Arama

Popüler aramalar

‘’Sergen Yalçın'ın buluşu…‘’

Öncelikle Beşiktaş teknik direktörü Sergen Yalçın’ı kutlamak gerekir. Kutlamamın nedeni ne Beşiktaş’ın oynadığı futbol ne de Başkent Ankara’da aldığı üç farklı yengidir. Çünkü Beşiktaş zirve yarışına girdiği günden bu yana en verimsiz futbolunu oynadı, Geneçlerbirliği “ya hep ya hiç” anlayışıyla savunma güvenliğini elden bıraktığı son dakikalara kadar skor da sıkıntılıydı.

Sergen Yalçın’ın başarısı ya da doğru uygulaması iki sol bekinden de yoksun kaldığı bu günlerde takım içinden olabilecek en iyi sol beki bulmuş olmasıdır. Mücadeleci, çabuk, devamlılığı olan hatta gözü kara Dorukhan sol bek oynayabilirdi ki Yalçın onun bu özelliklerine güvenerek doğru bir seçim yapmıştı. Oysa maçtan önce medyada kurulan takımda Rosier sol beke konmuş, Dorukhan sağ beke yerleştirilmiş ve bu doğrultuda yorumlar yapılmıştı.

Böylesi zamanlarda aklıma hep Gordon Milne gelir. Sergen Yalçın’ın da oynadığı günlerde sol bek Kadir Akbulut sakatlanmıştı. Maç öncesi gazetelerde kadrolar kurulmuş, sağ bek Recep sol beke, orta alandan Rıza Çalımbay sağ beke, Rıza’nın yerine bir başka oyuncu… Ama Gordon Milne sol beke Bünyamin’i koymuş kimseyi yerinden etmemişti. İşte, teknik direktör katkısı budur, görüldüğü gibi zor da değildir. Eh, ne de olsa Yalçın Miln’in öğrencisi…

Sergen Yalçın’a yöneltmemiz gereken eleştiri ise henüz oyunun başında “ben bugün bu sahada iş yapmam” der gibi sorumluluktan kaçan oyunculara çok uzun süre sabır göstermesidir. Beş oyuncu değiştirme hakkı olmasa durum anlaşılabilir. Ancak Aboubakar, Larin ve Ljajic topla buluştukları zaman olması gerekeni değil de tam tersi konumda hareket etmeleri oyunun devamında varlık göstermeyeceklerinin kanıtıydı. Teknik direktör bunları görüp çok hızlı hareket etmesi gerekir.

Sergen Yalçın’ın elinde seçeneği bol bir kadro var. İki sol beki ve iki stoperi olmadığı halde sorun yaşamayan bir 11 kurabiliyor. Bu 11’in içinde bazı oyuncular geçmişte yaptıklarının üzerine yatıyorlar gibi geliyor bana. Aboubakar, Tarabzonspor karşılaşması da dahil olmak üzere dört haftadır çok kötü oynadığı halde ne hikmetse medyadan sonsuz övgü alıyor.

Neyse ki sahanın her yerindeki açıkları kapatan bir Souza var. Futbolcu üstü değil “insanüstü” oynuyor. Beşiktaş’a katkısıyla Atiba’nın en iyi dönemlerinin bile üstüne çıktı. Bu sezon 23 transfer yapan Fenerbahçe’de böyle bir oyuncu yok. O, bu formunu devam ettirdikçe “Fenerbahçe Souza’yı nasıl ve neden elden çıkarttı?” şeklinde bir soruyu herkesin sorma hakkı doğuyor.

15 Şubat 2021, Pazartesi 19:11
YAZININ DEVAMI

‘’Mevkiler değil kilit oyuncular kazandırdı‘’

Sergen Yalçın’dan torpilli olduğunu düşündüğüm Welinton Antalyaspor karşılaşmasında Beşiktaş’a gol yedirdikten sonra, Rıdvan Yılmaz sakatlanınca torpile ihtiyaç duymadan forma giyen Nsakala hocasına” biz bu takımın oyuncuları değiliz” türünden açık bir mesaj verdi. Takımın en kritik maçlarından birinde, altı dakika içinde iki sarı kart görmenin başka bir açıklaması yok gibi görünmektedir. Üstelik ikinci kart kaleden neredeyse seksen metre uzaklıkta ve Beşiktaş kalesi hiçbir tehdit altında değilken…

Neyse ki Konyaspor üç büyüklerden dokuz puan toplayacak kadar nitelikten, hocasının ayrılma pozisyonuna gelecek kadar gerilemiş olduğundan yetmiş beş dakika on kişi ile mücadele eden Beşiktaş’a diş geçiremedi de, Nsakala’nın yaptığından dolayı ortaya çıkacak kriz fazla büyümedi. Ancak Sergen Yalçın bu iki oyuncuyu koruduğu sürece yeni kayıplar kaçınılmaz olacaktır.

