Arama

Popüler aramalar

‘’Kadro derinliği başarının garantisi midir?‘’

Bu sezon Fenerbahçe üzerine yapılan değerlendirmelerin geneli kadro derinliği yönünde yoğunlaşmaktadır. Beşiktaş’ın ise üç büyükler içerisinde en yetersiz kadroyla mücadelesini sürdürmekte olmaktan dolayı zirve yarışı içinde olan adayların gerisinde kalacağı düşünülüyor. Bu iki görüşün de göreceli ve tartışmalı olduğunu en baştan söylemeliyiz.

Çünkü futbolda başarıyı garanti altına alabilecek hiçbir uygulama yoktur. Başarı için kollarını sıvayan her yönetim iyi niyet ve önemli beklentilere ek olarak kulüp bütçelerinin elverdiği şekilde kadrolar kurarak yola koyulurlar. Ama bu uzun yolculuk sırasında hangi takımın başına ne geleceği tahminlerle öngörülebilir ama tam olarak bilinemez.

Büyük paralar harcanarak dünya yıldızlarını bir araya toplamak başarının garantisi olsaydı, Real Madrid’in başkanı Florentino Perez’in, Zinedine Zidane, Luis Figo, Roberto Carlos, Raul, David Beckham ve Ronaldo’yu transfer ettiği sezonu “fiyasko” olarak yazmazdı futbol tarihi. Aynı yöntemle ve anlayışla kurulan Chelsea’ın 2011’deki sahibi Abramovic sadece teknik adam için Porto’ya 13,5 milyon sterlin ödemişti. Genç prens olarak değerlendirilen Villas-Boas kötü gidişten dolayı o yıldızlar topluluğunun başında sadece iki ay kalabilmişti. Alınan oyunculara ödenen para ise 107 milyon sterlindi. O dönem için olağanüstü bir meblağ olduğu tartışmasız.

Oysa bizim yakın futbol tarihimizde kazanan bir iyi takımın örneklerini Trabzonspor, Beşiktaş ve Galatasaray kanıtlamıştı. Her takımı ve oyuncularını kendi dönemleri ve koşulları içinde değerlendirmenin gerçekçi olacağını unutmadan, derinliği olmayan bir kadroya sahip olduğu söylenen Beşiktaş’ı yakın geçmiş üzerinden değerlendirebiliriz.

İngiliz teknik direktör Gordon Milne’nin başında olduğu Beşiktaş kendisi açısından lig tarihinin en büyük başarısını sağladı, 3 yıl üst üste şampiyon oldu. Türkiye’de kırılmadık rekor bırakmadılar. 1991-92 sezonu yenilgisiz şampiyon oldular. Boluspor’dan gelip bu takımda forma giyen Şenol Fidan’ı, Bergama’dan gelen Zeki’yi hangi teknik direktör bugün büyük takımlardan birinde oynatır?

Bu takımın savunmasının temel direği olan Ulvi Güveneroğlu tam 15 yıl aralıksız, sakatlanmadan Beşiktaş forması giymiş bu süre içerisinde 19 kupa kaldırmış ama bir kez olsun A milli takıma çağrılmamıştır. O takımın efsane üçlüsünden Feyyaz Fenerbahçe’ye Ali ise Kayserispor’a gitmiş başarılı olmadan ayrılmışlardı. Kahramanmaraş’tan gelen Mehmet Özdilek bu takımda unutulmaz oldu. O takım 13-14 kişiden oluşuyordu ve iki yedeği Halim ve Mutlu’yu hatırlayanınız var mı?

Ne var ki o takım birlikte oynamanın, başarının en büyük kriterlerinden biri olduğunu kanıtlamıştı. Kadro o denli dardı ki, sol bek Kadir sakatlanıp yerine Bünyamin oynatıldığında Beşiktaş sol beki üzerinden bir şampiyonluk kaybetti. Hiç biri tek başına bir değer değildi belki ama bir araya geldiklerinde başarının garantisi oldular.

Bilim bize şunu söylüyor: yetenek ister müzikal olsun ister atletik, doğuştan gelen bir şey değildir. Sonradan eğitim ve çalışarak edinilir. Başta Mozzart olmak üzere hiçbir büyük müzisyen annelerinin karnından piyano çalarak doğmadılar. Keza Pele, Maradona, Cruyff ve başkaları da dünyaya ayaklarında futbol topuyla gelmediler. Bu insanların yaşamlarını incelerseniz nasıl bir yaşamdan, nasıl zorlu koşullardan geçip ne denli yoğun ve uzun süreli çalıştıklarını öğrenirsiniz.

