Arama

Popüler aramalar

‘’Kim tutar!‘’

Gökhan Gönül, iki rakip, bir de kendi takım arkadaşı yerde yattığı halde, topu dışarı atmadığı için özür diledi herkesten...

Niye? Başından sakatlanan yok! Allah korusun, kafası patlayan, dili dönen de yok! Futbol oyununun doğal sakatlıklarından birinin yaşandığı bir an. Takımının en iyisi Aydın’ın, art arda iki mükemmel hamle ile kesmek üzere olduğu bir Fenerbahçe atağının devamı ve hâlâ gol atma şansı var Sarı-Lacivertliler’in. Zaten tribünlerdeki on binler de bunun için orada. Alex de, bunun için ceza sahasında... Yine Allah korusun, ayağı kırılsa birinin ve 30 saniye geç varılsa farkına, ne olacak; kangren mi? Siz de, biz de oynamadık mı bu oyunu asfaltından çimine, her türlü zeminde? Kırılmadık yerimiz mi kaldı? Burundan, tarağa... Kim durdu, bekledi bizi! Niye beklesin, hızını almış ve durumu uygunsa; kaleci değilse yerde yatan, kale boş değilse yani! Kırılır, kopar, atar; hayat-memat meselesi değilse, sen de devam edersin oynamaya... Böyle sürerse sahte centilmenlik gösterileri, cılkı çıkacak bu oyunun yakında! Kumda oynanacak ileriki zamanlarda! İyi ki sadece ayaktopu bizdeki! Düşünsenize bir de ‘Amerikan futbolu’ olsa!

*****

Bir olimpik oyunda ve en üst düzey bir Avrupa organizasyonunda, ilk kez final oynama başarısı göstererek Türk sporseverinin gururunu okşayan, Sarı Melekler’e, sponsor Acıbadem’e ve tabii ki Fenerbahçe Spor Kulübü’ne ne kadar teşekkür etsek az. Ne var ki, iyice borçlandılar artık bize! Finali yaşatıp, hoplatıp, zıplatıp sevindiren, sonunda kâh gururdan kâh hüzünden ağlatanların, bu kupayı getirmesi farz oldu ülkemize. Tabii, sadece bayan voleybol da yetmez artık kimimize. Bunun erkekleri de var, bayan-erkek basketbolu da var. Futbol için o kadar kasmaya gerek yok! Onun için daha birkaç ve belki daha fazla sene var. Önce her sezon Şampiyonlar Ligi’ne kalıp, bunu bir gelenek haline getirebilmek var. Bir, iki, üç, dört... Alt-yapı, alışkanlık, tecrübe, gelenek, bir bakarsın Fenerbahçe Spor Kulübü, saygı duyulan bir Avrupa markası olarak futbolun içinde de var... Takım sporlarında kısa vadede ve sıkça Avrupa finalleri yaşayabilmek için, voleybol ve basketbol en uygun branşlar. Bunu kafaya takanı ya da bu yola baş koyanı kim tutar...

08 Nisan 2010, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Yaşasın melekler‘’

Çok kalabalık başladı Fenerbahçe karşılaşmaya. Yaklaşık 50 bin kişiyle sahadaydı ilk dakikalarda. Hal böyle olunca da bir çok pozisyon çıktı ortaya. Genellikle ortadan, Alex’le Güiza’yla...

Özer’le Mehmet, oyuna daha fazla giremediklerinden, bu hareketlilik umulan erken bereketi getirmedi. Başta Mehmet olmak üzere, her iki kanat oyuncusu hücum gücüne yeterli katkıyı veremezken, top kayıpları da, Andre ve Gökhan Gönül’ün başına dert açan nitelikteydi.

