Arama

Popüler aramalar

‘’Sistemler mi kavramlar mı?‘’

Bir Dünya Kupası daha sonuçlandı ve kupa Fransa Ulusal takımının kaptanı Griezmann’ın ellerinde yükseldi. Griezmann dünya gözüyle gördüğüm en iyi oyunculardan biridir. Son derece basit oynayan ve yeri geldiğinde inanılmaz çok yönlü bir futbolcu. Kupanın tartışmasız en iyi oyuncusuydu. Altın ayakkabı onun hakkıydı. Final maçında dişe dokunur hiçbir iş yapmayan, aldığı topların tamamını yana ya da geriye oynayarak, zamanında çok eleştirdiğim bizim Ayhan Akman’ı andıran Modric’in, kupanın futbolcusu seçilmesi güzel oyuna haksızlıktır. Seçenler neye göre karar veriyorlar bilemiyorum ancak kararlarının kusurlu olduğu açıktır.

Defansif bir dizilişle ve savunma yönü kuvvetli oyuncularla kupayı kazanan Fransa bu oyun yapısı yüzünden eleştiriliyor. Ancak futbolun şu yönü gözden kaçıyor gibi geliyor bana. Futbol belki de bir çeyrek yüzyıldır dizilişlerle değil kavramlarla oynanıyor. Medya mensupları dizilişlerin içindeki sayılarla uğraşadursun, iyi teknik direktörler artık sistem ve dizilişlere soğuk bakıyor. Futbol artık kavramlarla oynanıyor derken, hücuma dönük futbol ya da savunmaya yönelik futbol gibi yaklaşımlardan söz ediyoruz.

Günümüzde oyuncuların dönüşümü için yeterince zaman var. Savunma hattındaki oyuncular ileriye gidebiliyorlar. Hücum hattında olanlar da geriye gelip savunma yapıyorlar. Bu kavramlardan yola çıkarak Griezmann’ın şampiyonadaki en iyi futbolcu olduğu yargısına varıyoruz. Fransa’nın kaptanı takımına dört gol kazandırdı. Elimde sayısal bir veri yok ancak gözlemleyebildiğim kadarıyla Modric’ten daha fazla da savunmaya yardım edip rakipten top kaptı.

Futbol kavramlarla oynanmaya başlayınca her şey daha akışkan bir hal aldı. Bütün hareketler 30 metrelik bir alan içinde olup bitiyor. Bu alan içinde sağlam kalabilenler genellikle savunma yönü güçlü oyuncular oluyor. Aslında her futbolcu her pozisyonda oynamak ve herkes her şeyi nasıl yapacağını bilmek zorunda... Son iki Dünya Kupası’nı gönlümüzde yatan aslan değil futbolu kavramlar üzerinden kurgulayıp oynayan ülkeler kazandı. Almanya sistemden dizilişe geçişte defansif karmaşa yaşayarak elendi. Latin Amerikalılar diziliş ile doğaçlamayı örtüştüremediler. Fransa günümüz futbolunu en iyi oynayan takım olarak şampiyonluğu hak etti. Hırvatistan’ın finale gelmesi ise bir turnuva piyangosuydu. Hırvatistan’ın geldiği yönden Almanya, İspanya ve İngiltere’nin eleneceğini kim bilebilirdi?

16 Temmuz 2018, Pazartesi 13:55
YAZININ DEVAMI

‘’Büyük takım olmak kolay değil…‘’

Ne kadar değerli futbolculara sahip olsanız da, büyük takım olmak için o oyuncuların bir arada, belli bir süre mücadele etmeleri kaçınılmazdır. Futbol tarihine baktığınız zaman dünyanın en büyük takımları hep böyle oluşmuştur. Futbol otoritelerinin de kabul ettiği gibi, futbol tarihinin en iyi iki takımından biri olan 1974’deki Hollanda takımı da zaman içerisinde büyümüş, gelişmiştir.

