‘’Galatasaray şampi...‘’
Maç 2-0 olduğunda Muslera hâlâ ligin en iyi kalecisiydi. Olağanüstü iki vuruş, onun ya da diğer büyük kalecilerin dahi çıkaramayacağı goller yarattı. Sow ve Alex, maçın en seyredilmeye değer hareketlerini yaptılar. Bunun ardından Fenerbahçe, seyircisiyle birlikte yüreklendi ve fazlasını aramaya başladı.
98’de 2-2 biten maçı hatırlarsınız... Hani Erol Bulut’un maç 2-0 iken yaptığı penaltıyla kaderi değişen maç... O maçtan sonra Fatih Terim, “İlk yarı bitsin diye dua ettim” demişti. Eminim 2-0’dan sonra da dün de aynı sıkıntıyı yaşamıştır. Onu bu kez rahatlatan Erol Bulut’unki gibi bir penaltı değil, Aykut Kocaman’dı. 30. dakikadan sonra doğal olarak takım geri çekildiğinde 2 yıldır yapamadıklarının da kurbanı oldular. Yani kontratak. Aykut Kocaman göreve geldiği günden bu yana Fenerbahçe, kontra atak yapamıyor. Bu organizasyonu kuramıyor.
Elmander ve Necati’nin üçlü orta saha performansları, Fenerbahçe’nin problemlerini daha da büyüttü. Emre Çolak ve Engin kanat görevlerini yapabilseler, Galatasaray kesinlikle maçı çevirirdi. Bu organizasyonu kurdular, savunma kanatları oyuna katıldı, Selçuk ve Elmander olağanüstü oynadı ama Engin ve Emre’nin doğaçlama, plansız oyunları baskının kudretini azalttı. Aykut Kocaman bu durumdan yararlanmak bir yana rakibi iyice kuvvetli kılacak hamleler yaptı. Sow’u kanata çekerek Galatasaray’ın en problemli oyuncusu Semih’i rahatlattı, daha sonra Alex’i oyundan çıkararak ilerde topu tutacak kimseyi bırakmadı. Bundan sonra eleştirmemiz gereken, bu kadar kolu kanadı kırılmış bir ev sahibini yenemeyen Galatasaray olmalı. Özellikle de Serdar Kesimal’ın akıl almaz yetersizlikteki performansına rağmen. Belki abartı gelecek ama Serdar’ın sahada olmaması bile daha iyi bir çözüm olabilir. Onun olmadığı yere birileri koşarak açık kapatırlar en azından. Aykut Kocaman’ın bu yıl takımını ayakta tutan idari performansı, alkışı sonuna kadar hak ediyor. Ama teknik olarak şu anda Terim’le yarışacak düzeyde değil. Fenerbahçe’nin en kötüsü Serdar Kesimal’le birlikte oydu. Ve puan farkından bağımsız olarak Galatasaray’ı şampiyonlukta zorlaması da bu formla mucize olur. Terim’in takımı ligin açık ara en iyisi.
‘’Basit futbolun zaferi...‘’
Carvalhal, İbrahim Toraman’ı üçüncü bir stoper gibi oynattı. İlginç bir dizilişle takımını sahaya çıkardı. Veli ve Fernandes tandem orta saha oynuyorlardı. Simao, Almeida, Edu üçlüsü hücum hattını oluşturuyordu. Ekrem ile İsmail’in görevleri ise 3-5-2’nin kanatları gibiydi. Yani bir çeşit atak stratejisini 3-4-3 ile oynamayı planlamıştı. Atletico Madrid’in golü gelene dek Beşiktaş bu kadrodan beklenilenin üzerinde bir oyun hakimiyeti kurdu. Ancak Madrid’in savunmada alana yayılışı Siyah-Beyazlılar’ın ceza sahası içi etkinliğini çok düşük tuttu. Almeida’nın bugüne kadarki en başarılı pivot santrfor performansına rağmen ceza sahası içinde Simao’yla tek bir şut bulabildiler. Sonrasında Madrid, pas yapmaya başladı. Bize oranla çok daha basit oynadılar, bize oranla daha fazla adam boşa çıktı, yine bize oranla daha hızlı top çevirdiler. Belki bireysel olarak değil ama takım olarak parladılar. Şöyle düşünün Türkiye’nin son dönemde yetiştirdiği belki de en önemli yıldız olan Arda’nın iyi oynamasına rağmen sıradan göründüğü bir takımdı ve hiç kimse de parlamıyordu. İşte bu ekip olarak farklılaşmanın çok net bir örneği.
