Arama

Popüler aramalar

‘’Dünya kupası nostaljisi…‘’

Şu günlerde Katar’da oynanmakta olan Dünya Futbol Şampiyonası’nı on binlerce insan stadyumlarda, milyarlarca insan ise televizyonlarından izlemektedir. Üstelik bu sayılar her geçen yıl daha da artmaktadır. Dünyanın en büyük yıldızları yuvarlanan topun peşine koşmakta, izleyenleri eğlence ötesinde türlü nostaljik duygulara taşımaktadır Dünya Kupası.

Televizyondan dünya yıldızlarını izleyen çoğu taraftar bu oyunun büyüsüne ne zaman ve nasıl kapıldıklarını bilmeden güzel oyunu seviyorlar. Bu taraftarların içinde çocukken oynadıkları futbolu biraz ileri aşamaya taşıdıklarında, futbolun ne kadar zor olduğunu, yüksek düzeyde çaba ve fiziksel güç gerektirdiğini anlayıp sporun ya da hayatın başka alanlarına yönelseler de akıllarında hep güzel oyun kalmıştır.

Sahada olan, sahada kalır

FİFA’nın her Dünya Kupası’nda “saygı” ve “dürüst oyun” ilkelerini öne çıkartması çabasına karşın oyunun doğasından kaynaklanan sertlikler, fauller hatta tacizler ve kabadayılıklara karşın, giderek bir galibiyetten sonra aşırı kibre kapılmamak ve bir yenilgiden sonra toparlanıp karşı takımdaki oyuncularla el sıkışmak futbolun düsturlarından biri haline gelmiştir artık.

Katar’da bugüne değin oynanan grup maçlarında bunu görmek futbolun tüm dünyadaki geleceği için umut verici. Nede olsa “sahada olan, sahada kalır.”

Kuşkusuz, Dünya Kupası Finalleri futbolun dünyadaki tüm renklerini bir araya getiren dünyanın en büyük futbol organizasyonu. Oynanan maçlara baktığınızda belki Meksika’da düzenlenen 1970 Dünya kupasında Brezilya kaptanı Carlos Alberto’nun attığı ve bugüne değin atılan “en güzel takım golü” olarak kabul edilen final golü gibilerini göremiyorsunuz, ama İspanya ve Fransa’nın fizik güç ile tekniği birleştirip sanatsal oyununu da fark ediyorsunuzdur.

Renklerin kardeşliği

Bir zamanlar biyolojik özellikleri nedeniyle bir araya gelemeyen hatta bazı renklerin futbolun dışında tutulmasına karşın bugün artık renkler armonisi izlemekteyiz Dünya Kupalarında. Bu renkli fotoğrafların birbiriyle sarmalanması, İngiltere’de yapılan 1966 Dünya Kupası’nda oynana ve Brezilya’nın 1-0 kazandığı İngiltere maçından sonra yaşandı belki de ilk kez...

Siyah renkli Pele ile İngiltere takımından beyaz Bobby Moore kucaklaşarak fotoğrafçılara poz verdiler. O fotoğraf FİFA’nın yüzüncü kuruluş yılı olan 2004’de resmi sitesinde simge fotoğraf olarak yayınlandı. Bir beyaz ve bir siyahi, ikisi de büyük yıldız ve karşılıklı takdir içinde futbol ile birleşmişler.

25 Kasım 2022, Cuma 13:21
YAZININ DEVAMI

‘’“Futbolun güzellik yarışması”‘’

Yakın bir zaman önce sonsuzluğa yolcu ettiğimiz meslek büyüğümüz Halit Kıvanç Dünya Kupası finallerini böyle nitelendirirdi. 32 ülke yaklaşık bir ay boyunca geleneklerini, göreneklerini yarıştırırken aynı zamanda sosyolojik, ekonomik, ahlaki ve psikolojik değerlerini de ortaya koyarlar.

Bir yuvarlak topun peşinde koşan onca insanın yanı sıra milyarlarca insanın da izleyerek odaklanmasını sağlayan oyun çoktan beri evrensel bir etkinlik olmuştur. Futbol bir top oyunundan çok daha derin anlamları olan, insanoğlunun yarattığı en yüce değerlerden biridir.