Hollanda’nın 1970’lere kadar hemen hemen Lüksemburg kadar bir futbol kariyeri vardı. 1938’den 1974’e kadar hiçbir Dünya Kupası’na katılamamışlardı. O zaman ki adıyla Batı Almanya’daki 1974 finallerine de bir şans eseri katılabildiler. Hollanda eleme maçlarında zayıf rakipleri Norveç ve Kıbrıs’ı rahat yendikten sonra play-off da Belçika ile eşleşti. 1973’de Amsterdam’da olağanüstü çekişmeli rövanş maçında Belçika’nın santrforu Jan Verheyen oyunun son dakikalarında serbest vuruştan bir gol bulmuştu. Bu gol Hollanda’nın elenip 1974 finallerine gidememesine yol açacakken Rus hakem Kazakov golü ofsayt gerekçesiyle geçersiz saymıştı. Televizyondaki tekrar gösterimlerde golün nizami olduğu ortaya çıkmıştı. Gol geçerli sayılabilse belki de 1974 Dünya Kupası’nın efsane Hollanda takımını dünya görmeden dağılacaktı. Ancak o takımın bir rastlantı sonucunda katıldığı Almanya 1974’de neler yaptığını bütün dünya gördü.

Ajax ağırlıklı o muhteşem Hollanda Ulusal takımı yıllar önce başlanılan ve emek verilen bir altyapı sonucunda kurulabilmişti. Altın dönemini yaşayan Hollanda futbolunun öncüsü Ajak’ı kimse yenemiyordu. O takımın önemli oyuncularından biri olan Gerrie Mühren “Dağılmasaydık sekiz yıl üst üste Avrupa şampiyonu olurduk” demiş ve 1974 Dünya Kupası dönüşünde o efsane takım dağılmıştı.

Rusya 2018’de finale kalan Fransa Ulusal Takımı’nın bu noktaya gelmesi de Hollanda gibi bir play off karşılaşması sonucunda gerçekleşti. Üstelik o eşleşmenin ilk ayağında Ukrayna’ya 2-0 yenilmişlerdi. Bütün Fransa’nın ağır eleştirisi altında rövanş maçını en az üç farkla kazanmak hiç de kolay değildi. Takımın siyahi oyunculardan kurulu olması ırkçı, kafatasçı söylemleri neredeyse ayyuka çıkartmıştı. Neyse ki rövanş maçını 3-0 kazandılar ve Fransa’nın ikinci altın kuşağı bu günlere geldi.

1998’de kendi ülkesinde Dünya şampiyonu olan ilk altın kuşak Fransız Bilimler Akademisi’nin kontrolü altında şampiyonaya hazırlanmıştı. Akademi, oyuncuların uyurken harcadıkları enerjiyi bile hesap ediyordu. 15 Temmuz günü final maçına çıkacak olan ikinci altın kuşağın 1998 benzeri bir kontrol altında olmadığını biliyoruz. Ancak onlar yine çok güçlü ve bu gücün kaynağı da Afrika ateşinin eğitim sayesinde biçimlendirilmesinde… 23 kişilik kadronun 18’i Fransa dışından gelip vatandaş olanlardan oluşmaktadır. Irkçı ve kafatasçıların inadına futbol insanları birleştirme işlevini sürdürüyor…

14 Temmuz 2018, Cumartesi 11:56
YAZININ DEVAMI

‘’Dengeli takım çabuk oyuncu…‘’

2018 Dünya Kupası’nın sonuna gelmiş durumdayız. Artık önümüzde üçüncülük, dördüncülük ve final maçı var. Adı büyük ancak mesafesi kısa bir turnuvadan her sonucun çıkacağını başından beri anlatmaya çalışıyoruz.

Hırvatistan’ın final oynayacağını tahmin etmek ne denli zor ise, bu sonucun gerçekleşmesinin güzel oyunun en güzel yanlarından biri olduğunu da özümsemek gerekmektedir.