Yoğun maç trafiği içerisinde belki de hiçbir takımın futbolcularının başaramayacağı kadar özverili oyun sayısal eksikliğin kapatılmasının temel nedeniydi. Çünkü takım on kişi kaldıktan sonra mevkilerin değil kilit oyuncuların öne çıktığı bir yapı oluşturuldu. Bu oluşumun baş mimarı da anahtar oyunculardı.

Futbolu hangi diziliş ve taktikle oynarsanız oynayın iş başa düştüğü zaman işte bu anahtar oyuncu faktörü sonucu belirleyici olmaktadır. Sezon başında yanında oynayan Welinton ve Nsakala yüzünden çok eleştirdiğimiz Vida savunmada, Souza orta alanda, Rosier sağ tarafta ve yine orta alanda Ghezzal mevkilerin değil sahanın kilit futbolcuları oldular. Gehezzal’dan Konyaspor maçında ortaya koyduğu koşu temposunu hiç kimse beklemezdi. Souza’nın ise maç sonunda futbol alanına yığılıp kalması onun nasıl bir performans ortaya koyduğuna örnek olmalıydı. Fenerbahçe’nin bu futbolcuyu elden çıkartmasını düşünürüm ama bir türlü anlam veremem.

Aboubakar bir pozisyonda ortaya çıktı ancak bu rakip için büyük bir tehdit oluşturdu. Mesaj açıktı: “açığınızı bekliyorum.” Atiba’nı nasıl oynaması gerektiği ise net biçimde belli oldu. Artık yaşı gereği üst üste maç oynamaktansa rakip yorulduktan sonra devreye sokulması Beşiktaş için kazanç olacak.

Rosier’in devamlı ileri çıkmasıyla üçlü savunma bir taktik olarak değil de kendiliğinden gelişen bir sistem oldu. Oysa büyük takımlar eksik kaldıklarında ve kazanmaya ihtiyaçları olduğunda üçlü savunmayı bilinçli olarak uygulayabilirler. Söz gelimi Konyaspor maçında sarı kartlı Necip oyundan alınarak Montero ile üç stoperli oynanabilirdi. Oyunun sonucuna bakılarak buna gerek yokmuş gibi görünse de, Beşiktaş için bir seçenek olduğu akılda tutulmalıdır.

09 Şubat 2021, Salı 14:07
YAZININ DEVAMI

‘’Erol Bulut neden düzen kuramıyor?‘’

Bir futbol karşılaşmasında 41 faul yapılıp buna karşın sadece üç sarı kart gösterilmişse bu oyunun gidişatından sadece teknik direktörler değil hakemlerde eleştiriden payına düşeni almalıdır. Kaldı ki bu maç ortalama bir lig oyunu değil, Fenerbahçe-Galatasaray derbisidir ve faul üstüne faul yaşanıyorsa teknik direktörler kendini gösterip oyunun gidişatına müdahil olmaları gerekirdi. Doğaldır ki böyle bir oyun şeklini taktik kurgu olarak kendileri belirlememişse…

Tribünlerde seyirci olsaydı bu kadar çok faulün sonucunda neler olurdu düşünmek bile istemem.41 faul karşılığında üç sarı kart… Bu kadar kart Cüneyt Çakır’ın oyuna egemen olduğunu mu yoksa kartların kırmızıya dönüşmemesi için seçimlerini özenle yaptığını mı göstermektedir? Her ne ise, konuyu hakem eleştirmenlerine bırakıp biz derbiyi kimin neden kaybettiğine göz gezdirelim.

Eğer bir Fenerbahçe-Galatasaray karşılaşması söz konusuysa ev sahibinin birinci düşüncesi psikolojik olarak güçlü görünmek olmalıdır. Daha oyunun başında kendini güçlü rakibi ise zayıf hissetmeleri için baskılı bir oyunla işe başlanmalıdır. Oysa Fenerbahçe henüz maçın başında topu da oyunu da Galatasaray’a bıraktı. Rakiplere alıştıkları şekilde oynamalarına izin verirseniz beraberlik üzerine kurduğunuz oyunu da yitirirsiniz doğal olarak.

