‘’Bir Aykut Kocaman analizi‘’
Bu meslek başka hiçbir işe benzemez. Bu meslek Aykut Kocaman isen 70 küsür milyonu, Mourinho’ysan 1 milyarı aşkın kişiyi idare edebilme, etkileme işidir. Tüm karşılıklı iletişimleriyle. Her şeyin merkezinde ve kumandasında sen varsındır. Seyirci yönetim etkileşiminde de, oyuncuların arasındaki etkileşimde de, her ilişki teknik direktörden geçer.
Dolayısıyla toplum mühendisliği başarısı gerektirir. Aykut Kocaman’ın şu anda kendisine sorması gereken soru da budur işte: Fenerbahçeliler’in ve rakiplerinin algısını yönetebiliyor mu?
Bir teknik direktör maç sonunda “5. dakikadaki golü yedikten sonra dağıldık” diyemez. Derse hakimiyet zaafını itiraf etmiş olur. Alex konusunda soru sorulduğunda ‘Valla anlayamıyorum’ diye başlayamaz cümleye. Başlarsa bir adım sonrasını göremediğini itiraf etmiş olur. Laf olsun diye değil gerçekten heykeli dikilecek olan adamla restleşme ihtimalini göremezse olmaz. Hele de Ali Şen’le bunu bizzat yaşamışken.
Mevzu budur işte. Alex’in hazır olup olmaması değil. Toplumun Alex’sizliğe hazır olup olmaması...Ya da Kocaman’ın toplumu hazırlayıp hazırlamadığı.
Kocaman’ın teknik yanlışlarını konuşuruz. Fazlasıyla vardır. Onlar giderilebilir. Kadroyu yanlış yapmış, orta saha transferinde geç kalmış vs. olabilir. Çok da önemli değildir. Telafi edilir. Ancak Alex krizinin buraya geleceğini tahmin edememiş olmak, toplumun vereceği tepkileri öngörmemiş olmak telafi edilecek bir durum değildir.
Teknik direktörlük hem komutanlıktır hem dışişleri bakanlığı hem içişleri bakanlığı hem de başbakanlıktır. Aykut Kocaman’ın bu yılki hamleleri hem taraftarı hem oyuncuyu hem gazeteciyi hem de rakip taraftarı etkilemekten çok uzak. Geçen yıl en iyi yaptığı işi, kamuoyunu yönetmeyi bu sene yapamıyor. Mesele
işte budur. Alex filan değil! Sadece bu!
Avrupa sıralaması hikayesi
Memleketteki en önemli sorun, sebep sonuç ilişkisini anlayamama hali. Fenerbahçe, Trabzonspor ve Bursaspor’un çok da üst düzey olmayan takımlara elenişi sonrası yine kağıt kalem Avrupa’da kaç puan almamız lazım ki Kıbrıs Rum Kesimi’ne geçilmeyelim hesapları yapılmaya başlandı. Sonuç tartışmaya başladık yani. Sebeplerin peşine düşen yok.
Peki şöyle bir senaryo uyduralım. Platini delirse ve dese ki ben Türkiye’yi 1. sıraya koymaya karar verdim. Şampiyonlar Ligi’ne 4, UEFA’ya 3 takım gidecek. Üstüne bir de hepsi gruplara direkt katılacak. Takımlarımız Spartak Moskova’yı, Twente’yi, Videoton’u eleyecekler mi? Ülke sıralaması bir sonuçtur. Videoton’u eleyemiyorsan eleyemezsin, kaçıncı sırada olursan ol. Moskova 9 buçuk kişiyken turu geçemiyorsan Avrupa birincisi de olsan geçemezsin.
Şunu sorun kendinize:
-Türkiye son Avrupa Şampiyonası’nda ev sahiplerini çıkarırsak 14 takım arasına girebildi mi? Onun da ötesinde girmeyi hak etti mi Hiddink’le
-Son Dünya Kupası’na giden 13 takım arasında mıydı peki? Ya da bunu hak edecek bir şey yaptı mı? Terim’le O baktığınız ve şiddetli düşüşü gördüğünüz sıralamanın hiçbir önemi yoktur. Yeter ki siz hazır olun.