Dengeli bir takım yaratmak ancak ataklarda da rakiplerin dengesini bozmak üzerine kurulan anlayış 2018 Dünya Kupası’nda başarının anahtar faktörlerinden biri oldu.

Sözgelimi, özünde bir dünya devi olan Almanya savunmada yaşadığı dengesizlik yüzünden gruplardan çıkamadı. Orta alanda Griezmann, ileri uçta ise Mbappe ile rakiplerinin dengesini bozmayı başaran Fransa finale geldi.

Dünyanın en iyi futbolcularına sahip olabilirsiniz. Ancak rakibi dengesiz yakalamak üzerine planınız yoksa futbolda başarılı olmak zordur. Messi’nin, Ronaldo’nun, Neymar’ın formalarını giydiği ülkelerin elenmelerinin bir nedeni de “her durumda sonuca gideriz” anlayışı olsa gerek. Ne var ki savunmaları dengeli forvetleri ise delici takımlar aradan fırlayıverdiler.

Bu yazdıklarım muhtemelen sizlere çok basit gelecektir. Ancak rakibi dengesiz yakalama anlayışını sistematik uygulamaya çalışan çok az takım vardır. Pas oyunu adı altında savunmasında sürekli top dolaştıran takımların bu sitemi uygulaması hemen hemen imkansızdır.

En azından şöyle düşünebiliriz: Rakip dengesiz iken gol atma ihtimaliniz dengeliyken atma ihtimalinizden kayda değer derecede fazladır. Bu yüzden yapılan paslar rakibin dengesini bozmak amacı taşımalıdır ve dengenin bozulduğunu gördüğünüz anda da topu çok hızlı bir şekilde ileriye oynamanız gerekiyor.

İleriye çıkarken temel prensip ise topu son bölgeye çok çabuk taşımaktır. Dolayısıyla 2018 Dünya Kupası, futboldaki en önemli biyo motorik özellik olan çabukluğun yeniden değerini bulduğu bir şampiyona oldu.

12 Temmuz 2018, Perşembe 13:55
YAZININ DEVAMI

‘’İngilizler!‘’

Oyuncular futbolun merkezinde yer alsalar da, futbol sadece oyunculardan ibaret değildir. Bu hareket noktasından yola çıktığımızda teknik adamlar ve onların uyguladığı sistem ve taktikler karşımıza çıkar. Dünya Kupaları tarihinin ya da tüm zamanların en iyi takımları olan 1954 Macaristan ve 1974 Hollanda Ulusal takımlarının oyuncuları bile “futbolcu grubunun üzerinde, kararlar alan, yaptırım uygulayan biri mutlaka olmalı. Teknik direktöre işte bu yüzden ihtiyaç var. Takım bunu kendi başına yapamaz. Kuralları futbolcular koyamaz” demişlerdir.
Yeri gelmişken bir bilgiyi daha paylaşmak isterim sizlerle. Dünyanın en iyi milli takımlarını, Dünya Kupası finallerinde Almanya yenmiştir. 1954 finalini Almanya- Macaristan, 1974 finalini de yine Almanya ile Hollanda oynamıştır.

Rusya 2018’de Dünya futboluna damgasını vurmuş ülkelerin hiç biri yok. Brezilya, Almanya, Arjantin gibi toplamda 11 Dünya Kupası’nı kazanmış ülkeler erkenden evlerine döndüler. Ancak onların yerinde İngiltere, Fransa ve Belçika gibi takım oyununu en iyi oynayan ülkeler var. Özellikle İngiltere’nin oynadığı futbol dikkat çekicidir. Hızlı oynamak ve rakip alana doğru hızlanan oyuncuya sonuç alıcı paslar atmak temel ilkelerden biri olsa da, asıl dikkat edilen üçüncü bölgedeki taktik düşüncedir.

