Arama

Popüler aramalar

‘’Ayarlar mı bozuluyor?‘’

Fenerbahçe açısından sezon hayli dalgalı geçiyor doğrusu. Başlangıç noktası ile şimdi arasında elbette bir fark var. Lakin Antalya ve Amed maçları bize kazanımların harcandığını anlatıyor sanki. Ekim ayından itibaren Souza-Topal ikilisi ile takım savunmasını başka bir boyuta taşıyan Pereira’yı bu süreçte en çok kızdıran şey de takımın hızla fabrika ayarlarından uzaklaşması sanırım. Bu takım ligin hücum edilmesi en zor takımıyken son iki resmi maçta tam 7 gol yedi. Antalya maçı, Kjaer’in yokluğuna indirgense de sorun kesinlikle hücum planında gizli.

Santrfor yalnızlığı!

Fenerbahçe’nin kanat forvetleri top hakimiyetini yitirdikçe, santrfor yalnızlığı derinleşiyor. Görünürde bir servisçiyle oynamadıkları için Nani, Markovic ve Volkan, sorunu dripling ile çözmeyi deniyor. Her başarısız girişim Fenerbahçe forvetlerini ekstra geri koşturuyor ve reaksiyon sürelerini uzatıyor. Oysa bu takım kaybettiği topu en çabuk sürede kazanan takım olduğu için ligin en az yiyeniydi. Beşiktaş bu işi Oğuzhan ve Sosa’nın yüksek servis özellikleri sayesinde çözdüğü için topu savunmasından uzakta tutuyor. Bir nevi en iyi savunma hücumdan başlar mantığı. Fenerbahçe’nin bu sorunu çözmesi için Amed maçı önemli bir fırsata dönüşebilirdi. Cezalı olan Souza ve Topal’ın Kasımpaşa maçında olmayacakları düşünüldüğünde Meireles-Diego’lu çözümün merkezde ne sonuçlar vereceğini görmek mantıklı bir seçenekken Portekizli hoca Souza ile maça başladı. Bu, küçük bir detay gibi görünse de, aslında sezonun kalan bölümünü derinden etkileyecek büyük bir ayrıntı.

Alper’deki şaşırtıcı değişim

Bazen bir pozisyon çok şey anlatır. Alper’in, Ersun Yanal dönemindeki gelişimi dikkat çekiciydi. Halihazırda da varlığı çoğu zaman Fenerbahçe’nin ön alanda kalma süresini artırıyor. Fakat dün Fernandao’nun attığı golden önce ‘Bir kontratak nasıl oynanmaz’ı uygulamalı gösterdi. Zemin bu kadar kötüyken toplu koşu en istenmeyecek şeydir. Topla vedalaşma süresini ayarladığını düşündüğümüz için ismini sürekli gelişimle andığımız bir oyuncunun böylesi bir görüntünün öznesi olması çok düşündürücü gerçekten.

10 Şubat 2016, Çarşamba 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Eto'o bir bilgisayar virüsü gibiydi‘’

Ticaretin 10’da 9’u cesarettir. Bunu sıklıkla futbola da uyarlarız. Vitor Pereira’nın zaman zaman aşırıya kaçan garantici oyun anlayışı dün geceye kadar Fenerbahçe’yi hücum edilmesi zor bir takım haline getirmeye yetmişti ama Eto’o ve takımı Portekizli hocanın kalıplaşmış garanticiliğini tuzla buz etti. Fenerbahçe’de Eto’o’nun yaptığını yapacak, ‘bu takım benim takımım’ diyerek inisiyatif alacak bir tane oyuncu yok. Fenerbahçe yüksek egolu oyuncularıyla yönetilmesi zor bir takım. Hoca da sezon başından beri türlü ego çatışmalarıyla uğraşamayınca merkezde Souza-Topal garanticiliğine gidip nasılsa yemiyoruz şemsiyesinin altına sığınıverdi. Pereira’nın haklı olduğu nokta az değil ama bu takım hücumda tat vermiyor diyenlere ‘Futboldan anlamıyor, beni eleştiriyorsunuz’ kolaycılığına kaçmaktan daha fazlasını yapmak zorunda.