Duran top
Duran topta alan mı adam mı tartışması ayyuka çıktı. Ancak çoğu tarafından içi boş tartışmalarla. Alan savunmasının gelişme sebebi şudur: Oyunculara odak olarak adam verirseniz, onu takip edeceğinden topa bakamaz. Topa bakan oyuncu hakimiyeti ele alır. Oyuncunun topa odaklanabilmesi için ona bir bölge teslim edilir. Topun düşmesi muhtemel tehlikeli bölge 7-10 bölgeye ayrılarak oyunculara bu bölgeler verilir. Ve bundan sonra oyuncular sadece topa bakar. Nasıl hücum oyuncusu topa bakıyorsa. Rakip o alana 10 kişiyle gelemeyeceğine göre de net bir üstünlük sağlanır. Ana fikir budur. Ama gol yine de olacaktır. Galatasaray’ın yediği gollerde sorun alan paylaşımı değil, topa doğru reaksiyonun gösterilmeyişidir.
Hamit’e homurdanmak
Müşteri her zaman haklıdır. Ama sahadaki de domates değil ki, çürük diye yenisini alasın. O adamdan yararlanacaksın. Öyle ya da böyle. Hele de adı Hamit’se. Bayern ve Real görmüş adam 3. maçta yuhalanaır mı yahu? 4 senede sadece 1 sezonluk maç oynamış, 4 ciddi sakatlık geçirmiş ama kontrolden geçmiş iyileşecek ve hazır olacak. Bu adama 3. maçta homurdanmak, bıraktım hakkı hukuku akıllıca bir şey mi? Kendi adamının özgüvenini zedelemek için uğraşmak bize özgü bir şey. Bir oyuncuyu kaybetmek için rakip seyirciye gerek yok.
Burak’ın sus işareti
Beşiktaş maçındakinin penaltı olmadığını biliyorum ama Burak’ın da hiçbir müdahale olmadan kendini attığına inanmıyorum. Dolayısıyla geçen hafta boyunca süren lincin hakkaniyetli olduğu kanaatinde de değilim. Tabii, Burak’n bir hafta boyunca hiçbir açıklama yapmaması da hatalı. Ama hataların en büyüğü modaya uyup onun da herkesi susturmaya çalışması. Kendisi konuşması gerekirken penaltı olmayan bir pozisyona penaltı değil diyenlere ‘sus’ işareti yapmak da neyin nesi? Sen konuş Burak, anlat ki insanlar bilsin. Sen konuş, insanları susturmaya çalışma...
‘’Pardon ama hâlâ eksik‘’
2001’den bu yana bu ödülü alan en gole uzak oyuncu o. Lampard, Gerrard, Henry ve Rooney gibi oyuncuların egemenliğinde olan bu ödülü ondan sonra geçen sene alan oyuncu Van Persie. 5 gol 5 asistle oynadığı bir sezonda bu ödülü alışı oyuna kendini veriş şekliyle alakalı. O bir savaşçı. Yani orta sahadaki Kuyt da denebilir. Liverpool taraftarının onu çok sevdiği Chelsea’ye giderken gösterdikleri tepkiyle de ölçülebilir. O da affetmeyecekleri oyunculardan biri. Chelsea hikayesine gelince. Eğer Villas Boas, Chelsea’de istediğini yapabilse muhtemelen bugün onu almak imkansız olurdu. Di Matteo, onu geçen sene ligde ve Şampiyonlar Ligi’nde kullandı. Ama bu sene yer bulamayabileceği için ayrılıyor. Geçen yıl özellikle Barcelona yarı finallerinde çok iyi oyunlar çıkardığını takip edenler hatırlayacaktır. Finali Cüneyt Çakır’dan bir son dakika sarı kartı görerek kaçırmıştı. Meireles yüzde 40 ofans, yüzde 60 defans orta sahalarından. İki yönlü ama savaşçılığı daha ön planda. Açık söylemek gerekirse son Avrupa Şampiyonası öncesinde Moutinho ve Veloso’yla oluşturdukları orta sahanın hücuma destek vermek konusunda eksik kalacaklarını düşünüyordum. Ama bu yapı beni yanılttı. İşlerini iyi yaptılar. Meireles kendi mevki ve rolünde bu seviyede bulunabilecek iyi oyunculardan. Fenerbahçe’nin orta sahası için uygun olup olmadığına gelince. Açık söylemek gerekirse bu orta sahaya giremeyecek bir oyuncu yok Premier League’de. Hele de bu cv’yle. Fenerbahçe bu bölgede çok eksik. Net katkı yapacaktır. Öte yandan tüm sorunları çözer mi? Hâlâ yaratıcı, driplingli, gole ve asiste yakın oyuncu eksikliği devam ediyor. Portekizli, Melo’vari bir kariyer rekoruna imza atsa bile. Eğer başka bir transfer olmayacaksa Alex ve Baroni’ye mecbur Kocaman...