Bir takım sahanın üçüncü bölgesinde topu kazanma miktarını ne kadar artırabilirse, o takım daha çok gol atacak ve dolayısıyla da daha fazla kazanacaktır. İngiltere’nin taktik kurgusu bu gerçeğin üzerinde şekilleniyor. Turnuvaya katılan diğer takımlar gibi geride gereksiz top dolaştırmıyorlar ve bir an önce topu üçüncü bölgeye taşımaya çalışıyorlar. Bu kurgunun mimarı da hiç kuşku yok ki teknik direktör Gareth Southgate’tir.

Üçüncü bölgeye rakipten daha fazla gitmek ve son noktada kaleyi bulan 10 şut çekebilmek... Bunu yapabilen takımların yenilme olasılığı çok azdır. Üçüncü bölgede taktik amaçlar gerçekleştirilebilirse takımın kazanma olasılığı en az yüzde 85’tir. Ancak istatistikler ne denli güçlü olursa olsun futbolda başarı garantisi diye bir şey söz konusu değildir. Hele bir de 7 maçlık bir turnuva formatında…

İngilizler bu formatı 1966’dan sonra en iyi noktaya taşımış durumda. İngilizlerin kazanmasında etkin rol oynayan nokta üçüncü bölgeyi etkin kullanıp çektikleri şutlar mı yoksa takım oyunu mudur? Bir takım çok şut çektiği için mi kazanıyor, yoksa maçlarını kazandığı için mi çok şut çekiyor? Bundan sonra en az iki maç(üçüncülük, dördüncülük maçı da olabilir) oynayacak olan İngilizler’in futboluna biraz da bu yönüyle bakmalıyız…

09 Temmuz 2018, Pazartesi 15:25
YAZININ DEVAMI

‘’İngiltere neden futbolun beşiğidir?‘’

1940’lı yıllarda henüz 22 yaşındayken İngiltere Ulusal takımının kaptanlığını yapan Cullis aynı zamanda son derece başarılı bir santrhaftı. Rakipleri onun için “Cullis’ı geçmek için tank gibi delici, timsah gibi hızlı olmanız gerekir” derlerdi. Cullis futbolcu iken tam bir antrenman tutkunuydu ve her defasında “sıkı çalışma gibisi yoktur” derdi. Cullus antrenörlüğe başladığı 1950’li yıllarda Wolves’taki ilk işi takımında bir fitness antrenörüne görev vermek oldu. Bugün Ronaldo’nun kendisi için özel olarak tuttuğu fitness antrenörlüğü de böylece ilk kez İngiltere’de ortaya çıkıyor.

Çok çalışmak ve hızlı olmak futbolun temelini oluşturuyor. Cullis bu konudaki felsefesini de şöyle ortaya koyuyor: “Topa sahip olan her oyuncunun atak başlatmak için hızla hareket etmesinde ısrarcı olduğumuz için, forvetlerimizin yeteneklerini sergilemek için gösteriş yapmalarını istemiyoruz. Çünkü bu, tribünün küçük bir kısmının hoşuna gidebilir ancak hareket verimliliğini düşürür”. Bu düşüncenin altında önemli bir mesaj olsa gerek: Gösterişli oynamak isteyen Brezilya tarihinin en değerli takımı ile kupanın dışında kaldı.

İngilizler futbolu icat ettiklerinden beri oyunun temel ilkelerinden ödün vermemişlerdir. Herkes Latinler gibi topla becerikli olmaya dayalı bir oyuna özenirken onlar hıza ve fiziksel kaliteye önem vermişlerdir. “İyi futbolcu topa doğru, kötü futbolcu ise onun peşinden gider” prensibi çok eski yıllardan beri uygulanan bir İngiliz düşüncesidir. Rusya’daki Dünya Kupası’nda izlediğimiz İngiltere ulusal takımı da topa doğru koşup, topu aldıktan sonra hızlı, delici ve mümkün oldukça yerden oynamaya çalışıyorlar.