Yine bilim derki bir işi ne kadar sık ve uzun süre yaparsanız denemeleriniz sonucunda mutlaka istediğiniz en azından istediğinize yakın sonuçlar alırsınız. Çalışmanın, emeğin en büyük değer olduğunu bilen insanlar az da olsalar “çokturlar” ve söz konusu futbol takımı ise derinliği de genişliği de vardır. Çalışmayı daha az seven takımlar ise kalabalık olsalar da derinlikleri yoktur.

05 Kasım 2020, Perşembe 15:22
YAZININ DEVAMI

‘’Beşiktaş'ta sorun liyakat mı?‘’

Geçen hafta oynanan maçlardan sonra Tümer Metin’in Beşiktaş teknik direktörü Sergen Yalçın’ı sert eleştirmesi, siyah beyazlı takımdaki konumunu yetersizlik anlamına gelebilecek “liyakat sorunu” ile açıklamaya kalkması sosyal medyanın ana konularından biri oldu. Dört büyük takımda forma giymiş, Milli takımın önemli oyuncularından biri olmuş Sergen Yalçın’ı Beşiktaş’a yaraşmamak, yetersiz kalması şeklinde eleştirmenin yanlış olduğu hakkında kanıtlar çoktur.

Bugünün futbolunda gerek kulüp yöneticileri gerekse taraftarlar büyük takımlarda oynamış ve milli formayı giymiş eski oyuncuların teknik direktör olarak takımlarının başına geçmesini dünyanın her yerinde isterler. Eğer dünyanın en büyük futbol endüstrisi İngiltere ise orada da aynı düşünce ve uygulama İngiliz futboluna yön vermektedir. Bu ligde yapılan bir araştırmaya göre takımların yarıdan fazlası teknik direktörlük görevini eski milli oyunculara vermektedir. Sergen Yalçın’da ülkemiz futbol tarihinin kariyerli oyuncularından biridir.

İngiltere Futbol Federasyonu Oyuncu Araştırma ve Geliştirme Bölümü Başkanı Andy Cale bu uygulamaya karşı çıkıp şöyle konuşuyor: “Kulüpler oldum olası başarılı eski futbolcuları tercih etmişlerdir. Son on yıl içerisinde bazı kulüp başkanları biraz akıllandı ama bunun biraz zaman alacağı açık. Fakat bir yandan da teknik adam seçimindeki bu tutumun feci sonuçları oluyor. Her yıl takımlardan kovulan teknik adamların sayısına bir bakın.”

Doğduğu kasabanın yerel takımında futbol oynamaktan öteye gitmemiş olan Arrigo Sacchi’ye de bu konudaki fikri sorulmuş. Alınan yanıt ilginçtir: “Jokey olmak için önce at olmak gerektiğini hiç fark etmemiştim.” Bu görüşlere karşın eski milli oyuncuların teknik direktörlükte hiç milli olmamışlara kıyasla daha başarılı oldukları 2009’da yapılan bir araştırmada iktisatçılar tarafından onaylanmıştır.

Öyleyse Sergen Yalçın’ın Beşiktaş teknik direktörlüğünde “liyakat sorunu” yok. Erol Bulut futbolculuk ve teknik adamlıkta Sergen Yalçın’dan daha mı donanımlıdır? Sergen Yalçın’ın teknik adamlığı konusunda benim de bir fikrim var ve bunu birkaç yazıda dile getirmiştim.

Salgın hastalık öncesinde Türkiye’de amatör maçlarda dahil haftada yaklaşık 10 bin karşılaşma oynanmaktaydı. Dünyada oynanan haftalık maç sayısını düşündüğünüzde sayıların içinden çıkamazsınız. Bu maçların hiç biri birbirinin aynı, tekrarı değildir. Hatta bu maçların içindeki hiçbir pozisyon birbirinin aynı da değildir. Bu denli çok parametresi olan, bu kadar hızlı ve çabuk değişen, neredeyse dünyadaki her insanın ilgisini çeken, sayısız değişik pozisyonun her biri üzerine saatlerce yorum yapılabilecek futbolu sadece oyunculukta başarılı olmuş futbolculara teslim etmek bugünün gerçeği olsa da gelecekte değişecektir.

