‘’Sabır‘’
Fenerbahçe Teknik Direktörü Aykut Kocaman’ın son dönemde devreye soktuğu tempolu oyun planı, bu maç için doğru bir seçim değil. Kontrollü hatta defansif bir 4-3-3 oynayan Marsilya’nın aradığı kırılgan yapının tüm şartları o oyunda var. Sadece Gökhan Gönül’ün Mersin İdmanyurdu maçında yol açtığı faulü düşünün. Bu, tek hata değil. Benzer çok sorun oluştu tempo yapma çabasında. Ve bunun sebebi tempo yolunda acelecilik tuzağına düşmek. Şahsen bu yeni tempo oyununun uzun vadede bir geleceği olduğunu düşünüyorum. Ama yarın Marsilya’ya karşı intihar olur...
Oyunun merkezi Topal
Fenerbahçe’nin geçen yıldan çokça eleştirdiğimiz, yan pasın bol olduğu kontrollü oyunu bu maça çok daha uygun. Topal bu oyunun merkezi. Meireles’le ilk maçtan sağladıkları uyumun üzerinde durmak lazım. Evrensel oyun ilkelerine uyan profesyoneller uyum sorunu yaşamazlar. Onlar işte bunun kanıtı. Her ne kadar Alex, Mersin İdmanyurdu maçında bunu karşılayamadıysa da bu ikilinin önünde işlerlikli bir hücum planının merkezi olabilir. Çünkü bu ikili onu taşıyabilir. Dolayısıyla Topal’ın yüzde 100’le dönmesi bu maçın kilidi...
Efsane olduğunu göster
Mehmet Topal böyle dönerse Alex de, hakkındaki efsane mi değil mi tartışmalarına gerekli cevabı verebilir. Fenerbahçe, onu bu kadar iyi taşıyabilecek bir orta saha temelini uzun süredir ilk kez sağlıyor. Alex’e de düşen nasıl bir efsane olduğunu göstermektir. Marsilya’nın standart üstü orta sahasının oyunu ele almasını ancak böyle engelleyebilirsiniz. Alex tehdidi ve Topal-Meireles katılığıyla. Valbuena’nın kendine has hücum özelliklerini baskı altına almanın sırrı da bu...
Gökhan-H.Ali’ye destek şart
Fenerbahçe için olmazsa olmaz ise savunma kanatlarına verilecek destek. Ön üçlünün kanatlarında oynaması muhtemel olan Ayew’lerin salt Hasan Ali ve Gökhan’ın defansif formlarıyla tutulması olanak dışı. Dolayısıyla Caner ve Topuz’la bu iki oyuncunun desteklenmesi sadece defansif değil, hücum anlamında elzem. Gökhan ve Hasan Ali hali hazırda defansif olarak ne kadar yetersizse, hücum olarak da o kadar önemli. Onları destelemek lazım... Stoch’la bu iş biraz zor olur. Fenerbahçe’nin geleceği tempoda... Ama perşembesi kontrolde... İlk maçında deplasmana gelmiş savunma anlayışlı bir takım için beraberlik iyi sonuçtur. Hedefleri öncelikli olarak bu olur. Fenerbahçe bundan yararlanabilir. Yeter ki gereksiz bir tempo tuzağına düşülmesin. Ve Alex bu işi mesele etsin...
‘’Galatasaray yapabilir‘’
Kestirmeden söyleyeyim: Terim’in geçen yılın 6. haftasından buyana uyguladığı plan Manchester United karşısında uygulanması gereken plandır. Herhangi başka bir yol arayışı gereksizdir.
Artı ve eksileriyle detaya girmek gerekirse:
İkinci yılının başında Terim’in öğrencileri ilk kez oyunu rakip sahada oynamayı bilen bir takımla bir resmi maçta karşılaşacak.
ManU’yu farklı kılan ne?
1- Rakip sahaya toplu geçiş şablonunun mükemmelliği United’ı 15 yıldan uzun süredir farklı bir takım yapıyor.
2- Rakip alana yerleşme sonrası topu bir kenardan diğerine geçirme hızı savunulması gereken alanı büyütüyor.
3- Ceza sahası çevresinde yarattıkları pas opsiyonunu sayısı mücadele edebileceğinizden çok daha fazla.
4- Manchester’ın 4-2-3-1 farklı. Savunma kanatları her üç bölgenin de çizgi sorumlusu yani. Topun olduğu çizgiyi 6’lıyorlar.
