Arama

Popüler aramalar

‘’Jorge Jesus'un göremedikleri…‘’

Teknik direktörlerin takıma katkısı bu sütunlarda yazmaya başladığım 40 yıldan beri tartışılmış ve somut bir sonuca da ulaşılamamıştır. Yaşam ve futbolun değişkenleri durmak bilmeyeceği için de, tartışmalar hep sürecektir.

Teknik direktörün oyuna katkısı yüzde 100 ile yüzde 10 arasında değişip durmaktadır. Ancak bu tartışmanın içinde olanların önemli kısmı yüzde 15’te birleşmektedirler. İlk bakışta yüzde 15 küçük bir oran olarak algılanabilir. Ancak sayının içi oldukça doludur.

Futbol çok ufak farkların birçok şeyi değiştirdiği bir spor dalı ve yüzde 15 galibiyetle mağlubiyet, başarıyla başarısızlık arasındaki farkı yaratmaya fazlasıyla yetecek bir oran. Peki, topa bir dokunuşun bütün oyunun yazgısını değiştirebilen futbol bütününün içinde görev alacak doğru adamları nasıl bulup takımın başına getireceğiz?

Doğru teknik direktör nasıl seçilir?

Basit olarak geçmişte yaptıkları ile dikkatleri üzerinde toplayan insanların peşinde koşar kulüp yöneticileri. Bu koşuşturmanın içinde bulunanlar ne kendi ülkelerinin ne de peşine düştükleri insanların içinde bulunduğu özgün koşulları değerlendirmezler. Karnesine yazılan başarı notlarına bakıp, bir an evvel takımlarına katkı yapmaları için transfer edilirler.

Örneğin Fenerbahçe teknik direktörü Jorge Jesus… Hocanın futbol ve teknik direktörlük kariyerine kim ne söyleyebilir? Ne var ki futbolun değişen gerçekleri söyletiyor. Son iki sezonun birinde şampiyonluğu son maçta kaybedip iki sezonu ikinci bitiren bir takıma istediği tam 11 futbolcu transfer etti, ettirtmeye de devam ediyor.

Osai ve Serdar Aziz’e ne oldu?

Sezon başından beri gözdesi olan Osai Samuel ve Serdar Aziz’e ne oldu? Osai’nin üçüncü bölgede etkisizliğini ve Serdar Aziz’in sorunlu bir savunmacı olduğunu görmek için ortalama 15 civarında maç oynatması mı gerekiyordu? Nerede kaldı teknik direktörlük deneyimi?

En iyi futbolcunun artık tek pas oynayan olduğu çağımızda Emre Mor’un orta alana yakın sağ çizgiden aldığı topu sürerek sol köşe bayrağına kadar götürdüğü oyun tarzına nasıl seyirci kalıyor Jesus? Onca transfere karşın koşu kalitesi sınırlı olan İrfan Kahveci’den de vazgeçemiyor.

Bazen kendime soruyorum “acaba ben mi yanılıyorum?” Böyle durumlarda oyunculara yıldız veren gazetelere bile bakıyorum. Arao ile Lincoln ortalaması 1,5 yıldız. Topu alıp yanındaki arkadaşına vererek “top dolaştırmak” eyleminin ötesine geçmiyorlar. Pası vermek tamam da ya sonrası…

Varsayalım ki bu iki oyuncu rakibin güç birliklerini bozmak için görevlendirilmiş olsun. Peki, ligin dibindeki bir takım Fenerbahçe’nin kalesi önüne nasıl bu kadar çok gelebiliyor? Hepsinden önemlisi Jesus’un, Arda Güler’e davamlı forma şansı vermemesi…

Ali Koç Florentini Perez mi olmalı?

Şu anda bütün Türkiye bunu istiyor ama Portekizli hoca inatla direniyor. Acaba Fenerbahçe’ye Real Madrid’in başkanı gibi bir başkan mı gerekiyor? Florentini Perez teknik direktör Del Bosque’ye şöyle der: “Ben dünyanın en iyi dokuz oyuncusunu transfer ediyorum. Siz de genç takımdan iki oyuncu alıp oynatın. O dokuz yıldız iki kişiyi taşır.”