Futbol bir umut kaynağı

Futbol evrensel ama kendine özgü, asla tükenmeyen, her türlü reforma açık bir umut kaynağı; zaman zaman mucizevi ve herkesin izleyebileceği, basit, birbiriyle çatışmayan, kendine özgü kurallarla yönetilen bir spor. Futbol çeşitli farklılıklar arasında köprü kurma ve ulusal önyargıları alaşağı etmek gibi eşsiz bir özelliğe sahip bir oyun.

Futbola, ülkeleri bir araya getiren “misyonerlerin oyunu” da denebilir. Dil, din, renk ayırmaksızın insanları birleştiren, bir araya getiren özellikleriyle evrenseldir. Uluslararası olmakla kalmayıp uluslarüstüdür. Savaşları durduran, düşmanları birbirine yakınlaştıran, düşman kardeşleri barıştıran bir sentezdir futbol.

Futbol bir inanca mı dönüşüyor?

Futbolun evrenselliği sadeliğinde, futbolun her yerde her şeyle oynanabilir olmasında. Kentli çocuklar beton üstünde meşrubat kutularıyla, köylü çocuklar toprak üstünde çıplak ayakla birbirine dolanmış çaput parçalarıyla oynayabiliyor.

Futbol artık bir inanca dönüştü. Belki dolu değil ama başka bir şeyin yerine geçmiş de değil. Dünya Kupası’nı en güzel yapan şey beş kıtadan seçilmiş insanların bir arada olması, 32 ülkenin 17 kurala uymasını izleyen biri olmanın hazzıdır belki de…

21 Kasım 2022, Pazartesi 14:14
YAZININ DEVAMI

‘’Sistem mi yoksa futbolcu mu?‘’

Hiç kuşku yok ki futbola ilişkin sistemler ya da değişik uygulamalar dünyanın her yerinde tartışma konusudur. Ancak sistemin futboldaki belirleyici unsur olarak görülmesi bize özgü bir yaklaşım olsa gerek.

Aslında her şeyi belirleyen, uygulanılacak sistemin ne olması gerektiğinin somut hale gelmesi eldeki futbolcuların yapısal özellikleriyle ilgilidir. İyi teknik direktörler körü körüne belirlediği sisteme bağlı kalanlar değil, elindeki futbolcuların neleri yapabileceğinin ayırtına varanlardır.

Çünkü biliniyor ki hangi sistemi seçerseniz seçin önemli olan “alan ve zaman” kavramlarıdır. Yani savunmada alanı rakibe daraltmak, zaman bırakmamak, hücumda da kendinize geniş alan yaratırken, gerekli zamanı da bulabilmek...

Alan ve zamanını önemi

Bugünkü koşullarda ülkemizin kaliteli, adı büyük futbolcuya çıkmış oyuncular peşine koşmaktansa yapılması gereken “alan ve zaman” kavramlarının ne anlattığını içselleştirmektir.

Eğer böyle bir kültürel birikim yaratabilinirse o zaman hem atak da hem de savunmada sayısal üstünlüğü ele geçirilir. Futboldaki onca uğraşın temelinde yatan gerçeklerden biri de budur; alanın her yerinde sayısal üstünlük sağlamak…

En ilkel sistem olan 1-9’dan bugüne futbol sürekli savunmaya doğru birikim yaptı. Bugün gelinen noktada belki savunmada üçlü ya da dörtlü dizilişler üzerine oturtulur savunma kurguları. Ancak top rakibe geçtiğinde bütün takımın savunmaya geçmesi neredeyse Total Futbol’un ortaya çıkmasından beri biliniyor.

Jesus ile İsmael’in farkı

Bu sezon Fenerbahçe ve Beşiktaş Total Futbol’un günümüze uyarlanışı konusunda iki farklı uygulamasını gösterdi bize. Valerien İsmael sistemi öne çıkartırken Jorge Jesus oyuncuları üzerinden sistemi parlatmaya çalışıyor.

İki hoca da, oyunu kendi alanlarından kuran takımlara karşı baskı uygulamayı öncelikli kıldı. Rakip alanda yapılan baskı bir atak etkinliği gibi görünse de özünde savunma sistemidir. Alanı savunarak rakibi hataya zorlamak ve top kazanıldığı anda sayısal üstünlük sağlamak...