Tek sorun Kjaer değil

Kadıköy’de oynanan ilk Antalya maçında Eto’o ile sahanın her yerini dolaşan Kjaer, sezonun genelinde savunmanın bel kemiğiydi. O yokken Fenerbahçe defansı çok eksik. Antalya karşısında çok net görüldü ki; Sert, temaslı ve aklıyla oynayan Kjaer bir yana diğerleri öbür yana. Eto’o’nun attığı gol neyse de Danilo’yu kucağındayken döndüren Kadlec’i görünce Pereira, Kjaer’in varlığının nasıl bir nimet olduğunu anlamıştır sanırım. Ama Fenerbahçe’nin tek sorunu bu değil. Nani ile Markoviç, maçı neredeyse ceza sahasına girmeden bitirdi. Bu ikili arasındaki mesafe santrforu da yalnızlaştırıyor. Temel problem 10 numarasız oyun.

Eto’o bu yüzden saygın

Samuel Eto’o çok dominant bir karakter. Eto’o Antalya’nın santrforu olsa da ligin en iyi savunma takımına karşı ilk 25 dakikada takımını 2 net pozisyona soktu. Aslında attığı gol neden bu kadar saygın bir kariyere sahip olduğunun göstergesi. Alves faulü yaptığında ayakta kalıyor, başlıyor ve koşuyu yapıp dönen topu ölü noktaya vuruyor.

Eto’o ve takımı, bir bilgisayar virüsü gibi Fenerbahçe’yi bitirdi. Yıkılmaz denen savunma duvarını aştılar, tüm güvenlik açıklarını gözler önüne serdiler.

06 Şubat 2016, Cumartesi 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Tribüne değil tabelaya oynuyor‘’

Sanat sanat için midir, toplum için midir? Lise yıllarımızda edebiyat münazaralarının vazgeçilmez konusuydu. Fenerbahçe’nin oynadığı futbol da tribünler için benzer bir münazara konusu olmaya aday. Vitor Pereira uzun zamandır takımının futbolunu tribünlere göre değil, tabelaya göre dizayn ediyor. Çok pozisyona girmiyor, çok pozisyon vermiyor, iyi savunuyor, görece az atıyor ama kazanıyor. Pereira şimdilik bu münazaranın kazananı gibi duruyor.

Markovic destek almalı

Lazar Markoviç, hızıyla Fenerbahçe’nin en etkili oyuncusuymuş izlenimi veriyor. Futbolu, tabeladan ziyade tribünleri heyecanlandırıyor. Fakat Markovic’in küçük bir sorunu var; oyunun yönünü driplingle uçtan uca giderek değiştiriyor. Fenerbahçe, son

5 sezondur oyunun yönünü pasla değiştiren bir takım. Bu driplingiler iyi pas takımlarının düzenini bir noktadan sonra olumsuz etkiler. Böylesi bir hızı disipline etmek, etkili bir hücum silahına dönüştürmek için Ozan ya da Diego’nun desteğine ihtiyaç var. Ona duvar olacak, topla kat ettiği mesafeyi kısaltacak ve Markovic’i topsuz koşturacak bir oyun zekası Fenerbahçe’nin hücumunu siyahtan beyaza değiştirir. Yoksa Lazar’ın bu enerjisi tabelaya değil tribünlere yarar. Fenerbahçe hücum edilmesi en zor takım olsa da Pereira kronik santrafor yalnızlığına çözüm bulmak zorunda. Rize’ye karşı özellikle ilk yarıdaki baskı oyununda Fernandao toptan o kadar uzak kalıyorsa bu çözüme muhtaç bir problemdir. Anlaşılan o ki, Topal ile Josef yer yarılsa gök delinse hocanın vazgeçilmezleri. O halde Josef, Ozan veya Diego oyun merkezini 10 metre öne taşımalı.

Karaman’ın oyunu!