Ancak, eğer pres yaparak oyuna başlayıp onları durdurursanız bu onlara özgüven yaralanması olarak döner. Pres derken Fenerbahçe forvetlerinin gölge baskısından söz etmiyorum, rakibi tedirgin edecek alanı kontrol etmeye dayalı bir uygulamayı öne çıkartmaya çalışıyorum. İşin anahtar faktörü de budur. Çünkü pres sadece fiziksel değil aynı zamanda psikolojiktir. Maçın yüzde altmışına yakın bir kısmında topu oynamak için rakibe bırakmışsanız onları nasıl tedirgin edip psikolojik üstünlük sağlayabilirsiniz?

Oysa Fatih Terim son derece basit ama akılcı bir uygulamayla ağır Caner Erkin’in karşısına çabuk ve süratli Onyekuru’yu koyarak maçın başında Erol Bulut ve ekibini tehdit etmiş, ev sahibinin olası atak oyununa karşı bir paradı eyleme geçirmişti. Gerçi Onyekuru başarılı olamadı ama Caner’in sol ayağındaki kesme top becerisini de engelledi. BU bile baskı yemeden oyunu kontrol altına almak için yetti.

Erol Bulut’un ise herhangi bir planı yoktu. Gustavo’nun, topu Fenerbahçe’de tutup oyunu rahatlatıcı görev anlayışından yoksun olmasının alternatifini yaratamamıştı. Bu durumda insanın aklına ister istemez şu soru geliyor: Bu kadar çok transferden sonra kadro derinliği yaratmanın anlamı nedir? Fatih Terim ara transfer döneminde takıma kattığı her futbolcudan ürün ve sonuç alıp şampiyonluk çıkartırken Erol Bulut’un bu kadar çok transferin düzen yaratmak için uygun olmayacağını bilmemesi ya da görememesinin altında hangi gerçek var? Düşünmek gerekir, düşünmenin kimseye zararı yoktur.

07 Şubat 2021, Pazar 13:00
YAZININ DEVAMI

‘’Kaliteli takımlar neden kazanamıyor?‘’

Sorunun yanıtı basit ama johan Cruyff’un dediği gibi basiti yapmak zordur. Çünkü zoru basite dönüştürmek için çok çalışmak gerekiyor. Basit dediğimiz şey nedir? Rakibin tuzağına düşmeyeceksiniz. Yani Antalyaspor’un, sahanın dörtte üçlük bölümünü size bırakıp oyunun üçte ikilik bölümünü yana ve geriye pas yaparak geçirdikten sonra “hep biz oynadık” yanılgısına kapılmayacaksınız.

Sergen Yalçın gibi kadroyu yanlış kurup sonra da maçın ikinci yarısında o yanlışı düzeltmek için uğraşmayacaksınız. Antalyaspor’un son oynadığı altı maçta sadece iki gol yediğine ve dokuz oyuncuyla kendi alanına kapandığı bilindiğine göre doğru oyunculara doğru ya da yeni bir planla sahaya çıkacaksınız. Bu planda basit ve bildik; topu çok hızlı bir şekilde kanatlara taşıyıp orta yapmak. Çünkü Beşiktaş ligin en fazla kafa golü atan takımı.

Antalyaspor ceza alanı çevresinde ev sahibinden dokuz, konuk ekipten de yedi oyuncu varken Ljajic ile ortadan rakibi nasıl deleceksiniz? Yerden kısa paslarla ya da ver kaçlarla geçmeniz olanaksız. Ljajic bir devre boyunca tek bir vuruş yaptı o da gol olsaydı ofsayt ya da faul nedeniyle iptal olacaktı. Bu önceden bilinmeli ve Sırp oyuncuyla sahaya çıkılmamalıydı. Aynı şekilde Souza varsa Atiba kulübede olmalı. Rotasyon diyorsunuz Atiba gibi futbolu bırakma noktasına gelmiş bir oyuncuyu üst üste oynatıyorsunuz.