NOT: Mehmet Demirkol’un “Aykut Kocaman Analizi” yarın FANATİK’te...
‘’Baroni'den iyi kendisinden kötü‘’
Son dönemin en bütün Fenerbahçesi’ni izledik maçın başında. Alex’in de sahada olduğu bir 4-3-3 yorumu vardı Fenerbahçe’de. İsteyen 4-3-1-2 de diyebilir. Selçuk savunmanın önünde Topuz sağ, Topal solda...
Yani takımı bir vücut olarak alırsak gayet iyi duruyorlardı. Hasan Ali - Topal - Sow uzaklığı yerindeydi misal. Maçın son 15 dakikası dışında zaman zaman duraklasalar da bu yapıyı korudular. Bu ciddi bir gelişme.
Sorun kan dolaşımında yani oyun akışkanlığında görüldü. Herkesin çabası tam olsa da orta sahayı oluşturan oyuncuların pas zamanlama, hız ve tercihlerinde otomatik olamayışları dolaşımda sorun çıkardı. Bunda sert zeminin de etkisi büyük kuşkusuz. Pas kalitesi, top kontrolü bu tip bir zeminde pas oyunu oynamak isteyen takımı zorlar. Muhtemelen Sivasspor’un bilinçli bir tercihiydi bu ve işe de yaradı.
Hasan Ali ve Gökhan’ın şu ana kadarki en ‘orta saha’ oyunları olduğunu söylemek lazım. Topal çoğu zaman bir sol açık gibiydi vs. İyi durdular ama topu buna uygun bir hızla çeviremediler.
Alex, sırasıyla yerini alan Baroni ve Krasiç’ten iyi fakat kendisinden kötüydü. Normal şartlarda gol yapabileceği 2 vuruşta çok şaşırtıcı derecede sıradandı. Asist yapabileceği poziyonlarda ise tutuktu. Duygusallığından mı, yerinin sağlam olmayışından doğan endişeden mi? Bilinmez. Ancak kendi standardının aldındaydı.
Ancak o haliyle bile oyundan çıkınca ve tabii Grosicki oyuna girince Sivas’ın fazlasıyla rahatladığını söylemek lazım. Her halükarda korkutucu Alex. Rakip teknik direktörü de, tüm savunmayı da varlığıyla bile tedirgin ediyor. Bütün bu tablo, kısmi ilerleme ve var olan eksiklikler sonucunda söylenebilecek şey aynı. Alexli, Alexsiz, Fenerbahçe’nin orta sahasını tamir etmesi gerekiyor.
Topuz - Topal - Selçuk hep birlikte olunca kan dolaşımında sorun oluyor. Ne kadar iyi niyetle uğraşsalar da.