Sergen yalçın’ın sorunu liyakat değil devamlılıktır. Basitçe özetlemeye çalıştığım dünyanın en karışık, karmaşık, bir dakika içinde onlarca değişik fiziksel, psikolojik, insani, biyolojik, kimyasal, sosyolojik olayın yaşandığı futbolu yorumlamak için Tümer Metin’in liyakatı yeterli midir? Sergen Yalçın’da bu soruyu sorabilir? İster teknik direktör olsun isterse yorumcu futbol gibi zor bir endüstrinin içinde kolay yoldan teknik adamlık yapıp aynı yoldan yorumlamak futbolun temel sorunlarından biridir. Bazen filozofların bile aklının yetmediği futbol üzerine düşünmeden, araştırma yapmadan toplamda aydınlık bir kafaya sahip olmadan, disiplinli ve devamlı olmadan başarılı olmak sahada da, televizyonlarda da, gazete sayfalarında da zordur…

29 Ekim 2020, Perşembe 14:57
YAZININ DEVAMI

‘’Beşiktaş'ta kim haklı?‘’

Sergen Yalçın’ın bulunduğu yerden ve konumundan rahatsız olduğunu gösteren en önemli görüntü bu sezon maçlardaki tutumudur. Kişisel olarak maç oynandığı sırada kenardan abartılı davranışlar sergileyen teknik direktörlere sempati duymam.

Kenarda kendini kaybeden çalıştırıcıların sahada olup bitenlere sağlıklı yaklaşabileceğine inancım da azdır. Ancak Sergen Yalçın’ın kulübedeki duruşu da sağlıklı gelmiyor bana. Maçlar sırasında iki kolunu göğüs hizasında bağlayıp öylece durması bir protestodan çok içinde bulunduğu ortamdan rahatsızlık duyduğunu gösterse gerek.

Vücut dili ne anlatıyor?

Sergen Yalçın kenarda sakinliğini koruyan bir teknik adam ancak hiçbir oyuncusuna hiçbir şekilde uyarıda bulunmaması vücut diliyle bazı şeyleri anlatmak amaçlı olsa gerek. Teknik adamlar oyunun gidişatından umudunu kesseler bile futbolun her an değişkenlik içerdiğini bilerek uyarıda bulunurlar.

En azından duran toplarda, köşe vuruşlarında hatta kaleye yakın yerlerden kullanılan taç atışlarında futbolcularına yönelik “adamını tut, sıkı markaj” şeklinde basit uyarılar yapılır. Ne var ki Sergen Yalçın kenardaki suskunluğunu ve tavırlı duruşunu hep korudu.

Sergen Yalçın zeki mi akıllı mı?

Sergen Yalçın’ın zeki bir insan olduğu hep söylenir. Bugüne değin Yalçın’ın zeka düzeyini belirleyecek bir test yapıldığını bilmiyorum, bu kanıya nereden varıldığını da anlamıyorum. Futbolculuğunda farklı oyun anlayışı ve farklı bir kişilik yapısı olmasından dolayı zeki olduğu kabul edilir. Ancak oyun zekası ile normal zekanın bir bağlantısı yoktur.

Futbolculuğu döneminde Politeknik Üniversitesi’nde okuyan ve matematik yarışmalarında dereceleri olan Valeri Lobanovski hiç de zeka kıvrımları gelişmiş bir oyuncu olmamıştır. Oyun zekası çok tekrar ve çok denemeyle kazanılır. Ayrıca yaşam deneyimi insanların zeki olmasından daha çok akıllı olması gerektiğinin önemini vurgular. Çünkü akıl insanidir zeka ise her şeye, kötü planlanan işlere de açıktır.

Transferlerden haberi olmayan teknik adam

Bu derin konular bir yana Sergen Yalçın, Gençlerbirliği yenilgisinden sonra ” transferler konusunda bilgi sahibi değilim”, “Transferleri yapanlara sorun” şeklindeki söylemleri ile hem kendini hem de yönetimi kamunun önünde zor durumda bırakmıştır.

