‘’Selçuk hayal kırıklığı‘’
Galatasaray’ı bir vücuda benzeteceksek herhangi bir engeli yok. Ancak dün görünen iki temel problem var. Kalp ve beyinde... Kanı yeterince iyi pompalayamıyor, dolaşımda sorun var. Yani top tüm oyuncular arasında gereken hızda dolaşmıyor. İkinci temel sorun beyinde; yani Selçuk-Melo ikilisinde... Bir algı sorunu var. Bir pozisyonda anlatayım. Dakika 89, 35 metreden Selçuk, bir serbest vuruş kullanıyor. Herkes ceza sahası alanına girmiş. Sadece Riera solda, bomboşta öylece bekliyor. Pas tercihi çok açık. Pozisyon öncesi Terim dayanamayıp Selçuk’a ‘topu oraya at’ diyor. Eliyle gösteriyor. Ancak Selçuk, ortayı kaleciye atıyor. Terim sinirleniyor, ceketini çıkartıyor. Selçuk’un Braga gibi 9 kişiyle alan savunması yapan bir takıma karşı, çok hızlı şekilde en doğru kararı vermesi lazım. Dün Melo’nun gücü ve Selçuk’un hayal gücü buna yetmedi.
Galatasaray’ın kötü olduğunu söyleyemeyiz. Ancak potansiyelinin çok altında kaldığını söylemek mümkün. Yenilen gol ve sonraki iki net pozisyona dikkat edin. Takımın geri dönüşünde sorun yok. Sayısal üstünlük var. Ancak savunma hamleleri ve kaleciden dönen topları takip etme işleri, maçı Portekizliler’e götürdü. Bu basit hataları bu seviyede yapamazsınız. Ya da sol bekte Riera oynuyorsa, bu ondan savunma beklendiği için değildir. Nitekim Dany, onun açıklarını kapattı. Ancak yapılamayan, risk alınarak sahaya sürülen bu ekstra silahı orta sahaların kullanamayışı. İlk akıllara gelmesi gereken silah en son düşünüldü. Bu problemler halledilir. Zira Devler Ligi başka bir seviye. Ama bu skor telafi edilebilir mi, zor!
‘’Sivas daha iyi‘’
Fernandes’in çevre kontrolü yapmayışı. Uğur’a bırakmayışı. Hilbert’in Atıf’ı erken bir faulle durdurmayışı. MacGregor’un ayakta ve bacakları açık yakalanıp büyüyemeyişi. Gol hatalarla olur ama bu kadar üstüste hata da kolay kolay olmaz. Aatif’ın olağanüstü ısrar ve becerisini unutmadan Beşiktaş golü davet etti demek mümkün. Oyuncu kalitesine girmeden yapı ve strateji açısında birbirlerine çok benzeyen bu iki takım arasındaki fark da bu hatadan oluştu. Beşiktaş’ın geleceği orta sahadaki direnciyle, hücum üçlüsünün hareketliliği ile ilgili. Dün bu kapsamda işini yapabilen tek oyuncu Necip’ti. Hem dirençli, hem hareketli hem de pas/dripling seçim ve kalitesinde kendisini aşan bir oyun oynadı. Ancak başta Holosko ve Veli olmak üzere geri kalanlar için aynı şey söylemek mümkün değil. Sivok sahada olmayınca duran top yüzdesi de düştü ve silahlarını kullanamaz oldular.
Golü yedikten ve Erman (neden büyükler onu görmezden gelir?) oyundan çıktıktan sonra daha kalabalık ve hareketli yerleşmeyi başarılarsa da Sivas savunmada minimum hatayla kalabildi. Onlar ne kadar iyi yerleşmeye çalışsa da bu tip bir rakibe karşı geniş alanda yaratıcı bir hücum yaratma olasılıkları yok gibi. İçeriye şişirip iki uzunla doğaçlama şans arıyorlar. Bu kadro kalitesinden çok yerleşik savunmaya hücum edecek hücum şablonlarına sahip olmamalarıyla alakalı. Savunurken planları var. Ama hücum tamamen Fernandes’e bırakılmış. Böyle çok zor...
Kabul edelim. Sivas Erman ve Aatif’le sahadayken daha iyi bir takımdı...
Ne FEDAsı, Zafer!
Beşiktaş şu ‘feda’ işini artık bitirmeli. Hatta silmeli... Güzel, hoş hareketlendirici bir hamleydi. Ama bitti.
Devam ettirmek yıpratır. Çünkü sürekli duygusallık arbesktir. Kolej takımı kavramına arabesk yakışmaz.