‘’Beşiktaş yapabilir‘’
Dün Fernandes’i boşa çıkarmayı başarması da stratejik bir başarı. İki savunma kanadını orta sahanın hücum gücünün bir parçası yapmayı başardılar dün. İlk yarıda Karabük’ün baş edemeyeceği bir süreklilikle çıktılar. Böylece oyunun enini genişletip savunulması zor bir alan yarattılar. Veli ve Necip’i orta sahada hem savaşçı hem pasör olarak kullanınca da sorunları kalmadı. Fernandes’i Karabük’ün yumuşak orta sahası için baş edilmez hale getirdiler.
Bu kadar değil. Fernandes önden de destek aldı. Belki Almeida’dan alamadığı kadar. Bu ülkede neden bir Batuhan fenomeni var? Neden bu kadar eleştiriyoruz? Çünkü ortada maalesef akılla beslenemeyen kocaman bir potansiyel var. Batuhan bir çeşit ‘Shaq’ şansı olan bir bünye. Kocaman bir adam. Ama 1.75 boyundaki bir sporcu gibi dar alanda kullanabiliyor vücudunu. Ve önemlisi bunu çok üst seviyede yapabilir. Bu potansiyel var. Ama olmuyor. Dizilere konu olacak kadar enteresan bir senaryoyla hem de... Dün o Batuhan en azından Türkiye Ligi’nde neler yapabileceğinin sinyallerini verdi. Devamını getirebilirse Aybaba’nın en büyük sorunu değil, başarısı olabilir. Dün Aybaba tartışmalı bir debininin ardından rakibin sorunları ne kadar büyük olursa olsun konsantrasyonunu korumakla ligdeki varlığının altını çizdi.
Sonuna kadar gidebileceklerini de gösterdiler. Sivas ve Bursa yapabildiyse bu kadro da yapabilir. Bu lig buna izin veriyor.
‘’Sorun Alex değil Alex çözüm de değil‘’
Fenerbahçe’nin, 10 hatta 9 kişi kalmış Spartak Moskova karşısında etkin ve sürekli bir akın sekansı yakalamayışı sorunun Alex vs. olmadığının bariz bir göstergesi. Sorun organizasyon, sorun Fenerbahçe’nin oyun merkezinin o ağırlıkta oyuncular tarafından idare edilmeyişi. Sorun akıl.
Ama yine de baştan bir bakalım...
Mert’in topu tutma takıntısı var. Galatasaray maçında yediği golde ne kadar rahatça, kimse etrafında yokmuş gibi çıktıysa topa, dün akşam 5’inci dakikada da aynı şekilde hamle yaptı... Ana fikir aynı: Büyüyüp, açı kapatacağına kalesini terketmiş oldu. Topu tutmak için...
Pozisyonda Egemen’in, Ari’nin 5 metre kadar gerisinde olması, hücumu desteklemekle görevli Topuz’un Brezilyalı’ya en yakın adam oluşu ise alan/adam paylaşımındaki yanlışlığı gösteriyor.
1-0’ın size yeteceği bir maçta 5. dakikada bunlar oluyorsa işiniz kolay olmuyor. Böyle bir boşluk böyle bir maçta 90 artıda verilir, illa verilecekse...
Gol sonrası, Kocaman’ın zaten baştan tartışmalı 4-2-3-1 temel planı kullanılmaz oldu.
Birkaç sebeple:
1- Muhtemelen baştan Alex’le başlayacaktı ama bir haftadır olup biten sonrası bu onun için iyi bir resim olmayacaktı. Dolayısıyla en azından korner kalitesi yükselebilirdi. Olmadı.
2- Alex olsa da orta sahada teknik yoksunluk olacaktı. Fakat Topuz-Selçuk- Topal üçlüsünün bir büyüğünün iç saha hakimiyet merkezi olmasını beklemek fazla iyimserlik. Hele de rakip kapanmışsa.
3-Spartak hiç olmadığı şekilde tüm şeklini ve stratejisini Fenerbahçe’ye göre belirlemişti. En azından ilk yarıda.
Buna ek olarak bir deplasman hakemine denk gelmiş olmak da önemli.
