Arama

Popüler aramalar

‘’Ulusal takımın geleceği‘’

Mircea Lucescu’nun, İsvaç maçının ikinci yarısında sahaya sürdüğü futbolcuların katkılarıyla oynanan futbol gösterdi ki, genç, gelişmeye açık yeni bir kuşak yakaladık. Rumen teknik adamın göreve gelmesiyle yitirilen birçok maç futbol dünyamızda endişe yaratmasına karşılık kazanılan bir karşılaşmadan sonra üstümüzdeki kara bulutlar dağıldı. Bu bizim ulusal özyapımızın bir göstergesi. Hep uçlarda dolaşıyoruz!

Oysa Ulusal takım çok genç ve daha alması gereken çok yol var. Belki 2020 Avrupa Şampiyonasına da gidemeyeceğiz. Ama geleceğe güvenle bakabilmek, sonraki turnuvalara katılmaktan öte dereceye oynayabilmemiz için kulüplerin yapılarını hızla değiştirip ligimizi futbol oynanan bir lig haline getirmemiz gerekiyor.

Yine Hollanda örneğine değinmek isterim. Bir zamanlar Hollanda Avrupa’nın futboldaki en geri ülkelerinden biriydi. Haziran 1949’da Finlandiya’yı 4-1 yendikleri maçtan Nisan 1955’te Belçika’ya 1-0 kaybettikleri maça kadar, Hollanda milli takımı 27 uluslararası maça çıkarken, bunların sadece ikisini kazanabildi. Norveç’e iki kez kaybettiler. 1948’de İngiltere’ye 8-2 yenilerek darmadağın oldular. Öyle ki maçta dört gol bulan İngiliz santrfor Tommy Lawton, hayretler içinde “daha önce hiç bu kadar boş alan bulamadığından “söz ediyordu.

Peki, Hollandalılar bu zor durumu nasıl aştılar? Ülkelerinin futbol geleneğine katı, bire bir adam markajını hiç yerleştirmeyerek. Ülke ligini bir “karabasan ligi” haline getirmeyerek… Kavga dövüş futbolunun yerine, idealist teknik adamlarının göze hoş gelen futbolun peşine düşmesiyle. Bu konuda aydınlık kafalı iki İngiliz teknik adam Jack Reynolds ve Vic Buckingham’ın öncülüğü söz konusuydu ama yaratıcı oyunun total futbola dönüşmesinde Hollanda futboluna damgasını, Başta Rinus Michels olmak üzere Hollandalı teknik adamlar vurdu.

Bu bağlamda gelecekte daha iyi bir Ulusal takıma sahip olmak istiyorsak futbolumuza araştırmacı, aydınlık kafalı yerli teknik adamların damga vurması gerekiyor. Lucescu’nun başarılı olması belki bir dönemi kurtarır ancak geleceği kurtarmanın anahtarı yerli hocalar ve onların yetiştireceği futbolcuların elindedir. Aksi durumda Piontek’in temellerini attığı Ulusal takım gibi bir dönemi kurtarıp daha uzun bir zamanı çöpe atarız…

12 Eylül 2018, Çarşamba 13:12
YAZININ DEVAMI

‘’Kazanan on bir iskelet olmalı‘’

Yaşamın olduğu gibi futbolun da kırmızı çizgileri vardır. O çizgileri aşmaya kalktığınızda başınıza iş alırsınız. Ya da trafikte kırmızı da geçmemek gerektiği gibi… İsveç’in attığı ikinci golde hücuma çıkarken topu kaptırdık ve o top kaybı gol ile sonuçlandı. Bu futbolun kırmızı çizgilerinden biridir.Yeni kurulan, gelişmeye çalışan bir takımın deplasmanda 2-0 geriye düşmesi altından kolay kalkılacak bir durum değil. Zaten ilk golde de tandemdeki uyumsuzluk söz konusuydu. Marcus Berg gibi kaliteli bir golcüsü bulunan rakibe karşı 2-0 geriye düşüp uyumsuz bir tandemle nasıl mücadele edilecekti?