Arabesk başarıların ruhunu emer. İnsanların da enerjisini. Sporda yeri yoktur. Spor enerji işidir. Umut işidir. Hayal etme işidir.
Bu ruh hali basketboldaki olağanüstü başarıyı yok sayıyor, görmüyor. Siliyor. Sporda bu yoktur. Var olduğun 4 kulvarın 4’ünü de zirvede bitirmenin anlamını pazarlamak gerekir, FEDA’yı değil.
Bu işi nasıl başardığını anlatmak, o ruhu kulübe yaymak da... Beşiktaş bunu yapamıyor. Kendi elindeki bu başarı modeline ikna olamıyor neredeyse.
Geçin FEDA’yı... Coşun...
Malum ilanımız
15 yıl önce gazeteler ölüyor gelecek televizyonda diyordu fütüristler. 10 yıl önce gelecek internette... 5 yıl önce gelecek blog’larda... Şimdiyse gelecek twitter’da.!
Yarın ne olacağını bilmemek, öbür gün için ne düşüneceğimiz, büyük bir bilmece. 20 yıl önce otomobillerin uçacağını hayal ediyorlardı. Bugün anlaşıldı ki bu değil gelecek. Uçmak değil. Daha da yerleşik olmak.
Neredeyse koltuğa yapışık olmak hem de. Sadece beyni uçurmak. Mevzu sadece algı ve onu yönetmek...
İnsanoğlu icat ettiği araçların değişim ve gelişim hızına değil ayak akıl uyduramıyor.
Bu yüzden geleceği tahmin ediyorum diyen yalancıdır Gelecek bile kendisini bilmiyor... Tarihin bu korkutucu ama bir o kadar da heyecanlı döneminde, bu değişim içinde, geleneksel medyanın, yani bizim bir şeyler yapmak için dayanışmaya geçmemiz normal, anlaşılabilir. Ama evrimi tersine çevirmek mümkün değil. Dün yayınlanan ortak ilana hak veriyorum. Ancak aynı zamanda biliyorum ki, bize şekil veren teknolojidir. Bu tsunamiye karşı koymak olanaksızdır. Muhtemelen kimsenin değiştiremeyeceği geleceği değiştirmek mümkün değildir.
Yapılması gereken sağlam bir sala atlayıp dalgalarla ilerlemektir. Duvar örmeye çalışmak değil. Dedim ya hak veriyorum ama yöntemin %100 doğru olduğunu düşünmüyorum. Ayak uydurmak lazım. Akıntıya karşı kürek çekmek değil.
Alex istedi
1-Brezilya’da artık para var. Oyuncular 5 yıl önceki gibi kaçmak için uğraşmıyor. Alex de artık evinde para kazanabilceğini biliyor. Yani eli sağlam.
2-Kocaman’ın restini görmek onun için zor değil.
3-Yerinin dolmayacağını biliyor. Onu zorlayan ne bir oyuncu ne de bir plan var.
4-Artık kendisi bile Alex’i zorlayamıyor. Artık eski Alex değil. Bunu biliyor.
5-Ayrıldığında Fenerbahçe’nin sorunlarının çözülmeyeceğini de biliyor.
6-Takımın enerjisinin yeterli olmadığını, mühendisliğinin hatalı olduğunu da.
7-Yavaş yavaş erimektense kılıç çekip gitmenin onu galip yapacağını da...
8- Kriz soğuduğunda bugün “Alex gitsin” diyenler bile onu en iyi haliyle hatırlayacak. Bellek böyle çalışır.
9-Bu onun son kontratı ve bunu daha az takip edildiği yerde daha güçlü şekilde yapabilir. Brezilyalılar onu en iyi haliyle hatırlıyor.
Bu ahval ve şerait içinde bu eli Alex, Kocaman’dan çok daha iyi oynadı. Öyle ki! Fenerbahçe şampiyon olup UEFA Finali’nde kaybetse insanlar “ah hoca Alex olsa kupayı alırdık” diyecekler. Yani ne olursa olsun final elini Alex kazandı. Çünkü o bir efsane.
Kimse “ne kazandı ki kardeşim” demesin. Ona dünyanın en iyi oyuncusu diyen yok. O bir efsane. Ve “Efsane” kavramı kanıt aramaz. Sadece insanlar öyle hissederler. Ve bugün anlaşılıyor ki, Alex de bir efsanedir ve hep öyle kalacak...