Bu maç sonrası Beşiktaş’ı çok acımasızca eleştirmek doğru olmaz. Sahada gördüğümüz La Liga’yla bizim ligimizin arasındaki farktı. Bizim yıldızları kayıran ve onları ön plana çıkaran futbol anlayışımızla, onların yıldızlarını takımın sıradan bir parçası yapan futbol anlayışının farkı. Dün Beşiktaş’ta herkes elinden geleni yapmasına rağmen lig standardı farkı sonucu ortaya çıkardı. Bu yüzden Beşiktaş’ı değil, ligimizin seviyesini sorgulamalıyız.
‘’Evet gömerlerdi‘’
Adnan Polat’ın söyledikleri doğru. Eğer Aziz Yıldırım’ın durumuna Polat düşseydi, çoktan üyelikten atılmıştı. Belki daha da ilerisi. Mecazi anlamda dedikleri doğru, liseciler onu gömerdi. Ama bu ona özgü bir durum değil ki!
Canaydın, Polat’ın çektiklerinden azını mı çekti? Hayatta gördüğüm en liseci liseliydi rahmetli. Ama hastalığının da sebebi muhtemelen çektikleriydi.
Ya da bugün Ünal Aysal’ın başına gelse, arkasında kim durur?
Fenerbahçe’de de durum farklı değil aslında. Yıldırım öncesi çok başkanı hayata küstürdü Fenerbahçe kongresi.
Açık konuşalım taraftar böyle kenetlenmese Aziz Yıldırım’ın hayatı kolay olmazdı.
Eğer Aziz Yıldırım’a bunca destek varsa sebep destekleyenlerden çok Aziz Yıldırım’dır.
Adnan Polat ise son düzlükte Galatasaray’ın Aziz Yıldırımı olamamıştır.
Fark aslında budur...
Beşiktaş yapabilir
Carvalhal’in Madrid’de neden Braga maçındaki taktik, diziliş ve stratejiyle sahaya çıkmadığını anlayamıyorum.
Bu bir “neden Veli’nin yerine İsmail oynamadı?” eleştirisi değil. Galatasaray maçında İsmail oynamıştı. Ama yine olmadı.
“Hücumu düşünmedi” gibi bir basitlik de değil. Çünkü 3 gol de kontrataktan geldi diyebiliriz.
Bu eleştiriyi 2 evreli olarak anlayın.
1- Veli-Quaresma ikilisinin özellikle ters toplarda eksik kalacağını nasıl öngörmedi?
2- İkinci yarıda ilerideki boş adam olarak neden Quaresma’yı görevlendirmedi? Ve neden bir maçtan daha büyük bir krizin fitilini çekti?
Carvalhal kazansa da kaybetse de maç maç taktik belirleyebilen bir teknik adam. Bu maçta nasıl bu kadar çok ve birbirine bağlı hata yaptığını sorgulamalı...
Bu oyundan alma, sanki Carvalhal’in Quaresma tarafından büyük bir hayalkırıklığına yıpratılmasının sonucuydu. Ondan kariyerinin oyununu beklerken, en aldırmaz futbollarından biriyle karşılaştı. Başka türlü onun ilk yarıda böyle oynamasını da, oyundan alınışını da kabul etmek olanaklı değil...
Yani Carvalhal’in devre arasında aldığı karar da maçın başındaki 11’de aslında duygusal kararlardı. Belki de ilk kez doğru düşünemedi.
Şimdi önemli olan Perşembe günü ne yapacağı?
Beşiktaş’ın bunu yapabilecek potansiyeli var. Bunun için Simao’yu defansif görevlerinden arındırmak birinci şart.
Carvalhal’in elinde garanti bir santrfor yok ama Fernandes, Simao ikilisini rahat ettirmeyi başarırsa oyunu 90 dakika boyunca dengede tutabilir.