Bu zor durumun altından kalkmanın en kestirme yolunun hücum olduğu biliniyor. Ancak İsveçlilerin işine gelecek doldur boşalt yöntemiyle değil, yerden, bilinçli ve rakibi ortadan delici hamlelerle… Nitekim delici pasların ustası Oğuzhan Özyakup işbaşı yapınca sorun çözüldü. Bugünkü kuşakların eski futbolculara göre moral değerlere çok daha fazla ihtiyacı olduğunu biliyoruz. Bu bağlamda başta Oğuzhan olmak üzere oyuncularımızın her birinin bir değer olduğuna kendilerini inandırabilirsek sorunun önemli bir kısmı çözülür.

Çünkü teker teker ele aldığımızda çok kaliteli oyunculara sahip olduğumuzu görürüz. Zeki Çelik ve Ömer Bayram’ın iki bek olarak kusursuz oynadıklarını söylemeliyim. Çağlar ile Kaan’da iyi futbolcular. Uyumsuzluk zamanla aşılacaktır. Hakan Çalhanoğlu’nun kalitesi herkes tarafından biliniyor. Her yerden topa vurup gol yapabilen ender oyunculardan biridir. Cenk Tosun’un alternatifsiz olması takım için dezavantaj. Emre Akbaba galibiyeti getiren golleri atmasına karşın henüz üst düzey uluslararası rekabetler için yeterli görünmedi. Ancak Ulusal takımın iyi bir omurgası olduğu kuşku götürmez.

Şimdi sıra maçın sorusunda: Sayın Lucescu kadronuzda Zeki Çelik ve Ömer Bayram varken Şener ve Hasan Ali ile neden uğraştınız? Zeki ve Ömer’in bundan sonra değişmez olacaklarını herkes gördü. Bu durumları teknik direktörlerin herkesten önce görmesi gerekmez mi?

11 Eylül 2018, Salı 12:24
YAZININ DEVAMI

‘’Lucescu ne demek istiyor?‘’

Ulusal takımın teknik direktörü Mircea Lucescu’nun ülkemizde görev yapmasını anlamakta zorlanabilirsiniz. Göreve geldiği ilk günlerde kendisini ben de eleştirmiştim. Ancak söyledikleri çok açık ve dokunaklıdır. 21 faklı takımdan çağırdığı futbolcularla bir ekip yaratmanın peşinde olduğunu, Ulusal takımı dört takımdan kurmak istediğini dile getirdi. Futbol oyununun hiçbir kategorisinde puan mücadelesi yapmamış ama kendini futbol otoritesi zannedenler Lucescu’nun söylemini kendi dar dünyalarından bakarak değerlendirmeye kalktılar.

Neymiş, Romanya’da Çevuşescu dönemine mi gitmek istiyormuş, bizde seksenleri geri getirmek mi istiyor muşuz… İnanamıyorum! Hoca, birkaç takımdan kurulan Ulusal takımın oyuncuları birbirlerini daha iyi anlar, eksiklerini daha kolay tamamlarlar, topa karşı çok daha kolay ve doğru pozisyon alırlar demek istemiştir. Rusya karşısındaki en temel eksikliğimiz birbirini tanımayan oyuncuların doğru pozisyon almakta zorlanmalarıydı.

Topa karşı doğru pozisyon almak deyip geçmeyin. Bu temel teknik futbolun en önemli unsurudur. İyi pozisyon almak, gerektiğinde fazla koşmamak demektir. Doğru pozisyon alırsanız tekniğinizi ve becerinizi de doğru kullanırsınız. Serdar Aziz’in gol sırasında aldığı pozisyona dikkat edin. Az sayıda takımdan oluşan Ulusal takımlar bu tür pozisyonları yaratmakta daha becerilidirler.

