‘’Volkan mucizesi‘’
Sow oyundan çıktığında, Fenerbahçe zaten topu ileride tutamayan, sürekli baskı yiyen bir takımdı. Kontratak yapamıyorlardı. Bunun da iki sonucu oluyordu. İlk olarak, rakibin risk almasından doğan boşlukları değerlendiremiyorlardı. İkinci olarak da rakibi tehdit edememekten dolayı Galatasaray’ın savunma dörtlüsünün hemen tamamı hücuma katılmaya başladı. Aykut Kocaman’ın, Sow’un yerine Semih’i değil de Bienvenu’yü alışı, bu anlamda rakibi daha da buyur eden bir yaklaşımdı. Semih uluslararası bir oyuncu. Orta saha organizasyonunu yapamadığınız sırada, topu ileride tutup takım arkadaşlarını oyuna çekebilir. Kocaman bunu tercih etmedi... Bir koşucuyu, Bienvenu’yü oynattı. Bunun sonuçları ise Galatasaray’ın baskısının iyice artışı, Fenerbahçe’nin rakibini tehdit edemeyişi ve Galatasaray kalesine gidemeyişi oldu.
Selçuk’la olağanüstü serbest vuruş golünü bulana kadar, Galatasaray’ın baskısı büyüyerek devam etti. Golden sonra Fenerbahçe açılmak istedi, bu kez Galatasaray’ın baskısı pozisyonlar da getirmeye başladı. Özellikle Aydın’la yakalanan iki şansın değerlendirilemeyişi, Volkan’ın olağanüstü oyunu Fenerbahçe’yi hayatta tuttu. Bu sırada Fenerbahçe üçüncü şutunda, ikinci isabetini ve golünü buldu. Kontratak yapamıyorlardı ama Volkan’ın degajında, ilk golde Ziegler’i tutamayan Semih, bu kez de Bienvenu’yü kontrol edemeyince, Stoch takımını öne geçirdi.
Bununla birlikte Galatasaray orta sahası demorolize oldu, baskı yapamadı, Cristisan ve Özer boşa çıktı, Stoch ve Binvenu ile oyanamaya başladılar ve Fenerbahçe lige ortak oldu. Ünlü Johnson maçı kadar olmasa da oyun hep Galatasaray’a yakındı ama sahada olağanüstü bir kaleci vardı ve takımını hayatta tuttu.
‘’'Fener'in işi zor'‘’
Süper Final’e Trabzonspor karşısındaki müthiş oyununu galibiyetle süsleyerek başlayan Kanarya’da herkes Galatasaray maçına kilitlendi. Yazarımız Mehmet Demirkol da zorlu 90 dakika öncesinde Sarı-Lacivertliler’i mercek altına aldı. Kanarya’nın normal sezondaki 6 yenilgisini de deplasmanda aldığına dikkat çeken Mehmet Demirkol, “Fenerbahçe’nin yediği 27 golün 15’i deplasmanda geldi. Buna derbilerde doğal yüzde 60-70’lik ev sahibi avantajını da eklediğinizde maçın favorisi Galatasaray’dır. Normal şartlarda bu maçta Fenerbahçe’nin şansı yüzde 25’den fazla değil. Ancak bu maçın bir final olması, Fenrbahçe’nin sürekli kazanması halinde şampiyon olacağı gerçeği bu katı gerçeği biraz olsun gevşetiyor” dedi ve ekledi:
‘Kocaman ve kanatlar...’
“Fatih Terim ve Aykut Kocaman’ın ortak noktası kafalarındaki ideal plandan vazgeçmiş olmaları. İkisi de 4-3-3 varyasyonuyla oynamak istiyor. Ama kadroları buna müsaade etmedi. İkisi de 4-4-2 varyasyonuna döndü ve böylece başarı sağladılar. Maça özel performanslara bakıldığında ise Terim önde duruyor. Hemen tüm üst düzey maçlarda istediği oyunu oynayabildi. Aydın’dan Necati’ye kadar neredeyse tüm oyunculardan üst düzey performans aldı. Derin bir kadrosu olmamasına rağmen, eldekileri iyi kullandı. Bu maçın özeline bakıldığında ise: Terim’in güçlü 6’lı omurgası Kocaman’ın ekibinden üstün. Bu açık. Bu maçın kaderi Kocaman’ın kanat planlarıyla neyi değiştireceğinde belli olacak. Bu maç iki hoca açısından da kariyerlerinin en önemli dönemeçlerinden biri.”