Ve önemlisi Fenerbahçe, tarihinin en önemli transferlerinden birini, Kuyt’ı aldı. Ama tarihinin en kof transferlerini de yapmış belli ki... İsim vermeye gerek yok.
Ve istisnalar hariç genelde takımlar oyuncuları değiştirir. Kuyt’ın değişmesinden korkmalı...
‘’Tuzağa Terim düşmüş‘’
-Rüya Takım söylemleri bize zarar veriyor. Bu tuzağa düşmememiz lazım.
Maçı izleyin. Salim kafayla...
Gördüğüm şu: Eğer birisi tuzağa düşmüşse bu Selçuk İnan değil. Yine olağanüstü oynadı. Eboue de değil ya da Umut Bulut hiç değil. Ortada Ujfa’nın klasik oyundan kaçışları ve basit hatalar dışında temel bir kendini büyük görme hali yok.
Ancak illa bir büyük görme ve aşırı rahatlık bulmaya niyetliysek adres başka. Bu pohpohlama birisini olumsuz etkilemişse hazır olmadığı çok net gözüken Melo’yu, nefesi fazla gitmeyen Hamit’i sahaya süren Terim ve ekibinin günahı daha fazla. Bu iki oyuncunun orta vadede takımın temelini oluşturması çok muhtemel ama 30’uncu dakikadan sonraki dağılmanın temeli de bu oyuncular değil mi?
Bu oyuncuların tam hazır olmadıkları halde sahada oluşları da teknik heyetin “Bu halleriyle de yeterler” özgüveninden kaynaklanmıyor mu?
Galatasaray daha önce performansa dönüştürdüğü potansiyelinin yüzde 40’larında bir oyun oynayabildi pazar akşamı. Ulaşacağı seviye çok daha yukarıda.
Beşiktaş ise kısa vadede bunun en fazla yüzde 10-15 üzerine çıkabilir gibi duruyor.
Dolayısıyla illa arayacaksak, pazar günü kendisini çok rahat hissedenler sanki sahadakiler değil, kulübedekilerdi.
Beşiktaş şampiyon olabilir
Beşiktaş için “3 yıl 5 yıl beklemeli” önermesi doğru değil. Çünkü Türkiye başka bir ülke artık. Son 5-6 yılda neredeyse Sivasspor hep tepede kaldı. Bursaspor şampiyon oldu. Bu kadrolara bakarsanız olağanüstü kalite veya virtüözler görmezsiniz. Görebileceğiniz görece iyi organize olmuş ekiplerdir.
Türkiye standardındaki ülkelerde durum budur.
Para ve büyük yıldızlar riskleri azaltmak ve heyecan yaratmak için alınır.
Türkiye’ye alabileceğiniz en büyük yıldız da, İngiletere ve İspanya’da piyasası kalmamış oyuncular olduğuna göre sorun yoktur.
Dolayısıyla Beşilktaş için sorun ne derece iyi organize olabildikleridir.
Misal:
-Beşiktaş iyi bir kaleci antrenörüne sahip mi? Çünkü son yıllarda herkes kaleci parlatırken onlar sürekli genç/yaşlı değerleri hacamat ediyor.
-Beşiktaş uluslararası standart olan her iki yılda bir 1 altyapı oyuncusunu ilk 11’ine yerleştirebilecek, 2 oyuncuyu aday yapabilecek bir organizasyon kurabilir mi?
-Beşiktaş yeniden Anadolu’da sivrilen genç yetenekler için en huzurlu yuva imajına (kolej takımı) ulaşabilir mi?
Ve daha bir çok ayrıntı.
Ertuğrul Sağlam’ın kovulmaktan beter olup hemen ardından Bursa’yla şampiyon olmasının anlattığı basittir.
Zor olan bunu anlamak ve uygulamayı buna göre şekillendirmektir.
Türkiye’de şampiyon olmak için olağanüstü yeteneklere ihtiyaç yok.