İsmael kuş sürüsü gibi saldırarak işe başladı ama devamını getiremedi. Çünkü takım fiziksel olarak yıprandı. Jesus ise alanı kontrol edip bire bir presle rakibi hataya zorlamayı öncelikli kılıyor. Nitekim bu şekilde kazanılan toplarla birçok gol attı Fenerbahçe.

Jesus Serdar Dursun’dan neden vazgeçti?

Hücum oyuncularının savunma organizasyonunda rol alması da çok önemli. Jesus klasik santrfor olan Serdar Dursun’dan vazgeçerken Beşiktaş Şenol Güneş ile birlikte iki merkez forvetle oynamaya başladı.

Fenerbahçe’nin ileri hattı savunma bloğu içinde hemen yerini alan, pres yapan, adam kovalayan, ikili mücadelelerde top kazanan hücum oyuncularına sahip. Bugün artık ileride görev alan oyuncuların üstün teknik ve beceriye sahip olması yetmiyor; çabukluk, mücadele, hız ve atletik yapı da gereklidir.

09 Kasım 2022, Çarşamba 12:42
YAZININ DEVAMI

‘’Beşiktaş'ın temel sorunu İsmael mi?‘’

Fransız teknik direktör Valerien İsmael’in, Beşiktaş’ın başında ilk çıktığı karşılaşma Trabzonspor maçıydı. O günlerde şampiyonluğa emin adımlarla yürüyen Trabzonspor karşısında Beşiktaş’ın ortaya koyduğu futbol sadece Beşiktaş yandaşlarını değil bütün futbolseverleri heyecanlandırmıştı.

Futbola ilişkin düşüncelerinde genel olarak temkinli kararlar veren bu satırların yazarı da o heyecan fırtınasına kendini kaptırmıştı. İsmael için yazdıklarımı çok iyi anımsıyorum. Fransız hocanın Türkiye’de var olan, uygulanan bütün futbol değer yargılarını tersyüz edeceğine inanmış, yazıya dökmüştüm.

Transferleri kim yaptı?

Ancak zaman içinde İsmael’in oynattığı oyun yapısına uygun futbolcu konusu karşımıza çıktı. İşte İsmael’e sorulması gereken soru burada zorunlu hale geliyor: “Geçen sezon sızın kurmadığınız bir takıma geldiniz. Bu sezon ise bütün transferlerde siz vardınız. Transferleri siz mi yaptınız yoksa bütçe sorunu yüzünden yapılan transferlere seyirci mi kaldınız?”

Öyle ya, tam saha pres uygulatıyorsunuz ancak kendinizin “koşu temposunda sorun var” dediğiniz Salih Uçan’ı orta alanın sorumlusu haline getiriyorsunuz. İstanbul’a futbol oynamaya değil de tatlı hayat için gelen Dell Alli’den vazgeçmiyorsunuz. Yaptığınız değişikliklerle takımın kimyasıyla oynuyorsunuz.

Bir oyuncu aksarsa bütün plan bozulur

Tam saha pres uygulamak çok zordur. Bütün takımın birlikte hareket etmesi gerekir ve kondisyonel yeteneklerin en üst düzeyde olması gerekir. Bir oyuncu aksadığı zaman bütün plan bozulur. Sizin takımın neredeyse yarısına yakını, yapısal özellikleri nedeniyle kurguya uyamıyor. Valerien İsmael’in temel sorunu bu olmakla birlikte Beşiktaş’ın sorunu hoca değil!

Teknolojinin öncülüğünde son yıllarda inanılmaz bir şekilde hıza bağlı olarak değişen toplumsal yaşamdan futbolun etkilenmemesi olanaklı değildir. İsmael’in bu değişimin hammaddesini futbol yaşamımıza katıp yeni bir yapı oluşturabileceğine inanmıştım, bugün de bu inancımı yitirmiş değilim.