Beşiktaş için çözülmesi gereken temel sorun bu. İki Portekizli’yi savunma görevlerinden azat edecek bir plan.
Eğer seyirci maçın başından itibaren sahayla ilgilenirse, Atletico’nun görece genç takımını sendeletebilir. Sadece duran toplarla, kornerlerle dahi 2 gol bulabilmek mümkündür. Carvalhal’in buradaki en büyük sıkıntısı Quaresma’dan çok Ernst’in cezası olacak. Ancak tur hala mümkün. Yeter ki Simao ve Fernandes’e biraz olsun özgürlük tanınabilsin.
Carvalhal’in Madrid’de neden Braga maçındaki taktik, diziliş ve stratejiyle sahaya çıkmadığını anlayamıyorum.
Bu bir “neden Veli’nin yerine İsmail oynamadı?” eleştirisi değil. Galatasaray maçında İsmail oynamıştı. Ama yine olmadı.
“Hücumu düşünmedi” gibi bir basitlik de değil. Çünkü 3 gol de kontrataktan geldi diyebiliriz.
Bu eleştiriyi 2 evreli olarak anlayın.
1- Veli-Quaresma ikilisinin özellikle ters toplarda eksik kalacağını nasıl öngörmedi?
2- İkinci yarıda ilerideki boş adam olarak neden Quaresma’yı görevlendirmedi? Ve neden bir maçtan daha büyük bir krizin fitilini çekti?
Carvalhal kazansa da kaybetse de maç maç taktik belirleyebilen bir teknik adam. Bu maçta nasıl bu kadar çok ve birbirine bağlı hata yaptığını sorgulamalı...
Bu oyundan alma, sanki Carvalhal’in Quaresma tarafından büyük bir hayalkırıklığına yıpratılmasının sonucuydu. Ondan kariyerinin oyununu beklerken, en aldırmaz futbollarından biriyle karşılaştı. Başka türlü onun ilk yarıda böyle oynamasını da, oyundan alınışını da kabul etmek olanaklı değil...
Yani Carvalhal’in devre arasında aldığı karar da maçın başındaki 11’de aslında duygusal kararlardı. Belki de ilk kez doğru düşünemedi.
Şimdi önemli olan Perşembe günü ne yapacağı?
Beşiktaş’ın bunu yapabilecek potansiyeli var. Bunun için Simao’yu defansif görevlerinden arındırmak birinci şart.
Carvalhal’in elinde garanti bir santrfor yok ama Fernandes, Simao ikilisini rahat ettirmeyi başarırsa oyunu 90 dakika boyunca dengede tutabilir.
Beşiktaş için çözülmesi gereken temel sorun bu. İki Portekizli’yi savunma görevlerinden azat edecek bir plan.
Eğer seyirci maçın başından itibaren sahayla ilgilenirse, Atletico’nun görece genç takımını sendeletebilir. Sadece duran toplarla, kornerlerle dahi 2 gol bulabilmek mümkündür. Carvalhal’in buradaki en büyük sıkıntısı Quaresma’dan çok Ernst’in cezası olacak. Ancak tur hala mümkün. Yeter ki Simao ve Fernandes’e biraz olsun özgürlük tanınabilsin.
Havutçu’dan beklenen
Carvalhal’i hoca olarak hiç beğenmeseniz de insani olarak sevmemeniz mümkün değil. Özellikle tutuklu olduğu dönemde Tayfur Havutçu’ya verdiği destek, maketinin yanında fotoğraf çektirmesi, onu hep onore edişi, çıkınca görevi devredeceğini söylemesi Portekizli’ye olan sevgiyi iyice büyüttü.
Şimdi bunun karşılığını vermek gerekmez mi? Carvalhal’e karşı başlayan cadı avında Tayfur Havutçu’nun da bir şeyler söylemesi şart değil mi?
Bugün başkansız, şube sorumlusuz bir takım karşımızdaki. Sezonun en önemli maçına çıkıyor. Ve medyanın ağır topları sanki bu takımı Carvalhal yapmış gibi giydirdikçe giydiriyorlar.
Portekizli kuşkusuz çok hata yaptı. Am bu takımı Avrupa’da buraya getiren de o.