Akla ihtiyaç var.
(24 Temmuz’da fikrim buydu ve yazmıştım. Değişmiş değil.)
FEDA hakkında
Köküne dönüş için mükemmel bir hamleydi ‘FEDA’... Maddi anlamda ne kadar etkili oldu bilmiyorum ama manevi olarak getirdiği dahi yeter.
Bazen bir kelime her şeyi anlatır. Ne olduğunuzu nereden geldiğinizi. Ama işlevini görmüştür. Görevini tamamlamıştır. Kelimeler, hatıralar yerinde ve zamanında kullanıldığında manalıdır. ‘FEDA’ uzun vadede yarardan çok zarar getirir. FEDA bir hamle olabilir bir politika değil.
Stada mutluluk ve umutla gitme vakti...
Kelimeler uzun vadede, yerinde kullanılmadığında tarihsel anlamını dahi kaybeder, sadece taşıdığı, yaşattığı enerjiyle var olur.
Ve FEDA insanların gözlerini yaşartan bir kelimedir, gözlerinin içini güldüren değil. Beşiktaşlılar’ı artık keyifle maça gitme, oyundan zevk alma, espri yeteneklerini konuşturma vaktidir. FEDA tarihin duygulu ve hoş bir anısıdır. Anılmış hatırlanmıştır.
Ama bunun üzerine gelecek kurulmaz. Artık daha olumlu bir ruh haline dönme vaktidir.
Burak linci önlemeli
Burak ve Galatasaray yönetimi bu linci durdurmalı. Ne derseniz deyin Burak önemlidir. Muhtemelen önleyemediği, içine işlemiş bir refleksle herkesi kandırmaya çalıştı. Ve başarılı olurken çok başarısız oldu.
Ya da düşük ihtimal hiçbirimizin göremediği bir başka gerçek var.
Bilmiyorum. Burak bunu da planlayıp bu kadar kötü uyguladıysa sorun daha da büyük. Ama ne olursa olsun bu ateşi ancak Burak ve Galatasaray Yönetimi söndürür. Çünkü yüzde 100 hatalıysa bile Burak fazlasını hak ediyor. Eğer gerçekten böyle kandırdıysa hakemi Beşiktaş’tan çok kendisine zarar vermiş oldu.
Burak ‘hırsız’ olarak anılmayı hak etmiyor. Bir özür ya da bir açıklama borçlu. Önce kendisine...
Alex delirmiş olabilir mi?
Alex’in egosu yüksek olmasın da kimin olsun? Bu istatistiklerle, bu sevgiyle, bu devamlılıkla hanginiz egonuzu şişirmezsiniz. Alex, Fenerbahçe’nin değil artık neredeyse Süper Lig’in simgesidir. Bakın Lig TV reklamlarına...
Dolayısıyla Alex’in sorun çıkarmasında, yedek kalmasını sorun etmesinde anlaşılamayacak bir şey yok.
Çok ama çok normal...
Ancak benim anlamadığım Alex’in tweetleri ve Brezilya basınında çıkan haberlerle ortaya çıkan bir iddia.
“Kocaman, Alex’i onun gol rekorunu kırmaması için yedekte bırakıyor. Sebep bu kıskançlık” deniyor ya...
İşte bu...
Eğer bu doğruysa, Alex buna gerçekten inanıyorsa, işte o zaman durum vahim ve çözüm basit.
Alex eğer gerçekten böyle düşünüyorsa egosu muhakeme yeteneğini sıfırlamış demektir.
Eğer Kocaman aklını bu kadar kaçırmışsa Alex’in hemen toparlanıp gitmesi gerekmez mi? Kim patronu böyle aklını kaçırmışken onunla çalışmak ister.
Kocaman bu kadar delirmiş olmayacağına göre işte o zaman önce heykelini dikip sonra da muayeneye yollamak gerekir Alex’i.
Yüksek ego normal ama bu kadar da aklını perdeliyor olamaz.
