Arama

Popüler aramalar

‘’Şampiyonlar Ligi Lizbon'da kaybedildi‘’

Eski gücünde olmadığı söylenen Benfica, futbol tarihinin en büyük yıldızlarından biri olan Eusebio’yu yetiştirmiş bir kulüptür. Mozambik asıllı Eusebio tüm zamanlarda Afrika’dan çıkmış en büyük futbolcudur. Benfica çok görkemli bir tarihe sahip olmasına karşın bugünde ürettikleri ile ayakta durmaya çalışmaktadır. Böyle bir takım eski gücünde olmasa da, futbol oynama alışkanlığının verdiği özgüven ile kendi kategorisinin üzerindeki takımlara bile üstünlük sağlayabiliyor. Bu bağlamda Fenerbahçe’nin, Şampiyonlar Ligi’nden elenmesi normaldir. Edinilen skorlara bakıldığında sanki iki maç da başa baş oynanmış gibi görünebilir. Ancak oyunun ayrıntılarına bakıldığında Benfica belirgin bir şekilde önde olan taraftı.

Şampiyonlar Ligi’nin Lizbon’da kaybedildiği açıktır. Çünkü Fenerbahçe deplasmanda çok daha iyi oynadığı halde hatalı yenilen bir gol ile maçı yitirmişti. Her iki karşılaşmada da eleştirilerin Valbuane üzerinde yoğunlaşması rastlantı değildir, Phillip Cocu’nun oynatmak istediği oyunun baş aktörü de, yine Valbuane değildir. Önde oynamaya çalışan bir takımın temel anlayışı topu koşturmak, dolayısıyla çabuk oynamaktır. Fransız futbolcu takımla değil kendi başına oynamak isteği yüzünden her zaman sorun yaratmaya adaydır. Çünkü onun topla buluştuğu yerler hep rakip kalabalığı yüzünden kontrol altındadır. Büyük umutlarla transfer edildiği halde Aykut Kocaman bile onu kulübeye çekmek zorunda kalmıştı.

Benfica gibi bir takım Valbuena ile oynayarak geçilemeyeceğini Cocu görmeliydi. Belki başkası oynasaydı da sonuç değişmeyecekti. Ancak teknik direktörler hangi futbolcudan nasıl ve ne zaman verim alınacağını dışarıdan bakanlardan daha önce görmelidir. Yenilenmek düşüncesi ile yola çıkan Fenerbahçe’nin teknik direktörü için sabır göstermek herkesin görevidir. Ancak o teknik direktör de olabildiğince dikkatli, gerçekçi, düşünce, söylem ve uygulamalarında tutarlı olmalıdır. Maçtan sonra verdiği demeç çok ilginç geldi bana: “ Erken gol atabilseydik, biraz şanslı olabilseydik, golü biz atabilseydik…”. Olmadı! Stajyer antrenörler bile böylesi basit gerekçeler öne sürmezdi. Henüz çok erken ancak bu tür konuşmalar Hollandalı teknik adamın başını ağrıtabilir…

16 Ağustos 2018, Perşembe 12:37
YAZININ DEVAMI

‘’Şenol Güneş ayağına kurşun sıkıyor‘’

Her teknik direktörün futbol ve futbolcuya farklı, değişik bir bakış açısı olabilir. Ancak teknik direktör asla ve asla oyuncularına karşı takıntılı olamaz. Vagner Love’un, Beşiktaş’a hiçbir yararı olmayacağını Şenol Güneş’ten başka her kes gördü. İnsanlar çarşıda, pazarda, metroda, otobüste Negredo’nun Vagner Love’den daha kaliteli futbolcu olduğunu adeta bağırarak dile getiriyorlar, ama Şenol Güneş onu kazanmak için Beşiktaş’ın geleceğiyle oynuyor. Geçen yıl devre arasında Güneş’in onayıyla alındı ya, yanılmadığını göstermek için her yola başvuruyor.