Del Bosque altyapıdan altı genç futbolcuyu takıma katar ve Şampiyonlar Ligi Şampiyonu olur. Ali Koç Perez gibi mi davranmalıdır? Onca transfere karşın Jorge Jesus’un göremedikleri ve Arda Güler’e yeteri kadar görev vermemesi onun takıma katkısını yüzde beşin de altına düşürmüştür…

25 Ocak 2023, Çarşamba 12:40
YAZININ DEVAMI

‘’Jesus'un çaresizliği kendindendir‘’

Teknik direktörlük genel olarak zor bir meslektir. Her şeyi ince eleyip sık dokusanız da, futbolun içindeki ani değişiklikler tekerinize çomak sokabilir. İşin ilginç yanı Jorge Jesus gibi deneyimli bir teknik direktörün, Okan Buruk’un ince eleyip sık dokuyarak oluşturduğu kadro karşısında çaresiz kalmasıydı. Oysa futbolda çaresizliklerden çare üretmek için her zaman yeni fırsatlar vardır.

Sözgelimi, Fenerbahçe-Galatasaray derbisi öncesinde sarı kırmızılıların ileri uçta görevlendirilen iki oyuncusu Barış Alper Yılmaz ve Kerem Aktürkoğlu’nun sarı lacivertli takımın üçlü defansını yıpratacağı Jesus tarafından görülmeliydi. Galatasaray ataklarında Fenerbahçe’nin üçlü savunmasının kenarlarında kalan boşluklar stoperlerle kontrol edildiğinde de savunmanın ortası açık verecekti. Kerem’in attığı gol böyle geldi.

Kerem ile Barış Alper’in koşu yolları

Güreşte, güreşçinin yaptığı oyunların bir de karşı oyunu(parad) vardır. Futbolda da aynı şekilde karşı taktikler vardır. İletişimin güçlü olduğu bir çağda yaşıyoruz. Jesus, Galatasaray’ın kadrosunu gördüğü an Osai Samuel İle Ferdi Kadıoğlunu klasik bek olarak oynatmalıydı. Böylece Kerem ve Barış Alper’in koşu yolları kapatılabilirdi.

Zaten Ferdi ile Osai Samuel “vizyonsuz becerikliliğe” örnek iki oyuncudur. Boş alanlarda çabuk, hareketli, başarılı ama rakip kale önünde planları yok! Skor 1-0 Galatasaray lehine iken Osai’nin topu kaleci Muslera’nın ellerine vurması bu plansızlığın bir göstergesi olsa gerek.

Kalecinin “tepki kuvveti”

Bu tür pozisyonlar Türkiye liglerinde çok görülmekte ve buna da “kaleci kurtarışı” denilmektedir. Oysa bu kurtarışlar kaleciyle değil topa vuranla ilgilidir. O mesafelerden topa gereği gibi vurulduğunda kurtarmak için hiçbir kalecinin “tepki kuvveti” yetmez! Örnek mi? İcardi’nin üçüncü golündeki vuruşu. Kaleci Altay kapattığı köşeye gelen top karşısında çaresiz kaldı.

Araba devrildikten sonra yol gösteren çok olur ancak Galatasaray savunmasının ortası da Fenerbahçe’den pek farklı değil. Öyleyse Jesus, takımdan kopuk ve de zayıf ekipler karşısında şahlanan Batshuayi’nin yerine çabuk ve hızlı Valencia’yı ya baştan oynatacaktı ya da oyuna erken almalıydı.

Fenerbahçe’nin yere göye sığdırılamayan teknik direktörü bu denli çok hata yaparsa Okan Buruk’a “sihirbaz” dense hakkıdır. Jesus’un çaresizliği ise futbolcularından değil, kendindendir?