Larin’in iyi bir forvet olduğunu Şenol Güneş döneminden beri bilen biliyor. Ancak Şenol Güneş ihtiyaç olmadan hiçbir genç futbolcunun değerini teslim etmediği için Larin’in çıkışı geç oldu. Larin gibi etkili bir forveti kenarda oynatmak belki bu güne değin sonuç alındı ama onun asıl özelliği hava hakimiyetinde. En azından Antalyaspor’un oyun tarzına göre santrforda oynatılması en doğru seçim olurdu. Ancak Sergen Yalçın bunu son dakikalara doğru görebildi. Larin ortaya alınınca Ersun Yanal önlem olarak hemen oyuna Ersan Gülüm’ü aldı. Gene de Larin iki gol olabilecek kafa vurdu.

Baştan bu uygulama ile sahaya çıkılıp Ghezzal ile de oyuna başlansa kanat ortalarıyla Antalyaspor karşısında istenilen puanlar edinilebilirdi. Üstelik Aboubakar maç süresince sahada gezindi, yorgunluktan atılan toplara bile gitmek istemedi.

Dolayısıyla başlıktaki sorunun yanıtı gelip dönüp Sergen Yalçın’a dayanıyor. Yalçın hala bir eski futbolcu ya da antrenör. Teknik direktörlük parıltısı şimdilik onda yok gibi görünüyor. İnadına Welintonu oynatması maça yenik başlamasına neden oldu. Ne diyelim? Kazanılan Göztepe maçından sonra güngörmüş Lama’nın sözlerini Yalçın’a anımsatmıştık. Ne demişti yaşlı Lama: “Önemli olan pırıl pırıl gökyüzünde fırtınayı görmektir.” Beş puan önceden görülemeyen o fırtınaya kapılıp gitti, daha da kaçı gidecek kim bilir?

04 Şubat 2021, Perşembe 12:01
YAZININ DEVAMI

‘’Ofsayt tuzağına karşı önlem…‘’

Galatasaray zorlu Gaziantep deplasmanından üç puanla döndü. Üç golü de ofsayt gerekçesiyle geçersiz sayıldı. Bu gollerin geçersiz kılınmasında Babel’e atılan pas zamanlamasının kusurlu olmasının yanında Gaziantep FK’nın uyguladığı ofsayt taktiğinin de rolü vardı.

Bugünün futbolu sistemler ile taktiklerin iç içe geçtiği bir fizik ve taktik mücadele içinde geçmektedir. Eskiden Avrupalılar taktiğe Latinler ise içgüdüsel futbola önem verirlerdi. Bugün artık dünyanın her yerinde taktik öne geçmiş durumdadır.

Söz konusu taktik olunca da karşı önlemler gündeme gelmektedir. Her taktiğin bir paradı yani karşı önlemi vardır. Ofsayt taktiğine karşı da bir anda birçok önlem sayabiliriz.

Deplasmanda oynarken yapılan her atak kıymetli ve değerlidir. Galatasaray’ın sayılmayan üç golüne bu açıdan yaklaşmak gerekir. Babel’in ortadan çıkışlarına karşı rakip ofsayt taktiği ile önlem alıyorsa siz de buna karşı yeni taktikler geliştirmelisiniz.

Bir gazete köşe yazısı ders vermek için uygun değildir. Benim de böyle bir niyetim yok zaten. Ancak yeri gelmişken, Gaziantep FK-Galatasaray karşılaşması üzerinden ofsayt tuzağına karşı önlem konusunda bilgi vermenin en azından antrenör adaylarının işine yarayacağını düşündüm. Bu bağlamda konuyu kısaca özetlersek birilerinin dikkatini çeker belki de…

En basiti, oyunu önce sahanın yanlamasına oynayıp aniden karşı kaleye yönelerek bir sürpriz adam kaçırmak… Babel çok belli olduğuna göre artık ondan vazgeçmek.

Arkadan ya da ters taraftan orta alan oyuncularından birini kaçırmak...