İyi bir spor gazetecisinin çok derin bir spor bilgisi ve spora tarihsel bir açıdan bakması gerekiyor. Futbol tarihine bakıldığında bütün dünya şampiyonu takımlar belli bir kulübün üzerinden kurulmuştur. Avrupa gibi sistematik değil doğaçlama futbol oynayan Latin Amerika takımları bile 15-20 farlı ekipten milli takımlarını oluşturmuyorlar. 1974 Dünya Kupası finalini oynayan Almanya ve Hollanda Ulusal takımlarının iskeleti Bayern Münih ve Ajax tarafından oluşturulmuştu. Bayern Münih Şampiyon Kulüpler Kupası’nı üç kez üst üste kazanmıştı. Sonra da Ajax iki kez kazandı. Sovyetler Birliği Ulusal takımının iskeletini Labanovski’nin Dinamo Kiev’i oluşturuyordu. İspanya ilk kez dünya şampiyonu olduğunda takımın iskeleti Barcelona’dan kurulmuştu. Biz Dünya ve Avrupa üçüncüsü olduğumuzda Galatasaray ağırlıklı bir takım vardı.

Özellikle bizim gibi henüz ulusal bir futbol ekolü olmayan ülkelerin milli takımı daha az takımdan oluşturulmalıdır. Ancak 14 yabancısı olan kulüplerden böyle bir takım çıkartmak olanaklı değildir. Kulüpler köklü bir altyapı düzeni kurup, bu öz kaynaklardan değerli oyuncular yetiştirilmediği sürece yabancı sayısı serbest bırakılamaz, sınırlama kaçınılmazdır. Aksi durumda Malta ve San Marino’nun gruplarına kadar gerileriz…

08 Eylül 2018, Cumartesi 13:17
YAZININ DEVAMI

‘’Önce temeli sağlam kulüpler…‘’

Beşiktaş teknik direktörü Şenol Güneş’in elit antrenörler toplantısında yabancı futbolcu sayısına ilişkin görüş belirtmesi ve bugünkü sayının fazla olduğunu söylemesi, yıllardır tavuk yumurta ilişkisine dönen tartışmayı yeniden gündeme getirdi. Konunun bu akşam oynanacak olan Rusya karşılaşmasına denk gelmesi ise rastlantısal olarak önemli. Şenol Güneş Ulusal takımın başında dünya üçüncülüğü başarısını edindiği günlerde yabancı sayısı daha azdı(5+1 ayrıca iki futbolcu ile de sözleşme yapılabiliyordu) ama o günlerde de konuya karşı duyarlıydı ve yine sayının fazla olduğunu söylüyordu.

Güneş’in Ulusal takım hocası olduğu günlerde Türkiye’de 124 yabancı oyuncu görev yapıyordu. Geçen sezon ise yabancı futbolcu sayısı 232’ye kadar çıktı. En fazla yabancı oyuncu Alanyaspor’da(17) en az yabancı ıse Başakşehir’de(9) görev yaptı. Bilindiği gibi Alanyaspor kümede kalma mücadelesi verdi Başakşehir ise şampiyonluk. Bu da gösteriyor ki yabancı oyuncu sayısındansa kaliteli yabancı daha önemli. Bugün 14 yabancı sınırlaması var. Bir kulüp 14 sıradan yabancı alacağına dört kariyerli yabancı alsa kötü mü olur? Ya da özellikle yetiştirici durumunda olan kulüpler genç yabancıları erken keşfedip kulüp yapısını sağlamlaştırsa ya da Altınordu gibi üretici bir firma olarak saygınlık kazansa yabancılarla rekabet gücümüz de artar.

Paranın, futbolun oyun felsefesinin önüne geçtiğinden beri paralar sürekli büyüyor ama futbolun görsel zevki hep geriye gidiyor. Johan Curyff “Benim oyunum” adlı kitabında Ajax ile yaptığı ilk profesyonel sözleşme sırasında takımdaki herkesin gündüz ikinci bir işte çalışıp antrenmanları gece yaptığını yazar. O takım 1973’e kadar Avrupa’da başarılacak ne varsa hepsini edindi. 1973’de Cruyff Barcelona’ya transfer olduğunda aldığı ücreti bugün PTT 1. Ligi’ndeki oyuncular da alıyor.