10 Ocak 2023, Salı 12:35
YAZININ DEVAMI

‘’Vizyonsuz beceriklilik‘’

Galatasaray 2000 yılında Avrupa Kupası’nı kazandığı günlerde Fatih Terim “Bize özgü bir oyun tarzı yaratmak imkansız mı?” diye sormuştu. Aynı yıllarda Mustafa Denizli’de “bu kadar çok yabancı futbolcunun oynadığı bir ülkede bize özgü bir futbol ya da ekol yaratmak kolay değil” dedi.

Gerçekten de, Türkiye UEFA üyesi ülkeler içinde yabancı futbolcu sayısı bakımından sadece İngiltere’nin gerisinde. Ancak bu yabancı oyuncuların çok büyük bir bölümü yaşlı ve dolayısıyla son kez iyi bir kontrat yapmak istediklerinden kısa zamanda “Türk tipi” oyun tarzını benimsiyorlar.

Türk tipi oyun tarzı

O zaman, her şeye karşın “bize özgü” bir futbol anlayışı var demek ki. 1970’li yılların ortasında yeni açılmış spor akademilerinin öğrencisiyken Fenerbahçe ve Milli takımın teknik direktörü Sabri Kiraz bize derse gelirdi.

Söylediği özetle şuydu: Yabancılar bizim teknik olduğumuzu söylüyorlar ancak bu doğru değil. Bizim en büyük özelliğimiz fazla top kaybetmek ve topu kazanmak için gereksiz enerji harcamaktır. Tekniksek neden bu kadar top kaybediyoruz?”

Günümüze geldiğimizde de aşağı yukarı benzer bir yapı görmekteyiz. Genellikle çevre kontrolü olmayan, topu ileriye doğru becerili bir şekilde taşıma ama üçüncü bölgede vizyonsuz beceriklilik yüzünde seçenek üretmemek ve sık top kayıpları yaşamak...

Skibbe Arda Turan’a ne dedi?

Galatasaray’ın eski teknik direktörlerinden Michael Skibbe bir gün Arda Turan’ı karşısına alıp şöyle der: Arda, dripling yapabilirsin ama bir hedefin olmalı. Koşun bittiğinde ya pas at ya da orta yap.”

Arda “Tamam hocam yapacağım der.” Arda’nın bu uyarıyı İçelleştirip oyununu değiştirerek Avrupa kapısını araladığını kabul edenler var. Ancak seçenek üreterek oynayabilmek futbolun temel taşlarından biri olsa gerek. Arda’nın değişimi de bu gerçeğin altını çizmektedir.

İçinde bulunduğumuz dönem, futbolda seçenekleri çoğaltma ve bu seçenekleri çabuk, hızlı bir şekilde futbol alanına yansıtma dönemidir. Hayatta, futbolda bize hiçbir şeyi göz ardı etmemeyi ve küçük ayrıntıları küçümsememek gerektiğini öğretir.

Çünkü küçük şeyler büyük şeylerden oluştuğu gibi, aslında küçük ayrıntılarda çoğu kez büyük şeyler gizlidir. Böyle bir dönemin gerekleri “vizyonsuz beceriklilikle” yerine getirilemez!

31 Aralık 2022, Cumartesi 15:31
YAZININ DEVAMI

‘’Futbol Messi'ye borçlu mudur?‘’

İtalya’da organize edilen 1990 Dünya Kupası Finalleri de dahil olmak üzere, futbol kalitesi en yüksek turnuva oldu Katar 2022. Lig ortasında düzenlenen ilk dünya kupası olması bakımından oyuncuların form durumunun da katkısı oldu kuşkusuz.

Ancak 1930’da Uruguay’da başlayıp 1990’da İtalya’ya gelinceye değin hep oyuncuların topla bireysel ilişkileri ön plandaydı. Öyle ki, Pele’nin sakatlığı yüzünden çok az oynadığı Şili 1962’de Manuel Francisco dos Santos nam-ı diğer Garrincha neredeyse tek başına kupayı kazandırdı Brezilya’ya.