Bu onların önüne geçilmesi zor artıları.
Geçen yıldan bu yana ortaya çıkan eksi ise, oyun konsantrasyonundaki düşüş ve dolayısıyla şablonları uygulama sürekliliğindeki kesintiler. Şampiyonluğu geçen yıl son 5 dakikada kaybettiler. Ama rotasyon abartıları yüzünden de olsa ŞL’nde döküldüler.
Yani ortada yararlanılabilecek sorunlar da var.
Galatasaray’ın planı da çok benzer aslında. Onlar da aynı oyunu başka bir varyasyonla oynuyorlar.
Biraz daha detaya girersek:
Dünyanın tek gerçek dört süpürücülü savunma organizasyonuna sahip United. Onlardan daha iyi savunmalar mutlaka vardır ama savunma göbeğinin eşit görevle sahada olması Ferguson’ın alameti farikasıdır. Bu ona orta sahanın ortasında benzer bir yapı kurma şansı tanıyor. Carrick, Scholes, Cleverley, Anderson... Kim olursa olsun yapmaya çalıştıkları gerçekten tandem bir orta saha. Defans hücum rollerini mümkün olan en dengeli şekilde paylaştırıyor ‘Sir’... Bununla kalmıyor bu tandemi dikine de uyguluyor.
Bu yönüyle 4-2-3-1’in en ideal uygulayıcısı yıllardır. Sonsuz kadameli bir oyun. Onu farklı kılan İngiliz pozisyon futbolunu evrensel ilerlemeyle karmalaştırması.
Tabii onlardan daha formda ve iyi takımlar çıkıyor zaman zaman ancak bunca oyuncuyu değiştirmelerine rağmen bu 20 yıllık sürekliliği bu seviyede sağlamaları onları farklı yapıyor.
Terim’in bir yılda en büyük ilerlemeyi Melo - Selçuk ikilisiyle sağlamış olması, bunun omurgaki 6’lının çekirdeği oluşu da Galatasaray için artı. Galatasaray’ı farklı yapan bu. 6’lı dikine bir tandem.
Şimdi resmi maçlarda sadece Türkiye’de test edilmiş bu oyunun uluslararası seviyesini göreceğiz çarşamba.
Bu çerçevede Elmander-Umut ikilisinin bundan daha elzem olduğu bir maç hatırlamıyorum. Terim’in tek santrforla oynacağı haberlerini gerçekçi bulmuyorum. Ne Elmander ne Umut standart hücumcular. Onların yararı rakibe oyun kurulumunda yaptıkları baskı. Yani United’ın oyunu ileri yıkmaktaki becerisine baştan çomak sokmak için bu ikili ideal. “Arkaya Burak sarkar. O zaman tek santrfor olarak oynasın.” fikri bu takımın farkını terk etmesine yol açar. Arkaya sarkacak oyuncu Amrabat ve Umut’tur. Dolayısıyla Terim için standart planı bu maç için de en uygun çözümdür. Hücum ikilisinden taviz vermek çok riskli olur. Bu Galatasaray’ı hücumda değil savunmada eksiltir. Çünkü Galatasaray’ın ManU’nun 6’lı geniş alan hücumuna kendi sahasında cevap verebilecek bir savunma kurgusuna sahip olmadığı açık. Misal duran topardaki alan savunması sorunu asla sadece bir duran top sorunu değil. Oyun merkezinin geride olduğu maçlarda kağıt üzerinde Selçuk’un pasörlüğünde arkaya sarkmak mantıklı görünse de gerçek hayatta durum farklı. Türkiye Ligi’nde bile bu sorun yaratıyor. Topu rakibe zaman zaman bırakmakta sakınca yok. Ancak önde karşılamak şart. Galatasaray bu maçtan puan çıkarabilir. Ancak kendisi gibi olursa...
‘’Efsaneler dağılmaz‘’
Öte yandan bugüne gelirsek... Kabul etmek lazım ki, birkaç haftadır izlediğimiz Alex hâlâ büyük oyuncu ama “bir Alex değil.”Hiç uzatmadan... Efsaneler bu kadar kolay dağılmaz. Kimse normal zamanda efsane olmaz. Efsaneler krizle başa çıkabilenlerdir. Oysa Alex fazlasıyla dağılmış, kendisinden uzaklaşmış gibi. Bu aşk böyle bitmemeli...