Transferlerden haberi olmayan bir teknik direktör Beşiktaş gibi kamuya karşı sorumlulukları büyük olan bir takımın başında neden durur? Bu duruş “bizim çocuğumuz” gibi mahalli ve yerel bir söylemin boyutlarını aşmaz mı? Yönetim ile teknik direktörün ilişkilerinde sıkıntı olduğunu belgelemez mi?

Sosyal medya mı yoksa tribün mü güçlü?

Sorular daha da çoğaltılabilir. Ancak görünen o ki, salgın döneminde tribünlerin boş olması olayların soyuttan somuta doğru gelişmesini engelliyor. Sosyal medya ne denli büyük bir güç olsa da tribünlerin gücü kadar etkin olamıyor.

Üç haftalık arada unutulmazsa ve sonrasında tribünlere aşamalı olarak seyirci alınırsa yönetimin de, Sergen Yalçın’ın da işi çok zor olacak. Kimin haklı olduğu belki de o zaman ortaya çıkacak…

06 Ekim 2020, Salı 10:45
YAZININ DEVAMI

‘’Futbol takımları uzay mekiğine benzer mi?‘’

Sadece bir futbolcunun değil, kos koca makinelerin parçalarından birinin kusurlu olması sonucu karşımıza nasıl vahim durumlar çıkacağını biliriz. Bu vahim durumlardan biri 1986 yılında yaşanmıştı. Uzay mekiği Challenger’i gökyüzüne taşıyacak itici roketlerin parçaları arasındaki minik boşlukları kapatmak için kullanılan ileri teknoloji ürünü conta gecenin soğuğunda donmuştu.

Conta işlevsiz hale gelerek mekiğin dış yakıt deposundan sıcak gazların sızmasına ve büyük bir patlama sonucunda koca makinenin paramparça olmasına ayrıca mekikteki yedi kişilik mürettebatın tamamının ölümüne neden olmuştu. Küçücük bir parçanın işlevsizliği en ileri teknoloji ürünü, karmaşık milyarlarca dolarlık bir makinenin bozulmasına neden olmuştu. O conta tüm bileşenleri ve alt işlemleri birbirine bağlı olan bir sistemin en zayıf halkasıydı.

Büyük yangınlar küçük bir kıvılcımdan çıkar

Çok şükür ki futboldaki zayıf halkaların yaptığı hatalar böylesine ölümcül sonuçlar doğurmuyor. Ancak bir futbolcu tarafından yapılan tek bir hata, tek bir kusurlu hareket sonucunda takımın bütünü, camialar ciddi bir şekilde zarar görüyor. Teknik direktörlerin bu gibi zayıf halkaları düzeltmek, kusurları gidermek için çok çalıştıklarına inanmak isterim. Anadolu’da çok eski zamandan günümüze kadar gelen söylemde olduğu gibi; bir mıh bir nalı, bir nal bir atı, bir at bir askeri, bir asker bir muhabereyi, bir muhabere bir ülkeyi kaybettirebilir…

Ancak camiaların beklentileri ve teknik adamların omzuna yüklenen ağır yükler nedeniyle hataları giderme çalışmalarına yeterince zaman ayırdıkları konusunda kuşkularım vardır. Makinelerin bir contasını değiştirerek kusuru giderebilirsiniz ama futbol takımlarının vidasını onarmak sanıldığı kadar kolay değil. Bu zaman hatta çok zaman istese de, teknik adamların büyük yangınların küçük bir kıvılcımdan çıktığını hiç unutmaması gerekiyor.

Hatalar domino etkisi yapabilir

Genel anlamda bütün oyuncular elden geldiğince takımına yararlı olmaya çalışır. Ne var ki bir maç süresince oyuncuların yaptığı hatalar toplanarak değil katlanarak artar. Toplanarak artan hatalar giderilebilir ama katlanarak artan kusurlar domino etkisi yapacağı için bütün takım adeta yıkılır. Bir oyuncunun üzerinden karşınıza çıkan hata tüm takımı oyundan düşürebilir.

Karşılaşmada yeterince verimli olamayan bir oyuncunun, iki oyuncu arasındaki bir anlık iletişim kopukluğunun, çok iyi bir futbolcunun ender olarak yaptığı hatalardan birini yapmasına neden olabilir ki bu da bir takımın çöktüğü an olarak değerlendirilir. Yani zayıf halka demek sadece kendi hatalarıyla sınırlı kalmak demek değildir.