Çarpık bacaklı melek

Doğduğunda küçük bir kuşa benzediği için “çalıkuşu” anlamında “Garrincha” denilen çarpık bacaklı melek dos Santos, futbol tarihinin en çevik ve en teknik oyuncusu olarak bilinmektedir.

1958 Dünya Kupası’nda hocası oynatmadığı için Brezilya Ulusal takımının oyuncularının maça çıkmama kararı aldıklarını söyleyenler de vardır. Onun üzerine Garrincha ve Pele oynatılınca Brezilya üçüncü maçını kazanıp gruptan çıkar ve İsveç’te1958’in şampiyonu olur.

Benim de İtalya’da yerinde izlediğim 1990 Dünya Kupası finalleri teknik becerinin yerini atletik yeteneklerin aldığı ilk kupa olması bakımından eleştirilmişti. Bu eleştiriler sonraki kupalarda da devam ettiği halde futbol evrimine devam edip bugünlere geldi.

Futbol Katar’da kusursuzluğa ulaştı

Katar’da da kalite açısından son 30 yılın zirvesine ulaştı. Atletik yeteneklerle top becerisi birbirini kusursuz bir şekilde tamamladı. Koşu tekniğinin zirve yaptığı bir Dünya Kupası’na tanık olduk. Messi ve Mbappe gibi hem koşu tekniği hem de top ve vücut tekniği ile öne çıkan oyuncular zirve yaptılar.

Futbol Lionel Messi’ye borçlu mudur? Yanıtı zor bir soru! Ancak soruyu tersine çevirerek de sorabiliriz; Messi her şeyini futbola borçlu değil midir? Çoğunlukla futbolun adaletsiz olduğu konusunda ortak bir fikir vardır. Ancak bütün oyunlar gibi futbol da adaletlidir. İçine fitne karıştırılmadıkça ne koyarsanız olu alırsınız.

Messi hak ettiğini aldı mı?

Messi futbolun içinde kaldığı sürece karşılığını ya da hak ettiğini almıştır. Katar’da Dünya Kupası’nı kazanmasaydı bile Messi değerinden bir şey kaybetmezdi. O döneminin en büyüğüdür.

Peki, tüm zamanların en büyüğü kimdir? Bu sorunun da yanıtı zordur. Her insan kendi döneminde doğar büyür ve gelişir. Her dönemin değer yargıları, alışkanlıkları, sosyal yaşamı, bilimsel değerleri ve bilimin ürettiği teknolojik üretimleri farklıdır. Bunların tümü yaşanılan dönemin insanlarını etkiler. Garrincha bu dönem yaşamış olsa belki de futbol ile hiçbir ilişkisi olmayacaktı.

Tüm zamanların en büyüğü kim?

Ama insan bu… İçindeki “ben” peşini bırakmıyor ve soruyor: Tüm zamanların en iyisi kim? Bu soruyu illa da yanıtlamak gerekirse benim adayım Johan Cruyyf’tur. Pele’den bu yana izlediğim kadarıyla 1970’li yıllarda, bugünün futbolunu oynardı Cruyff. Kendi de kabul ettiği gibi Mess’yi Barcelonalı arkadaşları büyüttü. Cruyff ise hem Ajax’ı hem de oynadığı takım arkadaşlarını büyüttü.

Hocaların hocası Helenio Herrera’ya da aynı soruyu sormuşlar. O en büyük Alfredo di Stefano adını vermiş ve eklemiş “Stefano Pele ile Cruyff’un karışımıydı.” Arjantin asıllı Stefano’ya yaşım yetmiyor ne yazık ki…

21 Aralık 2022, Çarşamba 07:31
YAZININ DEVAMI

‘’Dünya Kupası'na nasıl bakılmalı?‘’

Katar’da gerçekleştirilen 2022 Dünya Kupası finallerinin sonuna yaklaştık şu günlerde. Oynanan maçlar hakkında yapılan yorumlara baktığımda futbola haksızlık edildiği duygusuna kapılıyorum. Oynanan futbolun kalitesi hakkında “Dünya Kupası böyle oynanacaksa artık bu kupa düzenlenmesin” diyen bir yorumcuya bile rastladım.

