‘’Partizan tamam ama bu oyun yetmez…‘’
Genç kaleci Utku Yuvakuran’ın görev yaptığı Beşiktaş’ta özellikle savunma oyuncularında dikkat çeken kale endişesine karşın, Beşiktaş kalesinde gol pozisyonu yaşamadan Avrupa Ligi’nde gruplara kaldı. Partizan’ın kendi evindeki ilk maçta yitirdiği avantajını lehine çevirmek için Beşiktaş kalesine varmakta zorlanması, bu düzeyde oyunlar için kadro yetersizliğini göstermektedir. Zaten ilk maçta savunmanın ortasındaki sorun belirgindi. Tolgay’ın kafa golü atması bu sorunun pratikteki kanıtıydı.
Şenol Güneş rakibin tandemdeki problemini gözlemiş olmalı ki, duran toplarda iki stoperini Partizan kalesine gönderdi, bu düşüncenin de karşılığını iki kafa golü ile aldı. Vida’nın vurduğu bir kafanın da rakibin ayaklarına çarpması, Rusya’daki Dünya Kupası’nda yaşanan “sürpriz golcüler ile kazanmak” taktiğini Beşiktaş’ta deneyecek anlaşılan. Ancak gruplarda hiçbir takım Partizan ayarında olmayacak. Bu nedenle sadece orta yapmakla gol kazanmak kolay olmayacak. Antalyaspor’a karşı yapılan 59 şişirme ortayı unutmamak gerekiyor.
Bu bağlamda atakların salt Quaresma’ya dayalı oyuna bağlı kalmaması gerekiyor. Larin’in duvar olması ve Oğuzhan’ın attığı gol Beşiktaş’taki eksikliği de gözler önüne sermektedir. Bu tür goller Slavan Bilic ve Şenol Güneş’in ilk yılında atılıyordu. Hatta kenar ortalardan daha fazla verkaça dayalı goller atılıyordu. Oğuzhan’ın temel sorunu topun hep sağ tarafta ve rastlantı ortalara dayalı oynanması. Larin ile birlikte hazırladıkları gol Partizan maçlarında hatta bu sene oynanan tüm maçlar sonucunda en önemli kazanımdır. Eğer Beşiktaş pasa dayalı oynayacaksa sonuçta mutlaka topu ortaya hızlı bir şeklide çevirerek Oğuzhan’ın delici özelliğini kullanmalıdır.
İlk Partizan maçından sonra İstanbul’daki karşılaşmada Negredo’nun maçın adamı olacağını yazmıştım. Oysa Şenol Hoca onu kulübede oturttu. Öğretmen Şenol Güneş bana ders verdi. Benim için ne büyük yanılgı! Sorun yok! İspanyol golcü de “kulübenin adamı” oldu!
‘’Çağdaş futbolu Galatasaray oynuyor‘’
Bu köşeyi izleyenler, geçen sezondan bu güne Beşiktaş’ın doğru bir saha içi yapılanması olmadığını, Quaresma’ya dayalı şişirme ortalarla atakların sınırlandığını defalarca dile getirdiğimizi biliyorlar. Futbol oyununun atak yapılanması söz konusu olduğunda, Beşiktaş’ın kenar ortaların dışında başka bir hücum hamlesinin olmadığını biz anlatmaya çalışsak da söylediklerimizin bir değeri yok belli ki!
Yapmak konuşmaktan daha zordur. Şenol Güneş sürekli konuşuyor, Fatih Terim ise geçen yıl göreve geldiğinden beri sessizliğini bozmuyor, yerinde ve zamanında ihtiyaç olduğunda söyleyeceklerini söylüyor. Çok konuşan yapamıyor, susup işine bakan görkemli oynayan bir futbol takımı ortaya çıkartıyor. Şenol Güneş gibi deneyimli bir hoca konuşurken sözlerinin nereye varacağını nasıl düşünmez? Şenol Güneş, teknik direktör olarak ömründe iki şampiyonluk gördü, bunlar da Beşiktaş ile. Bu şampiyonluklar sırasında oynanan karşılaşmaların tümünde bugün eleştirdiği hakemler görev yaptı.