Büyük transferler büyük hataları gidermez

Yaptığı basit bir hata takımın en iyi oyuncularını bile bozabilir. Nasıl ki bir öğretmenin en önemli sorunu öğrencisinin yanlış bildiklerini doğrulayabilmekte çektiği sıkıntı ise, teknik adamlar da profesyonel lisansa sahip futbolcularının kusurlarını düzeltmek için benzer duyguları yaşarlar.

Büyük kulüpler transfer dönemlerinde çok büyük paraları bu nedenle harcarlar. Büyük paralar harcanarak alınan yıldızların takımın çöküşüne neden olacağı hataları yapmayacakları düşünülür. Ancak futbolda hiçbir şeyin garantisi yoktur. Rangers ile Galatasaray’ın durumunu karşılaştırabilirsiniz. Galatasaray yıldız oyunculara sahipken İskoç temsilcisi zayıf halkalarını güçlendirerek alt liglerden bugünlere geldi.

03 Ekim 2020, Cumartesi 11:42
YAZININ DEVAMI

‘’Sergen Yalçın ne istediğini bilmiyor gibi…‘’

Bir teknik direktörün takımına katkısı çok yönlü olabilir ancak ilk başta yaptığı tercihlerin kendine dönmemesi için futbolcu seçimini ince eleyip sık dokuması gerekir. Hangi oyuncularla sezona başlamalı, hangileri ile yolları ayırmalı? Geçmişte başarılı olan futbolcular bugün için yetersiz konuma gelebilir. Bunları saptayacak olan teknik direktördür. Örneğin Paok maçının kaybedilmesinde başrolü oynayan Vida Konyaspor karşılaşmasında da dört gol yedirdi takımına. Paok’dan yenilen goller Lens’in üzerinde kaldı ama Konya maçı her şeyi gözler önüne serdi. Vida’yı oynatıp takım bulmak uğruna Beşiktaş ligde çok zor günler geçirebilir.

Atan kadar durduran oyuncular da önemlidir

Beşiktaş geçen sezon duran top organizasyonlarından en az gol yiyen takımdı. Oysa burada bir yanılma söz konusu. Beşiktaş rakip kale önünde köşe vuruşu kullanırken geriye dönememek yüzünden epeyce gol yemişti. Top geriye döndüğünde atan kadar durduran oyuncular da önemli hale gelir. Beşiktaş’ın bu sezon çektiği sıkıntıların başında bu unsur vardır. Artık köşe vuruşu demek birliklerin saklandıkları yerden açık alana çıkması, bu nedenle daha savunmasız kalıp açık vermesi demektir. Kendi sahasında bekleyip karşı ataklarla rakiplerini cezalandırmak isteyen çok takım var ligimizde. Bu nedenle durdurucular büyük takımların dikkate alması gereken en temel unsurlardan biridir.

Teknik adamlar sadece sezgilerine mi güvenmeli?

Son dönemlerde futbol istihbaratından sıkça söz etmiştik. Teknik direktörlerin işi dünyanın her yerinde pamuk ipliğine bağlıdır. Bu ipi güçlendirmek için futbol istihbaratı konusunda en küçük ayrıntılara bile dikkat edilmeli. Teknik adamlar sezgilerine ve futbol deneyimlerine güvenebilirler ama bunlar istatistik ve verilerle desteklenmediği zaman altı boş kalır.

Sergen Yalçın en başta takıma 10 oyuncu gerektiğini söyledi ancak bu oyuncuların kim olduğuna ilişkin ortaya net bir bilgi çıkmadı. Eğer somut bir şey olsaydı basın mensupları mutlaka bir ucundan tutarlardı bu bilginin. Şu salgın döneminde büyük borçları olan takımların 10 oyuncu transfer etmesi kolay da değil gerçekçi de değil. Kaldı ki şu ana kadar Beşiktaş 5-6 oyuncu transfer de etti. Kanımca daha önemlisi transferden çok hangi oyuncularla yola devam edileceğine tam anlamıyla karar verilememesidir. Boyd Beşiktaş’ın beklentilerine çare olacak bir oyuncu olmadığı halde Sergen Yalçın ona dört elle sarılmış durumda. ABD’de futbol 10. Sıradan birinciliğe geldi de bizim mi haberimiz yok.

