Arama

Popüler aramalar

‘’Şike nedir, ne değildir?‘’

1- Bir yöneticinin yaptığı nedeniyle tüm camiayı cezalandırmazsanız, rakip camiayı yöneticileri bir şey yapmadığı için cezalandırmış olursunuz.
İşte bu yüzden söz konusu olan yöneticilerse kişilerin yaptığı camiaları bağlar...

Eğer camiaları bağlamazsa... Kişiler şike yapar ve sadece onlar ceza alacak olursa, şike yapmak da bir fedakarlığa dönüşür.
“X takım için şu kadar yattım ama şampiyon da yaptım” böbürlenmeleri futbol yöneticiliğinin olmazsa olmazına dönüşür.

2-
Bir CEO bir ihaleye fesat karıştırırsa o ihale iptal olur. CEO ceza alır, şirket de kara listeye alınır. Kişilerin yaptığı kişileri bağlar... Koskoca 100 yıllık filanca şirketi bağlamaz denemez. Derseniz rakipler ayaklanır.

3-
Şike saha dışında yapılır. Sahada uygulanır. Eğer bir itirafçı yoksa sahada şike olup olmadığını anlamak olanak dışıdır (Tabii eğer olağanüstü 10-0/20-0 gibi skorlar yoksa)
Dolayısıyla şike sahaya yansımıştır ya da yansımamıştır gibi saçmalıklara futbolda yer yoktur. 1-0 bitmiş ve herhangi bir şike delili olmayan bir maçtan sonra hangi hakem ya da gözlemci raporuna “Ben bu maçtan şüphelendim” ya da “Bu maçta şike vardı” yazar söylesenize?
Adama deli demezler mi? Hatta iftiracılıktan dava açılmaz mı? O hakeme bir daha maç yönettirirler mi?

4-
Teşvik rüşvettir. Rüşvet suçtur. Teşvik şikeden daha hafif bir suç değildir. Şöyle ki: A takımı B takımını yenmesi için X takımına para veriyor.
Maç istendiği gibi bitiyor ve bu sonuçla şampiyonluk yolunda A takımı avantaj elde ediyor. Bir hafta sonra da bu kez X takımı A takımıyla oynuyor. Ama B takımı teşvik vermiyor. Şimdi söyleyin bir hafta önce verilen teşviğin etkisi nerede başlar nerede biter? B takımının oyuncularının kafası fazlasıyla karışık olmaz mı? Bir haftada o prim bünyeden atılmış olur mu? Yoksa ayağın alışmış mı olur?

5-
Teşvik ve rüşvetin teşebbüsü olmaz. Bir takıma gidip şu maçı 'kazanın' ya da 'kaybedin' derseniz, siz suçu işlemiş olursunuz.
Bu eylemi cinayete teşebbüsle vs karşılaştırmak saçmadır. Bu rüşvetle karşılaştırılacak bir eylemdir.
Eğer A takımı B takımına şike teklif etmişse, B takımının bunu reddetmesi A takımını kurtarmaz, kurtarmamalıdır. Siz bir memura rüşvet teklif ederseniz onun bunu reddetmesi sizi kurtarmaz.
Şike işte bu normlarla ele alınmalıdır. Başka bir yol, başka bir yöntem yoktur.

Futbolun özerkliği

Türk futbolu 9 aydır kendi göbeğini kesemiyor. Bir numaralı sanık Aziz Yıldırım’ı dinlemeye cesaret bile edemediler.
Hem de uluslararası normlarla şike ve cezasını tanımlayan memleketteki neredeyse tek yönetici olmasına rağmen.
Bir önceki federasyon başkanı Fenerbahçe’yi Şampiyonlar Ligi’ne yollamayarak kararını açıkça vermiş olmasına rağmen.
Hala karar veremiyorlar.
9 aydır Başbakan’ın kapısında yatıyorlar. 'Bu işi çöz lütfen' diye yalvarıyorlar.
Ve sonunda başbakan açıklama yapınca da bir sevinç bir mutluluk...
Halbuki TFF Başkanı’nın böyle bir durumda yapması gereken açıklama nedir?
“Başbakanımızın bu konudaki hassasiyetini anlıyoruz. Hak da veriyoruz. Ancak futbolun kendi kuralları vardır. Ve futbol kendi kararını bu kurallara göre verecektir”
Bu açıklama yapıldı. Ama maalesef UEFA başkanı tarafından.
Şimdi sizden ricam siyaseti rahat bırakın. Onları da yıpratmayın.
Yönetecekseniz yönetin. Yoksa bırakın...