Kaprisli Quaresma’nın yaptığı kenar ortalara bağımlı bir takımın hocası neden şapkasını önüne koyup düşünmez? Quaresma’nın orta yaparken bile adam seçtiğini ve bu yüzden yaptığı ortaların yüzde sekseninin işe yaramadığını neden görmez hoca? Negredo Erzurum’da topukla bir gol attı. Sadece bu golün analizi iyi yapılsa Quaresma’nın takıma verdiği zararlar ortaya çıkar. O pozisyonun ilk anında Quaresma pasını verse İspanyol golcü topu boş kaleye vuracaktı. Ama o üç defa topu dürttükten sonra arkadaşını iki savunmacının arasında zor duruma düşürünce pasını verdi. Neyse ki Negredo büyük bir usta da golü attı. Şenol Hoca bunları nasıl göremez?
Son oynanan lig maçlarında Beşiktaş 59 orta yapıp 3-2 yenildi. Galatasaray ise attığı altı golün hiçbirini yan orta ile gerçekleştirmedi. Hepsi hızlı oyun, dikine paslar, ceza alanı çevresi ve içinde çabuk, hedefe paslarla. Negredo, Gomis’ten daha iyi santrfor derken söylemek istediğimiz de bu noktadan kaynaklanıyordu. Gomis’e golleri attıran takım oyunuydu, Negredo’ya ise takım istediği hiçbir pozisyonu hazırlamıyor. Gomis gitti, Galatasaray’da değişen bir şey yok! Takım golleri hazırlıyor, birileri de içeri atıyor. Çünkü Galatasaray doğru ve çağın gerektirdiği futbolu oynuyor. Bu güzel oyunun ayrıntıları bir başka yazı konusudur…
‘’Şenol Güneş neden oyunu değiştiremiyor?‘’
Bir teknik direktörün oyuna müdahalesi hangi sonuçları doğurur? Teknik adam oyunu yüzde yüz değiştirebilir mi? Teknik direktör kötü giden bir maçı öncelikle sahadaki futbolcular ile mi yoksa yedekten gelenlerle mi değiştirebilir? Soruları daha da çeşitlendirebilir ve sayısını artırabiliriz. Ancak şunun altını çizmek gerekiyor: Bir teknik direktör bazı oyuncuların yerine başkalarını alarak 33. Dakikada 3-1 geriye düşülen bir maçın sonucunu lehine çeviremez. Yapılacak olan oyuncu değişikliğinden daha çok oyunun planlanmasında yapılacak değişikliktir. Çok fazla oyuncu değiştirip, savunmadaki stoperlerden birini de ileri gönderip forvet sayısı artırılarak da sonuç değiştirilemez.
Beşiktaş gibi kendi sahasında çok etkili olabilen, yüzde 74 oranında topa sahip olup rakip kaleye 59 orta yapan bir takım maçı üç gol yiyerek bitiriyorsa ortada ciddi bir sorun var demektir. Bu sorunların başında ortaların hedefe, sonuç alıcı ve rakip savunmayı zora sokacak nitelikte olmamasıdır. Quaresma ve Caner Erkin’in hedef gözetmeksizin rakip kaleye yaptıkları sıradan ortaların tümünü Antalyasporlu Diego geri çevirdi. Dönen toplar yeniden kazanılıp yine kenara oynanarak oyun doldur boşalta döndü. Zaten oyuna Larin alındıktan sonra yanına Pepe’nin gönderilmesi maçın bilgi ile değil de doldur boşalt şeklinde oynatılacağının habercisiydi.