‘Rakip Trabzon’dan farklı’
Trabzonspor maçında kontrol edilmesi gereken oyuncu tekti. Fenerbahçe, Colman’ı oyuna hiç sokmayarak Trabzsonpor’u zorladı, hatta oynatmadı. Bu kez kontrol edilmesi gereken oyun kaynağı daha şeçenekli. Selçuk, Melo, hatta Elmander bu görevi üstleniyor. Emre’siz Fenerbahçe orta sahasının, bunu ne ölçüde yapabileceğini tahmin etmek güç. Fernabahçe bu oyunda kanat oyuncularıyla bir fark yaratması daha mümkün. Yani plan farklı olacaktır. Çünkü Galatasaray’ın güçlü yönü Trabzonspor’dan çok farklı.
Onların orta saha kanatları yapının en güçsüz kısımları.
‘Emre yok ama...’
Emre’nin olası yokluğu, teknik açıdan tabii ki sorun. Ancak fizik ve moral açıdan ne derece bir dezavantaj o soru işareti. Fenerbahçe tandem orta saha göbeğiyle, deplasmanlarda hiç başarılı olmazken Selçuk’la önstoperli oynadığında etkin oldu. Yani son Trabzon deplasmanında olduğu gibi, Baroni’ye serbesti tanındığında görevler daha iyi paylaşıldı. Bu açıdan bunu bir silaha dönüştümek de mümkün. Ama tabii rakibin en güçlü olduğu yerde durumun ne olacağını kestirmek kolay değil.
Kocaman’ın planı muhtemelen oyunu kanatlara yayarak burada doğan sıkıntıyı azaltmak olacaktır. Ancak her şey bir yana buradaki asıl sorun Fenerbahçe’in Emre’ye bir yedek bulamıyor oluşu. Asıl bakılması
gereken burası.
‘’Fatih Terim çok önde‘’
Orta saha göbeğinde Selçuk ve Melo, savunmada Ujfalusi ile Semih ve ilerde Elmander ve Necati ile kurduğu altılı yapı ona normal sezon şampiyonluğnu getirdi.
Tayfur Havutçu ise ilk teknik direktörlük macerasında net olarak sınıfta kaldı. Carvalhal’ın planını daha kötü bir performansla devam ettirmek için Portekizli’yi yollamaya gerek yoktu. Galatasaray’ın altılı yapısını çözecek hiçbir şey yapamadılar. Tayfur Havutçu misal Quaresma’ya ‘Alex pozisyonunu’ verip bir kıvılcım yaratabilirdi ancak hiçbir şeyi değiştiremedi.
Yani güçlü olduğu yeri tespit edemedi. Misal, Ernst-Fernandes ikilisini orta sahın göbeğine koyup Melo-Selçuk‘a benzer bir tandem yaratabilirdi. Ancak bunu yapmadığı gibi Fernandes’i kalabalıklar arasında bıraktı, Quaresma ise daha çok Eboue’yi takip etti. Terim’in Aydın’ı oyuna alarak defansif 4-5-1’e dönmesini değerlendirecek bir alternatif plan üretemeyişinin de iyi incelenmesi gerekiyor.
Maçın kötülerinin başında hakem dörtlüsü geliyordu. Maç içi hataları ve sevapları ayrıca tartışılır ama maçı takip etmeyişleri büyük bir hakemlik ayıbıdır.
Irkçı tavır ve Emre
Türkiye’de genç oyunculara yıllarca Avrupa maçlarına çıkmadan önce rakiplerini nasıl sinirlendirecekleri öğretildi. Küfürse küfür, hakaretse hakaret... Kimse kendisini kandırmasın.
Emre Belözoğlu’nun pazar akşamı işlediğini doğruladığı, dün yalanlar gibi yaptığı ‘suç’ da işte bu şekilde öğrenilmiş bir tavırdır. Dürüst olmalı! Bu sebeple zamanında çok sorun da yaşandı. Ama biz bunlara ülke ve namus meselesi olarak baktığımız için sorunun köküne inemedik. Kapattık, suçu dışarı attık.