Hikmet Karaman, Fenerbahçe’ye karşı hücumcu Sercan Kaya’yı sağ bek, takımın kadrolu sağ beki Orhan’ı da önünde başlattı. Hasan Ali’yi orta çizgide tutarak Volkan’ı desteksiz bırakmayı planladı. Ama futbolun yazılı olmayan kuralı yine işledi. Hücum oyuncuları savunma yaparken ceza sahası içi reflekslerini tersten işletirler. Penaltı almaya alışık bünye savunmadayken çok kolay penaltı yaptırır. Sercan’ın ilk penaltısı tartışılır ama ikincisinde top ele çok net çarpıyor. Bu iki penaltı Rize’nin zaten sorunlu işleyen oyun dengesini alt üst etti. Koca ilk yarıda Rize takımı sadece 45 pas isabetiyle oynadı. Yani dakikada bir pas...

25 Ocak 2016, Pazartesi 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Yorulduk artık‘’

Ülkece en büyük sorunumuz bu oyunu hakem üzerinden görmek. Lakin hakem arkadaşlar da yangına körükle gitmeye bayılıyorlar. 35’te Fernandao’nun şutu Eskişehir ceza sahası içinde Sezgin’in açık olan eline çarpıyor. Çok net penaltı ama hakem Alper Ulusoy çalmadığı düdükle maçı kendi adına bitiriyor. Veremediği penaltı peşinden koşuyor resmen. 45’te Eskişehirli Emre Güngör ile Nani arasındaki pozisyona penaltıyı çaldı. Hayatımız böyle hakem düzeltmelerini izleyerek geçti.

Sanırım geçmeye de devam edecek. Hatayı hatayla kapatma bir hastalık, hakemzaafı. Alper Ulusoy, Kasımpaşa- Galatasaray maçında çizgiyi geçen topu görmediği gibi Mehmet Topal’ın Alparslan’ın ayağına bastığı pozisyonu da süzemedi. Alparslan’ı oyundan attı. Ulusoy, MHK’nın umut bağladığı ve yeni FIFA yapılan bir hakem. Ama dün iki taraf için de çok kötü maç yönetti, herkesi yordu.

Pozisyon sorunu

Futbol takımları için topun elayak yaktığı ‘matematik’ sezonu açıldı. Fenerbahçe, Eskişehir deplasmanında tabelayı parçalamış gibi görünse de pozisyonsuz oyunu üzerine konuşulacak çok şey var. Samet Aybaba’nın sol bek Anıl’ı orta üçlüde başlatması aslında ligin en iyi kanat hücumu yapan takımına karşı önemli bir savunma önlemiydi. İkinci yarıda Anıl’ın sol beke, maça sol bekte başlayan Kaan’ın da sağ öne geçişiyle Fenerbahçe’nin zaten sorunlu olan hücum performansına ekstra bir darbe daha geldi. Alparslan atılana kadar bu plan iyi tuttu.

Kjaer’in durduğu yer

Sezona iyi başlayamasa da performansını her geçen gün artıran adam Simon Kjaer. Dün sahada oyun zekası da fiziksel seviyesi de en üstte olan Fenerbahçeli’ydi. Hiç hata yapmadı, takımını arkadan itti. Fenerbahçe’de Kjaer’in durduğu yerde duran, onun kadar formda oyuncu sayısı artmalı. Hali hazırda zor hücum edilen bir takım Fenerbahçe. Vitor Pereira, bu cümleyi ‘savunulması en zor takım’ haline getirene kadar hücum planları üzerine ekstra kafa yormalı

19 Ocak 2016, Salı 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Selçuk'u da oynatır‘’

Donk, geçen yıl ligden düşen Balıkesir’den bile fazla gol yiyen Kasımpaşa’nın stoperiyken, 6 ayda Rıza Çalımbay’ın doğru kadro mühendisliği sayesinde arkasına Titi ve Omerou’yu (Bozhikov) alarak ligin en verimli 6 numaralarından birine dönüştü. Galatasaray’da fark yaratması için Melo’dan sonra orta alan baskısının ne demek olduğunu hatırlatması şart. Ama, Denizli ve Muslera, Hollandalı’dan fazlasını bekliyor olacak. Galatasaray’ın sorunu hücumdan başlıyor. Ne Burak, ne Podolski, ne de Yasin ön alanda top tutan oyuncular. Onların hücumda kolay top kayıpları orta saha zayıflığıyla birleşince Galatasaray için zincirleme bir savunma zaafı doğuruyor. Kalesinden 70 metre uzakta kaybettiği bir topun Muslera’ya ulaşma süresi oldukça kısa. Bu da Galatasaray’ı, kalesine kolay şut çektiren takım haline getirirken, Muslera’yı en çok kurtarış yapan kaleci kategorisinde zirveye taşıyor. Bu belki Muslera’nın CV’si için iyi bir istatistik ama Mustafa Denizli için büyük kriz habercisi.