Futbolun öznel gerçekleri

Teknik direktörlerin önceden belirlenmiş bir oyun kurgusu olabilir. Ancak bir de futbolun bulunduğu koşullarda ki coğrafyada gerçekleri var. Teknik direktör kendi dünyasının gerçeklerini bilmekle birlikte başka dünyaların gerçeklerinden hareketle yeni kurguları futbol yaşamına geçirebilmeyi de içselleştirebilmelidir. En azından olanı kavrayabilmeli, olabilecekleri de düşleyebilmelidir teknik direktör.

Yeniliğin gerektirdiği bu tür bakış açısının Beşiktaş’a yansımayacağını görmekteyiz. Dışarıdan bakanlar yani taraftarlar bu uyumsuzluğun pratiğe yansıma biçimini görmekte ve kabul etmemektedir. Çünkü onlar için sonuç önemlidir. Belli bir süre sonra gelebilecek oyunda ve tabeladaki sağlıklı değişimi, gelişmeyi bekleyemez onlar.

Futbolcular hoca değişimini kafaya koymuşlar

İsmael’in takım kurgusunda ve oyuncu değişikliklerinde hatası olsa da başlattığı ve oynatmaya çalıştığı futbol anlayışının futbolcular tarafından kabul edilmesi şarttır. Bunun için de yapılması gereken Fransız teknik adamın yerine başka birini aramak değil onun arkasında sağlam durmaktır.

Futbolcular kurnazdır. Sisli ve bulanık ortamlara bayılırlar. Hoca değişimini kafaya koymuşlar. Seyirci protesto ediyor, yönetim sorgulama yoluna gidiyor. Bu durumdan en çok memnun olanlar da futbolcular...

Katı ve disiplinli bit hocadan sonra gelen kim olursa olsun yumuşak sitilli biri olacak. Bu da başlatılan değişimin köküne kibrit suyu sıkmak anlamına gelecek. Hele bu hoca, Avrupa Şampiyonası’ndaki rakibimiz İtalya’nın ısınma hareketlerini görüp de küçük dilini yutan biri olursa değmeyin futbolcuların keyfine…

Beşiktaş hoca değişikliğiyle belki bu sezonu kurtarır(şampiyon olarak değil) ama gelecek yıllarda daha büyük sıkıntılar yaşar.

26 Ekim 2022, Çarşamba 12:13
YAZININ DEVAMI

‘’Okan Buruk gönülleri burdu‘’

Teknik direktörlerin maç sonunda yayıncı kuruluşa konuşmalarının doğru olmadığını uzun zamandan beri düşünmekteyim. Henüz fizyolojik olarak normale dönemeyen, maçını stres ve gerilimini üzerinden atamayan teknik direktörler son söylemeleri gerekeni en başta söyleyerek saçmalıyorlar neredeyse.

Oysa bir süre sonra basın mensuplarının karşısına çıkıyorlar zaten. Oradaki konuşmalarında da çoğunlukla maç sonu konuşmalarının bir tekrarını yapsalar da baştaki heyecanın bir kısmını üzerlerinden atmış oluyorlar.

Hoca aklına ilk geleni söyler mi?

Galatasaray Kayserispor’a yenildikten sonra Okan Buruk’un konuşmaları tam da altını çizmeye çalıştığım konunun önemini belgeleyecek nitelikteydi. Buruk ağzına ilk geleni heyecanla söylerken karmakarışık duygular içerisinde kendisiyle çelişkiye düşen sözler sarf etti. Ham meyvenin insanın dilini burması gibi Okan hoca da konuşmasıyla gönülleri burdu.

Uzun konuşmasının içinde dikkat çeken en önemli bölüm şuydu: “Yıllardır Galatasaray’ın hakkı yeniyor. Bu VAR hakemleri istedikleri gibi kullanılmaya başlandı. Bundan en çok etkilenen Galatasaray... Galatasaray’a karşı bir oluşum var. Bunu net şekilde görüyoruz.”

Buruk kavalını bulunduğu konuma göre çalıyor

Bu sözleri Okan Buruk’un ağzından dinledik. Aradan üç gün geçti şimdi yazarken bile inanamıyorum. Galatasaray gibi sadece spor kulübü olmaktan çok daha öte bir kurumun başındaki hoca nasıl böyle konuşur?

Okan Buruk’un konuşmaları ile sürekli kendisiyle çeliştiğine ilişkin daha transfer döneminde bir yazı yazmıştım. Bugün çok daha net biçimde anlaşılıyor ki Buruk kavalını bulunduğu konuma göre çalıyor.