Pazar günü Emre’nin Zokora’ya karşı işlediği iddia edilen ‘suç’un farkı ise Emre’nin durumu.
Emre batılı bakış açısıyla ırkçılığın ne demek olduğunu ve bunun sonuçlarının ne olabileceğini bilen, bunu yaşamış bir insan.
Hem Türk olduğu için Avrupa’da ikinci sınıf vatandaş olarak kabul edildiğini söyleyenlerden o. Hem de İngiltere’de ırkçılıkla suçlanmış ama aklanmış bir figür.
Dolayısıyla bizde geçiştirilen bir durumun Avrupa’da nasıl algılandığını çok iyi biliyor. Ya da Emre’nin deyimiyle sözel olanın da içsel olan kadar önemli olduğunu. Aslolanın karşısındakinin nasıl algıladığı olduğunu.
Tıpkı Zokora’nın şu anda yaşadığı ülkede anneye küfür edilmeyeceğini bilmesi gerektiği gibi. Emre de biliyor olmalı.
Hayatı boyunda “Biz Afrikalıları severiz. Hiç de ırkçı değiliz” kandırmacasıyla ülke sınırları içinde yaşamış bir genç çocuk değil o. Bu konuya en az bir İngiliz kadar hakim olmalı.
Dedim ya çünkü hem ‘kara kafa’ olmuş hem ‘pis siyah’ demekle suçlanmış birisi.
Dolayıyısıyla Volkan’ın ‘bizim de anamıza küfür ediyorlar’ serzenişi anlaşılabilirdir. Ama yıllarca İtalya ve İngiltere’de yaşamış Emre, orası için ikisinin aynı şey olmadığını bilir.
Eğer doğruysa yaptığı suçtur.
Bunun cezası halihazırdaki kurallara göre 4 ile 8 maçtır. Ayrıca muhtemelen mahmeleik de olacaktır yeni yasaya göre.
Eğer bunu yaptıysa Emre’ye verilecek ceza aynı zamanda Sow’a ve Dia’ya “Merak etmeyin. Bizde bu tip şeyler cezasız kalmaz” demek de olacaktır.
Eğer dün ima eder gibi yaptığı üzere yapmadıysa da, Emre, Zokora’ya dava açmalıdır. Ona bu korkunç iftirayı attığı için.
Bana sorarsanız. Keşke dünkü toplantıyı tek başına yapıp, bir özür dileseydi derim.
Eğer illa birisiyle çıkmak gerekiyorsa o ancak Yobo değil, Zokora olabilirdi. Çünkü bu ancak Yobo’yu zor durumda bırakmaya yaradı.
Türkiye’de ırkçılık yok mudur?
Türkiye’de Campbell’a “yam yam” dendi mi?
Susiç’e “Bunları hele de bir Yugoslav’tan hiç hak etmedim” dendi mi?
Bu duruma itiraz edenler “O Yugoslav değil, Boşnak” diye ayrımcılığa tüy dikmediler mi?
Ülkenin hem tüm statlarında Diyabakırspor’a PKK dışarı diye bağrıldı mı?
Ülkenin hemen bütün teknik direktörleri yerli hocalar kayrılsın, sadece onlar çalışsın diye düpedüz ayrımcılığı körüklemiyorlar mı?
Mehmet Aurelio Türk Milli Takımı’na seçilince ülkenin yarısı ayağa kalkmadı mı?
Bakın! Dünyanın her yerinde ırkçılar ayrımcılar vardır. Irkçlılık ayrımcılık da vardır. Türkiye de dünyadadır.
Bizde yoktur diyen zevata söyleyeceğim şudur:
Türkiye’de ırkçlılık olup olmadığına siz karar veremezsiniz. Gidin Roman’a, Musevi’ye, Ermeni’ye Rum’a, Süryani’ye, Tarlabaşı’ndaki Afrikalı’ya sorun.
Lozan’da azınlık olduğu kabul edilmiş ya da edilmemiş tüm renklere sorun. Onlar “Hayır Türkiye’de ırkçılık yok, biz hiçbir ayrımcılığa maruz kalmıyoruz” diyorlarsa tamam... O zaman kabul. Ama o zamana kadar bu zırvayı bir kenara bırakın.