Genetiğine uygun model

Donk’un öncelikli olarak zor top kaybeden oyuncu özelliğini sürdürmesi şart. Böylelikle Selçuk’un orta yayın ötesinde kalma süresini artırabilir ve önceki 4 sezonda hücum bölgesine en çok top gönderen oyuncu olma özelliğini hatırlamasına yardımcı olabilir. Bu da Galatasaray’ı genetiğine uygun oyun modeline hızla yaklaştırır.

09 Ocak 2016, Cumartesi 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bu gurur Arda'nın‘’

Nihayet 6 aylık hasret bitti, Messi’nin takımında Arda’yı izlemek için koca bir ülke dün gece seferber oldu. Arda, Espanyol’a karşı iç sahadaki kupa maçına beklendiği gibi Rakitiç’in yerinde İniesta’nın yanında, Bousquets’in önünde 4-3-3’ün sağ içinde başladı.

Neymar-Suarez çok formda olsalar da Barcelona hâlâ İniesta ile Messi’nin takımı. Bundan kimse şikayetçi değil. Arda, Atletico’nun esas oğlanıyken şimdi yardımcı role rıza göstermek zorunda olduğunun farkında. ‘Sıkıştığında Messi’yi bul’ kuralını her Barcelonalı gibi o da ilk günden benimsedi. Tıpkı Sevilla’da Unai Emery’nin prensiyken Katalonya’da sıradan askere dönüşen Rakitiç gibi.

6 aydır oynamayan birine göre gayet iyi

Arda’nın orta saha enerjisi 6 aydır oynamayan birine göre gayet iyiydi. Oyun mottosu ‘hareket ve pas’ olan bir takımda ‘Bizim oğlan’ın zor top kaybediyor oluşu işini hayli kolaylaştırıyor.

Luis Enrique sezonun geri kalan bölümünde Arda’yı Rakitiç’le rotasyona sokacağa benziyor. 31 yaşındaki İniesta bu kulüpte kökleri olan bir adam ve hâlâ çok iyi. Rakitiç, Sevilla’dan geldiği günden beri fiziksel açıdan hiç sırıtmadı ama çok yardımcı rolde kaldı. Sanırım Enrique o pozisyonda Arda’nın yürekli oyununu ve lider ruhunu daha çok tercih edecek gibi.

07 Ocak 2016, Perşembe 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Umutsuz vaka değil‘’

Ortada Galatasaray adına büyük bir kriz var ama ‘umutsuz vaka’ demek doğru olmaz. Mustafa Denizli’nin buradan şampiyon olması için küçük çaplı bir mucizeye imza atması gerekiyor. Evet işi çok zor. Ama imkansız değil

Galatasaray çalkantılı bir ilk yarı geçirdi. Yaz dönemindeki yetersiz kadro mühendisliği ve ışık vermeyen oyun henüz ilk yarı bitiminde taraftarın önemli bir bölümünü ‘ağzıyla kuş tutsa şampiyon olamaz’ düşüncesine inandırmış vaziyette. Galatasaray için en tehlikelisi de bu. Ortada Galatasaray adına büyük bir kriz var ama ‘umutsuz vaka’ demek doğru olmaz. Mustafa Denizli’nin buradan şampiyon olması için küçük çaplı bir mucizeye imza atması gerekiyor. Evet işi çok zor. Ama imkansız değil.

Denizli’ye yardım gerek


Futbol takımları için sezonun ilk yarılarında önce kimya, sonra fizik en son matematik hesapları yapılır. Sezon başı transferlerden ve değişen antrenörlerden dolayı ilk iki ay ‘takım olma’ çabalarıyla geçer. Ekim-kasım gibi sezon başı yüklemelerin fiziksel yansımaları gözlenir. Ama kimse ekimden şampiyonluk ya da düşme hattıyla ilgili derin matematik hesabına girmez.

