‘’Fark olabilirdi‘’
Bizim stoper dediğimiz futbolcu türüne bir çok batılı teknik adam süpürücü der. Yani 4’lü savunma oynuyorsanız aslında 4 süpürücülü oynuyorsunuzdur. Yani herkes birbirinin liberosu olur. Herkes birbirinin arkasını toplar. Bizde bu süpürme işi bir dönem tandemle anlatıldı hatırlarsınız. Yani göbekteki iki stoper birbirinin arkasını toplar anlamında.
Bu kavramlar çerçevesinde Beşiktaş savunmasının durumu ilginçti. Bizim tabirimizle 4 stoperle, 4 süpürücünün de ötesinde bir süpürme kabiliyetiyle sahaya çıktılar. Ancak buna rağmen arkaya atılan her top gol pozisyonu oldu. Özellikle iki devrenin de ilk 25 dakikasında bunca şanstan yararlanamayan Trabzonspor’un 2 temel sorunu vardı. Öncelikle Adrian onca yeteneğine rağmen hâlâ uyumsuzdu. Pas, hız, hedef ve zamanlamasında çoğunlukla arkadaşlarının beklentisinin dışında işler yaptı. Kim hatalı bilmiyorum ama çok olmadı.
Sonra! Ne gariptir ki Burak’ın olağanüstü sezon performansına rağmen dün garanti santrfor arandı. O kadar seviye altına düşmüştü ki (yine de gol buldu) Cenk’in kurtarışlarına bile değer katamadı.
Bunun dışında iki takım da orta sahasız oynadı diyebiliriz. Zokora-Fernandes ikilisi oyundan çok birbiriyle ilgili olunca iki takım da rahatça rakip ceza sahasına yaklaştı. Trabzonspor tüm eksiklerine, Olcan-Volkan-Adrian-Burak 4’lüsünün bütün uyumsuzluklarına rağmen savunmada rakibine oranla daha organize olduğu için daha fazla pozisyon buldu, sonunda maçı da kazandı.
Ancak Beşiktaş’ın öne geçmesi, Almeida’nın bu kez ön direkte bulduğu gol önemli. Önce arka direk kafaları dışında bir sayı bulmasıyla. Sonra Quaresma’nın pasının Galatasaray maçının son saniyesinde attığı pas kadar bilinçli ve yerinde olmasıyla. Ardından Tolga’nın form düşüklüğüni işaret etmesiyle. Tolga bunları yemediği için hayret uyandırıyordu. Şimdi maalesef sıradanlaşıyor. Ama asıl önemlisi, golün Beşiktaş’ı ayağa kaldıramayışı ve Trabzonspor’u da moral olarak düşürmeyişiyle...
Şu kadın seyirci işine gelince. Uygulamanın ilk gününden bu yana yazıyorum. Yarın daha geniş yazacağım. Öncelikle... Bu asla bir pozitif ayrımcılık değil, aksine negatif ayrımcılık, ayrımcılığın dibidir.
Ama daha fazlası var. Soru sormaya ve düşünmeye devam edelim:
-Ya 10 tane kadın sahaya girerse, ya birisi birisinin kafasına bir şey atarsa, ya da dakikalarca süren küfürler edilirse ne olacak?
Normal cezasız bir maçta ceza gerektiren şeyleri yapanlar kadın olursa ne olacak?
Ve soralım: Bu uygulama kadınların ceza ehliyetlerinin olmadığı anlamına gelmez mi?
‘’Evinde canavar‘’
Psikolojide yeri var mı bilmiyorum ama Fenerbahçe’nin ekip olarak çift kişilikli olduğunu söylemek yanlış olmaz.
İçeride ve dışarıda bu kadar farklı olmalarının sebebini Aykut Kocaman dahil kimse bilmiyor gibi.
İçerideki dün zirveye çıkan bu iştahlı ve becerili futbollarıyla deplasmandan bu kadar farklı oluşlarının 2 temel sebebi var.
1-Malum sebeplerle içe dönük yapının iyice kuvvetlenmesi.
2-Rakiplerin tavrı.
İlkini anlatmaya gerek yok. 3 Temmuz’dan bu yana yaşananlar, ekibi sadece içeride kendisini iyi hisseden bir grup yaptı. Bu, işin psikolojik tarafı.
Teknik yönü ise rakiplerin, son derece kırılgan olan savunma orta saha bağlantısına Saracoğlu’nda baskı yapmayışları.