Oyun yerden oynanırken top en az süre ayakta tutuluyor, birkaç saniye içinde boş bir alanda beliren futbolcuya top aktarılıyor. Bu çabuk, hızlı ve zamana karşı oynanan oyun sonucunda da top kanatlara taşınıyor. Bütün bunlar yapılırken her oyuncu maksimum hızına ulaştığında topla buluşturuluyor. Üçgenler ve kareler kuruluyor, bu oyun şekliyle kendilerini kopyalamaya çalışan İsveçlilere büyük bir üstünlük sağladılar.

Kanat ortası İngilizlerin hiç vazgeçemedikleri bir uygulamadır. Ancak onların yaptıkları ortalar Quaresma’nınki gibi şişirme değil, sert ve kesiktir ki karşıt savunmalar uzaklaştırmakta çok zorlanırlar, en fazla ceza yayının üzerine kadar gönderebilirler. Bunu bildikleri için orta alan oyuncuları dönen topları alır atağı yinelerler. İngilizler kendi oyun felsefelerinden ödün vermeden ancak daha iyisini oynayarak 28 yıl sonra yarı finale geldiler. Bu aşamadan sonraki sonuç ne olursa olsun bir gün herkes İngilizler gibi oynama fikrinde birleşebilirler…

08 Temmuz 2018, Pazar 12:26
YAZININ DEVAMI

‘’Uruguay'ın başarısı…‘’

Futbolda dünyanın en başarılı ülkeleri hangileridir diye bir soru sorsam, hiç kuşku yok ki ilk aklımıza gelen Brezilya ve Almanya olur. Coğrafi olarak Brezilya’nın hemen güneyinde yer alan küçücük bir ülke olan Uruguay, Arjantin ile Brezilya’nın arasına sıkışmış ve Latin Amerika’da “Brezilya’nın taşrası” olarak bilinir. Yaklaşık 3,5 milyon nüfusa sahip bu küçük ülke hakkında bir karşılaştırma yapacak olursak, denebilir ki bir Uruguaylıya karşı 50 Brezilyalı düşer. İşte bu küçük ülkeyi futbolda dünyanın en başarılı ülkelerinden biri olarak kabul edebiliriz. 1930 ve 1950 de kupayı iki kez kazanan Uruguay aynı zamanda 1924 Paris ve 1928 Amsterdam Olimpiyatlarının da altın madalyalı takımıdır. O yıllarda Dünya Kupası düzenlenmediği için FİFA tarafından göğsünde iki yıldız daha taşımasına izin verilmiş.

Uruguaylılar formalarının rengi nedeniyle, “celeste”, yani Gök Mavililer olarak tanınıyor. Celeste İspanyolca ve Portekizcede de ayrıca “cennet gibi, semavi” anlamına geliyor. Uruguaylılar kutsanmış formalarının verdiği güce inanarak en zor koşullarda bile mücadeleyi ve cesareti elden bırakmazlar. Brezilya’da düzenlenen ve 173 bin 750 biletli seyircinin önünde ev sahibiyle final oynayıp kupayı kazanan Uruguay’ın o günkü kaptanı İspanyol bir baba ve siyahi bir anneden dünyaya gelen Obdulio Varela’dır. Takım arkadaşı Julio Perez maçtan önce yapılan seremoni sırasında heyecandan altına işemesine karşın, 28 dakikada doğan bir karmaşa ortamında kaptan Obdilio’nun, Brezilya’nın solaçığı Bigode’ye attığı yumruğun maçın gidişatını değiştirdiği söylenir. Yaklaşık 200 bin kişinin önünde ev sahibi takıma kafa tutmak nasıl bir cearettir?