Selçuk ve Emre’nin amansız mücadele ve baskısı ise, Sarı-Kanarya’yı rakibi karşısında etkili kılan en önemli özelliğiydi. Savunmada da, Lugano ve Bilica ikilisinin mücadelesi, başta Makukula olmak üzere Kayseriporlular’ı bezdirecek cinstendi. Top Fenerbahçe’deyken ortaya çıkan Gökhan Gönül ve Andre farkı ise, iki takım arasındaki diğer önemli meseleydi. Gökhan’ın hem Mehmet Eren’e engel olup hem de takımını atağa çıkarırken verdiği katkı takdire değerdi.

‘Büyük Usta’ yine fazla devreye girmedi ve sadece iki asistle karşılaşmayı bitirdi. Ancak birinci asisti öncesi durduğu yer, son haftalarda pek çok maçta rastlanıldığı gibi, ofsayt bir vaziyetti! Fenerbahçe’nin başlangıcı ofsayt bir gol atması, hiç kuşku yok, akşamın en hayret verici gelişmesiydi!

O aralar, Melekler de Cannes’da Türk spor tarihine geçmekteydi. Helal olsun bu ilk finali Türk sporuna yaşatanlara. Helal olsun Acıbadem’e...

05 Nisan 2010, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’İnsan...‘’

İnsan düşünüyor, “ebedi dostların 362. randevusundan geriye ne kaldı” diye: Volkan’ın son saniyelerde, topu kaba etinin sağ yanıyla stop edişi. Güiza’nın tabanı ile yaptığı hareket nedeniyle sarı kart görmeyişi. Lugano’nun ‘küçük Co’ya yaptığı hareketin penaltı gerektirişi. Derbi galibi Fenerbahçe’nin rakip kaleye doğru dürüst gidemeyişi. Andre dos Santos’un soyunma odası yolunda, üzerinde atlet varken, elini şortunun içine sokuverişi...

İnsan garip hissediyor: Birileri “Carlos’un Kayseri’de, Lugano’nun Sami Yen’de yaptığı penaltı, Kadıköy’de Andre’ye yapılan ise, penaltı değil” deyince! Trabzon’da Keita’nın yaptığı ile ilgili video görüntüleri varken, yine birileri Andre’nin saliselik fotoğraf karesi ile aşırı ilgilenince! Mehmet’in, Keita’nın yüzünü yalayan kolu ‘sarı’ olup da, Servet’in Güiza’nın suratında patlayan ‘Osmanlı’sı görülmeyince! Deniz’in, Kadir Topbaş’ın Belediye Başkanlığı’nı yaptığı İstanbul maçında sayılmayan golünü aklına getirip, sonra birilerinin attığı ‘ofsayt oğlu ofsayt’ goller sayılıp, hiç dile getirilmeyince! Üç kişinin birden ‘ofsayt’ olduğu bir pozisyona, karşı taraftaki ‘yardımcı’ “devaam” deyince! Güiza neredeyse gol atacakken, bu kez bu taraftaki ‘yardımcı’ buna engel olduğu halde, konu edilmeyince!

İnsan şaşırıyor: Kadıköy’de kim bilir kaç akşam ıslıkladıkları Selçuk Şahin’in golüyle kendilerinden geçen Fenerbahçeliler’i görünce! Bir futbolcu eskisi, Alex’in sırtına en az 30 metreden isabet eden, içi su dolu 500 gramlık şişe için, “bu pet değil mi, demirden mi yapılmış” deyiverince! Bu, çok açık ve net bir geleneksel derbi olmasına rağmen, bu konuda defalarca yanılmış olanlar, hâlâ iddialı ve küçümseyici tahminler verince! Ve yine aynı kişiler, yine aynı sondan sonra, gevrek gevrek konuşmaya devam edince!

İnsan üzülüyor: Arda gibi, büyük umutlar beslenen bir futbolcu, o halde sahaya sürülünce! Arda gibi, genç yaşına rağmen tecrübe sahibi olmuş bir profesyonel kendini ‘büyük kurtarıcı’ olarak görünce! Arda gibi bir kaptan, bir 362. randevu için kendini umursamazca ve bir işe yaramayacağını bile bile riske edince!