İyi futbolun tek bir yolu yoktur

Futbolda sonsuz olasılık var. Akan oyun ya da duran top, çeşitli şutlar, penaltı oluşumları ve vuruşları, gollerin zamanlaması, taktik dizilişler, iç saha ya da deplasmanlarda nasıl oynanacağı, futbol alanlarının konumu, takımlar öne geçtiği ya da geriye düştüğü veya maçta eşitlik olduğu zamanlar neler olacağı?

Bunları analiz etmek ve kıymetli düşünceler üretmek teknik adamların transfer isteklerinden çok daha önemlidir. Bu analitik düşüncenin en yararlı hale getirilebilmesi için bir ön koşul vardır: Futbol oynamanın bir “en iyi” yolu olmadığı şeklindeki basit ama güçlü olgunun kabul edilmesi gerekir. Daha az gol yemek fazla gol yemekten iyidir. Az gol yerseniz atacağınız gol ya da goller değer kazanır. Sergen Yalçın transfer istesin istemeye de, bu transferler gerçekleşinceye dek eldekilerin eksik ve gediklerine bir çare bulmalıdır. Yoksa transferler de işe yaramaz…

29 Eylül 2020, Salı 11:29
YAZININ DEVAMI

‘’Büyük yıldızlardan büyük teknik adam olur mu?‘’

Futbol tarihinin büyük yıldızlarından biri olarak futbol dünyasında yer edindikten sonra teknik direktörlük mesleğini seçen bu yıldızların futbolun gelişimine katkıları hep tartışma konusu olmuştur. Sadece biri hariç, Johan Cruyff. O da sadece özel bir futbolcu, futbol adamı değil özel de bir insandı. Ajax henüz tam profesyonel bir takım değilken, başta Cruyff olmak üzere bütün oyuncular ikinci bir işte çalışırken paralarını ödemeyen yöneticilere şöyle çıkışmıştı: “Cebimizdeki paralardan hırsızlık yapmak zorunda bırakıyorsunuz bizi.” Aynı “İtalyanlar sizi yenemez, siz onlara yenilirsiniz” sözleri de zaman içerisinde anlaşılacaktır.

Dünyanın gelmiş geçmiş en iyi iki milli takımının 1950’deki Macaristan ve 1974’deki Hollanda olduğu genelde kabul görür. Ne var ki bu iki büyük milli takımın içinden Cruyff’un dışında büyük bir teknik adam çıkmadı.

Buna karşın futbol tarihine adını yazdırmış, futbola ilişkin yeni fikirler öne sürmüş ve buluşlar yapmış tüm teknik direktörlerin ortalama bir futbol hayatından ötesi olmamıştır. Herbert Chapman, Helenio Hererra,Gusztav Sebes, Viktor Maslov, Rinus Michels, Valeri Lobanovski ve Arrio Sacchi hiçbir zaman yıldız futbolcu düzeyine ulaşamamışlar hatta Sacchi doğduğu yerin yerel takımından öteye gidememiştir. Ancak Sacchi 1980’li yılların sonunda dünyanın en iyi takımı haline getirdiği AC Milan’ın o müthiş yükselişinin mimarıydı.

Bu yükselişin sonunda Sacchi 2004 yılında Real Madrid’e sportif direktör oldu. Ancak Başkan Florentino Perez’in hırsının sınırları yoktu. Sacchi’ye göre Perez dünyanın en büyük yıldızlarını takımda toplayarak “zayıf halka” ve teknik direktör etkisini ortadan kaldırmak istiyordu. Perez büyük futbolcular transfer ederek Sacchi’nin sırtına dünyanın yükünü yüklemişti. Ama İtalyan teknik adam bu takımın büyük başarılar kazanabileceğine inanmıyordu.

Sacchi’ye göre Başkan Perez takımın yeteneklerini sömürüyordu. Oysa bir takımın büyük bir ekip olması için oyuncu kapasitesini katlayarak arttırmak gerekiyordu. Sacchi’nin bu tespiti futbol için yeni bir saptamaydı. Ancak Zidane, Raul ve Figo top rakibe geçtiğinde adam kovalamıyorlar, geriye gelmiyorlardı. Başarı için tek bir yol kalıyordu, bu oyuncuların arkasını toplamak için defansın önüne savunma yönü güçlü oyuncular yerleştirmek. Bu da Sacchi’ye ilkel bir yönem olarak geliyordu. Onun asıl amacı takımın becerilerini katlayarak artırmaya, parçalarının toplamından daha fazla bir takım oluşturmaya çaba sarf etmekti. Dinamo Kiev’i uzun yıllar futbol dünyasının zirvesinde tutan Valeri Lobanovski’de aynı anlayışı yerleştirmeye çalışmıştı.