Bugün artık böylesi davranışlara futbolda yer yok üstelik de VAR var. Yine de Uruguaylıların savaşçı ruhunu Fransa karşısında izledik. Latin Amerika’nın bu küçük ülkesi Fransa’yı geçebilse yeni bir final oynaması muhtemeldi. Gelin görün ki Uruguay, Fransa karşısında en güçlü yerinden vuruldu. Onlar dünyanın en iyi iki stoperine sahipti ve kalelerinde de Uruguay tarihinin en çok Dünya Kupası oynayan bir kalecisi vardı ki o kaleci “bizim Muslera” idi. Elinden kaçırdığı ikinci goldeki durum her kalecinin başına gelebilir. Ancak Muslera ilk golde de hatalıydı. Benzer pozisyonda Fransa’nın kalecisi Lloris adeta uzayarak gole engel oldu. İster mahalle arasında oynayın isterse Dünya Kupası finallerinde, kaleci takımın temel direğidir. Fizik gücün üst düzeye çıktığı günümüz futbolunda galibiyetin anahtarı artık forvetlerin ayağında değil, kalecilerin ellerindedir.

07 Temmuz 2018, Cumartesi 13:01
YAZININ DEVAMI

‘’Brezilya forması…‘’

Alex Bellos yazdığı “futbol” adlı kitabının giriş kısmında söylediği gibi “Brezilya doğrular konusunda pek iyi değil… Hikayeler, mitler, batıl inançlar ve kulaktan kulağa giden fısıltılar üzerine inşa edilmiş bir ülkedir.”Bu görüşün en somut örneğini kaybedilen 1950 Dünya Kupası’ndan sonra her alanda görmekteyiz.

Brezilya 1950 Dünya Kupası’nda sahaya mavi yakalı beyaz formayla çıktı. Mavi ve beyaz Brezilya’nın renkleri olmadığı için çok eleştirildi ve finalin yitirilmesinin bir nedeni de bu renklere bağlandı. Rio gazetesi Correio de Manba beyaz rengin psikolojik ve ahlaki olarak Brezilya’yı temsil etmekten çok uzak olduğunu yazdı. Bu eleştiriler üzerine Brezilya Spor Konfederasyonu’nun desteğiyle bir forma tasarımı yarışması düzenlendi. Yarışmayı 19 yaşındaki Aldyr Garcia Schlee kazandı. Yarışmaya laf olsun diye katılan Aldyr yerel bir gazetede illustratör olarak çalışıyordu. Yarışma komitesi yarışmaya katılacak olanlardan Brezilya bayrağındaki dört rengi de kullanmaları gereğini şart koşmuştu.

Aldyr yüzden fazla çizim yapar ve sonunda tişörtlerin sadece sarı renkte olmasına karar verir. Yakası ve kol ağızları yeşil tişört ve mavi üzerine beyaz dikey çizgili şorttan oluşan tasarımıyla yarışmayı kazanır. Çoraplar da beyazdı ancak üzerinde yeşil ve sarı renkte detaylar vardı. Yarışma jürisinde yer alan Brezilya Güzel sanatlar Birliği’nden Alberto Lima, Aldyr’in tasarımının en iyisi olduğunu açıklarken, 1950’deki formanın güzel oyunun ruhunu kirlettiğini de sözlerine ekler.

Brezilya 1954’de İsviçre’de yapılacak Dünya Kupası’nda bu formayı giyer. Bu forma artık Brezilya Ulusal takımının klasiği haline gelir. 1958 Dünya Kupası finalindeki rakibi İsveç’tir.. İki takımın forması da sarıdır. O yıllarda ev sahibi takımın forma değiştirmeme geleneği vardı. Brezilyalılar yanlarında yedek forma getirmedikleri için, sambacılar sarı tişörtlerinden çıkardıkları Brezilya amblemini mavi tişörtlere dikerek hazırladıkları formalarla maça çıkarlar. Brezilya formasındaki sarı renk onların oynadığı futbol sitiliyle çok iyi uyum sağlıyor. Futbolda sarı renk denilince formanın içinde altın heykellere benzeyen Brezilyalı futbolcular gelir. Sarı renk Brezilya’ya, Afrika’ya özgü, egzotik bir hava veriyor. Olası bir Brezilya-İsveç eşleşmesinde Brezilya sarı renginden ödün verir mi acaba?