01 Nisan 2010, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Futbol bayramı!‘’

İlk yarısı, beklenenin çok gerisinde kalan bir derbi... Lugano, Andre, Selçuk, Alex bir tarafta, Neill, Topal, Elano, Jo diğer tarafta biraz azimli, hareketli...

Sahanın en göze batan kişiliği, bir garip sporcu Keita ise, her zamanki gibi art niyetli. Biri şu adamı uyarmalı. Çünkü, bu garip sporcu, artık kişiliğiyle değil yetenekleriyle konuşulmalı...

Çok etkisiz eleman var her iki tarafta da, ancak Özer, Vederson ve Güiza, etkisizler söz konusu olduğunda, Caner, Sabri ve Keita’dan da önce anılmalı.

İkinci yarı başlayıp Sabri’yi biraz ileride görünce “hah dedik” Rijkaard takımını engellemeyi bırakacak bu devrede.

Hani o, saldıran, boğan Galatasaray’ı seyredeceğiz Ali Sami Yen’de...

Olmadı! Ne kanatlardan, ne ortadan, ne de herhangi bir başka koordinattan Galatasaray etkili olamadı. Yine stres yüklüydü Sami Yen’de suretler, herhalde biraz bundan Sarı-Kırmızılılar futbol oynayamadı...

Fenerbahçe’nin böyle bir niyeti de yoktu zaten. Çıkmış onbir kişi sahaya, formalarını gösteriyor sadece. Yürüye yürüye, salına salına, güle oynaya. Tüm umutlar bağlanmış, yine Sarı-Lacivert çubuklu formaya...

Rakip kaleye şut çekmeye bile niyeti yok Sami Yen’deki Sarı-Kanaryalar’ın. Güiza’nın var da, hali ve top kontrolü yok. Değil mi ama; önce tutacaksın ki sonra vurabilesin...

Selçuk da aynen öyle yaptı işte. Tuttu, baktı, vurdu. Franco tutmak isterdi tabii ama, tutamadı gol oldu...

Futbol bayramı, yine Fenerbahçeliler’e kutlu oldu..

29 Mart 2010, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kupaya yakıştı!‘’

Sürekli oluşturduğu, hani “ideal” denilen onbirinden bir çok kişiyi sahaya sürmedi dün akşam Reha Kapsal. Türkiye Kupası yarı final ilk maçında üstelik. Yani, üç maç oynayıp kazanma olasılığı bulunan bir üst düzey organizasyonun turunda... İşte bu kupaya verilen değerin en güzel örneği. Boşuna söylemiyoruz sürekli “bu kupanın tek özelliği, Fenerbahçe’nin yıllardır kazanamıyor olması” diye. Bir kapak durumu daha yani, bu konuda bize hak vermeyenlere!

4-3-3 oynuyor Manisaspor, ağır, sakin ve pek üretken de değil. Rakibine sahanın herhangi bir bölgesinde baskı kurmuyor, hatta bunu aklına bile getirmiyor sanki. Bu nedenle çok rahat, zaten ayağına hakim çok oyuncusu bulunan, ağır, sakin Fenerbahçe. Alex, kendi ceza sahasının önünde rakibine çalım atabilecek kadar rahat mesela. Topla oynama yüzdesi, tabii ki uzak ara.. Ve futbolsuz, pozisyonsuz maça yakışan bir gol sonunda! Orkun’dan Güiza’ya hediye! Sonra da, Andre’den Devid’e hediye; kimbilir, belki de eskiden iyi bir futbolcu olduğunu hatırlar diye!

Sıkıcı işte; başından sonuna! Gitsen de olur, gitmesen de, seyretsen de olur seyretmesen de! “Alex’i seyretmek için gittim” diyen bir pişman, “Özer’i seyretmek için gittim” diyen bin! Ortası, kenarı, mücadelesi, kalını, incesi bulunmayan, sıradan bile olmayan zevksiz bir akşam. Yani, tam da kupaya yakışan...