Sivas maçında Fenerbahçe’nin duruşu yerindeydi hatırlarsınız. Eksik olan topun dolaşım hızıydı. Topu yavaş dolaştırıyorlar rakibi enine açamıyorlardı.
Dün ilk yarıda topu daha hızlı çevirme istekleri açıkça görüldü. İki engele takıldılar:
1- Fazla aceleciydiler. Çünkü belirgin şablonlar henüz kafalara nakşedilmiş değil.
2- Bu kötü zemin bu tip bir oyun için rakibe yardımcıdır. Topla hızlı oynamaya çalışan takım etkilidir ama kırılgandır da. Dün zemin rakipti. Bu oyunda yaratıcı olmaya çalışan oyuncular için hayat daha zor. Mersin’in golüne yol açan Gökhan Gönül faulü bu açıdan sıradan bir faul değil. Sofistike düşünmek için az zaman var. Gökhan başta olmak üzere bu oyunda var olabilmek için herkes mutlak güçlenmek ve planını topa sahip olamadan yapmak zorunda. Onun gol dışında bu hataları defalarca tekrarlaması bu oyun yapısının ona bir oyunu. Eğer ekstra çalışmazsa bu sene çok kart görür. Fenerbahçe açısından sevinilecek nokta ise gol sonrası İdman Yurdu’nun morallenmesine rağmen, pozisyon vermeden baskı kurmaya çalışmaları. İlk yarıda Meireles-Topal ikilisinin çabuk uyumu onları dirençli ve farklı yaptı. Kocaman bunun üzerine bir hayat kurabilir.
Ama Topal sonrası Baroni’nin golüyle gelen galibiyete rağmen Fenerbahçe fazlasıyla topaldı.
‘’Amrabat'la rahat...‘’
..Ve Galatasaray üstün bir formla olmasa da farkını daha kolay gösterebildi. Galatasaray 4-6-0 oynuyor ve rakip alana yerleşip topa sahip olamadığınız sürece dengenizi bozuyor. Çünkü Galatasaray’ı farklı kılan Elmander ve Umut da dahil olmak üzere bol orta sahayla oynuyor oluşu. Bu hem savunma hem de pas durağı anlamında adam adama markajla durdurulabilecek bir yapı değil. Her ne kadar Selçuk fark yaratan oyuncu olsa da...
Antalya’nın hiç işlemeyişinin sebeplerinin başında bu geliyor. Zaten dengesiz olan orta saha balansı iyice Galatasaray’a döndü.
Konsantrasyon kaydı. O kadar ki de taç atışında santrforun en yakınındaki oyuncu 5 metre mesafedeydi... Amrabat’ın neredeyse tek pas ihtimalini bu kadar serbest bırakıyorsanız savunma konsantrasyonunuz oldukça düşmüş demektir. Elmander’in şık vuruşu daha sonra Amrabat’ın yaptığı şut gibi keskin bitiricilikteydi. Ama kabul etmek lazım ki Sammy de en az savunmadaki arkadaşları kadar konsantre olmaktan uzaktı. Sonrasında Burak’ın frikiğinde de bunu görmek mümkün... Maçın yıldızı Amrabat’ın soldan hızla ve nefasetle kaydettiği koşu ve vuruşla gelen gol sonrası Antalya’nın tüm tedbirlerini rafa kaldırdı. Bundan sonra ev sahibinin akınlarının Aissati merkezli oluşunun altını çizmek lazım. Çünkü enteresan bir şekilde devre arasında oyundan çıkan da o oldu. Kanımca doğru olan ama “Asla büyük takım oyuncusuna çıkmaz” cins kırmızı kart sonrası bu değişikliğin mantığını anlamak zor. Zaten kolay geçen maçı neredeyse resmen bitiren de buydu.
‘’Sorun yok‘’
Kırmızı kart sonrası önden bir kişi eksilince Emre daha çok öne çıktı. Çünkü en iyilerden Mehmet Topal savunma önündeki süpürücü işini mükemmel yapıyor, Emre’ye geride pek iş kalmıyordu.
Emre’nin hücum sürekliliğiyle, Arda’nın rahat ettiği kanatlara gidişinden doğan santrfor arkası boşluğunu doldurabildik. Yani Selçuk İnan’ı daha az aradık.
Doğrusu Emre’nin belki de İtalya’ya gittiğinden buyana bu kadar sürekli şekilde ileride oynadığı bir maç hatırlamıyorum. Zaten bizi rahatlatan bu oldu.