Herkesin bakış açısına saygı duymakla birlikte bu yaklaşımın hakça olmadığı kanısındayım. Çünkü yaşam çok hızlı bir şekilde değişiyor doğal olarak futbolda bu değişime ayak uyduruyor. Futboldaki en bilinen ve çoğu insanın dilinden düşürmediği teknik ve yetenek kavramları da değişikliğe uğradı.

Koşmanın da tekniği vardır

Eskiden en çok çalım yapan futbolcuya teknik ve yetenekli gözüyle bakılırdı. Günümüzde ise tek pası en iyi uygulayan futbolcular tekniktir. Johan Cruyff’un “en iyi futbolcu topa bir defa dokunup, nereye koşması gerektiğini bilen futbolcudur” demesi boşuna değildir. Yani teknik sadece oyuncunun topla ilişkilerini anlatmaz aynı zamanda koşmanın da tekniği vardır.

Fizik kondisyon ve kullanılan taktik çeşitlerini, bunlar arasındaki ilişkileri derinlemesine bilmek için uzman olmak gerekir. Buna karşılık herkesin bir futbol beğeni düzeyi vardır. Bunu futbolcunun top kontrolünü, kafa vuruşlarını ve şutların ulaştığı mesafeleri dikkate alarak, kalecinin top tutuşlarını izleyerek algılayabilir.

Faslı futbolcunun Ronaldovari yükselişi

Ancak Faslı futbolcu Youssef En-Nesyri’nin Ronaldovari topa yükselişinin altında birtakım fiziksel yasalar vardır. Bir izleyici Faslı futbolcunun topa yükselişini anlayıp beğenisini gösterebilir ancak işin fizik kondisyon tarafı uzmanların işidir.

Her sporun kendine özgü tekniği vardır. Özel teknik sadece ilgili spor dalı için gerekli olan hareketleri ifade etmeyip aynı zamanda koşma, atlama, zıplama, yön değiştirme gibi genel tamamlayıcı hareketleri de kapsar.

Örneğin bir futbolcu başlangıçta kısa adımlarla koşar mesafe uzadıkça adım boyutunu uzatır. Bunu yapamayan futbolcunun koşu tekniği yetersiz demektir. Rakibin markajından kurtulmak için hangi bacakla yön değiştirmeye başlamak da böylesi bir teknik gerektirir.

Messi, Modric, Mbappe gibileri özel yapan nedir?

Bu ilkelerden hareketle futbol tekniği; futbol oynarken gerekli olan hareketlerin yapılmasında kullanılan bütün yöntemlerdir. Futbolda tanımlamaya çalıştığımız tekniğin önemi büyüktür. Topa hakimken yapılabilecek bütün hareketlere yatkın olmak gerekir. Bu yatkınlık bazen topa bir dokunuş, bazen ani yön değiştirme, bazen sıçrama, topun üzerinden atlama gibi “vücut tekniği” ger ektiren hareketlerdir.

Katar’daki Dünya Kupası finallerinde başta Messi, Modric, Mbappe, Grizemann gib oyuncular olmak üzere birçok futbolcuyu özel kılan topla yaptıkları hareketlerle birlikte üstün vücut ve koşu teknikleridir. Bu dünya kupası futbol kalitesi açısından son beş kupanın zirvesidir belki de. Bugünkü haliyle 2018’de şampiyon olabilecek bir İngiltere bu kupadan elenmiştir.