‘’İrade‘’
Fenerbahçe’den gördüğümüz oyun kalitesi veya mücadele gücü açısından çok farklı bir oyun değildi belki.
Ama bir fark vardı: Ortaya konan irade. Başından buyana taraftarın ortaya koyduğu odaklanma halinin sahaya yansıması.
Şuradan anlayabilirsiniz: Alex’in çok ciddi bir markaj altında olduğu bir oyundu dünkü. Hem Colman, hem Zokora’yla Fenerbahçe hücumunun temel kaynağını ağır bir baskı altına aldı Trabzonspor. Tatlı sert yıldırıcı bir baskı...
Fenerbahçe orta sahası bunun altından aynı yöntemle kalktı. Colman’a hemen her seferinde 2’li 3’lü sıkıştırmalar yaparak. Bunun sonucu olarak hücum kurulumunda sadece Alex’e mahkum kalmadılar, hatta Baroni ustasının önüğne geçti. İki savunma kanadı orta sahanın bir parçası oldu vs.
Halbuki bunlar Fenerbahçe’nin çok yapabildiği bir şey değildir. Hele de Kocaman’ın iktidarında. Hele de 90 dakika boyunca.
Fenerbahçe bunu yaparak dün ortaya bir irade koydu ve kazandı. Burak’ın hem pas kaynağını kestiler hem de arasıra kaçırdıklarında Trabzonspor’un gol rekortmenini ön alanda kesebildiler. Colman’ı yürütmediler dahi. Trabzonspor’un genel sezon yorgunluğunu bu maçın bir parçası yaptılar.
Ev sahibini farklı yaptığı sadece buydu. Ama bu her şeyi değiştirdi. A’dan Z’ye herkesin ortaya bir irade koyması ve odaklanması. Fenerbahçe ilk kez istenen seviyede olmasa da kontratak yaptı. İlk kez Alex’e ortak orta saha yaratıcıları çıkardı. Eğer Sow bu duruma alışık olsa fark daha da büyüyebilirdi.
‘’Alex'li ya da...‘’
Kayseri maçında Semih, Bienvenu ve Sow’la yaptıkları buydu. Bu durum hem takıma güven getiriyor hem de rakibi sarsıyor. Kocaman’ın iki hücumcu kanat oyuncusu yerine bu planı uygulumak gibi bir alternatife sahip olduğunu bilmesi onu da rahatlatmış olmalı. Çünkü, Fenerbahçe oyunu ileride tutmak zorunda. Bunun için iki kanat savunmasını orta sahanın bir parçası yapmaya mecbur. Alex’li ya da Alex’siz bu şart.
Trabzonspor maçına gelince... Trabzonspor iki maçta da Zokora’yı Fenerbahçe’ye karşı kullanamadı. Fildişili, Avrupa maçlarında ve oynadığı derbilerde kilit adamdı. Bu maçta oynuyor oluşu Fenerbahçe’nin ekstra adamlarla hücum etme zorunluluğunu artırıyor. Fenerbahçe Alex’i rahatlatmak istiyorsa ekstra adamları hücuma katmalı. Antalya ve Kayseri maçlarında da görüldü ki, Fenerbahçe 4-4-2 ya da 4-3-1-2 oynadığı zaman rakip alana daha kolay yerleşiyor. Alex’li 4-4-1-1 de belli sürelerle avantaj sağlasa da bunu 90 dakikaya yaymak için 4-4-2 daha iyi bir çözüm. Bu oyun ya da Semih’in de katılımıyla ortaya çıkan 4-3-1-2, rakip savunma ve orta sahanın oyuna katılma özgüvenini zedeliyor. Burada Trabzsonpor’un kontratakı bilen bir takım olması ve Burak’ın yüzdeli oyunu onlar için bir avantaj. Olcan ve Volkan’ın iki yönlü oyundaki sorunları da Fenerbahçe açısından avantaj.
Sonuç olarak bu maçın ana damarı Alex ve Zokora olacak. Brezilyalıyı boşa kaçırmak ya da onun boşa çıkaracak ekstra adamlar bulması Fenerbahçe’nin Süper Final’deki kaderini belirleyecek.