Tekniği yüksek oyunculardan kurulu bir takımın her zaman kazanması mümkün değildir. Futbol oyuncu yeteneğini katlayarak artıracak birçok yol sunar. Bunların başında da taktikler gelir. Teknik beceri düzeyleri akıllı bir taktikle maksimuma çıkartılmış bir takım, süper yıldızlar topluluğunu çoğunlukla yenebilir. Sacchi bunu çok iyi biliyordu ve bu anlayışı takıma uygun antrenman programları ile oyuncularına belletebilmişti.

23 Eylül 2020, Çarşamba 11:29
YAZININ DEVAMI

‘’Futbolda sonucu yıldızlar değil zayıf halkalar belirler‘’

Kuşkusuz futbol takım oyunudur. Ancak sonucu aynı zamanda tek bir oyuncunun yapacağı acemice bir hareket de belirleyebilir. Teknik adamların, takım içinde bu acemilikleri kimlerin yapabileceğine ilişkin kafa yorması ve bunları belirlemesi bazen uygulanacak taktiklerden daha önemli hale gelebilir. Bu nedenle yapılan genelleme şöyledir: “Bir futbol takımı en zayıf halkası kadar güçlüdür.”

Kırılma anını görmek kolay değil

Bazen futbol eleştirmenlerinin yorumunu bir futbolcu üzerine kurduğuna sıkça tanık oluruz. Hatta teknik direktörün o oyuncuyu oynatmasa maçı kazanabileceği bile iddia edilir. Ne var ki, maç içerisinde hangi oyuncunun ne gibi bir hata yapabileceğini kestirmek mümkün olmayabiliyor. Her oyuncunun belli bir standardı olduğunu görüp, kabul edebilirsiniz. Ancak kırılma anı diyebileceğimiz, sonuca direkt etki edebilen hataları öngörmek kolay değil.

Valeri Lobanovski her futbolcunun maç boyunca yüzde 18 oranında hata yapabileceğinin normal olabileceğini düşünüyordu. Bu, yüzde 82 oranında iyi oynayabileceği anlamına da gelebilir. Ancak oranları ve sayıları birbirinden kesin çizgilerle ayıramazsınız. Eğer, bazen yüzde 82 yüzde 18’e geriliyorsa o oyuncu zincirin zayıf halkası konumuna geliyor. Yani bazen o yüzde 18’in içine öylesine büyük bir hata sığabiliyor ki maçı, kupayı ya da şampiyonluğu kaybedebilirsiniz.

Futbolu basketboldan ayıran özellik

Hata kişisel olabileceği gibi grup ya da takım halinde de yapılabilir. Savunmada bütünlük eksikliği, orta alanda uyumsuzluk ve dengesizlik ya da hücumda oyuncuların birbirinden kopuk oynaması bir sorun olarak karşımıza çıkabilir. Bunların her biri takımın maç boyunca umudunu yerle bir edebilir. Yine Lobanovski futbolda başarının hangi takımın daha az hata yaptığıyla ve bu hataların bireysel ya da takım halinde belirlenmesiyle ilişkili bir zayıf halka oyunu olduğunu saptamıştır.

Bu bağlamda futbolda başarıyı iyi yaptığınız değil kötü yapmadığınız şeylerin belirlediğini akılda tutmak gerekir. Maçın kimin kazanacağını sahadaki en iyi oyuncular ya da bir takımın en güçlü mevkii değil en zayıf halkalar belirliyor. Bu nedenle teknik adamların en önemli görevlerinden biri sezon boyunca zayıf halkaları güçlendirmek için büyük çaba harcamalarıdır. Futbolu basketboldan ayıran en temel özellik budur. Futbol basketbolda olduğu gibi yıldız parlaklığının sonucu belirleyeceği bir niteliğe ulaşmasından yoksun olmasıdır.