Fenerbahçe’nin özellikle Alex, Stoch, Sow üçlüsüyle oluşturduğu son derece becerili hücum gücü, Saracoğlu’nda kolayca arkadan destekleniyor. Ancak dışarıda kayboluyorlar. Fenerbahçe önlemlerle durdurulabilecek bir takım değil. oynayarak sırayı onlara bırakmamanız gerekiyor. Zaten kontratak yapamıyorlar. Yani geride beklemek manasız ve uyuyan canavarı uyandırmaktan farkı yok. Dün Gençler bu hatayı yaptı.
Fenerbahçe, Mehmet Topuz ve Gökhan’la sağ kanadı sürekli çok etkili kullanarak Gençlerbirliği savunmasının dengesini bozmayı başardı. Bu, ters kanatta Stoch üzerindeki baskıyı iyice azalttı. Slovak oyuncu da sağ ayağını olağanüstü kullandı. Bu oyun parıltısında Sow’un katkısını da unutmamak lazım. Sürekli ve doğru hareketlenerek savunmayı sürekli bozuyor. Topuz’dan Alex’e kadar herkes için müthiş bir alan açıcı Senegalli. Ve eğer Kocaman 2 santrforla oynamayı bir kez denese bambaşka bir Sow izleyeceğinize emin olun.
‘’Gençlik yalanı‘’
Çünkü alışık olduğun kaos... Hani ekolümüz yok diyoruz ya! Bu muğlak tabir aslında futbolun belirli şablonlarla oynanmıyor oluşunu anlatmanın afilli şekilli.
Şablon nedir derseniz: Her bir mevki diğerinin ne kadar uzağında olmalı? Nasıl bir pas trafiği izlenmeli? Bir oyuncunun ayağına top geldiğinde bağlantılı mevkilerdeki oyuncular nasıl poziyon almalı? Topa sahip olan pası verdikten sonra nasıl ve nereye hareketlenmeli?
Söylemeye gerek yok: Aynı şekilde savunma da şablonlara dayanır. Uzaklıklar, trafik vs. Hiç kuşkusuz bu temelin üzerine doğaçlama eklenir. Bizdeki fark ise oyunun kafadan hiçbir şablon olmadan doğaçlama oynanmasıdır... Ve insanoğlu elinde hazır
şablonlar olmayınca hızlı hareket edemez. İş yavaşlar... Biz bu takım sporunu salt doğaçlama oynamaya çalıştığımız için ortaya doğal olarak kaos çıkıyor.
Bazen bu kaos içinde iyi bir kadro ve iştah yakalanıyor. Böylece hem rakipleri hem kendimizi şaşırtıp başarılı oluyoruz. Ama bunda süreklilik sağlamak mümkün değil. Abdullah Avcı’nın bildiği ve alışık olduğu muhtemelen formüle ettiği bir durum bu! Ve bu sorun genç kadro çağırmakla, yeni oyuncular bulmakla alakalı bir hal değil. Başarısız olan 28-30 yaşındaki yetenekleri bir kenara atarak çözebileceğiniz bir şey de değil...
O yüzden Abdullah Avcı’ya kızmayın. Siz gençleri istediniz o da çağırdı. Ancak sorun bu değildi, hiç olmadı ve hiç de olmayacak!
‘’''İnan''mış bir nesil yetiştirmek‘’
''İnan''mış bir nesil yetiştirmek
Bazı oyuncular küçük takımların büyük oyuncularıdır. İçinde bulundukları grupta ışıl ışıl parlarlar. Alıp bir üst seviyeye çıkardığında bırakın parlamayı, makinenin sıradan bir parçası dahi olamazlar.Bazı oyuncular vardır, her seviyede ne görev verirseniz yaparlar ama ortaya bir inisiyatif, bir yaratıcılık koyamazlar. Bazı oyuncular vardır. Var olan yeteneklerini sergilemek için onlara hiçbir temel görev vermemeniz gerekir. Boş bırakmanız, rahat ettirmeniz. Size ara sıra da olsa fayda sağlarlar ancak onları taşımanız gerekir. Bir de özellikle Türkiye’de az bulunan bir tür var... Selçuk İnan gibiler.... Her seviyede, her kalitede içinde bulunduğu takımın en iyisi olurlar. Ama öyle cafcaflı bir futbolla değil. O yüzden onların hangi seviyeye kadar çıkacağını tahmin etmek kolay değildir. Son derece yaratıcı ve bitirici işleri büyük basitlikle, gösteriden uzak bir şekilde yaparlar.Gösteriye kaçmazlar. 3 asist yaptığı maçta dahi maçın yıldızı olarak başkaları gösterilir. Çanakkale Dardanel’de de çok dikkat çekmeyecek şekilde takımın en iyisi odur... Manisa’da da, Trabzonpor’da da, Galatasaray’da da. Real Madrid’de de... Selçuk İnan bu ülkenin örnek sporcusudur. Aldığı paranın altında ezilmez. İşini sonuna kadar iyi yapar. Başarıyı belki hiç hak etmeyenlerle bile paylaşmaktan çekinmez. Sadece kendisi, sadece takımı için değil,arkadaşlarının bireysel başarıları için de oynar. Bu ülkenin okulları, aileleri, kulüpleri Selçuk İnan gibileri bir metotla sürekli olarak yetiştirebilirse hiçbir sorunumuz kalmaz.