Topsuz koşuları diyagonal yapmaya çalışmak…

Gerektiğine bir oyuncunun tek başına top sürerek savunmanın içine dalması…

Geriye, kenara oynayıp ters taraftan ve geriden topsuz koşu yapan oyuncuyu pas vermek…

Bir oyuncunun sahanın enine top sürmesi ve bir başka arkadaşının da ondan topu devralarak adam kaçırması…

Serbest vuruşlarda topa vuruyormuş gibi yapıp vuruşu geciktirmek ve sonrasında ters taraftan kaçan oyuncuya diyagonal pas atmak…

Taktik taç yaptırmak… Bu en önemlilerinden biri… Bilerek topu rakibe çarptırıp taç kazandıktan sonra topu çabuk bir şekilde savunmanın arkasına atmak…

Ofsayt tuzağına karşı önlemler daha da arttırılabilir. Ancak rakibin ofsayt taktiği uyguladığını bilip ona göre hafta arasındaki her antrenmanda bunları çalışmak gerekir. Ya da yıl boyunca ofsayt taktiğine karşı stratejik olarak önlemleri düşünmek. Yıl içindeki her antrenmanın küçük bir bölümü bu tür çalışmalara ayrılabilir. Bu durumda oyuncular teknik adamın uyarısına gerek duymadan otomatik olarak karşı taktiğe geçeceklerdir…

02 Şubat 2021, Salı 11:45
YAZININ DEVAMI

‘’Fark yaratan Abdullah Avcı'ydı‘’

Teknik direktörler futbolun içinde olabilecek her türlü hareketi hesap ederek takım oyununu kurgulasa da, dünyanın en iyi teknik adamlarının bile beklemediği durumlar, konumlar ve pozisyonlar karşımıza çıkabilir futbolun doğasında. Beşiktaş’ın kalesinde gördüğü ilk gol bu tür hesap dışı bir gelişmeydi. 55 yıldır futbol maçları izlerim böyle bir gole ilk kez tanık oldum.

Ne var ki bu tür gollerin bile kalenizde yaşanmaması için futbolun içinde önlemler vardır. Her iki kale önündeki gelişmeler biraz da teknik direktörün oyuncu seçimi, doğru taktik uygulaması ve rakibi iyi analiz etmesiyle bağlantılıdır. Sergen Yalçın açısından baktığımızda bu üç ana unsurun hiçbiri yerine getirilmemiş, Abdullah Avcı ise tamamını hesaplayıp takımını sahaya çıkartmıştı. Bu bağlamda fark yaratan ne Uğurcan ne Nwakaeme ne de bir başkasıydı, farkı yaratan bire bir Abdullah Avcı’ydı.

Şöyle ki, Abdullah Avcı Beşiktaş’ın nasıl gol attığını değil nasıl gol yediğini çok iyi çözümlemiş, karşı atak düzenini ona göre planlamıştı. Avcı bu düşüncesini maç öncesi konuşmasında da açıkça söyledi. Beşiktaş’ın savunma düzenini bozacak hamleler yapacağını maçtan 30 dakika önce milyonların önünde söyledi. Çünkü Avcı Beşiktaş’ın Hatay’da yediği iki golü ve Dolmabahçe’de Göztepe’nin karşı ataklarında nelerin olduğunu görmüştü. Elinde de Ekuban, Nwakaeme ve Djanniy gibi Türkiye’nin en iyi üç karşı atak oyuncusu varsa, bir de Sergen Yalçın tarafından işiniz kolaylaştırılmışsa daha ne istersiniz?

Böyle bir kontra atak silahları olan takıma karşı hocanın futbolcularına söylemesi gereken ilk taktik bilgi ne olabilir? Futbolda “Hücum Organizasyonları” konusunun alt başlıklarından biri “Atakları kapatmak”tır. Yani başlatılan bir atağı mutlaka sonuçlandırmaktır; aut, köşe vuruşu, gol, taç ile… Bu şekilde atağı sonlandırmak anlayışıyla ileri çıkan oyuncular savunma görevlerine dönebilirler. Yenilen iki golde atakların kapatılamaması sonucu gelişmiştir. İlkinde Aboubakar-Atiba ikilisinin ortaklaşa topu kaptırması, ikincisinde ise Aboubakar-Ghezzal çiftinin aut çizgisi üzerinden Nwakaeme’yi geçirdikleri için gol oldu.

Bu noktada da Beşiktaş’ın genel takım savunması sorunu ortaya çıkıyor. Nwakaeme topu boşa çıkarttığında, tamamı ceza alanı içinde olan Beşiktaşlıların topa doğru can havliyle koşup rakibin vuruş açısını kapatmıyorlar.