Buna yol açan Emre’nin fit durumunun yanısıra hakemin kırmızı kart kararı. Belki de kararları... Ömer’e penaltı eşliğinde kolayca çıkarabileceği ve Jaager’e kolayca çıkardığı. Şükürler olsun ki...
Böylece eksiklere rağmen rakip sahaya yerleşebildik.
2-0’dan sonra hele de Selçuk’un oyuna girmesiyle doğan psikolojik rahatlıkla iş şova döndü.
Detaya girersek.
-Hakem şansı önemli.
-Burak telaşlı. Buna gerek yok. Kredisi hala yüksek.
-Gökhan erken yorulmasının üzerinde durmalı. Sakatlık onu zorlasa da yeni bir çalışma programıyla yüksek potansiyelini yakalamalı.
-Hasan Ali’nin sıklıkla ve başarıyla yaptığı dalışları psikolojik eşiği geçtiğini gösteriyor. Gol pası çok şıktı, fakat yüksek orta şiddeti yetersiz. Ya bacağı kuvvetlenecek ya tekniği değiştirecek.
-Selçuk gole rağmen moralsiz. Sebebinde haklı, ama hali kendisine zararlı. Yapma!
-Arda ve Emre’nin fit hallerine bir bakın. Arda’nın oyununu nasıl geliştirdiğine de. Biz niye bunu burada yapamıyoruz? Almanya’dan al, İspanya’ya yolla. Bu mudur yani?
-Ve nihayet iyi bir milli takım seyircisi diyecektim ki, Burak’a ıslık geldi. Yapmayın gençler. Etmeyin...
‘’Bu akşam anlayalım lütfen‘’
Ülkede zaten eleştiriden çok, eleştiriye eleştiri var her alanda ya.
Selçuk konusunda bu durum iyice zirve yaptı.
Abdullah Avcı taktiksel tercih diyor. Destek de buluyor.
Ama destekleyenler arasında bu taktisel tercihin ne olduğunu soran da bilen de yok.
Pozisyon var mı? Var.
Arda’nın maharetle kaptığı ve çok kötü kullandığı bir top, Sercan’a kestiği ve onun nedense zıplayamadığı bir orta. Bir korner ve adamların kendi kalelerine atmak üzere olduğu 4 şans mı taktik?
Taktiksel tercih ne?
Bunların hepsi gol olsa taktiksel tercih yine belli olmayacaktı.
Ancak Selçuk oynayıp 5-0 yenilsek, plan belli ama tutmamış olacaktı.
Sorun bizim hücum planımızın ne olduğunun belli olmaması.
Mesele yenilmek değil.
Mesele başka. Mesele Belçika’dan 4 yiyen Hollanda’yı seyredip karar verdikleri yöntem.
Avcı’yla maçtan bir akşam önce bir röportaj yaptık canlı yayında.
‘3 temel oyunları’ var dedi. Onların tedbiri alacağız.
Yani 3 temel hücum şablonu tespit etmişler.
Güzel. Peki ya bizimki?
Belçika’nın kullandığı Hollanda savunmasının önde yakalanma zaafından Selçuk Umut/Burak ikili ya da üçlüsüyle yararlanma planı yerine neye karar verildi?
Benim merak ettiğim bu.
Umut, Burak ve Mevlut’le son 10 dakikayı üç pas bilmez adamla, arkada hiç bir pas durağı bırakmadan maçı kurtarmaya çalışmak mı plan? Hiç pozisyon bulamadan.
Gerçekten anlamıyorum.
Daha Fatih Terim’in görevden ayrıldığı gün ‘bu jenerasyon Avcı’nın. Hiddink’e gerek yok’ diyen ben anlamıyorum.
Belki cahilim ve açıklamaya ihtiyacım var. Ama taktiksel tercih bir açıklama değil.
Son iki yıl oynadığı iki takımda da zirve puan yapılmasının tartışmasız baş aktörünün dışarıda bırakılmasının sebebini öğrenmemiz gerekmez mi?
Bu kadar sorumsuz bir görev midir Milli Takım Sorumluluğu?
Taktiksel tercih diyerek geçiştirilebilir mi?
Abdullah Hoca kuşkusuz istediği herhangi bir oyuncuyu alır milli takıma. Oynatır veya oynatmaz.
Zaten asıl sorun da budur.
Ülkenin bilinen kendisini ispat etmiş tek hücum planını, Selçuk İnan’ı herhangibir oyuncu olarak görmesi.