Avrupa’dan men yalandır

Türk takımlarının ve milli takımın topyekun Avrupa’dan ihraç edilmesi gibi bir durum asla yoktur. Ne UEFA’nın böyle bir uygulaması sözkonusudur ne de bir tehdidi. Ama kulüplerin men edilmesi mümkündür. Ekonomik fair-play ya da şike suçları nedeniyle UEFA Türk takımlarını Avrupa’dan men edebilir. İlkinden men çok daha mümkün yakın bir tehlikedir.
Şike veya teşvik nedeniyle men ise ancak Disiplin Kurulu ve sonrasında Tahkim’in kararı sonrasında ele alınabilir. Ancak ne olursa olsun soruşturma dışında kalan takımlar için asla böyle bir tehlike yoktur.
Gerisi de lafı güzaftır!

Hangi takımı tutuyorusunuz?

Bugün her birimizin vermesi gereken karar şudur: Sahaya çakı ya da şike atanların tarafında mıyız? Ya da diğer tarafta mı?
Bugün takımlar işte buna göre ayrılacak.
'Şike suç değildir' diyen tarafta mıyız, yoksa 'hırsızlıktır' diyen tarafta mı?
İşte takımlar böyle ayrılacak.
'Benim holiganım iyidir. E ne olacak, sizin stadınızda olmuyor mu' diyerek safları belli edemeyiz.
Bugün vermemiz gereken karar budur.

03 Nisan 2012, Salı 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Mükemmel bir maçtı‘’

İlk yarıda oynanan, organize akınlarla dolu futbol için de Fenerbahçe’nin bu sene oynadığı en iyi deplasman maçı diyebiliriz.
Trabzonspor’un, Volkan Şen’in defansa yardım etmemesinden kaynaklanan sıkıntılarını, Sarı-Lacivertliler’in son derece iyi değerlendirdikleri açık. Ancak tüm bunların içine ikinci yarıdaki Trabzonspor’un baskın oyununu da koymak lazım. İkinci yarıda Trabzonspor’u öne çıkaran Şenol Güneş’in tercihleriydi. Halil’in Fenerbahçe savunmasını oyalayışı bunu sağladı. Ancak ilk yarıda Volkan Şen’in kendi takımına verdiği zararı, ikinci yarıda Stoch’un da Fenerbahçe’ye yaptığını söylememiz lazım. Volkan Şen, ikinci yarıda Trabzonspor’un sağ kanadını mükemmel kullandı. Son vuruş kalitesi istenen seviyede olmasa da çabası takdiri hakediyor. İlk yarıda, Fenerbahçe için Selçuk Şahin’in üstlendiği öndeki stoper rolü, ne kadar kritikse, ikinci yarıda Volkan’ın oyunu açan futbolu da aynı derecede kritikti. İki takımın kalecisinin Milli Takım’ın 1 ve 2 numaraları oluşunun sebebini de bu maçta gördük.
Bu karşılaşma ilk yarı itibarıyla Aykut Kocaman’ın en iyi deplasman yönetimiydi. İkinci yarıda Şenol Güneş’in hamlelerinin de oyuna ne kadar iyi müdahale edildiğini güzel bir örneğiydi. Son saniyesine kadar heyecan verici bir maç izledik. Fenerbahçe istediği puanları alamadı ama deplasman oynayabileceğini gösterdi. Şenol Güneş de standart 4-2-3-1 dışında bir oyun sergileyebileceğini ortaya koydu.

02 Nisan 2012, Pazartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’İlle de Alex mutlaka Emre‘’

1- Trabzonspor maçı öncesi Emre ve Gökhan Gönül’ün oynayıp oynamayacakları belirsiz. Bu iki oyuncunun yokluğu veya varlığı, Fenerbahçe’yi nasıl etkiler? Kocaman böyle bir maçta iki yıldız oyuncusunu oynatmamayı göze alabilir mi?