Ancak futbol ile inatlaşmak insanın kendi başını yer! Beşiktaş tribünleri Vagner Love’u istemediğini daha ligin birinci maçında gösterdi. Ona da yazık! Oynayabileceği takımlar mutlaka vardır, ama o takım Beşiktaş değil! Bir futbolcunun bu duruma düşürülmesi en önemli teknik adam hatalarından biridir.

Peki, Negredo neden kazanılmak istenmiyor? Çünkü, büyük olasılıkla Şenol Güneş onun transferine onay vermediği halde yönetim aldı. Mario Gomez türü leblebi gibi gol atan santrfor istiyor ancak artık böyle forvetler yok. Bir santrfor her geleni gol yapacaksa teknik adam neyle uğraşacak. Gol elbette işin en önemli parçası ve gol atmayan forvetlerin ne iş yaptığı pek anlaşılamıyor. Ancak birçok modern forvet bugün eski golcülerle bugünkülerin bir karması gibi görünüyor.

Örneğin Didier Drogba, Emmanuel Adebayor ve Negredo gibi forvetler aynı anda hem nokta adam hem pırpır forvet hem koçbaşı hem golcü hem fiziksel olarak güçlü hem de inceci tipler. Geçen yıl Fenerbahçe maçında Negredo’nun, Quaresma’ya verdiği ince paslar nasıl unutulur? Bugünkü santrforlar hem geriye gelebiliyor hem de kanada çıkabiliyor. Final paslarında olduğu kadar pozisyonları bitirmede de usta isimler. Peki, Vagner Love bu tanımlara uyan bir futbolcu mu?

Artık sadece yaratıcı oyuncu olmak, sadece golcü olmak yetmiyor, en iyi modern forvetlerde en azından birçok yönlülük unsuru var. Ek olarak da sistem içerisinde de işlev göstermek zorundalar. Şenol Güneş inadından vazgeçip Negredo’yu kazanmak zorundadır…

13 Ağustos 2018, Pazartesi 21:11
YAZININ DEVAMI

‘’Trabzonspor'un görüntüsü…‘’

Sezonun ilk karşılaşmaları her takım için zordur. Özellikle yenilenmek anlamında hamle yapan takımlar içinse daha da zordur. Ancak Trabzonspor’un yenilenmek anlamında herhangi bir hamlesini de görmedik dün akşam. Bazı oyuncuların yıllık kazancında indirim yapmak yenilikse sözümüz yok. Ne var ki, kadro anlamında da değişik, geleceği olan genç oyuncular görmeyi beklerdik. Takım neredeyse geçen yılın aynı.

Buna rağmen Trabzonspor’un oyun kurgusu ve taktik değerler açısından herhangi bir yeniliğinin olması bir yana, geçen yılı aratacak kadar da karmaşık bir oyun oynuyorlar. Hatta ne oynadıkları, hangi dizilişle alana çıktıkları, strateji ve taktiklerinin ne olduğunu anlamakta zorlandık. Geçen yıl ki kadro alana çıkıyorsa daha uyumlu bir futbol beklerdik.

Kadrosunun değeri ne olursa olsun Trabzonspor Türk futbolunda önemli bir firmadır. Bu bağlamda, hangi sahada, hangi kadroyla oynarlarsa oynasınlar, yenilseler bile rakipleriyle baş edebilecek bir yapıda olmalılar. Gelin görün ki, dün akşamki Trabzonspor bir tek gol pozisyonu yaratmak bir yana, dikkate değer bir hücum organizasyonu bile yapamadı.

Sezon başı olması nedeniyle takım organizasyonunda sıkıntılar olabilir. Ancak en azından bazı oyuncular bireysel anlamda takıma katkı yapmaları gerekirdi. Bu konuda da öncelikle beklenen isimler, transfer döneminde isimlerinden en çok söz edilen iki genç, Yusuf Yazıcı ve Abdülkadir Ömür olmalıydı. Bu ikilinin öz kaynaktan yetişmesi onlara daha fazla sorumluluk yüklüyor. Ancak Trabzonspor’un en çok top kaybeden oyuncuları bu ikiliydi. Hedefe oynamak, sonuç alıcı girişimlerde bulunmak için top kaybedilebilir. Ancak ikisinden de böyle bir duyarlılık göremedik. Hücumda belirsizlik olunca takımın görüntüsüne de karmaşa hakim oluyor.