‘’Sezonun yıldızları‘’
Selçuk İnan
Selçuk İnan, Burak Yılmaz’la birlikte bu köşede en çok yer bulan oyuncu son 2 senedir. O özel bir adam. Hangi seviyede oynarsa o takımın kalbi olabildiği için. O sırada bir üst seviyede olduğu kimsenin aklına gelmiyor belki. Ancak seviye yükselince orada da sivriliyor. Bu Türkiye’de az bulunur bir durumdur. Genelde bir oyuncu bir kulüpte sivrilir çok açık farkla takımın en iyisi gibi gözükür. Sonra transfer olur kadroya bile giremez. Yani yıldızlaştığı kulüpte yüzde 99’da oynarken bir sonraki takımda yüzde 30’da kalır. Selçuk şu ana kadar gittiği her takımda önce yüzde 80, sonra yüzde 85, sonra yüzde 90’la performans gösteriyor.
Onun için ligin Fernandes’le birlikte Real Madrid’de oynayabilecek iki oyuncusundan biri dediğimde “Hadi canım o kadar da değil” diyenler bunu atlıyorlar. Manisa’dayken Trabzonspor’da büyük bir yıldıza dönüşeceğini kimse düşünmezdi. Trabzonspor’dayken Galatasaray’ın farklı liderliğinin en önemli aktörü olacağını da... Selçuk içinde olduğu takım iyileştikçe çıtasını yükselten bir adam. Real Madrid iddiam da bununla ilgili. Ya da Galatasaray Real seviyesine yeniden çıkacaksa onun katkısının en büyük olacağı. Eğer milli takımda onun yanına bir tandem bulabilirsek Abdullah Hoca’yı çok şanslı sayacağım. Ya da o bulursa Dünya Kupası’na gitmiş kadar başarılı olacak. Ya da zaten gidecek.
Muslera-Taffarel
Muslera senelerdir yakından takip ettiğim oyuncularda. Dünya çapında 5-15’inci sıralar arasında görürüm. Ya da görürdüm diyelim bu sene ilk 5’te. Hiç tartışmasız kariyerinin en iyi sezonunu yaşıyor. Zaman zaman görülen öğrenilmiş ve kanıksanmış sakarlığı tamamen tedavi edilmiş durumda. Ama asıl önemlisi pozisyon alışındaki ilerleme. Hiç ama hiç yanlış bir yerde durmuyor. Çoğu kaleci savunması sayesinde büyür. O savunmasını büyütüyor.
Alex De Souza
Cihat’lar Lefterler, Canlar Fikret’lerden sonra gelen ilk oyuncu artık o. Hagi mi Alex mi tartışmalarına girmek yanlış. Ama Fenerbahçe için Alex, Galatasaray için Hagi’nin ifade ettiğinden sanki daha fazlasını ifade etmeye başladı. O ya da diğer daha iyi ya da daha başarılı tartışması değil bu. Bir taraftar için bir oyuncunun ifade ettiklerinden bahsim. Bu sezon Kocaman’la birlikte yaptığı komutanlık Fenerbahçe’nin kaderini değiştirdi. Ayrılanlardan olsa, Fenerbahçe play-off’a tutunamazdı. Sıralamada geriye düşerdi büyük olasalık. Ve hem kulüp içi muhalefet büyür, hem de Aydınlar Federasyonu ceza konusunda rahatlardı. Onun takımla büyüyen direnci çok şeyi değiştirdi.
Webo-Kamara
4 büyüklerin tamamında direkt 11 oynayacak bir oyun kesinliği. İki oyuncuda da dikkat çeken en önemli özelik bu. Rahat, 360 dereceyi kolaylıkla kontrol edebilen. İstediğini topa ve rakibe yapabilen olağanüstü bir iktidar. İkisini de izlerken bu kadar zor işleri bu kadar kolay yapmalarına şaşırıyorsunuz. Ligin çok üzerinde bir durum bu. Eskiden Anadolu takımlarında böyle yerli oyuncular çıkardı ve onlarla övünürlerdi. Şimdi bunu asla olmuyor. Biz de ancak bu oyuncuları yurtdışında bulup getirenleri öviyoruz. İthalat dünyası...