Gökhan, olağanüstü bir performans gösterdiği 2008’den bu yana sürekli bir düşüş içinde. Geçen yılın ikinci yarısında biraz sorumluluk almıştı ancak oyunu dahi yetenekleri ölçüsünde sıradandı. Bugün sahada olmadığı zaman eksikliği hissedilmiyor. Bu, böyle bir yetenek için acı verici bir durum. Emre’nin durumu ise farklı. O pozisyonda eldeki oyuncular arsında en iyisi hâlâ Emre. Yani iki yönlü oyuna hâlâ en yatkın oyuncu o. Trabzonspor’da Zokora sahada olmayacağı için o bölgede üstünlüğün kimde olacağı ve Alex’i rahat ettirmek, Emre’nin performansıyla ilintili. Muhtemelen Aykut Kocaman iki oyuncuyu da sahaya sürer ama Emre’yi sürmek zorunda.

2- Bu sezon deplasmanlarda başarılı sonuçlar alamayan Fenerbahçe, özellikle son haftalarda sadece Alex’in ayaklarına bakar oldu. Bu da bir deplasman, hem de Trabzon’da. Sadece Alex yeter mi?


Eğer Zokora sahada olsaydı Trabzonspor’un Şampiyonlar Ligi’nde uyguladığı iyi planı bu maçta da uygulaması mümkün olacaktı. Alex, Zokora’nın karma markajına girecek, Fenerbahçe’nin ileride top tutma yüzdesi düşecekti. Şimdi durum biraz farklı. Trabzonspor hâlâ maçın favorisi ama Zokora’lı oyun kadar değil. Alex’in rafine oyunu skor üretebilir. Ama ne olursa olsun Fenerbahçe’nin başını ağrıtacak olan kontratak yapamayışı olacak. Buna uygun bir şablonları yok. Ayağına topu alan doğaçlama bir şekilde koşuyor ve topu Alex’le buluşturmaya çalışıyor. Bunun sonucu olarak bu sene değil kontradan gol atmak, kontra geliştiremeden sezonu bitirme noktasına geldiler. Aykut Kocaman’ın asıl çözmesi gereken bu. Buna karşılık son vuruş yüzdesi düşük olmakla birlikte Trabzonspor ligde kontrak yapabilen iki takımdan biri (İBB’yle birlikte.) Bu durum Kocaman’ın işini zorlaştırıyor. Kontra yapan bir takıma karşı oyunu önde kabul etmek zorunda. Yani evet! İlle de yüksek
yüzdeli bir Alex’e ihtiyacı var.

3- Trabzonspor-Fenerbahçe maçları, gerginlik bakımından Fenerbahçe-Galatasaray derbilerini pek aratmıyor. Şimdi buna bir de şike davası eklendi. Bu atmosferde ortaya nasıl bir futbol çıkar?


Fenerbahçe-Galatasaray maçı ülkenin en büyük şehir derbisiyse, bu eşleşme de Türkiye’nin en büyük ‘ülke derbisi’dir. 70’lerin sonu 80’lerin başındaki iki kutuplu ligin iki kutbu bu takımlardı ve hâlâ bu çekişme sürer. Misal; eskiden beridir Fenerbahçe, Trabzon şehir merkezinde pek kalmayan tek takımdır. Buna şimdi şike davası da eklendi. Elektriği yüksek bir maç olacağı kesin. Ama bir olay çıkacağını hiç düşünmüyorum. Futbol açısından Trabzonspor’un hissedeceği baskı daha yüksek olacaktır. Fenerbahçe bunda sonra hiç deplasman kazanmasa da kendisini avutabileceği bir sezon yaşamış olduğunu düşünebilir. Ama Trabzonspor için durum farklı. Bu maç puan durumunun yanı sıra şehir için geçen seneki şampiyonluk yarışının son noktası olması açısından çok önemli. Bu ekstra baskı demektir. Ve bunu şimdiden hissedebiliyorsunuz.