Ajax Kulübü’nün üretici sağlam yapısı dünya çapında yıldızlar yaratmıştı. O yıldızlar bugün olsaydı herhalde paha biçilmezdi. Amaç geçmişe özlem duyarak yaşamak değil elbette. Bugünün toplumsal ve teknolojik yapısıyla geçmişi kıyaslamak anlamsız olabilir. Ancak değişmeyen tek şey, her zaman geçerliliğini koruyan unsur sağlam bir kulüp yapısıdır. Bu da ancak alt yapıya, kendi insanına yatırım yaparak gerçekleştirilebilir. Bu gerçekleştirildiğinde yerli,-yabancı tartışması, ortadan kalkmasa da önemini yitirir.

07 Eylül 2018, Cuma 12:50
YAZININ DEVAMI

‘’Ali Koç devrim ateşini yaktı…‘’

Oyun felsefesi ve ekonomik olarak tıkanan Türk futbolunda uzun zamandır beklenen devrimci nihayet kendini gösterdi. Ali Koç salt Fenerbahçe için değil Türk futbolu için de devrim ateşini yakan başkan oldu. Devrim bir süreçtir, günlük işlerle ya da dönemsel etkinlikler, başarı veya başarısızlıklarla kendini göstermez. Büyük Atatürk’ün yaptığı devrimlerin günümüzde bile sorunlarla karşılaştığını göz önüne aldığımızda, Ali Koç’un yaktığı ateşin üç beş hafta içinde sonuç vermesini beklemek haksızlık olur.

Kimi zaman dünya, ülkeler, toplumlar ve kulüpler yeniliklere hazır hale gelirler. Bu hazır hale gelme durumunun mutlaka öncülleri vardır. Ali Koç’un öncülü de Aziz Yıldırım’dır. Eğer Aziz Yıldırım’ın yaptıkları olmasa Ali Koç devrim ateşini yakamazdı. Her türlü tesise sahip olan Fenerbahçe’de şimdi yapılması gereken oyun felsefesi ve ekonomik yapılanmadır. Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullar nedeniyle ekonomik hamle zor gibi görünse de Ali Koç ve ekibi ekonomide anlamlı adımlar atmaktadırlar.

Sahadaki oyunun değişmesi de hiç kolay değil. Yüzden fazla futbolcuyu izlediğini söyleyen Damien Comolli’nin uygulamalarına, teknik direktör Phillip Cocu’nun Aatif’a el uzatmasına bakılırsa kadrolaşmada bir sorun var gibi görünüyor. Ayrıca Cocu’nun 4.3.3 dizilişine geçmesi Hollanda’nın Total Futbol geleneğine göz kırpması anlamına geliyor. Total Futbol, Hollandalı teknik adam Rinus Miçhels’in şahsında anlam bulmasına karşın bu futbol biçiminin de öncülleri vardır. Hollanda futbolunun kurucu atası İngiliz Jack Reynolds’tur. 1915 yılında Ajax’ın başına geçti. Uzun yıllar savaş nedeniyle teknik adamlığa ara verdikten sonra 1945 yılında tekrar Ajax’ın başına geçti ve Rinus Michels onun talebesi oldu.

Reynolds hastalık düzeyinde disipline tutkundu. Günde 14 saat çalışır Ajax’ın tüm altyapı takımlarına aynı sistemle futbol oynamayı şartını koşardı. Gene de devrim hemen ürününü vermedi. Topa sahip olmaya dayalı sistemin tohumları atılmıştı ama sürgün vermesi için zaman gerekliydi. Nihayet bir başka İngiliz Vic Buckingham 1959 yılında Ajax’ın başına geçince kımıldanmalar başladı.