05 Temmuz 2018, Perşembe 12:56
YAZININ DEVAMI

‘’İngilizler futbolun evrimini ıskaladılar mı?‘’

Futbol dünyasının efsane teknik direktörlerinden Helenio Herrera 1960 yılında Birmingham Havaalanı’nda yaptığı basın açıklamasında “Siz İngilizler, kıtada bizim yıllar önce oynadığımız tarzda bir futbol oynuyorsunuz, fiziksel güce dayalı ancak yöntemsiz ve tekniksiz” demişti. Herrera daha da ileri giderek İngilizlerin içgüdüsel tutuculuğu ile alay etmiş, “söz konusu modern futbol ise, Britanyalılar evrim sürecini ıskaladı” dedi. Herrera’ya bu sözleri söyleten neden 1953 yılında İngiltere’nin, Macaristan’a Wembley’de 6-3, Budapeşte’de ise 7-1 yenilmesiydi. Bu maçlardan sonra İngiltere Ulusal takımı için “armasındaki üç aslan kediye dönmüştü” yakıştırması bile yapılmıştı. Ancak yine de İngilizler alışkanlıklarını kolay kaybetmeyen insanlardı.

Wembley’de 6-3 kaybedilen maçta hücuma katılarak modern bek görüntüsü veren ve İngiltere’nin gollerinden birini penaltıdan atan Alf Ramsey 1962 yılında İpswich’in teknik direktörü iken milli takımın başına getirildi. Üstelik Ramsey’in başında bulunduğu İpswich 15 karşılaşmada sadece iki galibiyet almıştı. Dünyanın geri kalan kısmı teknik gelişme ve incelikli savunma anlayışının peşine düşmüşken İngiltere kendi tarlasını sürmeye devam ediyordu.

Alf Ramsey bu koşullar altında İngiltere Ulusal takımının başına geçtiğinde “Büyük taktisyenlerin dehası biraz da doğru zamanda doğru sistemi uygulayabilme yeteneklerinden gelir” anlayışını kabul etmişti. Takımın üzerinde tam kontrol sağlamayı ilk görev saydı. Üç pastan sonra mutlaka topu rakip kaleye şutlayacak pozisyona getirebilmeyi savunup “çok pas yapmak, çok hata demektir” anlayışından da ödün vermedi. O İngiltere 30 Temmuz 1966’da normal süresi 2-2 biten maçın uzatma dakikalarında Hurst’un attığı gol ile Almanya karşısında 3-2 öne geçti. Bu golün nizami olup olmadığı bugün bile tartışılıyor. Azerbaycan kökenli Sovyet yan hakem Tevfik Behramov golü vermiş ancak tüm Almanya isyan etmişti. Maç 4-2 bitti ve İngiltere tarihindeki tek dünya şampiyonluğuna ulaştı.

1960’da Herrera’nın alay konusu ettiği fizik kalite, bugün 2018 Dünya Kupası’na katılan ülkelerin en temel dayanağı oldu. Yani herkes İngiltere’nin fizik kalite konusundaki tutuculuğuna sarılmış durumda. Turlar ilerledikçe takımlar arasındaki denklik ve fizik kalite daha da belirginleşmeye başladı. İngiltere, Almanya ve İspanya’nın elenmesinden sonra kendine final yolunu açacak gibi görünüyor. Futbolu icat ettikleri halde 1966 Dünya Kupası’ndan başka hiçbir başarısı olmayan İngilizler, sonuçlar ne olursa olsun kendilerini futbol denizinde yüzen büyük geminin kaptanı olarak görürler.


04 Temmuz 2018, Çarşamba 15:41
YAZININ DEVAMI