Teknik direktör oyuncularına ne söylerse söylesin… Örneğin ortaları yerden yapın, ceza alanı üzerinde verkaçlar ya da tek paslar yaparak şut pozisyonu hazırlayın, kapalı savunmaları delmek için içeri adam kaçırın… Şenol Güneş bunları söylemiş olabilir. Ancak oyuna Larin’i alıp yanına da Pepe’yi gönderiyorsanız oyuncuların aldığı mesaj bellidir… Her durumda topu rakip kaleye şişirin…
Beşiktaş gibi büyük bir takım bu denli bilgiden yoksun oynayamaz. Bunu kimse kabul etmez! Bir değişiklik yapılırken amaç oyuncu değiştirmek değil, oyunu değiştirmek olmalıdır…
‘’Sorun Fenerbahçe'de mi Cocu'da mı?‘’
Fenerbahçe’nin Hollandalı teknik direktörü Phillip Cocu’nun takımına nasıl futbol oynatacağına ilişkin ilk söylemlerine hiç karşı çıkmadık. Hatta “ileride oynayan bir Fenerbahçe” düşüncesini Hollanda futbolunun yerleşik bir geleneği olarak algıladık. Cocu’nun bu oyun felsefesini kısa sürede takımına uygulatamayacağını beklemiyoruz. Hiç kimse değişik kültürlerden, coğrafyalardan gelen yeni oyunculardan makine gibi çalışan bir takım yaratamaz. Böyle bir takımın ilk izlerini görme umudumuz ise sportif direktör Damien Comolli’nin “yüzü aşkın oyuncuyu yakından izliyoruz” demesiydi. En azından bugünkü görüntü, transfer edilen oyuncuların Comolli’nin dediği gibi ince elenip sık dokunarak takıma alınmadıkları şeklindedir.
Öncelikle şunun altı çizilmelidir: Ne Comolli ne de Cocu Türkiye Ligi ile Hollanda Ligi’nin bir kıyaslamasını yapmamışlar. Yapılan transferler Hollanda Ligi’nde oynanan futbol baz alınarak transfer edildiği için düşünülen atağa dayalı futbol oynatılamıyor, ileride oynayan bir Fenerbahçe yaratılamıyor. Takım ileri de çıkamıyor. Hollanda Ligi dünyanın en estetik, futbol oynamak için topu temel alan, oyuna dayalı ligidir. Türkiye Ligi ise dünyanın en acımasız, en çok kural dışı oynanan ve öncelikle oyunun bozulduğu bir ligdir. Böyle bir ligde Hollanda futbolu oynayamazsınız, PSV gibi bir takım da kuramazsınız.
Yüzlerce yıl önce Yozgatlı Türkmen “Ahır sekisinde İstanbul türküsü söylenmez” demiştir. Bu tarihi yaklaşım tam da Comolli ile Cocu’nun durumunu anlatıyor. Futbolun evrensel bir dili olsa da, asıl belirleyici olan içinde bulunulan koşullardır. Türkiye’de futbol başka türlü düşünülüp, başka türlü oynanıyor Hollanda da ise daha başka. Yıllarca yöneticilik yapmış hatta bugünkü Ümraniye’nin üçüncü lige alınmasında büyük emeği olan İbrahim Demirçelik ile Göztepe-Fenerbahçe maçını birlikte izledik televizyondan. Bir ara İbrahim bana dedi ki “Hocam bütün zor ve sıkışık pozisyonlarda Göztepeliler topa vuruyor.” Nedeni gayet açık… Göztepeliler Türkiye koşullarına göre oynuyorlar, Fenerbahçeli yabancılar ise Hollanda stili ile…
Türk lirasının Dolar ve Euro karşısında düştüğü durum dolayısıyla takımların ekonomik olarak küçülmelerini anlarız, hak da veririz ama ne olursa olsun Fenerbahçe’nin bu denli sıradan olmasını kimse anlamaz da, kabullenmez de. Cocu çok ivedi olarak ülkemiz koşullarını öğrenmesi gerekiyor.