Evet, 7 maç oynayıp şampiyon olunan bir turnuvada rastlantılar rol oynayabilir. Ancak 2018’in finalistleri olan Fransa ve Hırvatistan’ın yarı finalde olması rastlantı ötesi yetkinlikler gerektirir. Kalan dört maçı anlatmaya çalıştığımız şekilde izlemeye çalışırsak en azından beğeni düzeyimizin artacağını sanıyorum.

13 Aralık 2022, Salı 13:27
YAZININ DEVAMI

‘’Johan Cruyff'un mirası bitiyor mu?‘’

1960 yılında düzenlenen Avrupa’nın en büyük futbol organizasyonu Avrupa Uluslar Kupası’nı Sovyetler Birliği kazandı. Yarı Final’de Sovyetlerin rakibi İspanya’ydı ve siyasi olarak karşıt bir anlayışa sahip olduklarından İspanya şampiyonadan çekildi.

Futbolun ilginçliğine bakın ki, 1964’de düzenlenen ikinci Avrupa Uluslar Kupası’nın finalinde İspanya Sovyetler Birliğini yenerek ilk uluslar arası şampiyonluğunu kazandı. Sonraki yıllarda Uluslar Kupası, Avrupa Şampiyonası adını aldı.

Bu başarıya karşın İspanya, Ulusal takım anlamında 2000’li yıllara değin Avrupa’nın ortalama Milli takımı olmaktan öteye gidemedi. Dünya ve Avrupa şampiyonalarında İspanya favoriler arasında hemen hemen hiç yer bulmazdı. Lig takımları başarılıydı ama Ulusal takım büyük şampiyonalara genelde elemelerde veda ediyordu.

La Masia’da tohum atılıyor

Ancak 19 Ağustos 1973’de Ajax’da son maçını oynadıktan sonra, o günler için rekor sayılan 2 milyon dolara Barcelona’ya transfer olan Johan Cruyff’un önerisiyle kulübün futbol okulu La Masia’ın temelleri atıldı.

İşte, İspanya Ulusal takımının motoru bu okulda atılan tohum oldu. 2000’li yıllara gelindiğinde ağacın tüm olgun meyvelerini ve güzelliğini içinde barındıran tohum serpilip, açıldı, sadece Barcelona’yı değil tüm İspanya futbolunu hatta dünyayı bile etkiledi. 29 Kasım 2010’da oynanan ve 5-0 Barcelona’nın galibiyetiyle biten Real Madrid karşılaşmasında kadroda bulunan 14 futbolcunun 10’u La Masia’dan yetişmişti.

Sonrası biliniyor. La Masia’dan yetişen futbolcular bir takımla birlikte bir ülkeyi sırtlayıp 2008 ve 2012 Avrupa Şampiyonluğu ve 2010’da da Dünya Şampiyonluğunu kazanıyor. İki Avrupa Şampiyonluğunu üst üste kazanan ilk ve tek ülke olmakla birlikte Almanya ile birlikte üçer şampiyonluğunda sahibi oluyor İspanya.

Geriye gidiş 2012’den sonra başladı

İspanya son şampiyon olarak 2014’de gruptan çıkamıyor, 32 finalistin içinde 23. Oluyor. 2018 ve 2022’de son 16’ya kalıp eleniyor. Denebilir ki, İspanya Fas karşılaşmasında uzatma devrelerinin de son uzatma dakikasında top direkten dışarı çıkmasa belki de şampiyon alabilecekti.

Doğrudur, futbolda böyle durumlar yaşanmıştı. Örneğin 1982 Dünya Kupası’nda gruplarda Kamerun’u sıfır averaj ve bir gol fazlasıyla geride bırakan İtalya şampiyon olmuştu. Ancak Fas’ın ispanya’dan daha fazla gol pozisyonu bulduğu maçın penaltılara kalması ve hiçbir penaltıyı gole çevirememeleri bizi başka bir düşünceye yöneltiyor.

Futbolun Harvard’ı olarak bilinen La Masia’dan yetişen Barcelona ağırlıklı şampiyon takım işi buralara vardırmadan bitirirdi. Acaba Johan Cruyff’un mirası bitme noktasına doğru mu gidiyor?