İki İngiliz’in de futbola bakışı aynıydı. Başta disiplin ve onlara göre, oyun, alanla ve onun nasıl kontrol ettiğinizle ilgiliydi: Top sendeyken ve topu tutman kolayken sahayı genişlet; top sende değilse de alanı daralt ve rakibinin ona sahip olmasını çok daha zor hale getir. Bu oyun felsefesi Michels ve Cruyff ile daha da geliştirilerek 1970’lerin Ajax’ı ve günümüzün Barcelona’sı ortaya çıkartıldı.

Topa sahip değilseniz rakibe yoğun pres yapılıp beş saniye içinde topu almalısınız. Bu süre içinde topu kazanamıyorsanız derhal savunmaya döneceksiniz. Top rakibe geçince presle birlikte çok disiplinli bir ofsayt taktiği de işin bir başka boyutu. Böyle bir oyun felsefesini oluşturup geliştirmek bırakın bir lig dönemini birkaç yılda bile gerçekleştirilemeyebilir. Hesabını kitabını çok iyi yapmış olan Ali Koç’un “bir dönem yetmeyebilir” demesinin altındaki düşünce de bu noktaya dayanıyor. Bu bağlamda Fenerbahçeliler kendilerine şu soruyu sormalılar: Günü mü kurtarmalı yoksa geleceği mi?

06 Eylül 2018, Perşembe 12:24
YAZININ DEVAMI

‘’Şenol Güneş adaleti‘’

Hepimiz yaşama bir yerlerden başladık. Acı, tatlı günlerimiz oldu. Bazen hayatın küçük şeytanlarının kurduğu tuzağa düştük, birileri bizi o tuzaktan kurtardı, yeniden yaşam mücadelesine giriştik. Her insanın böyle anları mutlaka vardır. Şenol Güneş’te bir zamanlar yaşamın acımasızlığı hatta adaletsizliği ile yüz yüze geldi. Henüz 17-18 yaşlarında genç bir kaleci iken ciğerlerinden rahatsızlandı. O günlerde görev yapan Trabzonsporlu yöneticiler yüzüne bile bakmadı. Çaresiz kalmıştı. İşte o anda bir dost eli uzandı.

Akçaabatspor’un Başkanı Hüseyin Reis genç Şenol’un elinden tutar. Reis’in, Akçaabat’ta birkaç katlı oteli vardır. Altı ise lokantadır. Başkan, Şenol Güneş’e şöyle der: “işte sana yatman için oda, işte beslenmen için lokanta. Beslen ciğerlerin iyileşsin, çalış, sana yüz çevirenleri utandır.” Sonrası biliniyor. Şenol Güneş, Türkiye’nin en önemli kalecilerinden biri olarak sokağa atıldığı takıma geri dönüyor.

Bu olayın bir numaralı tanığı, Trabzonspor’un efsane savunmacılarından Kadir Özcan’ın ağabeyi Arif Özcan’dır. Çünkü Şenol Güneş’in Akçaabatspor’da oynaması için Arif Özcan çok büyük desteği vermiştir. Arif Özcan Trabzon ve ilçelerinde yetişmiş en büyük oyunculardan biridir. Rahmetli Fahri Somer onu izlemek için İstanbul’dan Akcaabat’a gitmiştir. Ne yazık ki, Arif Özcan tarihi çınar altında top oynarken düşüp sol kalçasını iki yerden kırar ve 2,5 yıl tedavi görmek zorunda kalır. Bu da yaşamın Özcan’a uyguladığı adaletsizlik olsa gerek.