O yüzden sezonun ikinci yarılarını oynamak tecrübe gerektirir. Sanırım Mustafa Denizli’nin bu konudaki en mahir antrenör olduğunu söylemeye gerek yok. Denizli’nin Beşiktaş’ı 2008/09 sezonunun ilk yarısını 31 puanla 6. sırada bitirmesine rağmen kalan 17 haftada 40 puan toplayarak şampiyon olmuştu. Evet yapmışlığı var. Şimdi de rakiplerine ‘nisanda görüşürüz’ diyor.

Bu o kadar da kolay bir matematik hesabıyla çözülecek konu değil elbette. Temeli 2011/12 sezonunda atılan bu kadronun yarıştaki rakiplerine oranla sahip olduğu tecrübe de fazlasıyla Denizli’yi desteklemeli. İşe önce umutsuzluktan sıyrılarak başlamalılar.

Donk merkeze, Poldi sola, Yasin kulübeye


Galatasaray koca yaz dönemi yapamadığı kadro mühendisliğini bir aylık ara döneme sığdırmak zorunda. Donk büyük bir açığı kapatacağa benziyor. Ama sadece Donk yetmez. Bu takımın oyun rengini siyahtan beyaza değiştirmesi gerek. Podolski, doğma büyüme bir sol açık. Köln, Bayern Münih ve Arsenal’de orijinal pozisyonunda oynayarak 125 kez Alman Milli Takımı’nın formasını giydi. Geçen sezonu İnter’de Palacio’nun rotasyonunda tamamlayınca dengesi bozuldu, keyfi kaçtı. Galatasaray onun için EURO 2016’ya açılan bir kapı. Fakat burada da hiç beklemediği bir sürprizle karşılaştı. Hamza hocanın Yasin’in performansına kıyamaması sebebiyle kendisini bir sağ açığa dönüştürme fikrine soğuk baksa da itiraz etmedi. Buna rağmen tabelaya etkisi beklentileri karşıladı. Ama oyunun rengini değiştirmek için Denizli’nin daha fazlasına ihtiyacı var. O yüzden Poldi sola, Yasin hamle oyuncusu olarak kulübeye, sağ öne de yeni transfer çok mantıklı bir seçenek gibi duruyor.

Santrfor ve sağ bek şart

Galatasaray taraftarı Umut ile Sabri’yi istemediğini çok net ifade ediyor. Burak’ın sakatlıktan ne zaman döneceği bilinmez, Tarık’ın performansı yerlerde sürünürken Mustafa hocanın bu iki oyuncuyu gönderme ihtimali yok. Hoca, bu ikisini tutar ve önlerine iki transfer yaparsa kadroya derinlik kazandırmakla kalmaz takım üzerindeki umutsuzluğa da çare üretir.

Rakipler Arena’ya gelecek

Galatasaray geçen sezon ocak ayına derbilerden kazandığı 6 puanla girmişti. Aynı takım bugün sadece 1 derbi puanına sahip. Sarı-Kırmızılı takımı 2. yarıda önemli bir fikstür avantajı bekliyor. Akhisar hariç ilk 9 içerisinde yer alan rakiplerin tamamı TT Arena’ya gelecek. İş biraz da taraftara düşüyor. Şayet yüzde 30-40 olan seyirci kapasitesi geçen yılın seviyelerine çıkarsa Galatasaray’ın yarıştaki doğrudan rakipleriyle puan farkını kapatması ‘imkansız’dan zora iner.

Hücumcular şampiyon yaptı

Galatasaray son 4 yılda 3 kez şampiyon oldu. Terim ile iyi bir hücum takımıydılar. İlk yıl yeni kurulmalarına rağmen Ujfaluji etkisiyle komplike bir takım görüntüsündeydiler. Ama Terim’in 2. sezonunda stoper krizi Sarı-Kırmızılı takımı derin bir savunma buhranına sürükledi. Galatasaray yiyordu ama hep bir fazlasını atarak kazanıyordu. Hatta Terim’in Dani-Cris tandeminin uyumsuzluğunu anlatmak için, ‘Ne yapalım atıyoruz ama arkayı tutamıyoruz ki’ dediğini dün gibi hatırlıyoruz.