07 Aralık 2022, Çarşamba 13:51
YAZININ DEVAMI

‘’Futbol evine mi dönüyor?‘’

Katar’da oynanmakta olan Dünya Kupası Finallerinde şampiyonluğa en yakın ülkeler olarak görülen Brezilya ve Arjantin’in yanında İngiltere’ye de şans verenler var. Ülkemizde, Dünya Kupası öncesinde yapılan mini anketlerde Senegal’in kupayı kazanacağını söyleyenler de vardı. Ancak İngiltere’nin Senegal’i kupanın dışına ittiği karşılaşmayı izledikten sonra, insan “futbol evine mi dönüyor?” diye düşünmeden edemiyor.

Evet, top oyunları ya da yuvarlak cisimlerle oynanan oyunların tarihi binlerce yıl öncesine dayanmaktadır. Ancak bugünkü modern, rafine, küresel sporun kökünün bir topu sürekli olarak karşı tarafın sahasına kilometrelerce taşıyarak Orta Çağlar boyunca mücadele eden İngiliz köylülerinin sert halk oyunlarına dayandığı bilinmektedir.

Bugün oynanan oyunların ilk temeli de, sonsuz sayıda heyecanlı oyun olanağı veren saha düzeni ve kuralları ile ilk kez 1863’de Londra’da, Lincoln İnn’deki Mason Tavernası’nda adı henüz konmuş Futbol Derneği’nin tarihsel toplantılarında oluşturulup kararlaştırılmıştı.

Santos Lima’nında diploma yerine geçen toplar!

Çok değil, bu güzel oyun 20 yıl içerisinde Britanya Adaları’nın denizaşırı yollarını geçip Latin Amerika’ya değin uzanmıştı. Charles Miller iki elinde birer futbol topuyla Santos Limanı’na indiğinde yıl 1894’dü.

İskoçyalı bir demiryolu mühendisinin oğlu olan Charles’ı limanda karşıladığında elindeki topları görüp “bu ne?” diye sorduğunda, aldığı yanıt karşısında şaşkınlığını şaşakalmıştı babası: “mezuniyet diplomam, oğlun futbol eğitimini başarıyla tamamladı.”

İngilizler dünya futbolunun kaptanı mıdırlar?

Ticaret amaçlı gemilerine kaptanlık ederek dünyanın dört bir yanına futbolu taşıyan Britanyalılar, Dünya ve Avrupa kupaları gibi büyük organizasyonlarda başarılı olmasalar da, kendilerini dünya futbolunun kaptanı olarak görürler.

İngiltere’de yapılan 1966 Dünya Kupası finallerinde, her zaman gıpta ile baktıkları Almanları, Azeri yardımcı hakem Tevvfik Behramov’un bugün bile tartışılan kararı sonucunda yenip kupayı aldıktan sonra bir daha bu başarıyı gösteremeseler de, futbola ilişkin oturmuş ulusal duygularını hiç elden bırakmadılar.

Britanyalılar futbolda evrim sürecini ıskaladılar mı?

Hocaların hocası Helenio Herrera “Söz konusu modern futbol ise, Britanyalılar evrim sürecini ıskaladı” dese de ada yaşamı, deniz ve futbol İngiliz geleneğini pekiştiren unsurlar olmaktan geri kalmadı. 1956 yılında Macaristan’a 6-3 ve 7-1 gibi o günlerde pek olağan kabul edilmeyen skorlarla kaybettiğinde İngiliz basını oyuncularını “arabaya koşulan atların yarış atlarının yerine geçmeye çalışması” şeklinde ağır eleştirdiler.

Hatta daha da ileri gidip “İngiltere amblemindeki üç aslan kediye döndü” diyerek dünyanın pek çok ülkesinde dokunulmazlığı olan bir değere bile dokundular. Buna karşın İngiliz insanı kendisini küçük bir grup insanı taşıyan, dört yanında ve altında deniz bulunan bir geminin kaptanı olarak görmekten geri durmadılar. Kaptan olarak kendi mürettebatından bile yalıtılmış olarak yoluna devam etti.