‘’Kocaman'a sorular‘’
Sonra Aykut Kocaman’a sorular soralım... Aykut Hoca sadece teknik direktör değil, aynı zamanda Fenerbahçe’nin futbol şubesinin de başında. Unvanında da böyle yazıyor zaten. Futbol direktörü olarak, Fenerbahçe teknik direktörünün performansından memnun mu? Fenerbahçe teknik direktörü neleri değiştirmeli ya da sportif direktör teknik direktörü değiştirmeli mi? Çünkü en başta oluşturduğu planların hiçbirinin sonunu; Marsilya, Spartak Moskova, Trabzonspor ve Galatasaray maçlarında görüldüğü gibi istenen şekilde getiremedi.
Sonra taraftara bir soru soralım... Selçuk Şahin mi, Meireles mi? Selçuk’u kurban ederken bilinmeyen şuydu: Oyuncular, takımları değiştirmez, takımlar oyuncuları değiştirir. Meireles, daha az bariz hata yapan bir Selçuk Şahin’den fazlasını verebiliyor mu? Hem de tüm o büyük kariyerine rağmen...
Kocaman’ın 4-2-3-1 anlayışının işlemeyişinin sebebi Alex değil. Orta sahasında topu ileriye taşıyacak bir oyuncu ve de organizasyonun olmayışı. Dolayısıyla Alex çıktığında da 5 dakikalık coşku dışında bir şey sağlanamadı. Ancak oyun merkezini ileriye taşımaya çalışınca, pas yapamamaya devam ederken, Meireles ve Topal savunmadan koptu, mesafeler uzadı ve Kasımpaşa o kritik bölgeyi çok iyi kullandı. Tek ve direkt paslarla golü de yakaladılar. Kasımpaşa’yı, oyunun başından sonuna, Fenerbahçe’nin tüm hamlelerine verdikleri cevaplar ve maçı hep domine etmeleri nedeniyle kutlamak gerekiyor.
‘’Yürüyerek olmaz‘’
Hazırlık döneminde takımla çalışmayan Yobo’nun en zinde oyuncularından olmasını nasıl açıklayacağız?
Kilo fazlası vardı. Toparlanması zaman alacaktı.
Sorun, Yobo’yu dışarıda bırakamayan Fenerbahçe genel kondisyon seviyesinde. Tıpkı Alex’i geride bırakamayışları gibi...
Bu durum genel bir yumuşaklık yarattı.
Rahatlıkla İspanya ya da İngiltere’de en azından bir başaltı takımın orta göbeğini oluşturabilecek Topal-Meireles ikilisinin iki yönde de sıradanlaşmasını başka türlü anlatamayız. Tabii oyunu ileri yıkacak driplingli bir orta sahanın yokluğu ya da kanat organizasyonunun işlemeyişi de onları yoruyor.
Hasan Ali ve Gökhan’ı hiç çizgiye indirmeyen Trabzonspor bu ahval ve şerait içinde Fenerbahçe’yi Alex’e mecbur etti.
Özellikle ilk yarıda özel bir oyuncu olduğunu gösteren ‘10 numara’nın vuruş kalitesindeki düşüklüğün yanı sıra frenlerinden biri de Sow oldu. Fransa’da hayranlıkla takip ettiğim Musa yarı felçli gibi. Durgun, esnek değil, hızlı ya da çabuk da değil. Bu Sow o Sow değil...
Tüm bunlara korkunç zemini de ekleyin...
Trabzonspor’un ikinci yarıda kontrollü kontratak oyununa geçip çekilmesi, tüm bu resim içinde çok manalı ve iyi hesap edilmiş. Kocaman’ın Semih ve Baroni’yi oyuna aldıktan sonra doğacak risklerle birlikte.
Ama Olcan’ın ve diğerlerinin kaçırdıkları değil.
Dün galibiyeti kaçıran konuk ekipti...
Çıkarın 3-4 oyuncuyu
Hikmet Karaman’ın “Çıkarın 3-4 oyuncuyu Beşiktaş’ın bizden farkı yok” açıklaması ve Tamer Kıran’ın cevabına bir bakalım.
1-Beşiktaş’tan 3-4 oyuncuyu neden çıkarıyoruz? Onlar Beşiktaş’a bahşedilmiş ayrıcalıklar değil ki... Bizzat kendi bünyesinin parçaları. Yani Beşiktaş’ı Beşiktaş yapanlar zaten onlar.
2-Dolayısıyla Karaman’ın Beşiktaş’ta fark yaratan bir kaç oyuncu var demesi daha doğru olur...