4- Aykut Kocaman, sezonun en önemli maçını oynayacaklarını söylüyor. Gerçekten bu önemde mi Trabzonspor karşılaşması? Fenerbahçe kaybederse ne olur, kazanırsa ne olur?

Hocanın bunu söylerken ne düşündüğü ve neye angaje olduğu çok önemli. Eğer deplasman fakiri takımının Play-Off’ta ne kadar şansı olabileceğinin bir göstergesi olması açısından bunu söylüyorsa haklı. Fenerbahçe, bu yıl deplasmanlarda ne oyuna hakim olabildi, ne de defansif stratejide kontratak yapabildi. Sistem, Kadıköy dışında çalışmıyor. Bu maç da Play-Off için son gösterge. Fenerbahçe bir deplasman planı ortaya koyup bunu uygulayabilirse şansı olduğunu herkese gösterebilir. Yok eğer Kocaman bu maçın manevi yönüne gönderme yaparak oyuncularını motive etmeye çalışıyorsa, bu da anlaşılır bir yöntemdir. Ama takımı baskı altına da alabilir.

Mehmet Demirkol

30 Mart 2012, Cuma 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Kişileri camiadan ayıramazsınız‘’

Burada altını çizmek istediğim konuysa şu an toplumda şike ve cezalandırılması konusundaki yaygın bir bakış açısıyla alakalı.
O kadar yaygın ve kabul edilmiş durumdaki son olarak Başbakan Erdoğan tarafından dahi dile getirildi. Hem de UEFA Kongresi’nde.
Bu yaklaşım nedir?
Eğer X takımını yöneten(ler) şike veya teşviğe karışmışsa, sadece bu kişi(ler) cezalandırılsın, kulüplere camialara ceza verilmesin...
İlk bakışta mantıklı duruyor değil mi?
Peki ya şöyle düşünürsek!
Bir CEO, ya da şirket üst düzey yöneticisi bir ihaleye hile karıştırırsa ne olur? Tüzel kişiliği karıştırmayalım ihale o şekliyle kalsın, sadece bu yönetici ceza alsın denilebilir mi?
Pratikte olacak şudur. İhaleye fesat karıştıran kişi ceza alır, ihale iptal edilir, ya da sonraki en iyi teklifi verene bırakılır. Ve hatta genellikle o şirket kara listeye alınır.
Kimse bu şirkette ekmek yiyen binlerce insan ve aileleri var. Şirkete ceza vermeyelim demez.
Bir futbol kulübünün yöneticileri de eğer kulübe haksız kazanç sağlayacak işler yaparlarsa 3 türlü ceza verilir.
Bunların en ağırı ve en etkiniyse kişileri camianın gözünde zor duruma düşürecek olandır. Yani kulübe verilecek cezalar. Çünkü yöneticiler ilk önce kendi şirketlerine, hissedarlarına, camialarına karşı sorumludurlar. Onlara yetki herkes adına verilir. Yetkinin karşılığı da ödevler vardır.
Dolayısıyla yöneticilerin işlediği suçlar, onu seçenleri de bağlar.
Hatta eğer bahis vs. gibi şahsi çıkar sağlayacak bir iş yapılmamışsa hapis cezası gereksizdir. Çünkü bir yönetici için en büyük ceza ait olduğu camianın kendisi yüzünden cezalandırılmasıdır.
Kişilerin yaptığı camiaları bağlar. İyi günde kötü günde. İyi işte kötü işte...
Suçun şahsiliği ilkesi ise bambaşka bir şeydir. Karıştırmamak gerekir...