İngilizler bu kaptanlık duygusu ile denizi ve futbolu yönetiyorlar. Denizde gemi nasıl tek başına ise İngilizler de futbolda öyle tek başınadırlar. Kaptanın emir gücü mutlak ve tartışma götürmez niteliktedir. Hedefi kaptan belirler ve deniz fırtına ve diğer tehlikeleri içerse de kendi canlılığı ile onu hedefe götürür.

06 Aralık 2022, Salı 13:05
YAZININ DEVAMI

‘’Dokunmatik futbol‘’

Katar’daki Dünya Kupası maçlarından önceki günlerin birinde, futbolun artık dokunmalara kadar indiğine ilişkin bir yazı yazmıştım. Hatta o yazıda, maddenin en küçük parçası olarak atomun bilindiği ama artık atomunda parçalanabilip atom altı zerreciklerin olduğundan söz etmiştim. Kuantum, kuark ve süper sicim kuramı ile atom altı parçacıklar anlatılmaktadır.

Benzer şekilde futbolunda temel teknik hareketleri vardır. Top sürmek, top kontrolü, ayağın çeşitli bölgeleriyle vuruşlar, kısa-uzun pas gibi… Bu gibi temel teknik hareketleri ne denli başarılı yapsanız da artık bütün takımların yaptığı acımasız baskı, oyuncuların bu hareketleri gereği gibi yapmasına engel oluyor.

Karmaşık durumları basitleştirmek

En basit yoldan düşünürsek eğer oyuncu topu ayağında bir an bile tuttuğunda 8-10 metre uzağındaki rakibi baskı yapıp topu istediği gibi kullanmasına engel oluyor. Bu bağlamda yapılması gereken dokunmatik futbol oynamaktır.

Brezilya-İsviçre maçında Cosemiro’nun attığı gol tam da dokunmatik bir goldü. Paslaşma sırasında oyunculardan biri topu ayağında bir an tutmaya kalksa, belki başka bir seçenek doğacaktı ama bu “dokunmatik gol” olmayacaktı.

Karmaşık durumları basitleştirmek futbolun geleceğinde epeyce söz sahibi olacak gibi. Johan Cruyff’un “Futbol basit bir oyundur, ama basiti yapmak zordur” özlü sözü de futbollun geleceğinde söz sahibi olacak gibi geliyor bana.

Gerçekten de bilimsel olarak yaklaştığınızda basit gibi görünen olay ve olguların aslında çok karmaşık olduğu görülür. Bu karmaşayı çözmek için de çok çalışıp futbola özgü hareketleri otomatik ya da dokunmatik hale getirmek gerekmektedir.

Top kayıplarını yönetebilmek

Brezilya’nın Cosemiro ile attığı gol öncesinde yapılan dokunmatik tek pasların basitçe yapılabilmesi için o oyuncular dokunmatik hareketleri belki de milyon kez denemişlerdir. Bu denli gelişmiş teknik dokunuşlar çocukluktan başlayıp, ergenlik, gençlik ve profesyonellik dönemlerinde milyonlarca kez dokunuşu gerektirir. Karmaşa basit hale ancak böyle gelebilir.

Avrupa’nın büyük liglerinde yapılan araştırmalara göre iyi takımlarla ortalama takımlar arasında topa dokunma ya da pas yapma konusunda büyük uçurumlar yok. İyi takımlar daha iyi pozisyonlarda, daha zor anlarda daha kolay pas fırsatları yaratırlar ve böylece daha az top kaybı yaparlar. İyi takımlarla ortalama takımlar arasındaki önemli bir fark da, iyi takımların top kayıplarını daha iyi yönetebilmeleridir.

29 Kasım 2022, Salı 15:40
YAZININ DEVAMI