3-Bu açıklamayı yaptıktan sonra devre arasında ciddi, adam akıllı takviye yapacağız diyerek nitelik ve özellikle nicelik açısından yenilenme gerekliliğinin üstünde durması nedir peki? Çelişki değil mi?
4-Öte yandan Tamer Kıran’ın bir kaç çılgın fanatik dışında kimsenin dikkatini çekmeyen bu teknik adam açklamasına neredeyse bir notayla karşılık vermesi ne kadar anlamlı?
5-Bu cevap verildiği anda Karaman’ın önermesinin tartışılabilir bir içerikte olduğu ortaya çıkmış olmuyor mu?
6-Hele de Karaman BJK’nin tarihini, kültürünü, varlığını asla işin içine karıştırmazken Kıran’ın bütün bunları konu etmesinin manası nedir?
Daha uzatabilirim. Ama hiç yazamayabilirdim de? Yazdım çünkü aslında altını çizmek istediğim şu:
Bunlar ana medyanın ana konuları arasına girebiliyorsa, büyük yöneticisiyle, büyük takıma aday teknik adam bunu tartışıyorsa sorun tartışmanın içeriğinden bağımsız olarak büyüktür.
Türkiye asla konuya giremiyor. Teşhis edemiyor. Ve tabii ki tedavi ortaya çıkmıyor.
Hiddink ve Terim
Guus Hiddink’i beğenip beğenmeme özgürlüğüne sahipsiniz, Rijkaard’ı da. Tabii Terim’i de. Ancak bu duygular, bu uluslararası profesyonellerin söylediklerini ve yaptıklarını dikkate almamanız anlamına gelemez.
Hiddink Türkiye macerası süresince, Türkiye’de oyuncuların fizik olarak yeterli seviyede olmadığını söyledi.
Rijkaard “Türkiye’de her şeyden biraz var. Ama hiçbir şey tam değil” dedi.
Ve Terim kalkıp ABD’ye gitti. Kondisyoner Scott Piri’yi ikna etti ve Türkiye’ye getirdi.
İki yabancı örneğin kendi başarısızlıklarını kapatmak için bunları uydurduğunu düşünebilirsiniz.
Peki ya her fırsatta ‘Türkiye’ diyen bir adamın hiçbir oyuncuyu ikna etmek için yurt dışına gitmemesini ama kondisyoner ayarlamak için 10 bin kilometre yol yapmasını nasıl açıklayacaksınız?
Aydın’ın, Emre’nin, Semih’in fiziksel gelişimini gördükten sonra...
ManU’yla sonuna kadar fizik mücadeleye girebildiklerini hiç eksik kalmadıklarını gördükten sonra açıklamaya gerek yok.
İşte Aykut Kocaman’ın Marsilya/Alex çıkmazına buradan bakın.
Alex’in çıkmasının sebebi Marsilya’nın teknik heyet tarafından fizik olarak çok üst düzeyde görülmesi. 3. yılında Kocaman ve ekibi geçen sene zor dönemler yaşayan Marsilya’nın fizik olarak 60. dakikada ev sahibi Fenerbahçe’yi ezeceğine hükmediyor. Ve haklılar da.
Peki bu bir tespit midir? Yoksa itiraf mı?
Bunun sorumlusu Alex midir?
Ya da gerçek tartışma “Alex neden çıktı?” mı olmalı!
Hayır...
Türkiye’de büyükler dahil neden takımların fizik seviyeleri evrensel anlamda yerli yerinde değil? Sorun budur?
İşin garibi bu soruyu basından taraftardan çok Aykut Kocaman soruyor.
Lig TV röportajında neredeyse başka bir şeyden bahsetmedi.
Ama çözüm yok. Terim’inki Scott Piri’nin metodu.
Kocaman’ınki Alex diyor...
İşte bu yüzden Aykut Kocaman’ı anlamıyorum...
Çünkü o sorunu teşhis etmiş ama tedavi uygulamıyor.
Bu sorunun cevabı Alex değil. Asla değil.
Belki kurbanı olabilir.
Ama cevabı değil...
‘’Galatasaray abi gibi‘’
Ancak dün göründü ki ideale yakın orta saha oyunda olduğu sürece en azından bu seviyede Galatasaray’ın sorun yaşaması pek mümkün görünmüyor. Hele de Akhisar seviyesindeki rakiplere karşı.
Gerçek olan şu: Maç boyunca bir Akhisarlı’nın bir Galatasaraylı oyuncuyu toplu ya da topsuz koşuda geçme yüzdesi herhalde yüzde 1 civarında olsa gerek. Böyle bir denge(sizlik)te içinde Selçuk-Melo-Hamit-Emre dörtlüsü açık ara fark yaptı.