21 Eylül 2020, Pazartesi 11:16
YAZININ DEVAMI

‘’Kendini ve rakibi tanımanın önemi‘’

Futbolda eğer bir takım maçını kaybetmişse, o ana kadar kimsenin görmediği yeni bur durumu gerekçe olarak ortaya atmak kimseyi tatmin etmez. Yenilikler galibiyetlerden sonra gündeme getirilirse anlam kazanacaktır. Uzun vadede belki teknik adam haklı çıkacaktır ama futbolda bugün dünü de geleceği de yutar.

Takımını adama adama oynatan ama buna karşın duran toptan gol yiyen bir teknik direktördense, yeni bir savunma sistemi uygulayan teknik adam daha insafsızca yerden yere vurulur. Gerekçe gayet açık ve basittir: Bunca zaman uygulanan sistemin çivisi mi çıktı?

Alışılagelmiş olanı uygulamak bir teknik adamın işini sağlama almayı sağlayabilir ancak sayılar ve istatiksel veriler de onun doğru olanı yapmasını ve hedefini yalnızca işine devam etmekten çok daha ötelere taşımasını sağlayabilir.

Hayatın verileştirilmesi her alanda kendini gösterdiği gibi futbola da yansımaya başladı artık. Sayısal veriler teknik adamlara, oyunculara ve taraftarlara bazı şeylerin geleneksel olarak yapılmalarının doğru olmadığını gösterme fırsatı sundu. Yenilikçi teknik adamlar bu yeni istihbarat biçiminin kalıcı olduğunu anladılar, bu nedenle bunu oyun planını geliştirme aşamasında ellerinin altında olması gereken bir başvuru kaynağı olarak kullanmaya özen göstermeye başladılar. Futbolda sayısal veriler takımınızı da rakiplerinizi de tanımayı kolaylaştırır.

Futbolda galibiyetin kesin bir formülü olmadığını biliyoruz. Takımlar her hafta rakibe göre oyun anlayışlarını değiştirmek zorunda. Çok uzun süre bir arada oynayan futbolculardan oluşan ekipler her rakibe karşı kendi oyununu oynayarak başarılı olabiliyorlar. Ancak, ne yazık ki artık böyle takımlar yok denecek kadar az. Her yıl yenilenen takımlar her maça farklı bir anlayışla çıkmak zorunda kalıyorlar. Futbol durağan değil değişken ve dinamik bir etkinlik olduğundan en küçük olasılıklar bile hesaba katılıp kazanmak yolunda kullanılabilmelidir.

Kendi takımını ve rakibi tanımanın kilit öneme sahip olduğu düşüncesi futbol için yeni bir şey değil. Birçok teknik adamın antik Çin felsefesine duyduğu ilginin altında da işte bu düşünce yatıyor. Örneğin Luis Felipe Scolari ve başka birçok teknik adam Çinli General Sun Tzu’nun askeri taktikleri üzerine M.Ö. 6. yüzyıldan kalma bilimsel eseri Savaş Sanatı’nın büyük hayranıdır. 2002 Dünya Kupası’ndan önce Scolari bu kitabın birer kopyasını oyuncularına dağıtmış ve dikkatlice okumalarını istemişti.

1990’lı yılların başında okuduğum bu eşsiz eserin içindeki savaş taktiklerinin futbola ne kadar benzediğine inanamazsınız. Elbette ki futbol savaş değil ancak taktik ve stratejileri çok benzer. Örneğin kitaptaki özlü sözlerden biri şöyle: “Eğer düşmanlarını tanıyorsan ve kendini biliyorsan tek birini bile kaybetmeden yüzlerce savaşı kazanabilirsin.” Eğer kendi takımını ve rakibi iyi tanırsan önemli sakatlıklar yaşamadan, kırmızı kartlar görmeden maçlarını tamamlayabilirsin. Kayıp vermeden devam etmek 40 maç oynanacak bir lige Türkiye Kupası ve Avrupa maçlarını da eklerseniz ne kadar önemli olduğu herkes tarafından anlaşılabilir. Antik dönem Çinli filozofların çağcılı Sokrates “kendini bil” demiştir. Bu iki sözcüğün altında yatan büyük anlamı da biliyoruz sanırım…

10 Eylül 2020, Perşembe 12:02
YAZININ DEVAMI