Şenol Güneş, Beşiktaş’ta göreve geldiği günden beri “adalet” konusunda en çok vurgu yapan inandır. İnsan kendisinde olmayanı en fazla tekrar edermiş demek istemiyorum, ama Şenol Hoca’nın formayı adaletli dağıttığı konusunda ciddi endişeler oluşmaya başladı. Adaletsizlik ve oyuncusunu itibarsızlaştırmak anlamına gelen davranışları Olcay Şahan ve Kerim Frei ila başladı. Olcay, Türkiye’de modern futbol oynayan önemli bir futbolcuydu. Quaresma sevdası yüzünden onu oynatmayıp, bir hazırlık maçında seyirciye yuhalatarak gönderdi. Kerim, Beşiktaş’ın kulübeden gelen en büyük silahıydı. Bir keresinde “ben neden oynatılmıyorum Hocam” dediği için biletini kesti. Quaresma oyundan alındığında kulübeyi tekmeliyor, sesi çıkmıyor, güçsüz duruma düşürdüklerine ise istediği baskıyı uyguluyor.

Sonra da güçlülerin adaleti üzerinden güçsüzlere gönderme yapıyor. Şimdilerde de Tolgay’a takmış durumda. Negredo’ya gücü yetmedi. Başkanın baskısıyla kampa almak zorunda kaldı. Tolgay’ı itibarsızlaştırmaya çalışmasının nedeni ise açık; yeni transferler geliyor, onlara yer açmak istiyor. Elinde Beşiktaş tarihinin en güçlü kadrosu var. Varsın Tolgay’da devre arasında kendine takım bulsun!

Şenol Güneş, futbol dünyasından ayrılıp sonsuzluğa yol alan insanların uğurlanma törenlerine katılır. İstanbul’daki çeşitli camilerde kendisini görürüm. Biliyor musunuz, Şenol Güneş, kendine bugünkü şatafatlı hayatın sunulmasında mihenk taşı olan Hüseyin Reis’in cenaze merasimine katılmamıştır.

04 Eylül 2018, Salı 12:50
YAZININ DEVAMI

‘’Önderi Quaresma olan takım‘’

Rusya’da yapılan 2018 Dünya Kupası’nda en kötü savunma oyuncuları arasında başı çeken Pepe’ye Çin’den talip çıkınca, Beşiktaş’ın başına talih kuşu kondu diye düşünmüştüm. Ne var ki, İstanbul futbolcuların “tatlı hayat” yaşaması için dünyanın en uygun kenti. Bunu herkes gibi Pepe’de biliyor. Ben de olsam Arabistan çöllerinde ve Çin’in nemli coğrafyasında oynamak istemezdim. Bir dünya harikası olan İstanbul Boğazı’nın kıyısında oynamak varken otuzlu yaşların ortasında neden maceraya atılsın ki?

Pepe dünya kupasındaki kötü performansını İstanbul’a döner dönmez zayıf Partizan’a attığı kafa golleriyle unutturdu. Beşiktaş’ın lideri gibi görünen arkadaşı ve vatandaşı Quaresma’nın da ondan farkı yok. Futbol hayatı boyunca ya keçiboynuzunu ya da bir kova süt verip sonunda tekmeleyerek döken ineği andıran Quaresma, Bursa’da sakata yatıp takımın tüm konsantrasyonunu bozunca Beşiktaş kalesinde beraberlik golünü gördü.

Sönmüş yıldız futbolcu yalakalarına göre, yenilen gol öncesinde suç ya Adriano ya Pepe ya da topu kaptıran Necip’teydi. Onlara göre Quaresma’nın sakata yatması ve maç boyunca hiçbir iş yapmamasının pek önemi yoktu. Maçı televizyondan birlikte izlediğimiz Beşiktaşlıları çıldırtan Quaresma’nın Pepe ile Beşiktaş’a neler kaybettirdiğini Şenol Güneş’ten başka herkes görüyor.

Kariyerine bakıldığında şapka çıkartılacak Pepe son noktada nasıl böyle bir hata yapabilir. Bursa Beşiktaş’ın en zor deplasmanıdır. Galatasaray ve Fenerbahçe deplasmanları bile Bursa kadar zor değildir. Böyle bir dış saha oyununda Oğuzhan Özyakup’un üstün futbol zekasının bir ürünü olarak golü buluyorsunuz ama bu avantajı oyunun son dakikalarında yitiriyorsunuz. Pepe ve Quaresma’nın sıradan oyunlarda edindikleri başarıların bedelini zor oyunlarda ağır ödüyor Beşiktaş.