Havutçu artık bir şeyler söylemeli.
Yabancı serbest olmalı
Yabancı sınırının önce 10’a çıkması sonra sınırsız olmasının öncelikli nedeni bizzat Demirören’in Beşiktaş’taki yöneticilik politikaları değil mi? 8 yıl boyunca yapılan yöneticilik dışarıdan adam getirmek değil miydi?
Peki TFF başkanlığına gelir gelmez yabancı kısıtlamasına gideceğinin sinyallerini vermesini nasıl anlamak lazım?
Hatalarından ders çıkarmak mı bu?
Yabancı sınırlaması mevzusunun iki yönü var?
1- Ekonomik yönü
2- Yerli oyunculara verilen şans.
2- Sık tartışılır. Ama birincisi tartışılmaz. Eğer
3 yerliye inerseniz, hem yabancı oyuncunun parası artar ama önemlisi yerlininki uçar. Pasaport bir numaralı özellik olursa, bugün 1 milyon dolar eden kalburüstü yerlinin değeri 5’e çıkar. Kapalı ekonomi böyle bir şeydir ve asıl kulüpleri bu batırır...
Futbol gelişim bülteni
Aşağıdaki link, TFF’nin yeni çalışmalarından biri. UEFA’nın lisans kurslarında verilen derslerden, kaleci yetiştirmeye, Avcı’nın maç konuşmasından, Antrenör aile ilişkilerine kadar bir dolu dosya var. Hem antrenörler hem de futbol üzerine kafa patlatanlar için harika bir malzeme. Biraz daha detaylandığında çok daha iyi olacak ama bu hali bile herkes için faydalı bir içerik taşıyor. Tebrikler... http://www.tff.org.tr/Resources/FutbolGelisimBulteni/1/
‘’Carvalhal'ın suçu yok!‘’
Hele hele de Carvalhal’den...
Çünkü bu durumun sebebi olan bu kadro değil, bu kadroyu bir araya getiren zihniyettir...
Ve bu zihniyet, Türk futbolu tarafından beğenilmiş, takdir edilmiştir...
Kendisini temize çıkarmakla kalmamış bu politikaları ülke çapında yaygınlaştırması istenmiştir...
Yani, 8 senelik icraatının sonunda Türk futbolu, ‘bize de, bize de!!!’ demiştir. Dolayısıyla tüm futbol alemi tarafından takdir edilmiş bir politikanın unsurları 15 gün sonra ‘o kötü, bu rezil!’ diye eleştirilemez.
Dünkü maç özeline gelince...
Carlos Carvalhal’ın iyi bir taktisyen olduğunu düşünüyorum. Braga maçı da, derbiler de bunun sinyallerini veriyor. Ancak belli Carvalhal aynı oranda başarılı bir komutan değil. Yani planı çizmek konusunda başarılı ama ekibini bu plana inandırmak konusunda sorun yaşıyor. Madrid deplasmanında devre arasında yaşadığı hayal kırıklığı ve sonunda çıkan kavga bunun sonucu olmalı.
Ancak yine de Quaresma-Carvalhal kavgasına rağmen ya da bunun sayesinde tarihi bir farktan kurtulması ve üstüne şanslarını yaşatmaları başarı...
Dün maça yine bu derece kötü başlamalrı da Carvalhal’ın komutanlık becerileriyle ilgili herhalde.
Orduspor’un elektrikli bir enerjisi vardı, iştahlıydı. İlk yarı boyunca klasik bir Cuper takımı gibi oynadılar. Direkt kaleye gitmeye çalışan kalabalık bir savunma oyunu vardı. Öyleki iştahtan Culio ile Gosso düpedüz kavga etti. Gerçekten istediler. Biri diğerine nerde durması gerektiğini söylerken boğaz boğaza gelecek kadar. Ancak daha önemlisi Carvalhal’ın ilk yarı boyunca en çok heyecanlandığı pozisyonun bu oluşuydu. Devrenin sonunda yenen golde Rüştü’nün açık bir zamanlama-hamle hatası var... Ama bu durum ne savunmayı ne Carvalhal’ı kurtarır. Ortayı yaptıran, asiste müsaade eden ve vuruşu yaptıran da savunma oyuncuları. İkinci yarıdaki dirilişe rağmen Ordu’nun galibiyete yakın oluşu da başka bir gerçek. Ama asıl gerçek Carvalhal’ın en son sorumlu oluşu. Sorumlu, Türk futbolunu yönetiyor.