Terim’in mühendisliği ve Play-Off
Maç yazısında da yazmıştım. Sezonun en kötü Galatasaraylarından biriydi derbideki. Ancak ligin tek Avrupalısını yenebildi. Bunu bir Galatasaray eleştirisi olarak alabilirsiniz. Bu büyük bir övgüdür de. Galatasaray 6’lı omurgasının sadece doğru yerleşimler, ekstra bir çaba sarf etmeden kazandığı bu maç, potansiyelini de gösteriyor. Fenerbahçe maçında gördüğümüze benzer bir hareketlenmede neler yapılabileceğinin işaretleri var önceki günkü maçta. Terim’in mühendisliği sanırım bu yıl artık şampiyonluğu kazandı. Normal şartlarda Play-Off 18 puana kadar farkı kaldırır. Zira puan ikiye bölünecek ve 9 olacak. Aşağıdaki yukarıdaki içeride dışarıda yenerse geriye 3 puan kalır. Bu da şampiyonluk ihtimali devam ediyor demektir. Ancak Terim mühendisliği ile kurulan bu takımı şu anda içeride dışarıda yenmeye yakın bir takım gözükmüyor. Dolayısıyla hiç uzatmadan şunu söylemek mümkündür: Galatasaray Şampi.
Milli takım, genç karma
Hafta sonu Fatih Terim’in yaptığı açıklamalar arasında kaynayan, sürpriz olmayan şekilde dikkat çekmeyen bir tespit vardı. Şöyle dedi Terim, “Ceza almayacağımızı bilsek bazı yaş gruplarında takımlarımızı yarışmadan çekebiliriz.” Galatasaray alt yapısının şu anda istenen seviyede oyuncular yetiştirmediğinden şikayet ediyordu.Bundan sadece birkaç gün önce bir başka büyük takımımızın alt yaş gruplarından oyuncularla birlikteydik.
Yönetimlerinden şikayet ediyorlardı. Cep harçlıklarının verilmediğinden, servislerin kaldırıldığından. Türkiye’nin temel sorunu aslında bunlar ama tabii ilgi çekmeyecektir. Durum buyken Avcı’nın milli takımını eleştirmenin neresinden bakarsanız haksızlık olacağını biliyorum. Ama şu da bir gerçek ki, bu takımın gençlikle göz boyamanın ötesine geçmesi zor. Çünkü çağrılan oyuncuların büyük çoğunluğunun kendi takım 11’lerindeki yerleri bile tartışmalı. Yenilenme alttakilerin üsttekileri zorlamasıyla dışarı atmasıyla olur. Burada öyle bir durum yok. İzlediğimiz her üst düzey maç bunu gösteriyor. Umarım bu genç kadro Avcı’nın bu cesur ama fazla bir temele dayanmayan tercihlerini doğrulayacak özel bir çaba sarf ederler. Yoksa bugün için yine en iyisi Egemen’dir, yine ya Tolga ya Volkan’dır. Hâlâ Hakan Balta’dır vs. vs...
Seba ne kadar hibe etti?