Manuel Fernandes
Onun takımı için önemi herkesten daha farklı. Belki Selçuk Şahin’le ve Alex’le karşılaştırılabilir. Anca yine de farklı. Çünkü onsuz Beşiktyaş’ın kazanma ihtimali yok. Bu durum neredeyse kendi takım arkadaşları tarafından da kabul edilmiş. Bİr çok sosyal problemi olduğu baştan buyana konuşuluyor. Verdiği mücadelenin tamamen şahsi bir kariyer kurtarma opreayonu olduğu konusunda da herkes hemfikir. Ama ne fark ederki bu sezon ortaya koyduğu oyun kesinlikle sezonun en parlaklarından biri. O hem virtüöz, hem takım oyuncus. hem şutör hem pasör, hem golcü hem savunmacı. O bu ligin gördüğü en büyük dünya starı performanslarından biri.
Erman Kılıç
Sivasspor ilk 4’te olmayı hak etti. Buna karşı koyanın Manuel Fernandes olduğunu söylemem lazım. Takım olarak ligin en kompakt ekiplerinden biri Sivas. Eğer ortalama üstü bir santrforları olsa daha yukarısını da alabilirlerdi. Bu takımın yaratıcı zekası ve isyankarı ise Erman Kılıç. Kesinlikle milli takımı hak ediyor. Hatta milli takımın ona ihtiyacı var.
Burak Yılmaz
Bu ülkenin tüm gençlerine, ilk seferinde, ikincisinde, üçüncüsünde kaybetmiş başaramamış olanlar büyük bir hayat dersi Burak. Hakkında fazla bir şey yazmayı gereksiz görüyorum. Beni haklı çıkardığı için kendisine teşekkür ediyorum. Burak Yılmaz tartışması artık bitmiştir. Boşuna kimse nefes tüketmesin.
Biliyorum Elmander, Stoch vs. çok fazla oyuncu var. Necati, Egemen, Colman vs. Daha zaman var. Hepsini konuşuruz. Ama yukarıdakiler en farklı olanlar tabi benim için...
***************************************
Play-Off
Böyle bir kuraya gerek yoktu. Son iki haftaya ilk sıradakilerin maçı kalır deseniz zaten sorun kalmaz. Zaten play-off lig usulü olmaz. Doğası gereği eleme gerektirir. Bunu yapmak da imkansız olduğunda göre kura yapmak ya da yapmamanın bir önemi yoktur.
Etik mi dediniz?
Muslera’ya penaltı attırmak tartışma yaratır. Ya da bu durumda bir kaleciye demeli. Eğer aynı durum Fenerbahçe tarafında olsa Galatasaraylılar da itiraz ederdi. Bu doğal bir tartışma. Zaten Terim bu kararı verirken, sorun çıkacağını biliyordur. Maç yazımda da belirttiğim gibi böyle bir karar belli bir acımasızlık gerektirir. Ancak etik bir sorun yoktur. Hem de hiç... Kalede bir kaleci vardır. Topa vuran da risk almış bir kalecidir. Yanı aslında belli bir cesaret de gerektirir. Yani cesaret var, acımasızlık var ama etik sorun ya da saygısızlık yok.
‘’Şampiyondan notlar‘’
Ben de bu bildiğime göre davranacak ve Galatasaray’ı kutlayacağım. Bundan sonraki 6 hafta da benim için geniş çaplı bir TSYD Kupası. Yarım puan, tam averaja bir taraftan bakmakla birlikte, bunu bir Clausura mantığıyla ele almaya karar verdim. Dolayısıyla şampiyonu ve düşeni bilinen bir maçın notlarını verceğim sizlere...
-Suat Arslanboğa o kadar net bir maç yönetti ki Ujlenberg bu maçı seyretse sadece onu değil tüm Türk hakemlerini
Euro 2012’ye çağırır. Ama bilmediği bizim hakemlerin böyle iddiasız maçların tamamını Cüneyt Çakır gibi yönettiği. Diğerlerini Çakır bile kendisi gibi yönetemiyor.
-Muslera’ya penaltı attırmak seyirci için, teknik heyet için, herkes için fevkalade keyifli bir durum. Özellikle Uruguaylı için. Ama keyifli olduğu kadar rakibin vaziyeti açısından acımasızda. Ve dolayısıyla çok ama çok iddialı. Uzun vadede sıkıntı yaratabilir.