Öyle ya, Okan Buruk Rizespor teknik direktörü iken Galatasaray’a 4-3 kaybettikten sonra da yayıncı kuruluşa “Hakemler Galatasaray’ı kolluyor, takdir haklarını hep onlara kullanıyorlar” demişti. Çelişkinin büyüklüğüne bakar mısınız?

Okan Buruk kupa ve lig şampiyonluğunu nasıl kazandı?

Galatasaray Türkiye’nin en çok şampiyonluk yaşamış takımı. Türkiye Kupası’nı da en çok sarı kırmızılı takım kazanmış. Okan Buruk ise Türkiye’nin en başarılı teknik direktörlerinden biri... Akhisar’da kupa şampiyonluğu Başakşehir’de ise lig şampiyonluğu kazandı. Büyük takım hocalarının dışında bu başarıyı göstermiş başka çalıştırıcı yok.

Buruk, bu başarılarını, bu ülkenin hakemleriyle kazandı. Böylesine başarılar yaşamış bir hoca, eğer Galatasaray lig sonunda istediği hedefe ulaşamazsa Buruk’ın ne yaman çelişkiler yaşayacağını şimdiden tahmin edebiliyorum. Şöyle konuşacaktır yaklaşık olarak: “Bütün futbol camiası Galatasaray’a engel olmak için elbirliği etmiştir!”.

19 Ekim 2022, Çarşamba 14:06
YAZININ DEVAMI

‘’Beşiktaş'ta neler oluyor?‘’

Geçen sezonun ortaları sayılabilecek bir dönemde Beşiktaş’ın başına geçen teknik direktör Valerien İsmael, ilk karşılaşması olan Trabzonspor maçında takımına öylesine görkemli bir futbol oynattı ki, neredeyse şaşırdık kaldık! Demek ki bu topraklarda da böylesine hoşluk yaratan bir futbol oynanabiliyormuş…

Sonraki haftalarda o futbolu arayıp durduk, bulamadık. Umudumuzu yeni sezona bağladık. Bu sezonun ilk maçı olan Alanyaspor karşılaşmasının ilk yarısında da, geçen sezon Trabzonspor karşısında ortaya konulan futbolun bir benzerini izledik. 3-0 öne geçen takım İsmael’in gereksiz oyuncu değişiklikleri sonucu geriledidi hatta beraberliği zor kurtardı denebilir.

İki oyuncu neden sakatlandı?

Oyunun belli dönemlerinde de olsa tam saha baskı uygulayabilen, bu oyun anlayışını rakibine kabul ettirebilen bir takım birkaç hafta geçtikten sonra neden hem pres hem de futbol olarak geriler? Giresunspor karşısında Beşiktaş’ın oyununu beğenen bir kişi bile olduğunu sanmıyorum.

Siyah beyazlı takımda bir sorun olduğu açıktır. Peki, ama bu sorun nedir? Geçen hafta hiçbir rakip girişimi olmadan iki oyuncunun kas sakatlığı yaşaması sanırım bize bu konuda bir ipucu verecektir. Fransız teknik direktör Valerien İsmael disipline ve sıkı çalışmaya önem veren bir hoca.

Zaten, eğer tam saha presi oyun anlayışı olarak öncelemişseniz antrenman biliminin belirlediği kuralların ve çalışma yöntemlerinin dışına çıkamazsınız.

150 milyon dolarlık Dell Alli’nin geldiği nokta…

İşte sorun da burada! Futbol oynamaktan çok özel yaşamını renklendirmeyi daha çok önemseyen ve 150 milyon dolarlık bir değerden neredeyse dibe vuran Dell Alli’yi nasıl oynatacaksınız?

Antrenmanı ve oynamayı sevmeyen bu oyuncuyu oynatırsanız sahada kaldığı n74 dakika boyunca tek bir yararlı hareket yapamaz. İsmael onun kariyerine güveniyor ama Dell Alli “ben o değilim” diyor.

