gösterip ortalığı yıkacaksın. Hadi, tribündeki taraftarsan belki yaparsın ama, kulübede teknik adamsan, komik durumlara düşer ve ayıplanırsın.. Ve ne yazık ki, çok düşüyor bu durumlara Tolunay Hoca...

Ya forvetlerinden biri Güiza olsa! Bıkkın, sıkkın görünümü bir tarafa, basit ofsaytları başka tarafa, ayağındaki topları rakibe kaptırışları bir tarafa, topun ayağında ya da önünde olduğunun farkında bile olamadığı pozisyonlar bir başka tarafa. Sabır taşı olsa çatlar yaa! Sahadakilerden ve yakınındakilerden Emre ve Kazım da çatladılar zaten bir ara. Ver Güiza’ya top rakibe geçsin, üzerine gelsin bir kez daha. Ortaya koş, geriye koş, mücadele et, kazan ve yine ver Güiza’ya yine koş. Offf! Bu ne sabır ve teknik görüş, helal olsun onu 90 dakika oyunda tutan Daum’a!

“Çıkar Güiza’yı, al Özer’i arkaya, Kazım’ı öne” diyesi geliyor insanın da, bizim işimiz değil ki. Andre sevdası da bir başka ilginç Daum tercihi. Gaziantep’te bile ders almamış belli ki!

Tamamen ev sahibinin kontrolünde, bu kez ofsaytta çok kalınmadan geçirilen bir ikinci yarı ve muhteşem (!) bir penaltı, berabere...

İlk nedeni beraberliğin, onca orta ile pası es geçen ve bırakın onun için mucizevi bir şey olan gol atmayı, topu ileride tutmayı bile beceremeyen Güiza

02 Kasım 2009, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI