‘’Yıldırım Demirören needeeen?‘’
Yıldırım Demirören’in TFF Başkanlığı’na adaylığı konusunda akla çok soru geliyor.
Beşiktaş’la ilgili olanlar var...
-Demirören’in alacakları ne olacak?
-Oyuncuların alacakları ne olacak?
-Kim yeni başkan olacak?
-Yeni başkan Demirören Ailesi’nden birisi mi olacak?
-Mendes’le ilişkiler nasıl olacak?
-Portekizliler’in durumu ne olacak?
-Beşiktaş ekonomik açıdan küçülmek zorunda mı kalacak?
Daha uzatabiliriz bu soru listesini...
TFF’yle ilgili sorular da var tabii...
-Yine: Demirören’in alacakları ne olacak? Bu konuda bizzat kendisinin davalı olacağı haller nasıl halledilecek?
-Yine: Oyuncuların alacakları ne olacak?
-İddaanamenin taraflarından biriyken bu konuda karar veren kurumun başında olmak bir çıkar çatışması değil midir?
-UEFA Beşiktaş’ın Avrupa’ya katılımı konusunda lisans vermezse, buna sebep olanın Demirören yönetimi olması nedeniyle bir yine bir çıkar çatışması sorunu ortaya çıkmaz mı?
-Demirören’in hangi idari ve ekonomik başarıları bu krizi çözebileceğine delil oluşturuyor?
Aynı şekilde bu soruları sayfalarca sürecek şekilde uzatmak da çok mümkün.
Hepsine bir cevap bulunabileceğine de kuşku yok. Mantıklı açıklamaları da var olabilir.
Ancak cevap ne olursa olsun aklıma yatmayacağını bildiğim o soruyu da sormam lazım:
Neden?
Bir insan Beşiktaş Jimnastik Kulübü Başkanlığı görevini yürütürken neden TFF başkanı olmak ister? Dikkatiniz çekerim. (Bıraktıktan 5 sene sonra değil, bu görevi yürütürken...)
Bu Başbakanken Cumhurbaşkanı olmak gibi bir şey değil ki!
Ya da BJK teknik direktörüyken Milli Takım Teknik Direktörü olmak gibi...
Futbol bir gönül işi. Çocukça bir gönüllülük işi.
Başkanlık da bunun zirvesi. Çocukluğun zenginlikle gübrelenmiş, sulanmış, coşmuş, dal olmuş, yaprak, çiçek olmuş hali...
Her normal futbolsever çocukken sevdiği takımın yıldızı olmak ister.
Olamayacağını anlayınca futbolcusu olmak ister.
Olamayacağını anlayınca başkanı olmak ister.
Peki başkan olmuşken niye TFF başkanı olmak ister?
Alın size bir tezahürat daha:
Nedeeeen? Yıldırım Demirören...
Trabzonspor yapabilir
Trabzonspor PSV’ye detayda kaybetti. Avrupa için ideal savunma üçlüsünden önstoper Zokora ve Glowacki’yi kullanamayışı bu detayları yaratan en önemli etkenlerdi. Tolga’nın Avrupa standardının uzağında oluşunu da buna katın.
Oyunun stratejisi ve takımlarını oyun yapıları açısından bakıldığında ise PSV’nin eksiklikleri Trabzonspor’dan daha az değil.
İşte bu yüzden ikinci maçta bu kez detayda kazanan onlar olabilir.
PSV’nin 4 hareketliyle yaptığı hızlı hücum oyunu Trabzonspor ideal savunması için çok büyük bir sorun yaratmaz. Bunun kralını yapan Lille’e yenilmediler.
Trabzonspor’un daha önce karşılaştığı ekiplerin orta saha ve savunmaları da bu oyunun parçası olabiliyordu. PSV hücum 4’Lüsü orta saha ve savunmalarından bu oyunu hak edecek bir destek alamıyor.
Olcan’dan yedikleri golün çok benzeri 2 golü hafta sonu Groningen’den yediler. Oyunu kurarken akıl almaz hatalar yapıyorlar. Bu Trabzsonspor’un oyun yapısı için aslında en ideal durum.
Eğer ilk maçın 2. dakikasında Burak Isaacson’u geçebilse skor çok farklı olabilirdi. Ama hiçbirşeyi değiştirmez.
Şimdi Perşembe akşamı izleyeceğimiz oyunda ise şunu göreceğiz. PSV kontorllü bir defansif oyun oynayamaz. Buna uygun bir takım değiller.
İlk maçın sonucu onların stratejilerini değiştirmeyecek. Eğer defansif olarak direnmeyi başarabilirse Trabzonspor turu geçebilir.
Hiç abartmıyorum. Şanslar hala eşit.
İki küçük sorun
-Necati Ateş’in son goldeki vuruşu onun geldiği oldunluğu gösteriyor. Hiç panik yok. Acele yok. Sert vuruş yok. Çok sakin, baskı hissetmiyor. Maç yazısında da yazdım 21 yaşında bu oyun olgunluğuna ulaşsa dünya yıldız olurdu.
Bu da bizim büyük bir sorunumuza işaret ediyor. Sanıyoruz ki olgunluk yaşla ilgili bir şeydir.
-Fernandes vurdu mu, itti mi? Düşürdü mü rakibini, küfür mü etti? Neden sarı kart. Bunlardan birini yaptıysa neden kırmızı değil? Yapmadığına göre neden sarı?
Türkiye’de yabancılar haklarını iyi korudukları için idari ve ekonomik açıdan kayrılıyor sanıyoruz. Değildir! Bu tüzden de onlardan sahada rakibi, takım arkadaşı, hakemi intikam alma peşindeyiz. Yanlıştır!
‘’Vay Fernandes, Ah Fernandes‘’
Halbuki Ernst ve Necip’ten daha ideal ve daha güçlü yapı oluşturmak kağıt üzerinde kolay değil.
Peki neden bu durum ortaya çıktı?
Çünkü bir ekibin, özellikle de favori bir evsahibiyse orta sahada üstünlük sağlaması kanat savunmacılarının orta sahanın bir parçası gibi oynamasıyla mümkün olabilir. Ama Beşiktaş savunmasının iki kanadı 2 sebeple tedirgindi. Egemen’in yokluğu ve Ersan’ın hatalarla oyuna başlaması. Ayrıca önden yardım alamıyor oluşları.
Dolayısıyla Fernandes yardımcı bulamadı. Oyun kurulamadı. Ve Portekizli sinirlendirdi. Ancak derbi öncesi bu kadar kendisini kaybetmesi kabul edilemez. Takımın neredeyse yarısı o. Ve dün o sarı kartın çıktığını gören Galatasaray teknik heyeti maçı kazanmış gibi yerlerinden zıplamış olmalı. Ben
onların yerinde olsam öyle yapardım.
Sarı kartın çıktığı ikinci yarıda siniri dinmese de Fernandes oyuna girebildi. Çünkü ikinci yarıda
sakatlanana kadar Tanju ve Ekrem ileri çıkmaya rakip alana yerleşmeye başladılar. Hurşut
ve Zec durdu. Beşiktaş’ın yarattığı baskı Gençlerbirliğinin kontratak sürekliliği sağlamayışı, dolayısıyla rakip savunma için bir tehdit oluşturmamaları sebebiyle pozisyonlar çıkardı.
İdeal kadrosundan bu kadar uzak ve sürekli hata yapan bir savunma hattının bu kadar cesur
oynaması övgüyü hak ediyor. Ancak Simao ve Quaresma’nın savunmadaki arkadaşlarının
katkılarına defansif karşılık vermeyişleri de can sıkıcı.
Çünkü bu sebeple bir hücum zenginliği ve goller geliyor. Ve övgüyü ileridekiler topluyor. Ama hücum hattı aynı karşılığı vermeyince savunma ayakta kalamıyor.
Beşiktaş’ın Türkiye Ligi’nde iki yıldır boğuştuğu çıkmaz bu işte...
‘’Ermaninho ve İskender‘’
Erman Kılıç ligin belki de en iyi duran top kullanan oyuncularında biri. İlk üçte desem abartı olmaz. İkinci golde attığı korner olağanüstüydü. Önceki ve sonraki serbest vuruşları da. 2008’den bu yana milli takımı bekliyor. Şimdi eski hocası Abdullah Avcı yönetiminde kadroda olacaktır.
Sürekli oyunu içinde, sürekli uyanık ve soğukkanlı. Çevre kontrolü, reaksiyon zamanı, tercihleri her şeyiyle daha yukarıları hak ediyor. Ama biliyoruz ilgi çekmesi için adının Ermaninho olması lazım.
Rıza Çalımbay ülkenin kontratak yapabilen tek takımının yaratıcısı. Kariyerinin başındaki oyun tarzına dönerek çok akıllı davrandı. Adam adama savunma ve edilgen oyundan kurtuldu. Ve şu anda Anadolu’nun yıldızı onlar. Sol kanatta Grosicki ve Ziya’yla kurduğu yapıyla Fenerbahçe baş edemedi. Maçı çok erken koparabilir ve farklı kazanabililerdi. İyi bir yönetim gösteremeyen Bülent Yıldırım da işlerini zorlaştırdı. Tabii Pedriel’i de hakemin yanına koymak lazım.
Ve tam anlamıyla oyuna hakim olup biraz da şımarmaya başlayınca büyük takımla oynamanın ne menem bir şey olduğu da ortaya çıktı.Alex’in liderliği artık onu tam bir abi yaptı. İskender desek olur yani... Ve onun sayesinde Fenerbahçe hiç niyeti yokken geri döndü.
İlk yarısında Sow’la ilgili şunu düşünmüştüm o kadar kötü ki. İşte bu tek umut. Çünkü bildiğim Sow’un bu kadar kötü olmasına ihtimal yok. Garip bir şekilde sürekli pas düşünerek oynuyor. Egosunu aldırmış gibi. Ama ikinci yarıda galibiyet golünü de böyle attılar.
Dün Alex, biraz Cristian, biraz Emre ve Sow’la maçı çeviren ev sahibini kutlamak lazım. Sivas’ın kendi kendine yarattığı bunalıma iyi reaksiyon verdiler. Takım çok kopuk ve bireysel olarak da çok formsuzken hem de. İşte bu Kocaman’ı hem eleştirip hem de övmemizin sebebi. Onun altından kalktığı görevi yapabilecek çok adam yok etrafta...
‘’Necati ateş gibi‘’
Mersin İdman Yurdu bir takımdan çok ikinci sınıf bir koleksiyon topladı bu sene. Hayır oyuncuları küçümsemiyorum. Aksine takım olmanın küçümsendiğini düşünüyorum.
Ülkenin parlak teknik adamlarından birine sahipler, parayı da çok önemsemiyorlar belli ki ama bir gariplik var ortada.
Bu teknik adam ve kadroyu, takım topa sahip olsun, pas yapsın, teknik göstersin diye kurarsın. Yani tecrübeli birinci sınıf bir takım olsun diye. Ancak, Barış oyundan atılana kadar garip bir savunma oyununa hapsoldular. Ve bu oyun bu takımın işi değil. Bu kadronun asla yapamayacağı bir şey bu.
Yine de Ceyhun’un presiyle tek ayak üzerinde yakalanmaları sonucu Necati’nin kafasından yedikleri gol dışında onları sadece Elmander’in ısrarlı baskısı tehdit etti. O sakatlatlandıktan ve gol geldikten sonra ise maç neredeyse durdu.
Galatasaray’da ilgi çekici olan ise Melo’nun yokluğunda her biri yıldız ve adayı kategorisinde sayılabilecek oyunculardan kurulu orta sahanın ortak hiçbir şey yapamayışıydı. Herkes sırayla bireysel bir gösteri sundu. Kötü değillerdi. Ancak ortak bir organizasyon asla sergileyemediler.
Yani aslında iki takımın da sorunları ve silahları aynıydı diyebiliriz. Ligin kendi klasmanında, kalburüstü oyuncularından kurulu ama organize olamamış ekipler. Ve bu sahnede parlayan oyuncu, müthiş bir soğukkanlılık ve akılla oynayan Necati.
Eğer 21 yaşında bu olgunluğa ulaşabilse bir dünya starı olabileceğini gösterdi dün. İlk golünde de aldığı penaltıda da. Ne ilginçtir ki, yılın transferi olmaya çok yakın...
‘’Lucescu'su Carvalhal!‘’
Korner gollerinde korneri atanlara asist yazılmasını doğru bulmuyorum. Ama Fernandes ve birkaç futbolcu için durum farklı. Kornerden asist olmaz ama onun kornerlerinin çoğu gol olmasa da asist. Doğru hızla, doğru yükseklikte doğru noktaya topu atabiliyor.
Simao’ya yaptığı asistte de benzer bir durum var. Yüksek süratle koşarken baskı altındayken topu Simao’nun önünde duracak şekilde kullanıyor. Bu Zidanvari bir basitlik. Çok zor bir iş...
Fernandes Benfica’dan Valencia’ya 18 milyon Euro karşılığında transfer olmuş sonrasında Inter’in de benzer bir miktar teklifine mazhar olmuş bir oyuncu. İşte yukardaki sebeplerle bunun sebebini anlayabiliyorsunuz.
Ama bu transferlerin neden mutlu sonla sonuçlanmadığını da bazen aynı maç içinde görebiliyorsunuz.
Fernandes bir yıldız. Ama sanırım onu haftalarca kadro dışı bırakan Carvalhal’la birlikteyken... Carvalhal’da kendi çapında bir Lucescu sihri var.
‘’Beşiktaş sert geldi‘’
Carvalhal, tıpkı Fenerbahçe maçında olduğu gibi beklenmedik, normalin dışında bir kadroyla takımını sahaya sürdü. Santrforsuz, 4-6-0 diyebileceğimiz bir diziliş. İbrahim ve Necip’in sağ kanadı tuttuğu, Simao ile Quaresma’nın ileride serbest oynadığı ilginç bir oyun. Fenerbahçe maçında skor istendiği gibi olmamış, ama oyun planlandığı gibi yürümüştü. Dün Fernandes’in yaratıcı liderliğinde skor da en az kadro kadar beklenmedik derecede iyiydi. Braga’nın erken kırmızı kartla eksik kalışı kuşkusuz turun kaderini etkiledi. Ancak bu durum, Carvalhal’ın bu planını, oyuncularının bunu çok iyi uygulaması değersizleştirmemeli. Maça, ‘Simao ve Quaresma’nın dışında herkes topun arkasına’ ana fikriyle başladılar ve Braga’nın alışık olmadığı sert bir oyunla onları paralize ettiler. Yani Beşiktaş, Braga’ya sert geldi. Kırmızı kart sonrası konsantrasyonunun dağılmaması, hatta artması da Beşiktaş’ın bu seneki Avrupa Ligi klasiğiydi. Başından beri, kaybetseler de yüksek konsantrasyonla oynamayı başarıyorlar. Onları Avrupa’da farklı kılan bu. Türkiye Ligi’ndeki sert faullü oyunla buluşmak zorunda kalmamaları da işlerini kolaylaştırıyor. Bu tur, İnönü’de kazanılmazdı. Braga kontratağa son derece yatkın bir takım. Ve onların üzerine giderken kazanmak kolay değil. Braga’da kazanılan bu zafer, İnönü’deki maçın ideolojisini de değiştirdi. Artık İstanbul’da da bu oyun tarzı Beşiktaş’ın uygulayabileceği bir yöntem. Çok büyük bir hata yapılmazsa bu büyük zaferin devamı da gelecektir. Bu yüksek konsantrasyon ve Carvalhal’ın yaratıcılığıyla da Siyah-Beyazlılar sonuna kadar gidebilir.
‘’İşte Türkiye'nin davası‘’
Bugün Türk futbol tarihinin en önemli günlerinden biri. Ama birincisi değil. Birincisi TFF’nin yargılaması olacak. Çünkü asıl o kararlar, futbolun geleceğinde çok önemli bir yer tutacak.Yine Türkiye’nin en önemli davası bu önemli günlerde görülmeyecek. Çünkü en önemli dava henüz açılmış değil. Önemli dava bugünün futbol ortamının değiştirilmesidir. Tüm boyutlarıyla...Açılacağına dair sinyaller var. Ama henüz değil... Türkiye futbolunda 10 yıllardır hakim olan iktidar, futbol sahasına yansımayan balon bir zenginlik üretmiştir... Asıl dava bu zihniyeti tasviye etmektir. Tıpkı Kulüpler Birliği’nin açıklamasında olduğu gibi..
Şöyle demişlerdi geçtiğimiz hafta: “Eski Federasyon başkanlarını istemiyoruz. O isimler dönemlerinde hizmetlerini yaptılar. Gittikten sonra da eleştirildiler, yıprandılar. Biz Kulüpler Birliği Vakfı olarak yeni dönemde eski başkanlardan hiçbir ismin yeniden aday olmasını ve seçilmesini istemiyoruz. Buna yeni istifa eden Mehmet Ali Aydınlar da dahil. ”Haklısınız ama eksik kalmış. Biz de sizi istemiyoruz...
Çünkü sorun bizzat sizsiniz ve sorunu çözemezsiniz. Ancak bu şartla Türk futbolunun gerçek davasının ne olduğunu teşhis edecek ve tedavi yöntemlerini ortaya koyacak bir yol çizebiliriz. 8’i şike davasına karışmış, hemen tamamı ekonomik açıdan kulüplerini batırmış yöneticiler sorunları çözemezler. Çünkü aslında sorun bizzat kendileridir.
Bundan sonra yolumuza bakabiliriz...Türk futbolunun asıl davası 3 temel unsurunun boğuştuğu sorunları halletmektir.
1-Futbolcular
2-Seyirci/taraftar
3-Tesisler
1- Futbolu topla oynamalı
-Futbolu okullara sokmak zorundayız. Türk futbolunun çıkış yolu, ilköğretim okulu, lise ve üniversite liglerinin canlandırılması ve futbolun kaynağı yapmaktır. Bunca beden eğitimi öğretmeni için de bir kapı olacaktır bu. Böylesine genç bir nüfusu kulüp altyapıları sırtlayamaz.
-Bunu bir futbol ideolojisiyle yapmalıyız. Futbolu rakiple değil topla oynamaya başlamalı bu ülke. Rakibe tekme atmak değil, topla keyifle oynamayı öğretmeliyiz çocuklarımıza.
Zaman futbol oynamayı seven bir nesil yetiştirme zamanıdır...
-Aynı değişim hakemler için de geçerli olmalı tabii. Bu oyunun topla keyifle oynanmasını sağlamak gerekir. Bu antrenörler kadar hakemlerin de görevidir. Ve böyle bir hakem nesline ihtiyaç var. Anlayacağınız önce bu topraklarda futbolun ideolojisini değiştirme vaktidir...
2- Profesyoneller korunmalı
Türkiye Profesyonel Futbolcular Derneği Başkanı yabancı sınırının kalktığını karar alındıktan iki gün sonra bir canlı yayında öğrendi.
Geçtiğimiz hafta Uluslararası Futbolcular Birliği’nin Avrupa çapında yaptığı şike araştırma ve anketini okudunuz. Şike davasının göbeğindeki Türkiye’de oyuncular ne düşünüyor biliyor musunuz peki? Ya da bu işkenceye dönen fikstür ve play-off konusunda ne düşünüyorlar? Hayır, çünkü ne onlar konuşuyor, ne de onlara soran var.
Öte yandan FIFA’da en çok futbolcu alacağı davası olan Türkiye’nin en çok dosyası olan kulübünün başkanı, TFF’ye başkan adayı oluyor, ya da gösteriliyor.
Halbuki Futbolcular Birliği’nin yaptığı araştırmada çıkan sonuçlara göre maaşlarını alamayan futbolcular şike için en uygun adaylar.
Bakınız! Futbolcu ve antrenörlerin seslerini duyurmaları ve baskı grubu oluşturmaları şarttır. Futbolun temel aktörleri onlardır, reklam peşindeki, kulüpleri kendilerine borçlandıran yöneticiler ya da bazı tilki menajerler değil.
Artık bunun farkına varmalılar...
3- Seyirci terörize edilmemeli
Fanatiklerin çoğu sandığınız gibi terörist değildir. Terörize edilmiş futbolseverlerdir. Suratlarına biber gazı sıkılır. Aç susuz, WC’siz bırakılırlar vs. Seyircinin keyifle ve rahat bir şekilde girip çıkabileceği statlar inşa etmek zorundayız. Kaç kişilik oluğunun önemi yok. Önemli olan insanların konforudur. Okulda sporcu olmayı öğrenmiş, statta iyi muamele görmüş insan futbol teröristi olmaz. İşte bunları halledersek sorun kalmaz. Ve işte bizim asıl davamız budur...
Sadece Türkiye’de
Senelerce suç bile olmayan ama sıklıkla yapıldığına inanılan bir eylemin cezası bir günde 100 küsür sene olur mu normal bir ülkede? Türkiye’de olur... Çünkü:
1- Kimse o suçtan birilerinin yakalanacağına inanmıyordur.
2- Uçlarda yaşamayı seven bir halktır bu toprağın insanı. Ortası yoktur.
3- Ve dün Aziz Yıldırım’ın duygusal ama kararlı açıklamasında da görüldüğü üzere aslında sadece bir oyun olan futbolu bir darağacı meselesi haline getirmek de bize özgüdür.
Tanrı hepimizin yardımcısı olsun.
‘’Demir gibi Karabük‘’
Bu Fenerbahçe’nin her bir oyuncuya yaratmak zorunda olduğu pas seçeneklerinin ne kadar sınırlı kaldığını göstermesi açısından önemli.
Rakip alana yerleştiğinde ceza sahası çevresinde rakibin oluşturduğu kalabalık içinde boşa çıkan ve pas almak isteyen oyuncu sayısının azlığı anlaşılabilirdir. Ancak daha kendi sahandayken bir oyuncun pas verecek adam bulamıyorsa işte bu büyük problem.
Zaten Fenerbahçe rakip alandayken olan şuydu: Sow’u hayata küstüren yoğun bir savunma, Ragued’in sıkı markajındaki Alex ve hiç üretemeyen bir Fenerbahçe orta sahası... Aslında maçın özeti bu.
Bülent Korkmaz, Emre’siz ve durgun Alex’li Fenerbahçe orta sahasının önüne 8’li bir blok kurdu. Fenerbahçe’nin topu çevirme hızıyla genişletmenin ve aşmanın neredeyse olanaksız olduğu bir duvar. Stoch ve Caner savunmayı dağıtacak hiçbir şey yapamadılar.
Fenerbahçe savunması Kadıköy’deki gibi orta çizginin de önüne gitmekte bir sakınca görmedi ve çıktı. Ancak orada rakibi hırpalayacak bir pas süratine ulaşamayınca tuzağa düşmeleri normaldi. Tıpkı ikinci golde olduğu gibi. Mehmet Yıldız ve Cernat için mükemmel bir düzendi.
İkinci yarıda Dia’nın 2. santrfor olarak oyuna girişi Korkmaz’ın savunma ekibini zorlasa da ev sahibinin asıl sorunu Cernat ve Yıldız’ın yorulmasıydı. İleride top tutamadılar, konuk stoperler için tehdit oluşturmadılar.
Fenerbahçe stoperleriyle birlikte topyekün rakip alana yığıldı ama 2 uzak şuttan bir gol bir de kaçan penaltı dışında yine üretmediler.









