‘’Pozisyon vermeden‘’
Fatih Terim’in takımı üzerine yaptığı belirlemelerin en ilginci şu: Orta saha kanatlarında iç özellikli oyunculara yer vermesinden doğan fark. Her ne kadar Riera bunun dışında kalsa da, doğru bir tespit. Ve sonuçlarına bakmak lazım. Bu durum Galatasaray’a belirli avantajlar sağlıyor kuşkusuz. Ancak uygulamadaki eksiklik neticesinde istenen seviyede değil.
Özellikle Engin, kariyerinin en çok uğraştığı, iyi niyetle futbola asıldığı döneminde olmasına rağmen orta saha alan paylaşımında soruna yol açıyor. Onun hamleleri Selçuk- Melo tandeminin işleyişinde bir problem ortaya çıkıyor. Aslında sürekli içe dönerek oynaması bir avantaja çevrilebilir. Eğer Eboue ve Hakan hücuma daha fazla destek verseler, özellikle ters toplarda Engin çok daha fazla boşa çıkıp rakip savunma için kontrol edilmesi zor bir tehlike olabilir. Ancak bu istenen seviyede olmuyor.
Buna Necati’nin bildiğimiz sıkıntısına da ekleyin. Deplasmanda adam markajında olduğu için zekasıyla boş alan buluyor. Ama içeride büyük kalabalıklar içinde. Yaşadığı fizik sıkıntı içeride işi zorlaştırıyor. Bunları bir eleştiri olarak değil, varılabilecek noktanın ne kadar yüksek olduğunun belirlenmesi olarak görün.
Çünkü Galatasaray bu eksikliklere rağmen ligin kalburüstü takımlarından birine karşı, son dakikaya
kadar pozisyon vermeden maçı getirdi.
Eğer savunma kanatlarını oyuna dahil edebilirse hücum randımanı aritmetik değil geometrik olarak artacak. Bunu çok net görebiliyorsunuz. Kısa zamanda gelinen yol, orta vadede varılabilecek hedeflerin sinyalini veriyor. Yeter ki, özellikle Selçuk ve Elmander silahlarını daha fazla kullanılabilecek hücum yapısını oturtsunlar. Yani çizgiden çizgiye enine savunma kanatlarını da oyuna katarak hücum edebilsinler.
‘’Keşke Alex oynasaydı‘’
Adı her ne kadar Ankaragücü olsa da, son 10 maçtır kaybeden bir takıma karşı kazandı Fenerbahçe. Sezon boyunca 2 kez kazanmış bir takıma karşı! Küme düşmüş bir takıma karşı... Dün Fenerbahçe Play-Off’a aritmetik olarak kaldı... Ama kabul edelim ki hiçbir şey oynamadı Fenerbahçe. Geçen hafta Alex’in sarı kartını konuşarak geçirdik ya. Keşke hiç görmeseydi o kartı. Hayır tartışmalardan dolayı değil. Dün kaybettiğimiz onca zamandan dolayı. Dün Ankaragücü’nün taktiğinden, dizilişinden, stratejisinden bahsedemezsiniz... Çünkü Fenerbahçe’nin oyunundan bahsetmek olanaklı değil. Bunu anlamak için şöyle düşünün. Düşünün ki, Fenerbahçe’de oynuyorsunuz. Antrenmanınız tam. Takım olabildiğince tam. Cezalılar dışında kenarda tutulan önemli bir adam yok. Hocanız daha yeni 3 senelik sözleşme yenilemiş... Ve asıl önemlisi haftaya Galatasaray’la oynayacaksınız. Kendinizi rakibe, yönetime, teknik direktöre ve en çok da kendinize ispat etmeniz gereken maç bu değil mi? Hem de Alex takımda yokken... İnsanların kafasında yetenekleriniz konusunda en azından soru işaretleri yaratabileceğiniz dünden daha güzel bir sahne var mı? Peki dünden aklınızda kim kaldı? Dün Fenerbahçe kazandı ama hiç bir futbolcu kazanmadı. O yüzden dün Fenerbahçe kazanırken aslında kaybetti. İşte o yüzden en azından bir seyirci olarak söylemem gereken şu: Keşke Alex olsaydı. Seyredecek bir şeyler olurdu. Ne garip ki dün ortaya çıkan sadece seneler evvel varlığını tartışmaya başladığımız Brezilyalı’ya hâlâ ve çok zaman daha bu ligin ne kadar çok ihtiyaç duyduğu...