13 Ağustos 2018, Pazartesi 00:26
YAZININ DEVAMI

‘’Teknik direktörlerden ne bekliyoruz?‘’

Futbolda 2017-18 geçiş dönemini Dünya Kupası ile doldurup tamamladıktan sonra, 2018-19 sezonuna bugün giriş yapıyoruz. Kendisini tanımaktan ve birçok anıyı paylaşmaktan onur duyduğum, Fenerbahçe ve futbolumuzun efsane oyuncularından Lefter Küçükandonyadis’in adının verildiği “futbol sezonu” dilerim onun adına yakışır güzellikler içerir. Başta futbolcularımız ve teknik adamlarımız her davranışlarında “Lefter sezonu”nu anımsarlarsa aşırı, kuraldışı tutumlarının da en azından bir kısmı törpülenir.

Şunu kesinlikle biliyorum ki, futbolun hiçbir unsuru futbolun gelişimine teknik adamlar kadar katkı yapamazlar, ancak hangi teknik adamlar? Futbola kafa yoran, kendi çıkarlarını takımın ve futbolcularının yararlarının önüne koymayan, birtakım güçlere sırtını dayayıp “takımın başında kalayım da gerisi önemli değil” şeklinde düşünmeyenler. Genç oyuncuları kazanmak için gerekirse işini kaybetmeyi göze alan, ülke futbolunun geleceğinin gençlerde olduğunu gören, savunan ve arkasında duran, futbol ile yaşamı örtüştüren, araştıran, öğrenen ve takım kurgusu anlamında yenilikler peşinde koşan teknik adamlar…

Zorlukların üstesinden bilgi ve yaşamdan aldığı deneyimler ile kalkmasını bilen teknik adam denilince aklıma ilk önce 1998 Dünya Kupası’nı kazanan Fransız teknik adam Aime Jacquet gelir. Bilindiği gibi Jacquet uzun yıllar maden işçiliği yapmıştır. Maden işçiliğinin dünyanın en zor uğraşı olduğu söylenir. Jacquet, Brezilya ile final oynayacağı gün Zidane’ı oynatmamayı düşünmektedir. Fransız teknik adam Zidane’ın dünyanın en iyi oyun kurucusu olduğuna inanmaktadır. Temposu düşük, neredeyse hiçbir savunma içgüdüsü olmayan Zidane’ı nasıl kullanacaktı? Oynatmasa, kaybettiği an dünya başına yıkılacak. Sonunda bir formül bulur.

Bulduğu çözüm onu serbest oynatmaktı. Bunu yapabilmek için orta alana üç İtalyan tarzı savunma oyuncusu yerleştirmeyi planladı. Didier Deschamp, Emmanuel Petit ve Christian Karembeu. Ekstra güç olarak da Youri Djorkaeff’de sahadaydı. Sthephane Guivarch da tek forvet oynadı. Guivarch yüzünden Jacquet yerden yere vurulmasına rağmen ayağında top tutması ve geriden gelen oyunculara pozisyon hazırlaması bakımından kusursuzdu. Bunu ancak bir teknik adam görüp anlayabilirdi. Bilindiği gibi, bu kurgu ile Fransa finalde Brezilya’yı 3-0 yenip ilk kez kupayı kazandı.

Dünya Kupası tarihinde gol atmadan şampiyon olan tek santrfor Guivarch’tır. Guivarch sayesinde bugün artık şunu söyleyebiliyoruz: “Modern forvet bir golcüden fazlası ve hatta modern forvet hiç gol atmadan da başarılı olabilir.” Bunu bize Jacquet öğretti. Peki, bizim ligimizde Mario Gomez’in 28 gol atarken Beşiktaş’ın şampiyon olması ve Gomis’in 29 gole ulaşarak Galatasaray’da şampiyonluk yaşamasını nasıl açıklayacağız? Yoksa bizim ligimiz modern değil mi ya da teknik adamlarımızın uygulamalarında bir sorun mu var?