Sergen Yalçın takımı doğru kurmuyor. Pas yapmaya dayalı bir oyun anlayışını benimsiyor ama kendi düşüncesiyle çelişkiye düşerek Mensah ve Atiba ile başlıyor. Atiba’yı ileriye doğru oynatıyor ancak alan bulamayınca bütün zihinsel yetileri duruyor. Sonra da hatalarını düzeltmek için başka hatalar yapıyor. Dorukhan’ı oyuna alması ise “futbol bilgisi sorgulamasına” girer. Kazanmak için oynaması gereken bir takıma en önemli özelliği oyun bozmak olan bir futbolcu alınıyor. O da hem takımını hem de kendini bozarak kısa süre sonra oyun dışı kalıyor.

Rosier’i bir bekten çok kanat oyuncusu gibi hatta disiplinsiz ve başıboş bir şekilde görevlendirmek, Nwakaeme’yi hafife almak anlamına gelir ki bu hangi taktik bilgiyle bağdaşır? Hiç mi rakip analizi yapılmaz?

Bütün bunlara karşın Beşiktaş’ın seçeneği bol kadro ve kalitesi ile maç kazanılabilirdi. O her maçta medya tarafından göklere çıkartılıp uzaydan gelen bir oyuncu konumuna getirilen Aboubakar yakın mesafeden doğru vuruşlar yapabilse, hele bir pozisyonda iki metreden 7,32’lik kale yerine kafayı Uğurcan’ın üzerine vurmasaydı… Uğurcan’ın iki kritik kurtarışı var, Mensah ve Enkoudo’nun vuruşları…

Futbolda devamlı kazanmak da devamlı kaybetmek de yoktur. Bu bağlamda ve bu konumda kaybedilen üç puan çok da önemli değil, daha önemlisi gelecekte nelerin yitirilebileceğinin görünmüş olmasıdır. Sergen Yalçın gelecekte olabilecekleri tahmin edip önlem alamazsa bugünkü konumu korumak bile zor olacaktır…

01 Şubat 2021, Pazartesi 11:33
YAZININ DEVAMI

‘’Babel Fatih Terim'e ne hatırlattı?‘’

“Elinde çekiç olan her şeyi çivi görür” demiş atalarımız. Bu bağlamda, eğitimci kimliğimle her futbol takımının eğitimle olan ilişkisine özellikle önem veririm. Ozan Kabak Galatasaray alt yapısından eğitimin bir ürünü olarak çıkıp Avrupa’ya transfer olduğunda mutluluk duymuştum.

Ne var ki Ozan Kabak’ın satışından elde edilen paranın biraz da fazlası Djagne’nin transferine verilince de doğal olarak üzülmüştüm. Bu kararı verenler yanlışa düşmüşlerdir ve hangi takımımız böyle bir kararı alsa aynı duyguyu yaşardım.

Sakın ola ki Djagne’nin kötü futbolcu olduğu algılanmasın bu yazdıklarımdan. O iyi bir santrfor ama Galatasaray ile yollarının kesişmesi yanlış. Bu yazdıklarımın benzerlerini Galatasaray’a geleceği ilk günlerde de ele almıştım. Djagne, Kasımpaşa’da son derece başarılı oldu.

O günlerde Djagne’yi her yönetici isterdi ancak Fatih Terim karşı çıkmalıydı. Çünkü o bir teknik adam ve futbolcunun iyisindense takımına yararlı olup olmayacağını en iyi hocanın bilmesi gerekiyor.

Gürcü oyuncu Georgi Kinkladze’yi anımsayanınız var mı acaba? Maradona veliahdı ilan etmişti onu. Birkaç rakip oyuncuyu çalımlaması ile ünlüydü. Manchester Unitedli taraftarların gönlünde taht kurmuştu ama onun gönlü çocukluğundan beri taraftarı olduğu Ajax’taydı. 1998 yılında Louis van Gaal’dan sonra Ajax’ın başına geçen Morten Olsen Kinkladze’yi beş milyon paund karşılığında transfer etti.

Doğuştan futbol sanatçısı gibi görünen bir oyuncu artistik futbolu benimsemiş bir kulübe gelmişti. Uyum sorunu da olmaz diye düşünülüyordu. Ancak sonuç fiyasko oldu. Gürcü oyuncu iki yıl içerisinde sadece birkaç maç oynamıştı. Ajax’ın sistemini bile anlamamıştı.