Lüks tüketim

Fikret Orman gelenekçi kanada daha yakın.
Tam muhafazakar değilse de yeni muhafazakar denebilir.
Onu bekleyen çok fazla sorun var.
Hepsi çözülebilir... Zaman alır, ama çözülür. Borçlar ödenir, stat yapılır vs.
Bu yolda karşılaşılacak bir dolu engel de olacaktır ama onlar da aşılır.
Onu en çok uğraştıracak olan ise alışkanlıkların en kötüsü. Modern zaman çılgınlığı: Lüks tüketim.
Serdar Bilgili’yle başlayıp Demirören yönetiminde zirveyi bulan bu alışkanlıktan Beşiktaşlılar’ı nasıl kurtaracağını merak ediyorum en çok. Her transfer döneminde havaalanını hınca hınç doldurmaya alışmış yeni bir taraftar jenerasyonu var artık. Kolay beğenmeyen, isim isteyen.
Bugün tribünde olanların yarısı bu tüketim çılgınlığı dışında bir şey bilmiyor.
Geri kalanlar Seba dönemini hatırlıyor belki ama sadece bir nostalji olarak.
Üstelik ne Beşiktaş artık o eski Beşiktaş, ne de Türkiye eski Türkiye...
Yani Beşiktaş altyapısı ne o kadar üretken, ne de artık Şifo Mehmetler, Ertuğrullar üreten bir Anadolu var...
Bütün sorunlar çözülür. Hepsi için çözüm var. Ama bu korkunç alışkanlıktan kurtulmanın çözümü ne? İşte en çok bunu merak ediyorum.

Futbola kadın cezası

Bu senenin saçmalıkları herhalde say say bitmez...
TFF Başkanı’na Beşiktaş Kulübü’nün 103 milyon TL borcu olması,
Şike davasına rağmen ligin hiçbir şey olmamış gibi devam etmesi,
Play-Off...
Beşiktaş ve Trabzonspor’un 2 günde bir maç yapması...
Puanların nedense ikiye bölünmesi, üçe bölünmemesi, ya da 2’yle çarpılmaması
Buçukların yukarı tamamlanması vs.
Bitmiyor.
Ama en vahimi her hafta yazdığım gibi kadınların cezalı maçlarda ücretsiz olarak maçlara alınması ve ülkenin bununla gurur duyması var.
Açık bir cinsiyet ayrımcılığı ve anayasal ihlale, bir tek hukukçunun dahi ses çıkarmayışı var.
Kadınların da cezalı maçta küfür etmeleri ama ceza almamaları var. Yani kadının cezai ehliyeti yokmuş gibi davranılması var...
Sezon başında kombine almış kadınların hakkının yenilmesi var.
Bitmiyor.
Misal kızını maça götürmek isteyen bir babanın veli olarak maça girememesi var!
Var oğlu var. Pardon! Var kızı var!

27 Mart 2012, Salı 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Elmander olmayınca!‘’

Elmander’in olmayışı Galatasaray’ı sadece hücum yönünde etkilemiyor. İsveçli, Galatasaray’ın orta sahasının da temel bir parçası. Emre ve Engin’in orta saha kanadı oynayamayışlarının yarattığı direnç eksikliğini Elmander kapatıyor. Bu olmayınca, Galatasaray’ın dengesi de bir ölçüde bozuluyor.
Dün Melo iyi bir hücum oyunuyla bu eksikliği belli oranda kapattı. Ama onun hücuma yakın oluşu, Zokora’nın Avrupa’daki seviyesine yaklaşmasına da yardımcı oldu. Zokora Şampiyonlar Ligi’nde bir ‘önstoper’ olarak olağanüstü bir oyun oynuyordu, ancak Türkiye’de Selçuk’tan boşalan iki yönlü orta saha görevini dolduramıyordu. Dün maçın stratejisi Devler Ligi’ndeki gibi olunca, Zokora parladı. Hemen tüm kontratakların başlangıcında o vardı. Trabzonspor’u sayısız akına çıkarttı. Ancak büyük takımların tamamındaki kontratak yapamama sıkıntısı nedeniyle bu parıltısından yeterli sonuç çıkmadı. 4’e 3, 4’e 2 yakaladıkları pozisyonlar da dahil olmak üzere Trabzonspor hiçbir kontratak gol girişiminde bulunamadı. Volkan, Alanzinho, Burak gibi seri oyunculara sahip bir takım için bu kabul edilemez bir eksiklik. Böyle olunca Galatasaray daha da yürekli bir şekilde Trabzonspor’un üzerine gitmeye devam etti. Ancak kulübedekiler böylesine enerji harcanan maçta, çıkanların yerini dolduracak seviyede değildi. Yiğit, Mehmet Batdal ve Sabri, bir numaralı şampiyon adayının kurtarıcı olarak sahaya süreceği oyuncular değiller. Bu eksiklikler de hakkaniyetli bir beraberliği ortaya çıkardı. Hakem için söylenecek çok şey var ve çok da tartışılacaktır. İlk yarıda ‘elit class’ bir hakem vardı, ikinci yarıda sıradan.