Şampiyonlar Ligi yıpratıcı olabilir. ManU deplasmanında korakor bir 90 dakika oynamışsanız dönüş sancılı olabilir. Ancak Galatasaray için ManU maçı daha çok seviye yükselten bir antrenman olmuş gibiydi.
Avrupa’daki bu gerçek test ekip için psikolojik bir eşiğin geçişi sonucu doğurmuş.
Öyle ki dün çok az çaba sarf ederek, neredeyse kendilerini taklit ederek, sadece bildik şablonlardan kopmama disipliniyle alıp gittiler oyunu. Pozisyon vermeden. Belki çok pozisyon bulmadan ama kontrolü asla kaybetmeden.
Öyle ki Terim’in sol bekte denediği Riera’nın performansını değerlendirmek mümkün değil.
Galatasaray başka bir ligden değil, başka bir yaş grubundan oyuncularla karşılaşmış gibiydi. Rakibi çok üzmeden kendisini pek yormadan, analizi yapılamaz bir oyunla kolayca 3 puanı aldılar.
Sadece bir oyuncu için bir not düşmek gerek. Burak’ın yurt içi ve dışı performansındaki farkın psikolojik olduğunu düşünüyorum. Burada rahatça yaptıklarını dışarıda yapamayışının fizik ya da teknik bir sebebi yok.
Takımının geçtiği o eşiği Burak’ın geçtiği gün başka bir santrfor göreceğiz.
‘’Sadece Fernandes‘’
Orta sahada top yapamaz, ileriye hiç top taşıyamaz oldular. Beşiktaş tüm hatlarıyla sürekli olarak topun sahibi olmayı başardı. Ara sıra rakibini zor durumda bıraktı. Fernandes’in çeyrek penaltı sayılabilecek penaltı vuruşlarıyla pozisyonlar da buldu. Ancak bir akıl sürekliliği sağlayamadı. Bu kadar sahadan silinmiş bir rakibi ilk yarıda skor olarak da evine göndermek mümkündü, bunu yapamadılar. Çünkü Fernandes, Veli ve Holosko’dan sezon başından bu yana aldığı desteği göremedi. Bu da ikinci yarıda Sosa’nın girişiyle Antep’in uyanmasına fırsat verdi. Beşiktaş birinci golden sonra topa sahip olsa da aslında sevmediği, yapmayı beceremediği bir baskı oyunu oynamak mecburiyetinde kaldı ve ikinci yarıda beraberlik sonrasıysa alışık olduğu ‘rakibi boz, direkt kaleye git’ organizasyonuna yatkın bir düzen oluştu. Ancak yine Veli, Holosko ve Necip, Fernandes’e destek veremedi. Bu Antep’i biraz daha kendisine getirdi.
Fernades’in yine kendi çabasıyla Almeida’ya attırdığı gol de yeterli olmadı. Ve maç Hikmet Karaman dahil belki kimsenin beklemediği bir şekilde ev sahibine gitti. Çok basit ve herkesin aklındaki soruyu sorarak bitirelim. Fernandes 60’ta çıksa yorgunluğundan olabilir. Peki bu kadar fark yaratan bir oyuncu son beş dakikada neden çıkar?