10 Ağustos 2018, Cuma 11:04
YAZININ DEVAMI

‘’Fenerbahçe'nin işi zor mu?‘’

Bu bağlamda Fenerbahçe’nin işi Kadıköy’dense deplasmanda daha kolay. Sadece Avrupa’da değil dünyanın her yerinde, bu düzeyde oynanan maçlarda ev sahibi avantajlıdır ve avantajını sonuca yansıtmak için maça iyi başlarlar. Henüz ortama ayak uydurmakta zorlanan rakibi ilk dakikalarda baskı altına alıp sindirmenin yolunu seçerler. Benfica’da böyle bir takımı. Eski günlerinde olmadığına ilişkin yorumlar yapılıyor. Doğrudur. Bizim gençliğimizde Benfica Avrupa’nın sayılı iyi takımlarındandı. Şimdilerde biraz gerilere düştü ancak her yıl bu seviyelerde oynuyor.

Önemli olan Fenerbahçe’nin ilk dakikaları atlatmasıdır. Sonrasında maçın kontrolüne ortak olup, oyunda dengeyi sağlayacaktır. Çünkü geçen yıla baktığımızda Fenerbahçe’nin problemleri deplasmanda değil Kadıköy’de ortaya çıkıyordu. Bu düşünceden hareketle, geçen sezon oynayan futbolculardan kurulu olan takımın başarılı olmaması için bir neden yok. Zaten yeni hoca Phillip Cocu’da eski futbolcuların kafasını karıştırıp birçok yeni düşünceyi bu maçta uygulamaya koymayacaktır.

Fenerbahçe’nin muhtemel kadrosuna baktığımızda, deplasman oyunu için atak yönü öne çıkan oyuncu sayınsın fazla olduğunu görmekteyiz. Bu takımın geriye dönüşlerinde sorun yaratabilir. Hücumu seven futbolcuların sayısı fazla olunca takımda ne gibi dezavantajlar olacağını bir sonraki yazımda ele alacağım. Ancak bugünkü Fenerbahçe’nin en önemli sorununun deplasman değil, deplasmanda oyuncu seçimi olduğudur.

07 Ağustos 2018, Salı 15:23
YAZININ DEVAMI

‘’Sanatkar futbolcular mı fizik kalite mi?‘’

Aslında bu sorunun yanıtını Rusya’da düzenlenen 2018 Dünya Futbol şampiyonasında aldık. Hazard, Griezmann, Modric gibi sanatkar futbolcuların bile öncelikli olarak takım oyununa ayak uydurup fizik kaliteleri ile ayakta kaldıklarını gördük. Belki de soruyu daha farklı sormak lazım; sanatkar futbolcuları takımın beyni haline getirmekten kurtarmak mı gerekiyor?

Bu sorunun yanıtı da futbolun gidişatı içinde saklıdır. 21. yüzyılda futbolda yenilik söz konusu olduğunda savunma ve fizik kaliteye yönelik yenilikler atağa yönelik unsurlardan çok daha fazla kök saldı. Üçlü savunmalar çabucak terk edilip beşli orta alanların çeşitli varyantları(1,3,1-2,2,1) uygulamada öncelik aldı. Böylece kas gücü zarafetin, gerçekçilik de estetiğin önüne geçti.

Futbolda sanatkar oyunculara her zaman yer vardır. Önemli olan onun sanatını nasıl kullanacağıdır. Doğaldır ki oyunun bütün mantığı fiziksel çaba ve defansif anlamda doğru pozisyon almak üzerine kurulamaz. Tamamıyla makineleşmiş takımları her zaman zinde tutmak kolay değildir. Çünkü önceden planlanıp uygulamaya konulan senaryonun ucu kaçırıldığında kaybederler. Tek bir oyuncunun yaratıcılığına bağlı takımlar da benzer sorunlar yaşarlar. Bu durumda da “Tanrı’nın eli” devreye girmeyince, tamamen rakiplerinin merhametine muhtaç olunun bir mücadelenin içinde bulurlar kendilerini.