Hamza hocanın yarattığı fark

Terim sonrası yönetimin savunma kaygısı taşıyan Mancini ve peşinden Prandelli ile çalışma kararı 2011-12’de temeli atılan Galatasaray kadrosunun oyun genetiğine çok da uygun değildi. Hamza hocanın yarattığı düşünülen fark, sanırım kadronun karakterine uygun oyun modelinde saklıydı. Hamzaoğlu’nun Galatasaray’ı da tıpkı Terim’in takımı gibi savunarak değil hücum ederek şampiyon oldu. Sarı-Kırmızılı takımın, son 4 yılda elde ettiği 3 şampiyonluğun hücum karakterli hocalarla gelmiş olması dikkate değer bir veri olsa gerek. Şimdi herkes merakla Mustafa Denizli’nin çizeceği rotayı bekliyor.

46 puan almalı!

Ligimizde son 10 yılda şampiyon olan takımların puan ortalaması 75,8. Şampiyon olan takımlardan Fenerbahçe iki kez ilk yarı topladığı puanın altında kalarak şampiyon olmayı başardı. Ama 2010-11 sezonunun ikinci yarısında 49 puan toplayarak son yılların 2. yarı puan rekorunu kırmışlardı. Galatasaray’ın son 10 yılın ortalama şampiyonluk puan barajına ulaşması için minimum 46 puan daha toplaması gerekiyor. Ortada 51 puan var, imkansız değil ama gerçekten zor.

06 Ocak 2016, Çarşamba 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Tabelayı parçalayacakken...‘’

Fenerbahçe kalecisi Volkan, Eneramo’nun üzerinden yükselip topa sahip olduğunda 25. dakika oynanıyordu. Volkan, 43. dakikaya kadar 2 geri pas dışında topa dokunmadı, Beykan’ın golüne kadar yere bile yatmadı. Fenerbahçe’nin Sivas’a karşı sezonun en baskılı oyununu sergilediğini anlatan birçok istatistik sıralayabilirsiniz ama sanırım en etkilisi kalecisinin kadraja girmeden maçı bitirmesi olur.

Genetiğine aykırı gol

Fenerbahçe, ligin en iyi savunma takımı. Burada Vitor Pereira’ya hakkını teslim etmek gerek. Galatasaray maçından bu tarafa set oyununda çok iyi pozisyon alıyorlar, kolay gol yemiyorlardı. Dün geceye kadar. Volkan Şen topu kalesinin 70 metre uzağında kaptırdığında Souza ve Kjaer’in rakibe temas etmemesinin bir izahı olabilir. Lakin taça çıkan toptan sonrasının izahı olmaz. Fenerbahçe defansı yerleşmiş, rakibe göre pozisyon almışken Topal ve akabinde Gökhan’ın adamı unutup alana gitmesi anlaşılır bir durum değil. Bu gol, Fenerbahçe’nin savunma genetiğine aykırı.

Çare; 10 numaralı oyun

Bu kadar baskılı oyunda Sivas’ı çözememenin temel gerekçesi pozisyon yoksunluğu değil vuruş ve son pas kalitesiydi. Sezonun geneline baktığımızda Fenerbahçe’nin rakipleri çözme ve daha da önemlisi tabelayı parçalama konusunda hep bir çilingir eksiği var. Beşiktaş çift 10 numaralı oyunuyla öndeki 5’liden maksimumu alıyor. Pereira ise 10 numarasız oyunla hücumu riske ediyor. Dün geceden bağımsız olarak söylüyorum, Fenerbahçe için çare; 10 numaralı oyun. Bu role en uygun oyuncu Diego ama Pereira onu çok uzun mesafelerde oynattığı için sınırlı verim alıyor.

Fenerbahçe taraftarı yakın zamanda Ersun Yanal’la ilk 17 maçta 8 kez 3 ve üzeri gol görmüşken, çok eleştirilen İsmail Kartal’la bile 17/3 kez bunu yaşamışken, bu fiyakalı kadronun sadece Mersin’e 3 atmasına sevinemiyor.

29 Aralık 2015, Salı 01:30
YAZININ DEVAMI