26 Mart 2012, Pazartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Alex'ten sonra ne olacak?‘’

Soru aslında sadece bu. Bu yıl Aykut Kocaman’ın saha dışında gösterdiği idari becerinin, kriz yönetiminin saha içindeki karşılığı o.
Ne ironiktir ki, Aykut Kocaman’ın göreve geldiğinde ilk değiştirmeye çalıştığı da oydu. Hücuma dönük bir 4-3-3 oynanacaktı. Transferler bu doğrultuda yapılmıştı. Çok geçmeden anlaşıldı ki bu oyunda ona da yer yoktu.
Daha önce Aragones döneminde de benzer bir durum olmuştu. Alex orta saha göbeğinde yer bulabilmişti. Bu görece defansif bir görevdi. Yürümedi.
Aragones görevden ayrılmak zorunda kaldı. Aykut Kocaman ise esnek davranıp, Alex’li plana döndü.
Alex bir dönem Hakan Şükür’ün yaptığı etkiyi yapıyor teknik direktörler üzerinde. Tembelleştiriyor. Hakan olduğu zaman orta sahada oyun kurmaya ihtiyaç duymazsınız. Ona topu atarsınız, o indirir. Topu, olmadı savunmayı orada tutar. Onları meşgul eder. Siz de bir süre sonra onun yaptığı ekstra işler nedeniyle rahatlarsınız. Tabii takımınız da.
İşte Alex de öyle. Takımı geliştirmek, bir orta saha kurgusu vs. yerine Alex’in rakip üzerinde yarattığı tedirginlik, sergilediği yaratıcılık, yüksek asist/gol yüzdesiyle işi götürüyorsunuz. Alex’i takımdan kesmekle, her şeyi ona bırakmak arasında bir seçim bu.
Dün de aslında sadece bunu seyrettik. Alex büyük bir fenomen. Varlığı diğer herkesi değersizleştiriyor. Olumlu ve olumsuz anlamda. Sistemi işlemez hale getiriyor. Ama Türkiye’de hemen herkese de yetiyor.
Fenerbahçe’nin tüm başarılarının ve başarısızlıklarının dolaylı ve direkt asıl sorumlusu da o.
Ve ondan sonrası... Hagi mi Alex mi tartışması yapmayacağım. Ama bildiğim bir şey var. Alex’in yokluğunun etkisi daha büyük olacak.

25 Mart 2012, Pazar 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Bildiğimiz Fenerbahçe‘’

Bu, rakip hangi güç standardında olursa olsun etkileyici bir oyun. Galatasaray’a karşı da Samsunspor’a karşı da. Direkt kaleyi hedefleyen delici bir futbol. Zaten başka bir oyun da kuramıyorlar. Önde oynanabildiği sürece direkt kaleyi bulabilen bir takım bu... Ama hepsi bu...

İki oyuncu dahi (Sahadaysa Stoch değilse zaten Alex) yıpratıyor... Zihnen ve bedenen. Rakibin savunma yetenekleri ne seviyede olursa olsun mutlak pozisyon ve hatta gol de buluyorlar.

Sonra rakip kıpırdanmaya başlıyor. Fenerbahçe’nin ön hattıyla arkası arasında kopma başlıyor. Çünkü sahayı enine parsellemelerine rağmen topu hızlı dolaştıramıyorlar. Topa takım olarak sahip olamıyorlar. Akınlarının ribaundu yok. Top kaptırmalar artınca orta saha yavaş yavaş mevziyi geriletmeye başlıyor. Çünkü geçilmek istemiyorlar.