Özellikle de modern sistemlerin, hücum tehdidinde çarpıcı bir azalma olmaksızın iki savunmaya dönük orta alan oyuncusu oynatmaya izin verildiğinde, bir takımın tüm yaratıcılığı tek bir kaynağa bağlıysa, bunu boğmak çok kolay olur. Sanatkar futbolcuların sayısını artırdığınızda ise karşınıza nostaljik Brezilya futbolu çıkıyor. Böyle bir takım da, ya kendi sahasında Almanya’dan yedi gol yiyor ya da büyük turnuvalara erken veda ediyor.

Sistemler, taktikler ve fizik kalite futbolda kökleştikçe futbol belki naifliğini yitiriyor, kazanmak için sanatkar oyuncuya dayalı güzel futbol yetmiyor. Futbolun sistemlere dayalı oyun içinde güzel olması gerekiyor.

04 Ağustos 2018, Cumartesi 12:05
YAZININ DEVAMI

‘’Seba ve Canaydın'dan Ali Koç'a…‘’

Türk futbolunda barış ve dostluk anlamında atılan adımlar yavaş yavaş da olsa ürünlerini vermeye başladı. Kendi kurumunu ve rakiplerini kırıp dökmeden, futbolun dostluk alanına ekilen filizlerin ilk noktasında Beşiktaş’ın beyefendi başkanı Süleyman Seba var. Seba’yı, Dolmabahçe’den sonsuzluğa uğurladığımız gün herkesin anısının önünde saf tutması futbolumuzun ve insanımızın ona verdiği değerin göstergesiydi.

Denizlisporlu K.Erol’un attığı serbest vuruş golü ile şampiyonluğu yitirince “Şerefli ikincilik, şerefsiz şampiyonluktan iyidir” dediğinde ne anlatmak istediği pek anlaşılamamış, dolayısıyla tribünler “Ahmet Dursun, Seba gitsin” gibi tuhaf, kadirbilmez sloganlar atmıştı. Ancak onun izinden giden Galatasaray Başkanı Özhan Canaydın, centilmenlik ve efendilik taşının üstüne bir yenisini koymuştu.

Bugünlerde ise o taşları üst üste koyma ve ülkemiz futbolunda centilmenlik, dostluk anıtı yapmak için bayrağı Ali Koç devralmıştır. Hem de öyle bir devralma ki, salt kendi taraftarlarının değil tüm ülke futbolunun kalbine giden yola sevgi ve dostluk taşlarını döşeyerek...

Türk sporunun yazı ailesine katıldığım ilk günlerden beri söyleyip yazdım; kendi insanına yatırım yapmayan, kendi insanının gücüne ve öz dinamiklerine güvenmeyen kurumlar, kulüpler saygınlığını geliştiremez. Ali Koç’un “Koç Holding’in değil, Fenerbahçe’nin gücüyle zorlukların üstesinden geleceğiz” demesi de bizim düşüncelerimizle bire bir örtüşmektedir.

Yıllar yılı ekilen kavga, dövüş tohumlarını kurutup yerine dostluk fideleri ekip bu konuda verim almak kolay değil. Yanlış politikalar sonucunda oluşan borçlardan birden bir kurtulmak ise mümkün değil. Ali Koç’da “Bugünden yarına bir şey değişmeyecek ancak taşları üst üste koya koya eski günlere döneceğiz” diyerek zamanla her şeyin iyiye gideceğine vurgu yapıyor.

Bir zamanlar, rahmetli Özhan Canaydın’ın uzattığı dostluk elini garipseyenler bugün “tüm kulüplerimizle dostluk köprüsü kurup salt Fenerbahçe’yi değil Türk futbolunu değiştireceğiz” diyen Ali Koç’un, Seba geleneğini daha da ilerilere taşımaya çalıştığını anlayabilirler umarım. Anlasalar da anlamasalar da futbol kültürü kendi diyalektiği doğrultusunda gelişimini sürdürüyor.