Galatasaray yıllardır kanatlardan getirilip uzun ortalarla topu kale önüne gönderen bir yapıda oynamıyor. Galatasaray’ın son klasik santrforu kim diye sorsanız çok kişi anımsamaz. Drogba bile klasik santrfor değildi, en fazla sahte dokuz denilebilir. Bugün artık sahte dokuz bile orta alan özelliklerine sahip bir futbolcu haline geldi.

O zaman Fatih Terim’e sormak gerekiyor; Babel size ne hatırlattı? Son lig maçında Babel santrfor mevkiinde sahte dokuz olarak görev yaptı. Yani rakip stoperlerden kurtulmak için o bölgeyi terk edip orta alana gelerek oynadı. Golünü de öyle attı. Zaten bugünün futbolunda santrfor diye bir mevki kalmadı. Forvetlerden söz ediliyor ki, bazen tek forvet bile kullanılmıyor.

1994 yılında ABD’de yapılan Dünya Futbol Şampiyonası’nda Brezilya’yı şampiyonluğa taşıdıktan sonra Fenerbahçe’nin başına geçen ve sarı lacivertli kulüpte de şampiyonluk yaşayan Carlos Alberto Perreira 2003’te Rio de Jeneiro’daki bir toplantıda 4-6-0 sisteminin takımlara sunacağı fırsatlardan söz etmişti.

Bugün uygulanan 4-1-4-1, 4-2-3-1 ve 4-1-3-2 Brezilyalı teknik adamın altını çizdiği sistemin varyantlarından başka bir şey değil. Barcelona yıllardır santrforsuz sistem ile(tiki-taka) kupaları topladı.

Savunma oyuncularının bile atağı düşündüğü, top rakibe geçtiğinde en uç forvetin bile kendi kalesine kadar rakibi kovaladığı bugünün futbolunda orta alan ve forvet oyuncuları birbirlerine karışmış durumda.

Forvetler orta alan özelliklerine orta alandakiler de forvet becerisine sahip olmalıdırlar. Bu gerçeğin altında yatan temel felsefe ise şudur: İleride yani stoperlerin arasında kalan forvetleri marke etmek, geriden gelen ya da önündeki alanı kullanarak atak yapan oyuncuyu tutmaya oranla daha kolaydır.

Çünkü klasik tank tipi santrforlar doğal olarak stoperlerin de güçlenmesine neden oldu. Şimdi artık güç, geriden oyuna katılan orta alan özellikli forvetlerin eline geçmiştir. Kuşkusuz Fatih Terim bunları biliyor ama Babel ona bir kez daha hatırlatmış oldu sanki…

Bir anımsatma daha; dara düşünce sorunu uzaklarda aramayın. Çözüm belki de yanıbaşınızdadır.

29 Ocak 2021, Cuma 10:55
YAZININ DEVAMI

‘’Welinton ve Nsakala'yı kim aldı?‘’

Beşiktaş ligin ilk yarısını lider bitirdi. Sergen Yalçın’da dahil takımın sezon başındaki görüntüsüne bakarak bu sonucu tahmin edecek birinin olduğunu sanmıyorum. O günlerde Sergen Yalçın’a transferleri kimin yaptığı sorulduğunda “yönetime sorun” demişti. Neredeyse yönetimle küs durumda olan Yalçın gitti gidiyor derken beş transfer yapıldı ve takımın çehresi yüzde yüz değişti.

Ancak soru genelden özele dönüşerek güncelliğini koruyor: Welinton ile Nsakala’yı kim aldı? Özellikle Sergen Yalçın’ın “Montero yabancı kısıtlamasına takıldı” demesinden sonra soru daha güncelleşti ve daha da özelleşti: Bir yabancı kısıtlaması olacaksa neden Welinton ile Nsakala bu sınırlamaya takılmıyor?

Sergen Yalçın insanlarla alay mı ediyor?

Çünkü şu anda gelinen noktada ikisinin de ilk on birde yeri yok. Gelin görün ki ikisi de Sergen Yalçın tarafından koruma altına alınmış durumda. Yalçın insanlarla alay eder gibi “yabancı sınırlaması” diyerek meselenin üstünü örtmeye çalışsa da, sosyal medyada konu dikkatlerden kaçmamıştır.

Montero gibi henüz 21 yaşında bir sol ayaklı stoper varken, üstelik son iki maçta takımın en iyi oyuncusuyken böyle bir seçim yapmanın altında birtakım gerçekler saklı demek ki. Acaba Welinton ile Nsakala transfer edildiğinde onlara ne gibi sözler verildi? Üstelik Welinton oynarken savunma zincirinin halkalarının koptuğu da çok açık biçimde gözler önündeyken...