Rakip kıpırdandıkça orta saha gevşiyor, kırılganlaşıyor. Kademe kalmıyor. Bunu sadece Alex’in geri koşamamasıyla vs. açıklayamazsınız. Kuşkusuz payı vardır ama bu yetenekleri ölçüsünde bu ihmal edilebilir bir ‘eksi’dir.

Ama buna savunma göbeğinin orta saha özelliklerinin olmamasını, iyice geri yaslanmalarıyla orta sahayı da geri çektiklerini ekleyin... Baroni’nin Avrupa tipi savunma/orta saha becerilerinin yeterli olmaması, iki sol orta saha alternatifinin de kademe yapmayı bilmemesini ekleyin. İşte burda durum vahimleşiyor. Çünkü kontra da yapamaz hale geliyorlar.

Fenerbahçe bu yüzden rakip kim olursa olsun deplasmanda zorlanıyor. Ve de ne Galatasaray ne Samsun maçında oyunu ne kontrol edebiliyor ne kontra yapabiliyor.

22 Mart 2012, Perşembe 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Denge kazanır‘’

2004’teki Yunanistan hep aşağılandı.
Mourinho’nun İnter’i de.
Eskiden İtalya Milli Takımı aşağılandı.
Bu kaderdir. Savunmayı iyi yapan hep aşağılanır.
Kolaycılar tarafından korkaklıkla suçlanır. Halbuki savunma büyük bir sanattır. Bu yüzden biz Çanakkale’deki Mustafa Kemal’le övünürüz, Ruslar Kursk’taki Jukov’la vs.
Savunma zor ve detaylı çalışma gerektiren bir sanattır.
Ve daha da önemlisi konu eğer futbolsa daha iyi hücum takımlarının yaratılması da buna bağlıdır.
Çünkü 2004’teki Yunanistan olmasaydı bugünkü İspanya olmazdı.
Mourinho’nun Inter’i olmasaydı bugünkü Barcelona olmazdı.
Muhteşem hücum takımlarının kurulmasına yol açan muhteşem savunma takımlarıdır.
90’ların sonunda yükselen hücum merkezli Fransa ekolünü 2004’te Yunanistan durdurdu. 2006’da İtalya savunma stratejili oyunu zirveye ulaştırdı.
Parreira bu savunma stilini, ne alan, ne adam markajı, hibrit kompakt bir savunma olarak tanımlamıştı.
Bu savunma modelini açmak Barcelona ve İspanya’ya kısmet oldu.
Mourinho zaman zaman eşleşmelerde bu oyuna dirense de bugün o da benzer bir hücum akımının peşinde. Tabii İspanya ve Barcelona’nın bir adım gerisinde.
Çünkü onlar bir başka Brezilyalı dehanın hayalini gerçek kıldılar. Zagallo’nun Kızıl Elması olan 4-6-0’la oynuyorlar. Ya da Michels/Kovacs/Cruyff ekolünden Neo-Total futbolu...
Derbiye buradan bakmak lazım.
1- Neo-Total futbol:
Galatasaray göbek dikey altılısı, neo-total futbol anlayışına Türkiye standartlarında iyi bir örnek. Orta saha göbeği tandem oynayabiliyor. Ama asıl önemlisi Elmander-Necati ikilisiyle, Melo-Selçuk ikilisinin hücum savunma dengesi aynı. Yani aslında bu dört oyuncuya orta saha demek dahi mümkün (4-6-0)...
2- Melo’nun tercihi:
Cumartesi akşamı ilk 15 dakika Melo Alex’i kovalamaya çalışınca bu 6’lı çift yönlü oyun bozuldu ve Fenerbahçe oyuna hakim oldu. 25’ten sonra bildik tandeme dönünce Fenerbahçe’nın kırılgan orta sahası dağıldı ve geri çekildi.
3- Önliberosuz oyun:
Yani ilk 15 dakika önlibero gibi oynayan Melo sonra Galatasaray’ı farklı kılan orta saha tandemine dönünce kesin üstünlük sağlandı.
4- Korkaklık mı?
Fenerbahçe salt bir hücum takımı. Kadro yapısı bu... Stoch olağanüstü goller atıyor. Alex de öyle, üstüne Sow. Bunlar çok etkileyici ama Ziegler, Emre ve Gökhan’ın düşük formlu oyunları dışında oyunu 2 yönlü oynayabilen başka bir adamı dahi yok. Sorun sadece budur.
Yoksa savunmacı oyuna almak, geri yaslanmak, korkaklık vs. değil. Geriye yaslandığında kontratak dahi yapamamak. Ya hep geride, ya hep hücumda olmak.
5- Kim haklı:
Maç sonrası Alex, Ziegler, Kocaman konuştu herkesin kafası karıştı. Hoca daha dengeli oynamamız lazım çok saldırdık diyor. Oyuncular çok geri çekildik...
Peki kim haklı?
Aslında herkes... Aykut Hoca olduğu yerden topa sahip olamayan bir takım görüyor. Haklı. Fenerbahçe bu sene hep topa sahip olduğunda farklı oldu. Alex ise geri yaslanan bir takım görüyor. O da haklı. Çünkü Fenerbahçe sadece rakip sahada topa sahip olmasına müsaade edildiğinde başarılı olabiliyor. Geri yaslanarak bu asla olmadı.
Birbirinin tam tersi gibi duruyor ama sorun aynı.
6- Ve sonuç:
Çok net: Galatasaray oyun hakimiyeti açısından lig şampiyonluğunu hak ediyor.
Şu sebeple:
1- Selçuk başta olmak üzere takımı farklılaştıracak transferler yapıldı ve onlar da karşılığını verdi.
2- Scott Piri ekibi kondisyonu üst düzeyde tuttu.
3- Terim esnek ve soğukkanlı davranıp dengeli bir 4-4-2’ye döndü.
4- Elmander ve Necati, iki hücum kanadının eksiklerini de kapatan bir orta saha oyunu oynuyor.
Ancak buna rağmen derbinin tam hakimi Galatasaray’ın pozisyon sayısı Fenerbahçe’ninkinden az. Ve zaten kazanamama sebebi de aslında bu. Baros’un poziyonu son saniyede olduğu için akılda kaldı. Ancak takımın bariz nitelik üstünlüğü niceliğe tam anlamıyla yansımıyor.
Bunun sebebi sadece Engin ve Emre’nin orta saha performanslarının geride kalışı. 4’lüyü 6’layamamaları...
Terim’in gelecek sezon Şampiyonlar Ligi’nde çözmesi gereken sorun bu...
Eğer bu çözülürse Sar-Kırmızılılar’ı parlak bir dönem bekliyor...