Her ne kadar Giresunspor maçından sonra futbolcular İsmael’in sistemiyle bir sorunları olmadığını söyleseler de, oyuncuların Fransız teknik direktör ve oynattığı sistemle problemi olmasa bile, antrenman uygulamalarıyla ciddi problemleri olduğu yaşanan kas sakatlıklarından belli.

Oyun yoksa sonuç ve puan cetveli aldatır!

Bunca ömrümde ve çalıştırdığım onca takımda aşırı antrenman yüklemelerini seven çok az futbolcu tanıdım. İstanbul’da futbolcular yoğunluğu yüksek antrenmanları değil yaşamayı severler. Futbol ile birlikte tatlı hayatın bir arada olup da sonuç verdiği bugüne kadar görülmemiştir!

Beşiktaş’ın ligdeki konumuna bakıp “bu nasıl eleştiri” diyenler olabilir. Ben de “puan cetveline değil oyuna ve oyunun gidişatına bakın” derim. Oyun yoksa sonuç aldatıcıdır. İyi oynarken de kaybedebilirsiniz ama gelecek haftalarda oyun sizi kurtarabilir. Ancak oyun yokken kazanıyorsanız, gelecek belirsizleşir…

12 Ekim 2022, Çarşamba 12:44
YAZININ DEVAMI

‘’Jesus ve İsmael olmaya gerek var mı?‘’

Beşiktaş ve Fenerbahçe’nin ligde oynadığı önceki karşılaşmalara bakarak hepimiz izlenmesi hoşluk yaratacak bir futbol beklentisi içine girdik. Bu iki takımın oyunu adeta çölde bir vaha olarak bizim futbola duyduğumuz susuzluğumuzu giderecekti. Futbol dünyasının beklentisi bu yöndeydi.

Ancak izlenebilir bir futbol söz konusu olduğunda “dağ fare doğurdu” demekten kendimizi alamadık. Oyunun son dakikalarında Beşiktaş’ın yarattığı iki pozisyon siyah beyazlı tribünleri biraz olsun heyecanlandırdı, maçın diğer bölümleri çekişmeden öteye gitmedi. Maçta iki takımın yaptığı faul sayısına baktığınızda da oyunun niteliği hakkında bilgi sahibi olursunuz.

Bazen, eski zamanlarda amatör kümelerde santrfora top şişirme taktiğini andıran uzun vuruşlar ve rakibe her türlü girişimde bulunarak top almasına engel olma taktiğini öncelemek için Jesus ve İsmael olmaya gerek var mı sizce? Bu taktiği antrenör diploması olan hatta mahallenin ağır ağabeyleri bile uygulatabilirdi.

Artık teknik direktörler bir numara değil

Diyeceksiniz ki, bu kadar kariyerli oyuncuları herkesin yönetip bir amaç uğruna yola çıkarması kolay değildir. Ben de derim ki, bugün futbolu etkileyen o kadar çok parametre var ki, çalıştırıcı etkisi birinci sırada değildir. Aynı iyi futbolcu olabilme kriterlerinin içinde doğal yeteneğin altıncı sırada olması gibi.

Yanlış okumadınız, başarılı sporcu ya da futbolcu olabilmenin 10 kriteri içinde doğal yetenek altıncı sıradadır. Ancak yorumculardan kaynaklanan söylemler topumu öylesine etkiliyor ki, “yetenek” dillerden düşmüyor, her şeyi var edenin yetenek olduğu sanılıyor.

Bu, inanılmaz büyük bir yanılgıdır. Bizim insanımız çok çalım yapanı çok yetenekli sanıyor. Oysa kuvvet, sürat, çabukluk, dayanıklılıkta yeteneğin onlarca parçasından biridir.

Derbi oynayanları da izleyenleri de yordu

Geçen iki sezon üst üste ligi ikinci bitiren Fenerbahçe’ye Jorge Jesus’un istediği her futbolcu transfer edildi. Bu futbolcuların hepsi de Jesus ve futbolseverlere göre yetenekliydi(!). Yaratılan pozisyonlar, çekilen şutlar, yapılan ortalar, ceza alanı etrafında yapılan yetenek(!) gösterilerine baktığınızda ne gördünüz?