21 yaşındaki Montero mu yoksa 32’lik Welinton mu?

Brezilyalı stoper hem Vida’yı hem de sağ bekte oynayan Rosier’i bozuyor. Vida normalde sağ stoper de oynaması gerekirken kendisine ters gelen, pozisyon almakta zorlanıp ikinci hamleleri yapamadığı sol stopere kaymak zorunda kalıyor. 32 yaşındaki Welinton mu yoksa 21 yaşındaki Montero mu? İlla da Welinton’u oynatmak istiyorsanız Nsakala’yı dışarıda bırakıp Rıdvan’ı sol bekte oynatırsınız.

Kanımca Sergen Yalçın bu iki oyuncuya verilen sözlerden dolayı onları koruma altına alıp, rotasyon ile maskelemeye çalışıyor. 19 ve 21 yaşında iki delikanlı neden yorulur? Yorgunluk düşünülüyorsa bir ay sonra 38’ine basacak olan Atiba neden üst üste oynatılıyor? Futbolcular yoruluyorsa maden işçileri ne yapsın? Onlar gibi günde sekiz saat yer altında mı çalışıyorlar? İçinde oynamak, eğlenmek ve milyonlarca dolar kazanmak olan bir etkinlik insanı nasıl yorar?

Can Bartu aynı gün iki maç oynamıştı

Zamanında aynı gün iki maç oynamış(o zaman yasak değildi) biri olarak bu yorgunluk edebiyatını anlamakta zorlanıyorum. Fenerbahçe forması altında Galatasaray’a karşı basketbol oynayıp 28 sayı atan Can Bartu aynı gün Dolmabahçe’de futbol takımında da sahaya çıkıp bir gol kaydetmiştir. Can Bartu’da normal bir sporcuydu. Hatta 1960’lı yıllarda takımlar deplasmana gittiklerinde Cumartesi ve Pazar üst üste iki maç oynamak zorundaydı. Oyuncu değiştirme bile yoktu. Sergen Yalçın’ın bunlardan haberi yok mu?

Diyelim ki Sergen Yalçın’ın bu iki oyuncunun transferinde karar verici değildi.. O zaman yardımcısı Murat Şahin’e sorsun. Şahin’in menajerlik şirketleri ile sıkı ilişkileri olduğu söylentisi ortalıkta dolaşıp duruyor.

Sözünün eri olarak bilinen Sergen Yalçın’ın bu sorulara yanıt vermesi gerekiyor. Şimdi diyeceksiniz ki Beşiktaş liderliğin keyfini yaşarken pişmiş aşa su katmanın anlamı ne? Bu soruların, çok daha zor geçecek olan ligin ikinci yarısındaki zorlu virajlarda sorulup Beşiktaş’ın başına bela olmaması için bu günlerde gündeme getirmek yararlı olabilir.

Uğur Mumcu ne demişti?

Bunları iki nedenden yazıyorum; birincisi, bir zamanlar “Himalaya” adında bir film izlemiştim. Lamalar Çin’e tuz götürmek ve karşılığında kışlık ihtiyaçlarını gidermek için Himalaya Dağları’nı fırtınaya tutulmadan aşmak zorundadırlar. Gece dağın yamacında kamp kurarlar. Yaşlı Lama ile genç lider ateşin başında yıldızlara bakmaktadırlar.

Güngörmüş Lama “yarın fırtına var, yola çıkmayalım” der. Genç atılır “olur mu gökyüzü pırıl pırı. Yarın sabah erkenden yola koyulma emrini vereceğim.” Ne yazık ki sadece tuzlar değil insanlarda fırtınadan telef olur. O hengamede genç lider yaşlıya sorar: “Nasıl bildin?” Yanıt şöyledir: Önemli olan pırıl pırıl gökyüzünde fırtınayı görmektir. ”

İkincisi ise Türk gazeteciliğinin gözbebeği ve 28 yıl önce 24 Ocak’ta katledilen, kendisiyle aynı gazetede mesai arkadaşlığı yapmaktan onur duyduğum Uğur Mumcu’nun sözleridir: “İnsan sadece söylediklerinden değil, söylemediklerinden de sorumludur.”

26 Ocak 2021, Salı 10:21
YAZININ DEVAMI