Beşiktaşlılar başkanlarına “Kulüpten alacakları ne olacak?” diye sorarken hibe mi bekliyorlardı? Yoksa bu borç nasıl oldu diye mi soruyorlardı? Sahi Süleyman Seba ne kadar hibe etmişti kulübe? Amacım duygu sömürüsüyapmak değil. Başkan adını son zamanda sıkça kullandığı için soruyorum. Ya da şöyle soralım. Genel kurul “Hayır biz hibe istemiyoruz!” diyebilir mi? Demeli mi?Bakın!Beşiktaş ona para veren değil, ondan maaşalan yöneticilerce yönetilmeli. Galatasaray da, Fenerbahçe de... Eğer öyle olursa hiçbiri kendisini kulübün sahibi zannetmez. Bu yaşadığımız abukluklar da daha az yaşanır. Bu kulüplere paranızla sahip olamazsınız. Olmamalısınız. Para kuşkusuz çok önemlidir. Ama sizi önemli yapmaz. O yüzden hep hatırlamak için sormalı ve silkinip kendimize gelmeli. Hep sormamız gereken şudur: Seba ne kadar hibe etmişti
‘’Selçuk aldı götürdü‘’
Beşiktaş açısından acemiliklerin fazla olduğu bir derbiydi. Galatasaray hiç de ahım şahım olmayan bir futbolla ama sağlam omurgasıyla kazandı. Ya da Selçuk ve Elmander’le...
Bazı genç Türk oyuncular maalesef öğrenme becerisinden yoksun. Olağanüstü yetenekleri var ama öğrenme metotları yok. İsmail’in gol öncesi topu gevelemesi misal. Topu duraksamadan ceza sahası dışına bir şekilde uzaklaştırmak gerekirken göğsüyle rakibe asist yapıyor. Neden? Çünkü topa gelirken kafasında bir plan yok. Halbuki savunmacı topa bir planla gider.
Bu seviye bu tür plansızlıkları asla kaldırmaz. Yapılması gereken topu kafayla, ayakla bir şekilde olay mahalinden uzaklaştırmak. Ama olmuyor işte... Açık konuşalım bu kadar temel eksiklikleri gideremiyorsanız milli takıma çağrılmanız da kamuoyunun gözünü gençlikle boyamaktan başka bir şey olmuyor. Yanlış anlaşılmasın bu sadece İsmail’le ilgili bir durum değil. Sadece Beşiktaş’ın gençleriyle alakalı bir durum da değil. Misal Necip dün kötü pas tercihleriyle sadece kendi performansını düşürmedi. Ernst’i de tedirginleştirdi.
Beşiktaş orta sahası 60 dakika hücum yönünde hiç çalışmadı diyebiliriz. Bu seviye böyle acemilikleri kaldırmıyor. Hata yapmak doğal. Ama hatalardan öğrenmek, öğrenebilmek lazım. Ve en başta öğrenmeyi öğrenmek lazım. Bizim temel sorunumuz bu işte bu cevherlere öğrenmeyi öğretememek. Ve Cenk. Son golde çıkıyor dönmüyor arada bir yerde. Çıkmamalı, çıkıyorsa bırakmamalı. Ortayı yaptırmamalı. Beşiktaş’ı dün zorlayan bunlardı.
Carvalhal’ın planı genel olarak çalışsa da yine bu garip detaylara sıkıştı. Bir tarafta acemi hatalar, diğer tarafta kendi şovunun peşindeki Quaresma ve Almeida... Tüm bunlara rağmen daha iyi olan taraf Beşiktaş’tı. 10 gündür bu maça hazırlanan lig liderine karşı Egemen’i erken kaybetmesine rağmen hem de. Sahada Almeida, Quaresma, Pektemek ve Simao’yla 35 dakika oynadılar. Ve Galatasaray bu son derece riskli 11’i eksik yakalayamadı.
Galatasaray’ın olmazsa olmazı omurgası. Muslera’nın önünde 3 hattaki göbek tandemler. Ama sadece bunların yerleşimiyle oynamak da olmuyor. Eboue ilk golde var. Onun dışında kanattaki 4 oyuncu maç boyunca oyuna hiç girmeden oynuyor. Dün puan açısından akıl almaz bir avantaja ulaştılar. Ama kafası bu kadar rahat bir takımın bu kadar Selçuk’a bağımlı kalmasının üzerinde düşünmeliler. Hiç abartmıyorum. Bu sezon seyrettiğim en kötü Galatasaray’dı.
‘’Aslan Avrupalı'ya karşı!‘’
Fatih Terim’in silahı tandem oynayabilen göbek oyuncuları... Savunmada milli takım moraliyle sahaya çıkacak olan Semih ile Ujfalusi, orta sahada Melo-Selçuk ve Elmander-Baros ya da Necati uyumlu birer ikililer. Herbiri diğerinin arkasını topluyor.
En arkada ise Muslera bu bloğu tamamlıyor. Yani göbekteki 7 oyuncu ideal durumlarındalar. Bu çok iyi takımlara özgü bir yapıdır.