25 Mart 2010, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kapak!‘’

Eğer 4. dakikada, Serdar’ın ceza sahası içinde Andre’ye yaptığı faul değilse, 14. dakikada Andre’nin yine o bölgede Tolga’ya yaptığı niye faul? Ya da, 16. dakikada Beto’nun Bilica’ya yaptığı nasıl faul! Bu ne yaman çelişki, Kuddusi?

Birincisi Fenerbahçe lehine verilmiş bir penaltı kararı olacak diye mi, yoksa!

Fenerbahçe lehine penaltı düdüğü çalmak ayıpsa, söyleyin bunu delikanlıca da, tribündekiler zıvanadan çıkmasın sıkça!

“Ayıptır, yazıktır, günahtır” da denilebilir tabii. Ancak, en net ifade şekli; haksızlıktır...

Bize kapak takmak için çok uzun bekledi ‘Maşallah Güiza’. Ancak sağlam taktı doğrusu! Ne döndü top öyle yaa! Kafayı kaldırdı, baktı ve çaktı. Mahmut bile kurtaramadıysa bunu, zaten kimse kurtaramaz. Böyle bir kaç kapaktan da bize bir şey olmaz...

Alex iki haftadır cezalıydı ya, dün akşam maç olduğunu unutmuş olsa gerek! Hiç bu kadar futbola yabancılaştığını görmemiştik ‘Büyük Usta’nın, geride bıraktığı 249 karşılaşmada...

Gaziantepspor da Alex gibiydi. Var gibi durmasına rağmen yoktu aslında. Sonunda üç golcüsünü de sahaya sürmesine rağmen, genellikle orta alanda kaybolup gitti. Volkan Demirel sahanın en şanslı ve mutlu kişisiydi...

Fenerbahçe’nin penaltısını vermeyen Kuddusi, Emre’yi atamadı hak ettiği 42. dakikada. Bir sarı İvan’a, kırmızı Emre’ye, faul Fenerbahçe lehine. Yine doğru düdüğü çalamadı, yaptığı yine son derece büyük bir hataydı. Onunla başlamıştık, onunla bitirdik. Dün akşam Kuddusi’ye kenetlendik...

21 Mart 2010, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Fenerbahçe neden mutsuz ve umutsuz ki!‘’

Sezonun üst düzey futbol maratonu, 16 Temmuz 2009’daki Tobol-Galatasaray karşılaşmasıyla başladı. Avrupa Kupası, Süper Kupa, Süper Lig ve Türkiye Kupası organizasyonları dahilinde, 15 Mart 2010 akşamı oynanan Denizlispor-Beşiktaş lig mücadelesi, sezonun 328. üst düzey karşılaşmasıydı... Bu sürede, Avrupa Kupası’na ikinci ön eleme turundan başladığı için, en çok maç yapan takım olan Galatasaray 46 resmi maç oynadı ve bunların 7’sini kaybedip 29’unu (ikisi hükmen) kazandı. Beş kupa hedefi ile yola çıkmış olmasına rağmen, şu anda tek kulvarda, ancak neşesi son derece yerinde olarak, yoluna devam ediyor Yine sadece tek kulvarda, ama son derece mutlu ve umutlu olarak yoluna devam eden Beşiktaş ise, 36 resmi karşılaşma oynadı. Bunların 12’sini kaybedip sadece 17’sinde (ikisi hükmen) sahadan galip ayrıldı.

Her zaman başarısızların önde gideni olan ve bu başarısızlık nedeniyle şu sıralar olağanüstü kongreye gideceği yazılıp, söylenen Fenerbahçe ise, bu sezonki 44 resmi futbol karşılaşmasının 10’unu kaybedip 27’sini (biri hükmen) kazandı. Sezonun kupa kazanan (Süper Kupa) ilk ve henüz tek takımı olarak, hâlâ iki kulvarda, ne var ki son derece mutsuz ve umutsuz bir şekilde yoluna devam ediyor... Bunlar veriler. Yorum size ait.