‘’Beşiktaş'ın santrforu!‘’
Carvalhal’ın kadrosu elimize ulaştığında bunun doğru olmayabileceğini düşündük. Muhabir arkadaşlarımız yanlış enformasyon almış olabilirlerdi. Sonra kadro kesinleşti, bu kez dizilişinin doğru olmadığını düşünmeye başladık. Yerinde oynamayan Veli’nin önünde Quaresma, Trabzon maçında pek de iyi olmayan İbrahim Toraman’ın önünde Simao’yla Beşiktaş, fazla yumuşak kalacaktı. Terse atılan toplarda, kanat değiştirildiğinde Beşiktaş savunması problem yaşayabilirdi.
Nitekim, Atletico Madrid önde basarak başladı, Quaresma bir süre sonra Veli’ye yardım etmekten vazgeçti. Mustafa Pektemek önde top tutamıyordu ve Atletico Madrid özellikle soldan sağa atılan hızlı toplarla Veli’yi zor durumda bıraktı. Bu tip akınlarla karşılaştığınızda solbekinizin stopere dönüşmesi, orta sahanın solundaki oyuncunun da solbek olması gerekir. Ancak ne Veli stoper olabildi, ne Quaresma solbek... Kabul edelim ki ilk yarı sonunda ortaya çıkan 3-0’lık sonuç, bu oyuna fazlasıyla iyiydi. Devre arasında Carvalhal’ın Quaresma’yı santrfora çekmesini, İsmail’in Mustafa Pektemek’in yerine oyuna girip solbeke geçmesini bekledim. Ancak Portekizli hoca, sanırım Quaresma’yı cezalandırmak istedi. Mustafa Pektemek her ne kadar ondan beklenen potansiyelinin işaret ettiği performansa gelemese de Beşiktaş en azından sol kanat zaafını tamamen ortadan kaldırdı. Atletico’nun skoru koruyup, kontratağa çıkma stratejisini de kendi adına gayet iyi kullandı, kontratak vermedi, pozisyonlar da buldu. 3-2’yi, hatta 3-3’ü bulabilirlerdi. Ancak temel bir problemi çözemediler. Beşiktaş’ın bunca transferine rağmen bir garanti santrforunun olmaması onları zorladı. Yinede ikinci maç için ufak da olsa bir umutla dönüyorlar. İlk yarının sonunda bu kadarını da tahmin edemezdik.
‘’Necati akıl katıyor‘’
Necati’nin vuruşuyla gelen, mahallede yeniyetmelerle oynayan eski profesyonel abinin golü gibi. Koşabilir koşmuyor, pas verebilir kovalamıyor. Kolay kolay kimsenin aklına gelmeyecek bir tercihle, zeminin rezilliğini de aşıyor... Şaka bir yana attığı gol sezonun en güzel sayılarından biri. Ve Galatasaray bu yıl eğer şampiyon olacaksa Necati’nin payı çok büyük olacak. Bütün hücum organizasyonlarında var. Bütün gollerde var. Ve takım akıl katıyor.
Korkunç zemin Selçuk merkezli Galatasaray’ı izlememizi engelledi. Isıtmayla, ızgarayla Şampiyonlar Ligi standardında yatırım yapılıyor, ama zemini düz tutmak mümkün olmuyor.