‘’Aybaba ve Umut‘’
Kendi olağanüstü çabasının ekmeğini sadece bir kez yiyebildi Umut. Hatta Cenk’in kariyerini, Escude’nin geleceğini kurtardı diyebiliriz.
Öte yandan Beşiktaş’ın baskısı fizik olarak ham oyuncuları olan Galatasaray’ı da etkiledi. Ölümcül hatalar yapan Melo ve Semih’e ikinci yarıda Hakan Balta da eklendi. Burada Holosko, Pektemek ve Olcay’ın sert presinin payı büyük.
Ve tabii ki duran toplar. Maç öncesi de anlatmaya çalışmıştım. Fernandes varsa üç duran top, bir penaltıdır. Belki Beşiktaş o ceza sahası kurgusunu yapamadı ama Melo’nun oksijensizliğinden yararlandılar.
Sonuç olarak 60. dakika gelmeden Galatasaray tüm orta saha kurgusunu değiştirmişti. Yani Aybaba, Terim’i sıkıştırdı. Bu değişkliklerin Galatasaray’ı daha iyi yapmadığını söyleyelim. Çok açık verdiler ve bildik sağlam performanstan koptular. Amrabat’ın psikolojik olarak eksik, oldukça tedirgin oyununun bunda payı büyük. Burak’ın aldığı penaltı ve Batuhan’ın 5 dakikada yorulmasına kadar Beşiktaş’ı yoramadılar. Golden sonra ise Beşiktaş moral olarak beraberliğe razı oldu. Son olarak Batuhan’a bir parantez açmak lazım. Bu fizik durumuyla değil Beşiktaş’ta oynaması, spor yapması bile saçma. Kalbine bir şey olacağından korktuğumuz mahallenin eski futbolcu abisi gibi nefes alıyor. Sanki birbuçuk beyti yiyip sahaya çıkmış.
‘’Sorun keşke Alex olsa‘’
Abartmıyorum. Avrupa’da bu 3’lüyle idare edemeyecek sadece 5 kulüp bulabilirsiniz. Oyunu ileri yıkabildiğiniz her zaman bunu yapmak mümkün. Diğer hemen her ligdeki her kulüp, her zirveye oynamak isteyen her teknik adam bu üçlü üzerine bir yapı oluşturabilir. Yani sonuç şu: Dün de görüldü ki Alex’siz Fenerbahçe’nin tek farkı Alex’siz olması. Başka özel bir değişiklik yok.
Fenerbahçe yine evinde oynadığı hemen her lig maçında olduğu gibi ilk 20-30 dakika önde oynamayı başardı. Hasan Ali’deki kıpırdanma, nihayet adam geçme çabasına girişi en büyük artılarıydı.
Golden sonra savunma, akınları önde desteklemekten çekinmeye başladı. Savunma önündeki 3’lü orta saha ile birlikte geri kaçtılar. Selçuk ve Topal’ın özel çabasını övmekle birlikte oyunun boyunun uzadığını herhalde herkes görmüştür. Böyle olunca oyun hakimiyeti de, akın sürekliliği de, rakibi yormak da ulaşılmaz bir hedefe dönüştü. Biliyorsunuz ki, bütün bunlar Alex varken de oluyor. Alex yokken de. Tek fark Alex’in artılarından yararlanmak söz konusu değil. Hikmet Karaman’ın ya herru ya merru diyerek tüm hücumcularını sahaya sürmeye başlaması boyu uzayan oyunda maçın kahramanının Mert oluşu. Yine skoru tutan Fenrbahçe’nin kalecisi. Mert’in attığı temellerin üzerine Antep orta sahayı boşaltınca da Sow-Kuyt kalitesi işi bitirdi.
Toparlayalım. Sorun Alex değil. Onsuz ya da onunla orta sahanın takımı birbirine entegre etme yetersizliği. Dünya çapında bir hücum hattını kullanmak için önce çözülmesi gereken bu.









