Hiç şikayet etmeyin!

Galatasaraylılar haklı olarak şampiyonluk turu atacaktık nereden çıktı bu play-off diyor.
Ama bugün diyorlar. Dün değil, sezon başında değil. Bugün...
Fenerbahçe’yse play-off hesabı yapıyor. Emin olun önde olan Fenerbahçe olsa bu kez onlar şikayet edecekti play-off’tan.
Bu arada Beşiktaş ve Trabzonspor’lu oyuncuların 2 günde bir maç oynamaları kimsenin umurunda değil tabii...
Halbuki bu ülkede doğru dürüst bir futbolcu ve teknik direktör meslek örgütü olsa bunların hiçbiri olmazdı. Ne şike sorunu kalırdı, ne yabancı sınırlaması mevzu ve tabii ki ne de play-off zırvası.
Daha çile bitmedi tabii. Play-off’ta da kavga devam edecek.
İddiası olmayan takımlar işi serebilir mi? Serebilir...
2. haftada şampiyonluk yarışı bitebilir mi? Bitebilir...
Muhteşem bir zekayla icat edilmiş ‘Havadan gelen yarım puan’la şampiyon değişebilir mi? Değişebilir...
Normal sezonun şampiyonu Avrupa Kupalarına gidemeyebilir mi? Gidemeyebilir...
Ve bu baştan beri belliyken bu zırvadan o gün şikayet eden bir oyuncu, bir teknik adam gösterin bana. Bulmazsınız.
Biz neden futbolda başarılı değiliz diye sormayın şimdi. 6 ay sonra olabilecekleri hesaplayamayan neyi başarabilir ki!

20 Mart 2012, Salı 11:00
YAZININ DEVAMI