İster Fenerbahçe’nin popülaritesine, ister Fenerbahçe hasetine, ister Fenerbahçe gıcıklığına, ister hayranlığına, ister Aziz Yıldırım düşmanlığına bağlayın; mutlular ve umutlular ile mutsuz ve umutsuz arasındaki ilişkiyi ya da farkı...

Ki sadece futbol oyunuyla ilgili yukarıda yazılanlar. Her zamanki gibi öncelik bayanlara ait olmak üzere; voleybol, basketbol, atletizm, kürek, boks, yüzme, masa tenisi ve yelken branşları ile ilgili, uzak ara bilgiler yok işin içinde. Gerçek bir spor kulübü ya Fenerbahçe, diğerlerinden çok farklı biçimde...

FENERBAHÇE
OrganizasyonOGBM
Süper Lig251546
Türkiye Kupası64-2
Resmi Kupalar11--
Avrupa Kupaları12732
Toplam4427710

BEŞİKTAŞ
OrganizasyonOGBM
Süper Lig251564
Türkiye Kupası41-3
Resmi Kupalar1--1
Avrupa Kupaları6114
Toplam3617712

GALATASARAY
OrganizasyonOGBM
Süper Lig251654
Türkiye Kupası7511
Avrupa Kupaları14842
Toplam4629107

18 Mart 2010, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Yetersizler!‘’

Futbolsuz ve tatsız bir ilk yarı. Ev sahibinin tek pozisyonu, hatta doğru dürüst denemesi bile yok. Fenerbahçe’nin ise, 22. dakikadaki Bilaca mucizesi var sadece. Koca bir kale ve top önünde, üstelik kaleci de yerde. Güiza kaçırmış olsaydı bunu, neler yazardık kimbilir!

32. dakikada, İlhan’ın arkadan müdahalesiyle Gökhan Ünal yerde. Galiba pozisyon da ceza sahası içinde. Klasik bir karar, söz konusu Fenerbahçe ise:

Devam... Thomas Doll ne kadar da kızdı hakeme! Tabii, o görevini kusursuz yaptığından her daim, hakkıdır başkasının hatasına sinirlenmek! Ne de olsa şiir yazıyor takımı, yeşil zemin üzerinde! Deivid gibi, Vederson gibi, Baroni gibi, Mehmet gibi, Gökhan Ünal gibi; şair olmuş, şiir yazıyor yeşil sahada birileri...

İkinci yarı, birincisinden de zevkli! Bir futbol resitali ki, sormayın gitsin! İki uzak Aykut şutu, başka da bir şey yok, abuk-sabuk denemeler dışında her iki takımda da. Hele Fenerbahçeliler’in o azimsiz yüzleri, kırılgan tavırları Volkan, Lugano ve Emre dışında...

Hakem belki bir penaltıyı es geçti el-klasiko ve bir açık kırmızıyı göstermedi Aykut’a! Ancak en az da üç sarı kartı es geçti; kabak gibi, açıkça! Aykut’un kırmızılık falüne az sonra yanıt veren Gökhan Gönül, rakibinin suratına kolunu yapıştıran Andre ve faül kazanmak için kendi yere bırakan Emre sarı görmeliydi mutlaka.

Ki, Emre’ninki ikinci sarıdan kırmızı olurdu. Tıpkı sarı kartı varken kendini yere atan Harbuzi’nin görmediği gibi... Hem gol hem de futbol olmayınca bu oyunda hiç tad alınmıyor tabii. Hadi, Doll’un Gençler’i zaten son derece başarısız bir takım, ya Fenerbahçe’nin hali!

14 Mart 2010, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI