‘’Şampiyon gibi‘’
Terim böyle figürler arıyor. Galatasaray da böyle bir Terim arıyor.
Hagi yetenek ve kalitesi bulmak mümkün değil. Ama onun ağabeyliğini Melo’da bulmak mümkün. Melo kavga ediyor icap ettiğinde. O kavgayı başkası etse kavga çıkabilir bildiğimiz anlamda. Ya da o kavgadan kırmızı kart çıkabilir. Ama Melo’nunki farklı. O dikleniyor. Ve liderlik ediyor. Melo’nun o kavgacılığı ne kavga çıkarıyor, ne kart. Onun kavgacılığı Hagimtırak...
Bununla kalmıyor... Dün için en azından, Semih de Emre’yi karşıladı bir anlamda. Bir önceki jenerasyon için Bülent Korkmaz’ı karşıladı ya da...
İlk yarıda bu unsurlarla ve sistemle Galatasaray önde bastı. Eboue sağda Kayseri’nin, eksik orta sahasını zorladı, dengesini bozdu.
Burada Şota’yı eleştirmek için elimizde olan Gökhan/Ömer tercihi olabilir. Galatasaray’ın önde basacağı kesinken enerjik Ömer’i önce, tecrübeli Gökhan’ı sonra oynatmak varken yanlış tercihe sapması bir diğer hatası.
İkinci yarıdaysa geçen haftanın hakem durumlarından, doğal olarak etkilenmiş hakemi Cüneyt Çakır’la Amrabat’ın durumu ilginç.
Çakır ligin en iyi hakemi. Ve hatta Avrupa’nın en iyilerinden. Amrabat da muhtemelen Terim’e “Ne Riera’sı be abi” dedirten adam. Ligin en iyisi...
Dün diğer sarı-kırmızıyı giyse ilk yarıdan fark olurdu kabul edelim ki.
Terim’i bir kenara koyalım. Amrabat ve Çakır’ın sahadaki çatışmasını sadece üst düzeyde seyreden üst düzey adamlar anlar...
Son derece parlak bir deplasman galibiyeti Galatasaray’ınki... Bu yılın en sağlam sınavını vermek yani...
Biliyoruz ki Terim şampiyonluğu kovalıyor. Muhtemelen bütün bu şike krizinin ortasında kazanacak da. Kayseri maçı her anlamda bunun göstergesi.
Terim’in dünkü sevinci sadece galibiyet değil şampiyonluk sevinci gibi...
‘’Nihayet güzel futbol‘’
Aykut Kocaman’ın temel planı Simao ve Quaresma’nın savunma kanatlarıyla bağlarını koparmaktı. Quaresma ve Hilbert’in üzerine sürekli Caner ve Ziegler’i gönderek özellikle 20. dakikadan sonra bunu iyi yaptılar. Hep ileride ve topa sahipti bu ikili. Bu durumda Q7 zaman zaman geriye yardıma gittiğinde bu işi pek yapamadı. İleride kaldığında ise Hilbert 2 kişiyle uğraşmak zorunda olduğundan çıkamadı. Bu tabloda Caner’in kendisini aştığını söylemem lazım. 17 yaşındayken onun ileride bir gün olmasını beklediğimiz gibi bir oyuncuydu. Fenerbahçe aynı planı Topuz ve Gökhan’la bir alt seviyede sağdan da yaptı. Beşiktaş’ın Simao’nun ayağından bulduğu olağanüstü gol sonrası otomatik olarak geriye yaslanışı da Kocaman’ın
planına yardım etti. İki kanattan toplam 4 oyuncuyla, Q7 ve Simao’nun yardımı olmadan mücadele etmek zorunda kalan Beşiktaş savunması arasında Alex markajdan çıktı. Onun topa sahip olmasıyla Emre de oyuna dahil oldu. Ancak rakip alana iyice yerleşen Fenerbahçe’de temel bir eksik vardı. Bir pivot santrfor. Bienvenu tüm iyi niyetine rağmen yetersiz kaldı. Sanki tek görevi yerini Semih’e bırakıp, ona ‘eski altın yedek’ günlerini hatırlatma figürasyonuydu. Ve tabii Cenk de 3 maçlık iyi formunu devam ettiriyordu. (Tabii ki o mesafeden yediği gol için eleştirilecek ama topun başında Alex’in de olduğunu unutmamalı. Baroni ona sürpriz oldu.) Beşiktaş da santrfor konusunda çok farklı bir durumda değildi. Kontra denemelerinde, Mustafa Pektemek’in fizik açıdan zayıf kalmasıyla Q7 ve Simao iyice ortada kaldılar. Fenerbahçe beraberliği sağladıktan sonra Aykut Kocaman sanırım baştan planlanmış değişikliklerini yaptı. Caner ve Topuz enerjilerini bu plana göre harcamıştı. Ve yerlerini Stoch ve Özer’e bıraktılar. Ancak yeniler işlerini selefleri kadar iyi yapamadı. Özellikle Q7 ve Simao’yu yalnızlaştırma ve topu önde tutma görevini devam ettiremediler. Beşiktaş öne geçtikten sonra yine geri yaslanınca yine üstünlüğü devrettiler. Carvalhal değilse de bu kadar tecrübeli oyuncunun bunu göremeyişi inanılmaz. Bu vizyon yanlışıyla maçı kaybedebilirlerdi.
‘’Terim kaybetti...‘’
Fatih Terim, Kazım ve Gökhan’ı sakatlık nedeniyle kaybetti...
Servet’i ve Sabri’yi ise kırmızı karttan... Kabul etmeli ki ilkinde fazlasıyla ilginç bir hakem kararıyla.
Engin’i dizginleyemediği hırsı nedeniyle 15. dakikada biten nefesi ve üstüne siniri nedeniyle kırmızı kart görmesin diye çıkararak...
Sabri’yi diğerleri işini çok yapmadığı ve ülkenin en çok dalga geçilen sporcusu olmaktan kurtulmak için ekstra çaba sarf ettiği için...
Melo’yu stoperde kullanmak zorunda olmasından...
Dolayısıyla maç sırasında istediği değişiklikleri yapma şansını da kaybetti...
Hasan Şaş’ı hocanın zihnini açacak fikir vereceğine hakeme daldığı için.
Zemini ise bazıları işini yapmak yerine mazeret ürettiği için kaybetti Terim...
Bu şartlarda kaybetmesi normaldi.
Ama ilginç olan henüz kaybetmediği ilk yarıda yarım pozisyondan, Kazım’ın övgüye değer çabasıyla bir gol çıkarmasıydı. Yani üretkenliği sıfır oyunda öne geçti. Önde çok iyi basıp rakibe top yaptırmadı. Fakat baskıyı üretkenlikle birleştiremedi.
Bunun nedeni bu dizilişin kanat unsurlarının oyunu genişletemeyişi. Sabri dışında bu oyunun hücum yönünü oynayabilen yok. Selçuk hucuma uzak kalınca Elmander’i destekleyen adam sayısı azalıyor. Dolayısıyla kaptığı toplar hemen rakibe geçiyor.
Bu oyunda Olcan ve Muhammet’in yaratıcı oyunları, hakemin ilginç kararlarıyla bileşince Antep şansları eşitledi. Olağanüstü iki gol atınca da maçı alıp götürdü. Muhammet’in topuğu olağanüstü.
Ancak asıl olağanüstü olan 2. gol. 3 saniye içinde atılan iki şutu bütün bir sezon boyunca atamayan takımlar var.
İkinci yarıdaki cansiperane Galatasaray oyunu takdire şayan ama bir çıkmazı da işaret ediyor.
Eksik olmasına rağmen 11 kişi olduklarından çok daha fazla pozisyona girebilmeleri ile Sabri tarafından eksik bırakılmalarının sebebi aynı. Kontrolsüz savaş hali. Bundan kontrataklarla fark yemek de çıkabilirdi.
Önemli olan bu baskıyı soğukkanlılıkla ama üretkenlikle yapabilmek.
‘’Fay batıda kırılsaydı...‘’
Misal; bizzat sarsılarak yaşadığım, arkadaşlarımı kaybettiğim, ruhumu yıkan, yaşanan dramların bir parçası olduğum Gölcük depremi gibi olsaydı...
Lig yine devam eder miydi?
Hadi kandırmayalım birbirimizi...
Kırılan batıda bir fay olsaydı, maç filan oynanmazdı...
İşte birçok cevap veremediğimiz ‘soru’nun ve ‘sorun’un cevabı da aslında burada.
***
Niye oynadık biz ligi?
Van’da can pazarı varken; Antep’te, Kayseri’de, Ankara’da gole nasıl sevindik dün...
Söylesenize neden oynadık ligi?
Tanrı bizi seviyor.
Seviyor ki, dün Kadıköy’de bir son dakika golü olmadı.
Ve böylece Van’da can pazarı varken, İstanbul’da 40 bin siyah giysili yas tutan insan bir gole çılgınca sevinmedi.
***
Söylesenize neden oynadık bu maçları?
***
Tamam, bu ülkenin kaderci kederi bitmiyor...
Pazar Hakkari’den 3 şehit haberi daha geldi misal, ama Van yıkıldığı için birinci sayfaya bile giremedi anaların kınalı kuzuları...
Tamam bu ülkede neyin yasını tutacağımızı şaşırıyoruz. Çünkü beşeri felaketler bizim ayrılmaz bir parçamız.
35 yıl önce yıkılmış ve o gün bilim adamları tarafından 35 yıl sonra 7 şiddetinde bir deprem daha olacak diye uyarılmış bir şehir Van...
Yani bir doğal felaket değil yaşanan... Bir intihar... Bir beşeri felaket.
30 yıldır kaybettiğimiz 50 bin insanın kadersiz kederini saymıyorum dahi.
Bunlar beşeri felaketler ve bu bizim maalesef hayatımızın parçası.
Ama yine de bu iki soruyu sormadan bu defteri kapatamayız.
1- Bu fay batıda kırılsa bu maçlar oynanır mıydı?
2- Ve biz, bu ligi bu hafta oynamasak ne kaybederdik!
Başka acayiplikler...
Bütün bu acayipliğin içinde bir başka acayiplik ise maçlara 3 dakika geç başlanmasıydı.
Nedenini, mantığını hiç anlayamadığımı belirtmekle birlikte asıl önemli durum şuydu bana kalırsa... Son 10 yılda tam saatinde başlamış bir lig maçı bulmak mümkün değil ki.
Yani haftaya göreceğiz. Zamanında başlayan bir maç olacak mı?
Bu hafta 3 dakika geç başlanmadı maçlara. Ortalamada erken bile başlandı.
Volkan şen olayı
Bursaspor-Trabzonspor maçı ya son hafta olsaydı...
Üstüne Bursaspor şampiyonluğa oynuyor olsaydı. Misal Beşiktaş’la ya da Fenerbahçe’yle çekişiyor olsaydı. Yani biri Trabzonspor’un diğeri Bursaspor’un can düşmanıyken...
Bu Volkan Şen olayı nasıl ele alınırdı?
Ya da bu sene sonunda Play-Off’un son haftasında şampiyonluk maçında iki takım karşılaşırsa ne olacak?
Bu anlaşma ne kadar süreyle geçerli?
Sadece Trabzonspor-Bursaspor maçlarında mı geçerli?
Bu anlaşmayla ilgili TFF’nin görüşü nedir?
Volkan Şen’in görüşü nedir?
Şenol hocanın gerçek görüşü nedir?
Bunları bilmiyoruz... Bildiğimiz şu: Bu tip konularda TFF’nin gerçek bir düzenlemeye gitmesi şart...
Çünkü belki bugün yasadışı olmayan, yöneticilerin de hakkı olan bir durum var ortada.
Ama kabul edelim, kimsenin aklına yatan bir durum değil bu!
Sadri Şener’in Volkan Şen’den ibaret olmadıkları yönündeki ifadesi doğru kuşkusuz, ama Bursaspor da Volkan Şen’den korkacak bir takım olmasa gerek...
Askerler ve genareller
Guti, Rüştü ve diğerleri... Beşiktaş’ın problemini ‘generali çok askeri az’ bir takımın yaşadıkları olarak anlatmaya çalışanlar çoğaldı.
Bu durumu açıklamıyor. Aksine daha da içinden çıkılmaz bir hale getiriyor.
Bu rütbeleri nasıl anlamamız lazım?
Uluslararası piyasada elde edilmiş birer unvan olarak mı?
Yoksa insanların kendilerini hissettikleri bir hâl olarak mı?
İlki olamaz. Çünkü birilerine general/mareşal diyeceksek; herhalde önce Messi’ye, Xavi’ye, Iniesta’ya vs demek gerekir. Ama oynadıkları oyun ve takım dengesi bu benzetmeyi reddediyor. Hepsi general ama arı gibi çalışıyorlar mevziide...
Eğer ikincisiyse, ‘yani kendini hissettiğin bir hâl’ ise o zaman da ‘general’ rütbesine hakaret etmiş olursun. Çünkü generallik öylece yatma, kendini diğerlerinden üstün görme işi değildir.
Dolayısıyla bu teşbihte bir hata var. Durumu anlatamıyor. Aksine zihin bulandırıyor.
Halbuki sorun nettir.
Beşiktaş’ın durumu lüks sarhoşluğudur.
Plansızlıktır. Müsrifliktir.
Kültüründen sapma, kopmadır...
Ve reel olarak da yapısal bir kadro problemidir.
General-asker mevzuu da değildir, bir Carvalhal sorunu da...
Beşiktaş’ın özüne dönmesi, bu lüks sarhoşluğundan kurtulması şarttır. Hepsi bu!
Semih, Güiza’yı arıyor
Semih Şentürk kariyerinin en durgun dönemini yaşıyor. Bu açık.
Sadece ortalama formuyla Fenerbahçe’nin puan kaybettiği iki maçı da kolayca alabilirdi.
Sürekli onun yerine tercih edilen isimli ama performanssız bir ünlü santrfor olmayışının motivasyonsuzluğu mu bu acaba?
Kendisini hep haksızlığa uğramış hisseden, her şeyi yapmasına rağmen tercih edilmeyen, kurtardığı hayati maçlardan sonra dahi kulübeye hapsolan bir delikanlı olduğu zaman sorun yok Semih’te. Genç Semih’ken kahraman oluyor Semih. Ama ilk santrforken hiç olmuyor.
Yani Semih’te bu sene eksik olan sanki Güiza gibi, Kezman gibi, hak etmeden onun hakkını yiyen bir figür...
Semih sanki onları arıyor...
‘’Maç oynanmalı mıydı?‘’
Neyin yasını tutacağını şaşırır mı insan!
Kaybettiğimiz gencecik delikanlılar için mi? Enkaz altında yardım bekleyenler için mi?
Böyle bir kıyamet gündemi olur mu bir memleketin!
Hiç bitmez mi yas!
12 yıl önce yaptım askerliğimi. Gölcük’te. Depremde... O gün de hep şehit haberleri vardı. Ve yine depremin göbeğinde binlerce insanın hangi birine koşacağımızı şaşırmıştık.
O kadar da değil. Van daha önce de yıkılmıştı. İlkokuldaydım, elbise, kazak, kitap toplayıp yollamıştık.
Sürekli bir yas sürekli bir kıyamet.
Bunun kader olduğuna kim inanır. Kaderini kendisi çiziyor insan.
Tuttuğumuz yasın kurbanı da biziz, suçlusu da...
Neyin yasını tutacağını şaşırır bir halk.
Ve bütün bu mevzunun ortasında futbol yaşamak, futbol oynamak ve futbol yazmak çizmek ne zor.
Bu yasın ortasında neyi beğenebilirsiniz ki! Ne mutlu eder ki insanı...
Ya da kimi nasıl eleştirebilirsiniz ki!
Kimin kafası dinç ve yerinde olabilir övülecek ya da eleştirilecek kadar.
Ama oynattılar işte maçları.
Ve belki de Fenerbehçe’nin baskısı, Samsunspor’un direncinin ortaya net pozisyonlar çıkaramayışı da bundan.
Bu maçla ilgili konuşulabilecek tek şey, belki de “oynanması illa gerekli miydi?” olabilir.
Eleştiremiyorum çünkü memlekette felaket bitmiyor.
Ancak bütün bunlar olurken de futbol oynanmıyor...
‘’Emekliler ve emekleyenler‘’
Bir kısım Avrupalı Türkiye’yi iyi bir emeklilik öncesi durağı olarak görüyor ya. Sanki Antalyaspor da bir kısım isimli Türk oyuncu için aynı... Kulübün adındaki ‘spor’dan çok Antalya’ya tav olmuş bir grup B sınıfı yıldızlar topluluğuna dönmüş takım. Takımdan çok karma demek lazım.
Halbuki Mehmet Özdilek’ten daha fazlasını beklemek lazım gibi. Bu oyunculardan bazıları bu takımda olmaz mı? Olur tabii. Birer birer bakarsanız çoğu hâlâ büyüklerde oynayabilecek oyuncular.... Ama tamamından aynı emekli izlenimi alınıyor ki, bu iyi değil. Üstüne oyun da bastonluysa, can sıkıcı bir durum oluyor... Musa Nizam’ın numunelik olarak sahada olduğu, büyüklerden ve başaltı takımlardan düşenlerin oluşturduğu bu ekipten Antalya ne bekliyor? Asıl önemlisi bu karma Antalya’dan ne bekliyor?
Bu konuyu tüm tarafların oturup bir kez daha konuşması lazım sanki... Antalya için can sıkıcı olan bu durum, Galatasaray için daha da sıkıcı bir sonuç yarattı. Çünkü bu rakibi bozamadılar.
Hatta neredeyse pozisyon bulamadılar... Halbuki Galatasaray artık bir Arena takımından fazlası olduğunu ispat etmeli.
Dün akşam Baros-Elmander ikilisiyle, Melo-Selçuk’la, Ujfalusi-Gökhan’la olabilecek en iyi omurgayla sahadaydılar. Ancak oyuna hükmedemediler.
Bu tip bir oyunda, bu tip bir rakibe karşı fizik bir üstünlük kurmak, oyunu rakip alana yıkmak olmazsa olmazdır. Aslına bakarsanız bu kalite seviyesi için kolaydır da. Galatasaray orta sahası bunun altından kalkamadı. Neredeyse emekleyerek oynadılar. Dolayısıyla maç boyunca Antalya savunmasını hiç zorlayamadılar.
Maçı son derece sıkıntılı yapan da bu oldu.
Taraflı tarafsız herkes için.
‘’Mucizeye yazık oldu‘’
60. dakikaya kadar şu soruya takılmıştı kafam: Ernst formda olmadığı için mi bunca zamandır oynamıyordu? Yoksa oynamaya oynamaya paslanmış mıydı? Dün maçın özellikle ilk yarısında Beşiktaş’ın rakibine çok kolay pozisyon vermesinin sebeplerinden biri de oydu zira...
Savunma görevlerini tam yapamamasından ziyade, takımının orta sahada top tutmasına yardımcı olamadığı için. Edu zaten bu yönde orta sahasına hiç yardımcı olamıyordu. Kievliler her bölgeden kaleye adeta aktılar böylece...
Ancak 60’tan sonra Kiev fizik olarak çöküntüye girince anlaşıldı ki, konu Ernst olduğunda formsuzluk muvzu değil. Baskı altında kalmayınca topa sahip oldu ve üzerinde birikmiş pası attı Alman oyuncu... Ve biz yine Carvalhal’a hayret etmeye devam ettik. Aynı durum hiç kuşkusuz Hilbert için de geçerli...
Maç boyunca Simao ve Quaresma’nın iyi niyetlerine rağmen savunmaya yeterince destek olamayışları artık tartışılmaz bir gerçek. Buna Simao’nun isteksizliğini/dalgın halini ve Quaresma’nın bir hamle sonrasını hiç düşünmeden üstün yeteneklerini sergileme kaygısını ekleyin.
Bu tabloda aslında sıra Edu’ya gelmez ama. Edu herhalde bu takımda forma giymiş tüm santrforları aratıyor. İki kez Kiev’i derin bir bunalıma sürükleyecek poziyona girdi. (Zorla sokuldu diyelim) Ama korkunçtu. Eleştirilemez bir durumdaydı hatta... Edu’nun bu haline rağmen tercih edilişi sadece bir yönde Beşiktaşlı’yı rahatlatabilir. O Mendes’in oyuncusu değil. Dolayısıyla dedikodular doğru olamaz...
Beşiktaş’ın dün en dikkat çekici yönlerinden biri Kievliler’den fizik olarak daha iyi durumda olduğunun belli oluşuydu. Buna rağmen taktik disiplinde geri kalışları neye bağlanır? İyi çalışıyorlar ama planları yok...
Diğeri ise savunmayı bu kadar geride kurmasına rağmen bu kadar çok poziyon verebilmesi. Sivok gayet iyi duruyorken, Egemen keza... Kiev’in özellikle ilk yarıda elini kolunu sallayarak çok rahat gol poziyonlarına girmesi üzerinde durmak lazım. Bu korkunç bir plansızlığı işaret ediyor...
Ve sonuç: Bu kadar pozisyona rağmen beraberlik bir mucize olacaktı. Son saniyede mucizeye yazık oldu.
‘’Özer'in füzesiyle‘’
Özer Hurmacı yarın futbolu bıraksa yine de fazlasıyla hatırlanacağı bir gol attı. Alex’in veliahtı olarak transfer edilmişti. Şu ana kadar bunu hak edecek bir şey yapmamış olsa da Alex’in dahi bugüne kadar atmadığı bir gol attı. O mesafeden savunma yerleşmiş, kaleci de olması gerektiği yerdeyken kaleye vurmayı akıl etmesi bile inanılmaz. Övgüyü hak ediyor.
***
Bir başka övgüyü hak eden ise yağmur değil tufana rağmen 15 dakikada kuruyan zemin. Mersin’in çimlerinden kim sorumlu ise Türk Telekom Arena’ya transfer edilsin.
***
Fenerbahçe sakatlıkları nedeniyle kendi savunmasının sağında sürekli açıkla oynadı. Mersin İdman Yurdu’nun özellikle ikinci yarıda bundan yararlanamayışı inanılmaz. Herhalde Nobre’yi aradılar.
***
Fenerbahçe rakip 10 kişiyken, Mersin kalecisi sakatlanmışken, penaltısı verilmeyen ev sahibi moralsizken dahi rakip üzerinde net bir baskı kuramadı. Sonuç onlar için ne kadar sevindirici olsa da Aykut Kocaman çok mutlu olmasa gerek.
***
Stoch formsuzdu ama bana Daum’un söylediklerini hatırlattı. Daum, Slovak futbolcunun Fenerbahçe seviyesine yükselemeyeceğini söylemişti. Bu tartışmaya açık bir durum. Ama Bienvenu’nünkü kesin gibi. Topla süratli değil, yani kontra için bile Fenerbahçe seviyesinde değil. Onu da bir Daum’a sormak lazım.
Yıldırım oda basmadı mı?
Bünyamin Gezer neden o gün açıklamadı bunu?
Biz hepimiz Aziz Yıldırım’ın Trabzonspor maçının devre arasında onun odasını basıp, bağırıp çağırıp hakemi etki altına aldığını düşünüyorduk.
Bize öyle söylenmişti ve aksini iddia eden de olmadı hiç...
O gün neden birileri ya da Bünyamin Gezer bunun böyle olmadığını söylemedi?
Hakemlikte başınıza gelen şeyler, sonradan paraya çevirebileceğiniz bir sermaye aseti midir?
Bunu yıllar sonra bir otobiyografide açıklığa kavuşturulmuş bir gerçek gibi ele alabilir miyiz? Hayır öyle değil. Bu kadar kısa zamanda, hayır...
Peki diğer taraf? Neden Fenerbahçe böyle bir şey olmadığı konusunda Gezer’i açıklama yapmaya çağırmadı?
Bir taraf için bir süre sonra kullanacak bir gelir kalemiydi bu.
Diğer taraf içinse diğerlerini de etkilemeye yönelik bir güç gösterisi mi?
Yönetime sorular
Beşiktaş’ın da bunu yaşaması gerekiyordu demek ki!
Demek ki, herkesin bir ara lüks rüyasına kapılması gerekiyor...
Onu var eden her türlü özellikle, erdemle ters düşse de Beşiktaş da isimlere kanmalıydı bir dönem.
Quaresma’lar, Guti’ler, Almeida’larla rüyalara dalmak gerekiyordu bir zaman!
Ancak artık yeter.
Şimdi uyanma vaktidir.
Birilerinin artık yönetimine sorması gerekiyor.
1-Neden Mendes’den başka biriyle çalışılmıyor?
2-Neden Hilbert ve Ernst bu kadar zor forma buluyor?
3-Kaç genç oyuncunun bonservisinde fon ortaklığı var?
4-Toplam kaç oyuncunun bonservislerine bahsi geçen fon ortak?
5-Bu fonun ortakları arasında Mendes var mı?
6-Bu fonun ortakları arasında Türk yatırımcı var mı?
7- UEFA ya da FIFA bu oyuncuların bonservisleriyle ilgili size herhangi bir soru sordu mu?
Beşiktaş yönetimi bu konularda kamuoyunu rahatlatacak bir açıklama yapmalı...
Barcelona’yı yenemezsin
Cumartesi akşamı Barcelona’yı seyrederken artık tamamen ikna oldum.
Onları alt etmek imkansız. Hangi takım için olursa olsun.
Barça’yı yenemezsin. Ancak ondan çalabilirsin.
Bir gece baskınıyla bir kaleyi yakmak gibi.
Güçlü bir orduyu pusuya düşürmek gibi.
Aşil’in topuğuna oku isabet ettirmek gibi.
Barça’yı yenemezsin, ancak ondan çalabilirsin...
Öyle amansız bir organizmaya dönüştüler ki, artık yaratıcıları ve unsurları için bile bir övgü vasıtası değil Barça...
Neredeyse korkuyorlar parçası olduklarından.
Rijkaard ve Luis Enrique’den en çok duyulan “benden Barça yaratmamı beklemeyin” değil mi?
Messi, Arjantin’de neden olmadığını, milli formayla neden büyüyemediğini anlatamıyor kimseye? Buna çalışmıyor bile...
Del Bosque milli takımın nasıl böyle inanılmaz bir makine olduğunu açıklayamıyor...
Hayır, kimsenin tam olarak nasıl bu takımın bu hale geldiğini anlayabildiğini sanmıyorum.
Bugün onları yenemezsin, ancak onlardan çalarsın...
Ve anlatamazsın, ancak saygı duyarsın ve hayranlıkla bakarsın...
Gökhan-Ujfalusi, Selçuk-Melo, Baros-Elmander
Galatasaray nihayet iyi bir omurga buldu. Ligde fark yaratan bir orta saha göbeğine sahip. Ön liberosuz oynayabilecek bir orta saha gücü. Ve bu orta sahayla uyumlu çalışabilecek bir hücum ikilisi.
Baros ve Elmander. Birbilerini tamamlayabilecek bir güç. Bu ikilinin toplamında pivot özellikleri de var, verkaç da var...
Araya oynamayı da biliyorlar, sırtı dönük oynamayı da. Selçuk İnan’ı, Burak’la ve Umut’la kurduğu işbirliği ülkenin en pahalı yerlisi yaptı. Bunu Baros ve Elmander’le yapması daha kolay olacaktır.
Ancak Terim’in önceliği Kazım ve Riera gibi duruyor.
Yani hoca kafasındaki oyuna uygun oyuncuları saha sürümek istiyor. (Ki onların 4-3-3’e uygunlukları da tartışılır)
Benim ise eldeki kadro için en iyi oyunun bu olduğuna dair kuşkularım var.
Çünkü Galatasaray’ın omurgası 4-4-2 varyasyonlarını dünya klasında yapabilir.
Terim maçın sonunda değil, baştan bir denese...









