‘’Beşiktaş'ın avantajı nedir?‘’
Partizan-Beşiktaş karşılaşmasını izlerken zaman zaman geçmişe yolculuk yaptım. Bir zamanlar bir ülke vardı. O ülkenin iki takımı olan Partizan ve Kızılyıldız ile eşleşen takımların futbolcularının dizleri titrerdi. Eski Yugoslavya’nın sembol takımlarından biri olan Partizan’ı izlerken her şeyin ne kadar değiştiğini görmemek mümkün değildi.
Mareşal Tito’nun Özyönetimi’nden sonra Yugoslavya yeni ülkelere bölünmüş, değişik politikalar devreye girmiş, anlayışlar, yönetim biçimleri değiştiği gibi bu yaşananlardan çok doğal olarak futbol takımları da etkilenmiş. Bir zamanlar Avrupa’nın önemli takımlarından biri olan Partizan artık ortalama bir Sırp ekibi. Ama gelin görün ki, Partizan’ın ülkesi Sırbistan Dünya Kupası’na katılabiliyor, yine bir zamanlar aynı ülkenin sınırları içindeki Hırvatistan ise Rusya 2018’de final oynayabiliyor.
Eğitimin, altyapının, üretimin yerini şişirilmiş parasal değerlerin aldığı yeni futbol dünyamızda takımların futbola bakışı ve yaklaşımı da parasal değerlerin gösterdiği yoldan ilerliyor. Bütçeler büyüyor ama Partizan’ın da, Beşiktaş’ın da oynadığı futbol gelişmiyor. İki orta sonucu atılan birer gol iki takımın savunmasının ortasındaki tutarsızlığı gözler önüne seriyor.
Şenol Güneş tarafından yok sayılan Negredo ve yine hocasının gözüne bir yıl boyunca giremeyen Lens’in artık “Beşiktaş’ın eksikleri” arasında gösterildiği ilk maçta bizim siyah-beyazlı takımın en büyük avantajı, 30 Ağustosta konuk pozisyonunda olacak siyah-beyazlıların tandemidir. Beşiktaş’ın, Sırbistanlı renktaşı ile arasında var olan tandemdeki fark turu İstanbulluya kazandıracak gibi görünüyor. İkisi de son dünya kupasında oynamış, Beşiktaş’ın tandemdeki ikilisinden Vida yenilen golde hatalı olsa da, İstanbul’daki ortamdan Partizan’ın tur çıkartması imkansız değil ancak zordur. Son derece deneyimli bir oyuncu olmasına karşın ikinci Linz maçında attığı gol sonrası formasını çıkartarak kırmızı kart gören, kime nasıl bir masaj verdiği anlaşılmayan(!) Negredo İstanbul’daki maçın adamı olabilir…
‘’Takım disiplini ve bağımlılık!‘’
Futbolda futbolcular, teknik adamlar ve hatta dönemler, anlayışlar değişiyor ancak önemini hiç yitirmeyen tek unsur olarak disiplin ve takım bağlılığı hep karşımıza çıkıyor. Bu gerçek yerel futbol takımlarından dünyanın en ünlü takımlarına kadar önemini hissettiriyor. Nasıl ki, küçük bir kıvılcım büyük yangınlara neden oluyorsa, takımlarda da bir futbolcunun disiplin sorunu ya da kafasının farklı şeylerle meşgul olması ekibin tüm bireylerini etkileyebiliyor. Bu durumlarda takımın gidişatına yön verecek olan teknik direktördür. Takımın gelecekteki başarı ve selameti için gerektiğinde vazgeçilmez olan oyuncuları bile gözünü kırpmadan ekibin dışında bırakmalıdır.
Sözü Galatasaray ve Fatih Terim’in sezon başı uygulamalarına getirmek istiyorum. Terim’in en vazgeçilmez görünen oyuncuları bir anda kadronun dışına itmesi takımın gevşemesinin önüne geçti. Asıl değerli olanın bireysel olarak oyuncular değil, disiplin ve takım bütünlüğü olduğu tüm oyunculara anlatılmış oldu. Disiplin ve takıma olan bağlılık salt Galatasaray’da değil Barcelona’da da aynıdır.