Oynayanları değil izleyenleri de yoran bir çekişme… Tamam, futbol artık büyük bir endüstridir ama bu yapının içinde oyunu da barındırır. Futbolun oyun yönünü yok sayarsanız eğlenmek ortadan kalkar, oyun diye sergilenen mücadele bıkkınlık verir. Jesus ve İsmael bıkkınlık yaratan bir futbolun temsilcileri olmamalıdırlar…

Eğer yoksulluğunuz ve yoksunluğunuz becerilerinizden büyükse başarılı olmanız zordur derler. Neredeyse her şeye sahip olan Fenerbahçe nasıl böyle futbol yoksulu görünür?

05 Ekim 2022, Çarşamba 13:31
YAZININ DEVAMI

‘’Jesus ve İsmael olmaya gerek var mı?‘’

Beşiktaş ve Fenerbahçe’nin ligde oynadığı önceki karşılaşmalara bakarak hepimiz izlenmesi hoşluk yaratacak bir futbol beklentisi içine girdik. Bu iki takımın oyunu adeta çölde bir vaha olarak bizim futbola duyduğumuz susuzluğumuzu giderecekti. Futbol dünyasının beklentisi bu yöndeydi.

Ancak izlenebilir bir futbol söz konusu olduğunda “dağ fare doğurdu” demekten kendimizi alamadık. Oyunun son dakikalarında Beşiktaş’ın yarattığı iki pozisyon siyah beyazlı tribünleri biraz olsun heyecanlandırdı, maçın diğer bölümleri çekişmeden öteye gitmedi. Maçta iki takımın yaptığı faul sayısına baktığınızda da oyunun niteliği hakkında bilgi sahibi olursunuz.

Bazen, eski zamanlarda amatör kümelerde santrfora top şişirme taktiğini andıran uzun vuruşlar ve rakibe her türlü girişimde bulunarak top almasına engel olma taktiğini öncelemek için Jesus ve İsmael olmaya gerek var mı sizce? Bu taktiği antrenör diploması olan hatta mahallenin ağır ağabeyleri bile uygulatabilirdi.

Artık teknik direktörler bir numara değil

Diyeceksiniz ki, bu kadar kariyerli oyuncuları herkesin yönetip bir amaç uğruna yola çıkarması kolay değildir. Ben de derim ki, bugün futbolu etkileyen o kadar çok parametre var ki, çalıştırıcı etkisi birinci sırada değildir. Aynı iyi futbolcu olabilme kriterlerinin içinde doğal yeteneğin altıncı sırada olması gibi.

Yanlış okumadınız, başarılı sporcu ya da futbolcu olabilmenin 10 kriteri içinde doğal yetenek altıncı sıradadır. Ancak yorumculardan kaynaklanan söylemler topumu öylesine etkiliyor ki, “yetenek” dillerden düşmüyor, her şeyi var edenin yetenek olduğu sanılıyor.

Bu, inanılmaz büyük bir yanılgıdır. Bizim insanımız çok çalım yapanı çok yetenekli sanıyor. Oysa kuvvet, sürat, çabukluk, dayanıklılıkta yeteneğin onlarca parçasından biridir.

Derbi oynayanları da izleyenleri de yordu

Geçen iki sezon üst üste ligi ikinci bitiren Fenerbahçe’ye Jorge Jesus’un istediği her futbolcu transfer edildi. Bu futbolcuların hepsi de Jesus ve futbolseverlere göre yetenekliydi(!). Yaratılan pozisyonlar, çekilen şutlar, yapılan ortalar, ceza alanı etrafında yapılan yetenek(!) gösterilerine baktığınızda ne gördünüz?

Oynayanları değil izleyenleri de yoran bir çekişme… Tamam, futbol artık büyük bir endüstridir ama bu yapının içinde oyunu da barındırır. Futbolun oyun yönünü yok sayarsanız eğlenmek ortadan kalkar, oyun diye sergilenen mücadele bıkkınlık verir. Jesus ve İsmael bıkkınlık yaratan bir futbolun temsilcileri olmamalıdırlar…

Eğer yoksulluğunuz ve yoksunluğunuz becerilerinizden büyükse başarılı olmanız zordur derler. Neredeyse her şeye sahip olan Fenerbahçe nasıl böyle futbol yoksulu görünür?

05 Ekim 2022, Çarşamba 13:21
YAZININ DEVAMI