Baksanıza, Seba ve Canaydın dostluk için söylemde bulundukları için acı çekmişlerdi. Bugün Beşiktaş Başkanı Fikret Orman göğsünü gere gere “Futbolda bir pozitif hava oluştu. Bunu da Fenerbahçe Başkanı Ali Koç’a borçluyuz. Böyle bir nezakete muhatap olduğumuz için çok mutluyuz” diyor. Çok şükür bugünleri de gördük! Seba ve Canaydın’ın ektiği dostluk tohumları gün yüzüne çıktı…

02 Ağustos 2018, Perşembe 13:02
YAZININ DEVAMI

‘’Phillip Cocu'nun takım anlayışı…‘’

Evrim süreci hiç durmuyor. Aynı şeyi yapıp durmak yok olmayı beklemek demektir. Ajax ve Hollanda Ulusal takımıyla doruğa çıkan total futbol anlayışı kendini yenileyemediği için, diğer rakipler onlara karşı önlem almayı öğrenip portakallarla baş etmeyi ve hatta onları geride bırakmayı başardılar. Rinus Michels, Johann Cruyff ve Van Gaal’ın açtığı yoldan gitmeye çalışan Phillip Cocu’da total futbolun yeni versiyonunu uygulamaya çalışıyor. Total futbolun en temel özelliği sistemizasyonun geçer akçe olmasıdır. Yani futbolcuların bireysel becerilerinin yerini takım olarak hareket etmenin alması…

“Takım olmak” kolay telaffuz edilen bir deyim olmasına karşın futbolda teknik adamların tüm uğraşlarına karşın gerçekleştirmekte zorlandıkları bir sorundur. Bu nedenle Cocu kampta cep telefonlarını bile yasaklayıp, oyuncuların birbirleriyle daha çok konuşup, sohbet edip aralarındaki iletişimi güçlendirmeye çalışmakla işe başladı. Zamanında teknik direktörlüğünü yaptığım takımlarda, oyuncular arasındaki iletişimi güçlendirmek için, futbolcuların sahada ele ele tutuşarak bir çember oluşturmasını ve bu vaziyette topu yere düşürmeden oynamalarını isterdim. Bu uygulama oyuncular arasındaki iletişimi güçlendirmek bakımından çok iyi bir antrenman yöntemidir

İyi bir teknik direktör fikirlerine güvenmeli ve düşüncelerini oyuncularına aktarmakta hünerli olmalı, uygulamalarında haklı olduğunu futbolcularına, yönetimine ve takım yandaşlarına gösterebilmeli, taktik bilgisinden ise kimse kuşku duymamalıdır. Cocu’nun genel söylemlerinden bu ilkelerin ipuçlarını yakalıyoruz. Bir Hollanda geleneği olarak başlayıp günümüze değin faklılıklar içeren takım oyununa inanan bir teknik adam olduğu izlenimi veriyor. Ek olarak altı çizilmesi gereken şudur: Takım oyununda takımın üyeleri birbirine bağımlıdır. Takım oyununda bazı oyuncular verilen görevi eksiksiz yapmazsa bunun acısını diğer oyuncular çeker.

Bu yüzden her oyuncu kendisine verilen görevi yetenekleri ölçüsünde yerine getirmek zorundadır. Böyle bir takım ancak saha dışında da birlik olarak ve disiplini elden bırakmadan oluşturulabilir. Sözgelimi bir antrenmana zamanında gelmemek durumunda oyuncuya verilen ceza basit gibi görünse de içi dolu olan bir uygulamadır. Çünkü takım olmanın temel ilkelerinden biri de “dakiklik” tir. İşe zamanında başlamamak, zaman içerisinde takımın vidalarının gevşemesi demektir. Takım olmak, disiplin, dakiklik ve güçlü iletişimin oyuncular tarafından özümsenmesiyle gerçekleşebilir. Phillip Cocu bu geleneğin içinden gelen bir teknik direktördür. Bu anlayış içerisinde kendi yoğurt yiyişinin nasıl olduğunu ligin devamında göreceğiz…

30 Temmuz 2018, Pazartesi 16:38
YAZININ DEVAMI