Rijkaard’ın ayrılmasından sonra Mourinho başta olmak üzere dünyanın birçok ünlü hocasının adı geçiyordu. Ancak Cruyff’un önerisi ile Barcelona’nın üçüncü lig takımının başındaki Pep Guardiola teknik direktörlük görevine getirildi. Guardiola takımın bünyesindeki oyuncular düşünüldüğünde genç ve deneyimsiz gibi görünüyordu ama naif değildi. Daha ilk başta uygulamak istediği felsefenin disiplin ve eksiksiz bir bağlılığa dayalı olacağını oyuncularına hissettirdi. Her oyuncunun en kısa sürede ideal kiloya gelmelerini istedi. Bu konuda hedefe ulaşamayanlara para cezası verildi. Antrenmanlara ve toplantılara geç kalan her oyuncu geç kaldıkları dakika başına 500 Euro ceza ödemek zorundaydılar.
Bütün yeteneğine karşın, sık sık geç kalan Alyaksandr Help takımdan gönderildi. Takımın birliğini bozduğu düşünülen Ronaldinho satıldı. Daha sonra uyum gösteremeyen Samuel Eto’o ve Zlatan İbrahimovic de piyasa değerinin çok altında paralarla satıldılar. Gönderilen şu oyuncuların isimlerine bakın! Her teknik direktörün peşinden koşacağı bu oyuncuları Guardiola bir kalemde sildi. Çünkü biliyordu ki, futbol takımının yönetiminde küçük ayrıntılar çok büyük önem taşıyor. O günlerde Xavi “Her şey kontrol ediliyor ve çok iyi hazırlanıyor. Strateji, taktik ve rakiplerin bize karşı nasıl oynayacağı konularına çok kafa patlatıyoruz” diyor. Disiplin ve takıma bağlılığın Barcelona’yı hangi konuma getirdiğini biliyorsunuz.
‘’Fenerbahçe tuzağa kolay düşüyor‘’
Bizim gençliğimizde üç büyüklerin sezon başında alacağı yenilgi büyük bir sürpriz sayılırdı. Hatta en son yenilen büyük takımın taraftarları, kendilerini ayrıcalıklı görürlerdi. Çünkü formanın ve firmanın büyüklüğü, iyi futbol oynanmasa bile rakiplerinin üstesinden gelebiliyordu. Yenilgisiz şampiyon olan Beşiktaş’ı ve yine yenilgisiz ikinci olan Galatasaray’ı biliyoruz. Bugünün futbolunda artık böyle bir şeyin gerçekleşmesi çok zor bir olasılık...
Çünkü büyük takımların karşısındaki rakiplerin geneli onlara karşı tuzak futbolu oynuyorlar. Baksanıza, Fenerbahçe henüz ikinci haftada yenilmezlik unvanını yitirdi. Dünyada tuzak futbolu en iyi oynayan iki ülke İtalya ve Arjantin’dir. İkisi de geleneksel olarak baskın takımlar değildir. Dört kez dünya şampiyonu olan İtalya’nın bu şampiyonlukları nasıl aldığı kimsenin aklında kalmaz. Savunmaya dayalı tuzak futbolu gelenekselleştiren ilk ülkedir.
En iyi oldukları zaman bile hep çok iyi savunma yaptılar. Öncelikli olarak kendi güçlerini değil rakiplerin zayıflıklarını kullandılar. Güzellik uğruna, güzel bir şey yapmak yerine sonuç almaya bakıyorlar. Türkiye’de de epey bir zamandır tuzak futbol özellikle üç büyüklere karşı moda oldu. Fenerbahçe gibi yenilenmeye çalışan büyük takımlar ise tuzağa çok kolay düşüyorlar.
Yeni Malatyaspor karşısında, yeni oyuncuları Ayew ve Slimani ile maçı kazanmaya çok yakın bir görüntü verdikleri dakikada tuzağa düştüler. Ev sahibi kendi gücü ile değil Fenerbahçe’nin zayıf yanını kullanarak kazandı. Şener’in boşalttığı sağ taraf ve kaleci Volkan Demirel’in özgüven eksikliği Fenerbahçe’nin yenilgisini hazırladı.