‘’Pas yapamayınca‘’
Alex krizi sonrası ‘Efsane’nin ilk kez bir maçı böyle mesele ettiğine şahit olduk. Bekir’le bağrışmasını dahi böyle anlıyorum.Top kaptı, gol attı, en geriye döndü, en ileri gitti. 60 dakika da olsa modern 10 numara Valbuena kadar maçın içindeydi. Koşu vs. değil önemli olan oyunun içinde kalmak, kaldığı zamanı kaliteli kullanmak. Şunu bilmek lazım. En kabadayı top merkezi oyuncu maksimum 2 dakika topla oynayabiliyor bugünün futbolunda. Bunu iyi değerlendirmek lazım. Sow’un topsuz oyunda ona verdiği destek önemli. Alex’in çabasını anlamlı kıldı. Toplu oyunda da aynı şeyi yapabilse ötesi de olurdu. Hızından gücünden kaybetmiş, adam geçemiyor ama aklını hâlâ iyi kullanıyor. Baroni ise Alex’in yerini doldurmaktan uzak. Yobo’yu ve Volkan’ı da işi değiştirenler arasına dahil etmek lazım. İkisinin de bu kadar az çalışmaya katılmasına rağmen rolleri büyüktü. Üstüne Hasan Ali’nin gelişimine Caner’in, onun oyunun hücum tarafına katılımı konusunda verdiği desteğe de şapka çıkarmalı. Sadece gol organizasyonları dahi yeter.Ancak tüm bunlara rağmen kabul etmek lazım ki, son dakikaya kadar Fenerbahçe’nin genelde yanında olmayan Avrupa şansı da yanındaydı. Kocaman’ın pas oyunu takıntısına rağmen bu kadar pas özürlü olmak, çıkarken bu kadar basit değil komik hatalar yapmayı anlamak mümkün değil. Alex sonrası yenen baskı bundan. Korkunç bir pas hamlığı.Tamam! Marsilya var olan bu zaafın üzerine gitmek için erken bastı ama yapılan hatalar buna bağlı değil. Bu hatalara rağmen maç kaybedilmediyse iki sebebi var. Meireles-Topal ikilisinin hemen geri dönüşleri. Volkan’ın tecrübe, beceri ve yüksek performansı. 2-0’dan sonra kontratağa çıkamamak ve sürekli Volkan’ın devrede kalmak zorunda oluşunun üzerinde durulacaktır herhalde. Özellikle Gökhan’ın fizik, Topuz’un teknik gelişimlerinin yetersizliği misal. İkisi bir adam ediyor. Halbuki ikisi 3-4 kişi edecek potansiyel taşıyorlar. Kocaman’ı eleştirmek gerekir kuşkusuz. Ama çıkıştaki pas zaafının sebepleri üzerinde sadece teknik heyet değil, bireysel olarak oyuncular da durmalı. Unutmamak lazım. Bu grup kabul edilebilir bir Şampiyonlar Ligi grubu. Avrupa Ligi’nin çok üzerinde. Beraberlik de çok şey demek ama zaaflar da orada duruyor. Bu kadar şablonsuzluk ve pas hatasına rağmen sonuç iyidir.
‘’12 santim‘’
Henüz 2. dakikada verilmeyen net penaltı, hem oyundaki psikolojik üstünlüğün kaybedilmesine yol açtı hem de muhtemelen Umut’un kaybedilmesine. Umut’un 16. dakikada çıkışının önemli sonuçları var. Her ne kadar Elmander’in ilk 11’de başlaması gerektiğini düşünsem de 80 dakika bu ritimde oynaması beklenemezdi.
Orta sahanın direncinin temel kilidi Umut’un yokluğu hem İsveçli’nin erken yorulmasına yol açtı hem de orta sahada fizik kayıba... Selçuk daha fazla geride kalmak zorunda hissetti. Fizik olarak yüzde 100 olmayan Melo hep bir adım geride kaldı. Hamit son yıllardaki en iyi oyununu oynamasına rağmen, sürekli ortaya gelmek zorunda kaldı ve tüm sağ kanadın yükü Eboue’nin omuzlarına bindi. Dolayısıyla defansif denge bozuldu ve Galatasaray yapabileceklerinin çok azını sergileyebildi. Buna rağmen topa sahip oldular, oyunu rakip alana yıkabildiler. Yani; Galatasaray Umut’la kalsa, oyunun hakimiyetini yüzde 100 elinde tutabilirdi. Bu şansı kaçırmak çok üzücü.
Bireysel değerlendirmeye geçersek.. Muslera’nın ayakta kalarak penaltıda Nani’yi köşe seçmeye zorlaması, onun birinci sınıf bir kaleci olduğunun göstergesi. Terim ve Galatasaraylılar’ın, Melo’nun takıma bu kadar geç katılmasına kızma hakkı var. Fizik olarak biraz daha iyi olsa durum daha farklı olurdu. Dany, bu ligin müdavimi gibiydi. Bir kez alanını kaybetti o da gol oldu. Burak her ne kadar Süper Lig’in en iyi santrforlarının başında gelse de Galatasaray’ın uluslar arası alanda kendini ispat etmiş bir santrfora ihtiyacı var gibiydi. Hamit, üzerinde dönen tartışmaların ne kadar manasız olduğunu dün sergilediği ‘topclass’ performansla ortaya koydu. Bir insan boşu boşuna Bayern Münih ya da Real Madrid tarafından seçilmiyor. Sonuç olarak bu maç keşke grubun 4. ya da 5. maçı olsaydı. Durum daha farklı olabilirdi.









