Hücum yönünde kanat oyuncularından da yaralanabiliyor Terim. Emre Çolak’ın yükselişi, Engin’in parlayışları ve Eboue de önemli silahlar ama takımın parçası olmakta, birbirlerinin arkasını toparlamada o kadar yetkin değiller. Zamana ihtiyaçları var.
Ancak bugün Beşiktaş’ı yıpratacaklarıdır. Çünkü bu bölgede rakip sorun yaşıyor.
Galatasaray en önemli artıya da ara transfer döneminde kavuştu. 4 yıl önceki fizik durumunda olmasa da Necati zihnen 4 değil, 44 yıl kat etmiş gibi.
Olağanüstü bir soğukkanlılıkla oynuyor. Onun varlığı Terim’i bir başka yönde daha rahatlatıyor. Baros ve Elmander’e, ama özellikle Elmander’e mahkumken artık Necati-Baros ikilisini de kullanma şansına sahip. Bu sadece bir hücumcu alternatifine sahip olmaktan fazlası. Çünkü Necati, Elmander’in yaptığı temel pivot işlerini de yapabiliyor.
Galatasaray Fenerbahçe maçında olduğu gibi iştahlı başlayacaktır. Bu baskı sırasında bulunacak erken gol onları daha da iştahlandırır.
Temel sorun böyle oyunlarda rüştünü Avrupa klasında ispat etmiş bir rakiple oynamaları. Bugün savunmada özellikle Quaresma’yı durdurmada bireysel hatalar yapmazsa (yani kart görmezse) maçın favorisi onlar. Ama önde oynayacakları maçta Portekizli birebirde kalacağı Semih, Melo ve Ujfalusi’ye sorun çıkartacaktır.
Beşiktaş’ın en büyük silahı Carvalhal. Fernandes’in yokluğunda, Almeida’yı önde Quaresma’yı arkada bırakıp, Fernandes’in görevini Quaresma ve Ernst arasında bölüştürmesi muhtemel. Kağıt üzerinde takımın en önemli silahı Fernandes olarak görülse de Carvalhal o açığı kapatacak bir plan yapacaktır.
Fernandes’in yokluğunda ve 3 gün önce Avrupa maçı oynamanın yorgunluğuyla işleri zor görünebilir. Ama onlar bu maç/antrenman dengesine alışıklar.
Ve Carvalhal başka bir planı olması muhtemel. Terim’in buna saha içinde vereceği cevaplarla ilginç bir satranç olacak.
Galatasaray favori ama derbilerde
ev sahipleri ne kadar favoriyse o kadar. Çünkü Galatasaray eksiklerine rağmen gerçek bir Avrupalı’yla oynuyor...
‘’Bitmedi, bitmek üzere‘’
20’nci dakikaya gelindiğinde insanı uyutacak kadar, şüpheci bir orta saha oyunu izledik. Ki bu son derece iyiydi. Ancak bundan sonra Beşiktaş’ın oyun stratejisi de kayboldu. Savunmacılar garanti oynamak için iyice geri çekildiler. Orta saha da onlara uydu. Ceza sahası çevresine yığılıp kaldılar. Braga’nın nasıl olup da geçen sene Avrupa Ligi finali oynadığını gördük. zellikle Tanju ve Simao’nun tuttuğu kanadı Salino ve Djamal çok iyi kullandılar. Dördüncü gelişlerinde golü buldular. Oynadıkları oyun, örnek vermek gerekirse, dün gece Trabzonspor’un oynaması gereken oyundu. Sindire sindire, adım adım, ama topyekün rakip alana yerleştiler. Tanju, Necip, Veli ve İbrahim Toraman bu oyuna direnemedi. Kontra yapamadık ve oyunu da tamamen yabancı olduk. Carvalhal’ın, Necip-Almeida değişikliği son derece yerindeydi. Rakip savunmayı tedirgin etti. Savunmayı daha zor dışarı çıkardılar. Bu arada Beşiktaş pozisyonlar da buldu. Ancak sanırım Almeida’nın golcü özellikleri, arka direkte boş kafalara vurmakla sınırlı bu aralar. Son vuruşlarda çok kötüydü. İş Quaresma’nın trivelalarına kaldı, onlar da eski ayarında değildi. İkinci yarıda şansın da yardımıyla direnen Beşiktaş savunması -ilk maçta yarım pozisyon veren- 4 net gol pozisyonu yaşadı. Braga’lılarda özellikle Lima en az Almeida kadar kötüydü. Sonuç olarak ilk maçı Beşiktaş, ikinci maçı Braga haketmişti. Seyirci ve kırmızı kart farkıyla turu geçen biz olduk. Son derece sıkıntılı ama sonu iyi bir karşılaşma oldu.