Sivasspor da rakibi gibi bir pas takımı. Ligin sahaya enine en iyi yayılan bir kaç takımından biri. Galatasaray, Trabzonspor ve kendi evindeki Fenerbahçe kadar iyiler. Ama bizzat kendi sahalarının zemini en büyük düşmanları. Dün hariç tabii. Onlar Galatasaray’dan daha alışıklar. Orta sahada rakiplerinden daha iyiydiler. Enine iyi yayıldılar kale önüne kadar pasla gelebildiler. Ama kalede ve hücumda beceri noksanlığı vardı.. Muslera, Senecki’den çok daha iyiydi. Galatasaray hücum hattı da Eneramo ve Pedriel’in istikrarsızlığından çok farklıydı.
Ancak asıl önemlisi şu: Fatih Terim’in takımları genelde yüksek arzulu, hatta bu arzu sebebiyle kuruluş aşamasında zaman zaman kontrolü kaybedebilen takımlardır. Bu sezon başında bu durum özellikle vardı. Ama artık saha kenarında çok da alışık olmadığımız Terim tavrıyla yaşıyor takımı. Fazlasıyla soğukkanlı.Liderin farkı bu...
Sahaya yansıdı mı?
Alex diyor ki “4 sarı kart bir maç ceza demektir. Bu kadar basit”
Bu kadar basit olmalı tabii. Ama değil.
38. madde diyor ki: Müteakip müsabakalardaki ceza durumunu düşünerek bilinçli olarak sarı kart veya kırmızı kart gören futbolcuya 2 müsabakadan men cezası verilir.
Hakem niyetin sahaya eylem olarak yansıdığına emin ama raporuna yazmak istemiyor. Çünkü oyuncu hayır dese, ispatlaması mümkün değil. Böyle bir kördövüşünün içine girmek istemiyor.
Peki böyle basit bir konunda dahi görüş belirtmek istemeyen hakem ya da gözlemci, şike gibi ağır bir suçlamada nasıl görüş bildirecek?
Bakın! Şu sahaya yansıma zırvası, ancak amatör liglerde taraftarı olmayan kulüplerde geçerli olur. 27-0 biten maçlarda. Gerisi laftır...
Kart cezasına gelince. Aşırı sertliklerde görülen kırmızı kartlar dışında hiçbir kartın cezası sonraki maçlara sirayet etmemelidir. Para cezası yeter de artar bile...
Aksi taktirde insanlar kendilerince bir çıkış yolu arayacaklardır. Tıpkı Alex’in - muhtemelen - yaptığı gibi...
Bir mevzu ne kadar basitlikten uzaklaşırsa sorunları da o kadar karmaşıklaşır.
Ayrımcılık suçtur
Cezalı maçlarda tribünlerin kadınlar tarafından doldurulması konusu başta güzel gibi gelen korkunç bir fikir. Bunu defalarca yazdım. Vazgeçilinceye kadar da yazmaya devam edeceğim.
Bu karar kadınlara karşı bir cinsiyet ayrımcılığıdır. Suçtur.
Daha da öte anlamları vardır. Bu uygulama kadınların ceza ehliyeti olmadığı anlamına gelir. Bir cinsiyetin ceza ehliyeti olmadığının kabulü, otomobil ehliyeti alamayacağının kabulünden farklı değildir.
Bu bir pozitif ayrımcılık değildir. Pozitif ayrımcılık toplumda dezavantajlı olduğu kabul gören kesim ve kişilere tanınan ayrıcalıktır. Yani tribünledeki seyircilerin en az yüzde 25’i kadın olacak derseniz, bu bir pozitif ayrımcılık olur. Ama kadınların tribünlerini ayırırsanız bu sadece ayrımcılık olur.
Ya aday çıkmazsa
1-Demirören’in elindeki senedi kim imzaladı?
2-50 milyon euro civarındaki acil gideri verecek bir başkan adayı çıkmazsa ne olacak?
3-TFF Başkanı’nın bir büyük kulübe hem de şartlı borç vermesi doğru mudur?
4-Eğer bir başkan adayı çıkmazsa ya da yeni başkan para bulamazsa TFF Başkanı diğer icracılara mı katılacak?
5- Demirören’in aklında bir başkan adayı mı var? Hibe şartı bu mu?
6-TFF Başkanı’nın elindeki senedi başkan belirlemek için kullanması doğru mudur?









