Phillip Cocu’nun yenilenme döneminde kaleyi Volkan’a teslim etmesinin bir mantığı var. 15 yıllık bir deneyimden yararlanmak istiyordur. Volkan Demirel’in önündeki hatları yerli yerine oturtmaya çalışırken kaleyi riske etmenin sakıncaları olabilir. Gelin görün ki Volkan’ın kendisi sakıncalı durumda. Malatyaspor karşısında yediği golden sonra Fenerbahçe’nin kalesinin güvende olması söz konusu değildir. Tuzak futbolu iyi uygulayan takımlar Fenerbahçe kalesini kolay kuşatabilirler…
‘’Şenol Güneş öğretmen mi, öğrenci mi?‘’
İnsan her yaşında hem öğrenci hem de öğretmendir. Bu bağlamda herkes birbirinden bir şey öğrenebilir. Ancak bulunduğu konum nedeniyle öğretici olması gereken insanlar öğrenci gibi davranıyorlarsa, hocalarına borçlarını kötü ödüyorlar demektir. Geçen sezonu kötü öğrenciler gibi yan yollara sapıp, Aykut Kocaman ve yarattığı hayali düşmanlarla harcayan Şenol Hoca, takıntıları yüzünden az kaldı Beşiktaş’ı Avrupa’dan ediyordu.
Yaklaşık 30 yıldır teknik direktörlük yapan bir hoca, kamuoyu önünde başkanıyla üstü örtülü atışmaya girer mi? Sezon başı hazırlık kampına götürmediği futbolcusuna yine kamuoyu önünde “bavullarını toplayıp gitsin” der mi? Diyorsa neden sözünün arkasında durmuyor? Bakın, takımdan, kovmaktan beter ettiği Negredo Şenol Güneş’i adeta ipten aldı. “Şenol Hoca, kriz maçlarını yönetemiyor” diyenler bir kez daha haklı çıktı. Linz maçı Güneş’in teknik adamlık kariyerine yeni bir “kriz” olarak yazıldı. Bu kriz sanırım yönetimi de uyandıracaktır. Başkan Fikret Orman “Şenol Ağabey” söyleminden “Şenol Hoca” aşamasına geçtiği gün Güneş’in koltuğu sallanacaktır. Linz maçı sonun başlangıcıdır.
UEFA PRO Lisansı’nın yanında öğretmenlik diploması da olan Şenol Güneş üç yıldır atağa çıkarken kaptırılan topların takımları nasıl yaktığını Oğuzhan Özyakup’a öğretememiş. Rusya’da yapılan Dünya Kupası’nın en kötü savunmacılarından biri olan, geçen sezon Beşiktaş’ta da suya sabuna dokunmadan gününü gün eden Pepe’nin yanına Roco’ya görev vermek öğrenci teknik adamların bile yapmayacağı büyük bir hatadır. Önceki yazılarımdan birinde de bu konuyu ayrıntılarıyla yazmıştım. Tandem bugünün futbolunun en hayati bölgesidir. Tandemde uyumsuzluk varsa o takımın maç kazanma ihtimali yoktur. Pepe’nin yanında Vida’ya görev verildiğinde yaşananlar da mı Şenol Güneş’e bir şeyler öğretememiş? Beşiktaş’ın teknik direktörü “deneme-yanılma” yöntemiyle iş yürütemez.
Çok merak ediyorum, Şenol Güneş bundan sonra gözlerini kaçırmadan, samimiyetle Negredo’nun gözlerine bakabilecek mi? İspanyol golcüyü yok sayıp Love’u parlatmaya devam edebilecek mi? Bir teknik direktör henüz sezon başı olmasına karşın bu denli kısa bir zamanda bu kadar hatayı nasıl yapar? Öğrenmenin yaşı yoktur da asıl kötü olan, öğretmenlik konumunda olan birinin ne öğreteceğini bilmemesidir…