Geçen sezon olduğu gibi bu sene de Beşiktaş’ın elinde Türkiye’nin en iyi kadrosu var. Ancak, yine geçen yıl olduğu gibi bu sene de Beşiktaş’ın üstünden “kış güneşi” eksik olmuyor, bahar gelecek gibi de görünmüyor. Önderi Quaresma olan bir takımın burnu daha nerelere toslayacak, hep birlikte göreceğiz…

03 Eylül 2018, Pazartesi 11:53
YAZININ DEVAMI

‘’Fatih Terim'e sorular…‘’

Teknik adamlık söz konusu olduğunda Türk futbolunun son dönemlerinde üç teknik adam hep zirvede oldu; Fatih Terim, Mustafa Denizli ve Şenol Güneş… 30 yıllık bir döneme damga vuran bu hocalar ne yazık ki, futbolumuza kökten, derinlemesine bakıp bir çözüm de getiremediler. Dünyanın en büyük kulüpleriyle birlikte ülkemizin büyükleri de öz kaynaklarından yetiştirdikleri futbolcularla kurumlaşırken, o yıllarda oyunun ruhu, futbolcu ve oyun paranın önündeyken bugün para her şeyin yerini aldığı halde, oyuncular, kulüpler ve futbol neden gelişmiyor?

Mustafa Denizli artık yetmişli yaşların dinginliğiyle ununu elemiş, eleğini duvara aşmış durumda. Onu rahatsız etmenin bir anlamı yok! Ancak Fatih Terim’in üzerinden Şenol Güneş’e de gönderme yaparak birtakım sorular sormak gerektiği inancındayım.

Geçen yıl Galatasaray’ın başına yeniden geldiğinde doğru olanı yapıp, en kısa yoldan takımı şampiyonluğa taşımak gerektiğini planladın, bunu da başardın. Hadi futbolcunun yüzüne karşı ya da kamunun önünde söylemenin doğru olmadığını kabul edelim, bu Maicon’u kimin transfer ettiğini hiç mi araştırmadın? Evraklarının yetişmesi ve Arabistan’a transfer olması için neden çırpınmadın. Biliyorum, sen isteseydin o evraklar yetişirdi.

Fas futbolu dünyanın neresindedir? Faslı bir oyuncuya Galatasaray’ın liderliği verilir mi? Geçen yıldan bu yana kırmadığı ceviz kalmayan Belhanda’ya nasıl sabır gösteriyorsun? Takımın en pahalı oyuncularından biri olan çakma on numaradan çok daha başarılı olan Tolga Ciyerci’yi bir kalemde silip onun sırtını nasıl sıvazlarsın?

Bir hafta önce ligi açık ara şampiyon bitirecek görüntüden bir hafta sonra ligde kalma mücadelesi verecek bir takım haline nasıl geldi Galatasaray?

Yine bir hafta önce sahanın yıldızı olan Onyekuru bir hafta sonra nasıl amatör bir futbolcu haline döner? Çok zamandır altını çizdiğim “yabancı futbolcular deplasmanlarda iş olsun diye oynuyorlar” görüşüm doğru mudur? Karşı çıkıyorsan Onyekuru’nun hali nedir?

Galatasaray gibi bir futbol takımının stoperleri ceza sahası üzeri hatta penaltı noktasına yakın bir yerden rakibe nasıl vuruş şansı verir? Trabzon deplasmanında Eren Derdiyok ile oynamak, özellikle takım eksildiğinde, ileri gitmekte zorlandığında Galatasaray’a ne kazandırabilirdi? İlk değiştirmen gereken Eren olmalıydı, öyle değil mi?

02 Eylül 2018, Pazar 12:31
YAZININ DEVAMI