-Engin’in hâlâ 90 dakikalık kondisyonunun olmayışının bir dolu sebebi olabilir. Ama en önemlisi oyun disiplinine hiç riayet edemeyişi. Yanlış anlaşılmasın bunu bilerek yapmıyor. İyi niyetinden kuşku yok. Ama yapamıyor Engin. Öğrenmeyi öğrenmemiş. Dolayısıyla rolünü öğrenemiyorve uyamıyor.
-Emre’nin durumu farklı. Sonuna kadar uğraşıyor. Disiplinli... Belli fizik ve yaş seviyesinde üstün yetenekli. Ama en üst seviyede eksik kalıyor. Engin’den farkı ve yararı disiplinli ve rolüneuygun oynayışı. İkisinin özellikleri birinde toplansa takımın yıldızı açık ara o olur. Diğeri de kulüpte çalışır.
-Selçuk’u artık anlatmak bile garip. Onu o orta sahadan çıkarın, kimsenin hakkını yemek istemem ama Manisa orta sahasından bir farkı olmaz.
-Semih akıllı bir adam. Soğukkanlı. Fizik ya da teknik olarak yetersiz kaldığı durumlarda dün hiç, bu sezon çok az açık verdi. Soğukkanlılığıyla zihnini daha da açabilir. Yaratıcı bir savunması var. En büyük avantajı bu. Ve bu avantajı onu başka bir sınıfa yükseltebilir. Son olarak: Akaminko ve Yiğit’e sormak lazım. Savunmadan top kapmaya çalışan adamın ayağını kırmaya çalışmanın manasının ne olduğunu? Ya da dışarı çıkmış bir futbolcuyu düşürmenin sebebini? Bunun cevabı Manisa’nın bu yıl neden düştüğünün de cevabı olacak...
‘’Alex ile Stoch farkı!‘’
Stoch, sırtını çizgiye verdiğinde dar alanda sürpriz işler yapabilen, şutu iyi önemli bir oyuncu. Ancak Alex’in yaptığı gibi kalabalık arasında oyunun merkezi olabilecek deneyimi henüz yok.
Alex, top daha kendisine gelmeden yapacağı işi planlayan ve onu hızla uygulayabilen bir oyuncu. Stoch ise topa sahip olduktan sonra oyun üreten bir tarza sahip. Dolayısı ile o pozisyonda oynaması zordu, dün de bu görüldü. Mehmet Özdilek’in defansif oyunu, normal şartlarda Alex’li bir Fenerbahçe’ye karşı tercih edilebilecek bir futbol değil. Ancak ilk yarıda rakibe hiç pozisyon vermeden, başarı ile uygulandı. Bunun sebebi de yukarıda anlattığım Alex, Stoch farkı...
İkinci yarıda Aykut Kocaman 4-4-2’ye döndü. Bienvenu ve Sov, özellikle Ali Turan üzerinde baskı yarattı ve Fenerbahçe pozisyonlar bulmaya başladı. Antalyaspor, kontralar bulsa da, daha becerikli olan ev sahibiydi.
Fenerbahçe’de Ziegler ve Gökhan’ın, orta saha gibi oynamaya başlamaları pozisyon sayısının artmasına neden oldu. Alanı enine çok iyi kullandılar. Ve Sov, belki en rahat maçlarından birini oynadı. Çünkü Alex, dışında da birden fazla oyuncudan destek bulabileceğini gördü. Bu oyun Aykut Kocaman’ın da kafasını karıştıracaktır. Bu dizilişin de uygulanabilir olduğunu da görecektir. Daha bunun 4-4-1-1 ve Aykut Kocaman’ın hayali olan 4-3-3 dışında da bir plan olduğunun kanıtı bu maç...
Antalyaspor, Fenerbahçe’nin 4-4-2 oynadığı dakikalar dışında, dirençli bir şekilde sahada kaldı. Ancak Sivas’ın yardımı ile lige tutundular. Önümüzdeki seneden itibaren kadro yapılanmasını yeniden gözden geçirmeleri gerekiyor. Daha iyi yabancılar bulabilirler. Antalya buna Türkiye’de en uygun şehir. Genç - yaşlı oranı da daha düzgün bir şekilde ayarlanmalı. Çünkü bu gereğinden fazla tecrübeli bir takım...









