‘’%50 Trabzon‘’
Didier Zokora özellikle St Etienne’de parladığı dönemde kendi pozisyonunun en iyilerinden biriydi ve daha iyisi olmaya da adaydı.
Oyunu gerçek anlamda iki yönlü oynamayı bilen bir oyuncuydu.
Belki Türkiye Ligi’nin kendine özgü oyun stilinden, belki de oyuncunun yaş durumundan, artık daha çok bir ön libero, hatta bir ön stoper gibi oynuyor. Trabzonspor’un geçen seneki başarısı ise orta sahanın ortasında iki 2 yönlü oyuncu istihdam edişiydi. Selçuk ve Colman, yıllardır savunma için zikredilen ‘tandem’ kavramının aslında ne olduğunu hepimize gösterdiler.
Bu yıl bu durum yok. Ligde bu kadar sendelemenin de sebebi bu. Oyuna hakim olma konusunda sorun yaşanıyor.
Zokora çok önemli
Ancak sahne Avrupa olunca Trabzonspor bu durumun sıkıntısını Türkiye’deki kadar yaşamıyor. Özellikle deplasmanda Zokora’nın önden tamamladığı bir 3’lü savunmayla oynuyorlar. Orta sahadan adam eksilmemesi için de genelde Halil kanada yakın oynayıp Burak’ı ileride tek başına bırakıyorlar.
Geçen hafta arkadaki merkez üçlüde idealinden 2 oyuncu eksikti. Bu, takımı, herhangi iki oyuncunun yokluğundan daha fazla etkiledi. Çünkü Trabzonspor kendi normallerinin dışında bir hücum anlayışıyla dengesiz hücum etti.
Bugün Glowacki yine yok. Her ne kadar dikkat çekmese de ligde pozisyonunun en iyilerinden biri o. Ve Zokora dönüyor. Bu çok önemli.
Ama asıl önemlisi Şenol Güneş’in rakip alana yıkmak zorunda olmayışı. Skora rağmen bu böyle.
Nedenlere bakmak lazım
Trabzonpor’un bu sene Türkiye’de zirve yapamayan oyununun, Avrupa’da hem de Burak performans veremezken tutmasının nedenlerine iyi bakmak lazım. Şampiyonlar Ligi’nde hep işleyen planın istisnası Moskova deplasmanıydı. Kendi gerçeğinden ve Şampiyonlar Ligi realitesinden kopuklardı. Riskli, önde, savunmayla hücum arasında uzun mesafe bırakan oyun erken gol getirebilirdi ama olmayınca her şey tersine döndü. Soğukkanlılığı kaybettiler. Maçı da...
Şenol Güneş’in ekibi PSV maçına kadar bu oyuna hiç dönmedi. Ne garip kader ki aynı deneme yine, ilk 5 dakikada kaçırılan fırsatlarla aynı sonucu getirdi.
PSV de hata yapıyor
Bu kez fark Trabzonspor’un rakibi. PSV bir ekol. Ancak bu yıl her seyrettiğim maçta gördüğüm tedavi edemedikleri bir sıkıntıları var. Gol yemedikleri maçlarda dahi orta saha ve savunmada olağanüstü pas ve yerleşim hataları yapıyorlar. Kontrollü bir defansif oyun oynama ihtimalleri bana kalırsa yok. Sadece iştahlı oynarken yine savunmada çok hata yapıyor olmalarına rağmen hücum açısından çok iyiler. Gole yakın oyuncuları var. 4 hareketli hücumcuyla tempo tutturduklarında gol onlar için sorun değil.
Soğukkanlılık şart
Yani durumları Trabzonsporla tam ters. Ve Karadeniz ekibi bundan kolaylıkla yararlanabilir.
Serkan’ın dinamizmi ve tecrübesinden yararlanamayacak olmaları handikap olsa da Inter ve Lille’den deplasmanda gol yememiş bir ekibin PSV’den çekinmesi için pek bir neden yok.
Abartılı gibi gelebilir ama Burak’ın sadece biraz hareketlenmedi ve soğukkanlı oyunla tur şansı %50’dir.
‘Yeter ki herkes topun arkasına’yı yüksek konsantrasyonla uygulayabilsinler.









