Liverpool-Arsenal maçında topa 10 metreden fazla yaklaşamayan Nuri’yi Emre’nin yerine oyuna sokmasını “sol ayaklı çıkardım sol ayaklı aldım’ diyerek açıklayabilir mi Milli Takım Sorumlusu?
Dedim ya, beni Avcı’nın kimi oynatıp oynatmadığı, maçı kazanıp kazanmadığı ilgilendirmiyor.
Beni ilgilendiren Selçuk İnan’ı herhangi bir oyuncu olarak görmesi.
Ve sorun Hollanda maçındaki kayıp değil, teknik kadronun analizleri, öngürüsü ve açıklamalarının altını çizdiği tehlike.
Ben Hollanda taktiğini anlayamadım. Umarım bu akşam galibiyetle birlikte anlarım.
Trabzon’da olsa sorulur muydu?
İşin acıklı tarafı bu konuda kimsenin soru sormaması. Sadece isim üzerinden gidilmesi. Sabah’ta Murat Özbostan çok haklı olarak sormuş cevabını hepimizin bildiği soruyu. Eğer Trabzonpor’da olsaydı bu kadar gürültü kopar mıydı Selçuk İnan için? Hiç uzatamadan: Hayır...
Çünkü amaç anlamaya çalışmak değil. Benim adamım olsun kavgası.
Çalışmakla övünmek
Aykut Kocaman ve Abdullah Avcı ardı ardına neredeyse aynı şeyleri söylüyor televizyonda. Sürekli rakipleri ve oyuncularımızı izliyoruz. Analizler yapıyoruz. Abdullah Avcı’nın yaklaşımı daha hafif. Burada duruyor.
Aykut Hoca ise daha ötesini anlatıyor.
Evden işe, işten eve başka bir şey yok hayatımda...
Çalışmakla övünmek zorunda kalıyorlar.
Çalışmak artık övünülecek bir şey olmuş belli ki...
Yoksa kendileri de yetersiz bir performans sergilediklerini düşünkülerinden “vallahi çalışıyorum”a mı getiriyorlar işi.
Habuki bizim zamanımızda “bizim oğlan çok zeki ama çalışmıyor”du moda övgü cümlesi.
“Demek artık çalışıyorum ama bir yere kadar oluyor” daha etkili.
Benden naçizane bir tavsiye.
Bu ülkede çalışmakla övünmeyin.
Gerçekten ağır işlerde çalışanları kırmaktan başka bir işe yaramaz bu.
Kocaman’ın Terimvari bir yaklaşımla “sürekli tesislerdeyim sabahlara kadar çalışıyorum sonra da ev” tavrı ise geçtiğimiz yılın gerekliliğidir.
Bir kriz durumu vardı. Ve karargahı terketmek yanlış olurdu.
Ancak artık “Bir tek ev ve iş demek” övünülecek bi şey değildir.
Futbol günde 8 saat çalışılarak halledilebilecek bir iştir.
Geri kalan zamanında kişisel bir zenginlik, bir sosyal hayat yaratamıyorsanız, bu övünülecek bir durum değil.
Bu zamanı iyi kullanamadığınız gösterir. Bir de hayattan pek zevk almadığınızı.
Hayatında sadece ailesi, Milli Takım veya kulübü varsa bir insanın doktorluk olmuş demektir.
Hayatı yaşamadan, tanımadan bu tip görevleri uzun vadede yapmak zordur.
Naçizane bir tavsiye daha: Futbol insanın bütün hayatını kaplayacak kadar büyük bir iş değildir.
Çünkü Menotti’nin ünlü deyişindeki gibi. Sadece futboldan anlayan futboldan da anlamaz.
‘’Selçuk İnan olmazsa olmaz‘’
1- Hollanda karşısında 90 dakika yedek bekleyen Selçuk İnan, Estonya maçında ilk 11’de yer almalı mı?
Lafı uzatmadan: Selçuk İnan şu anda ülkedeki en iyi yerli hücum planı. Bizzat kendisi bir hücum planı yani...
Daha da ileri gidiyorum. Selçuk neredeyse tek kendini ispat etmiş yerli hücum planı. Onun Galatasaray’a transferi Türk Futbol tarihinin şeklini değiştirdi. Eğer Abdullah Avcı onun kaynağı olduğu planı Hollanda karşısında kullanmıyorsa elinde daha iyi bir plan olmalı. Bunu taktik tercih vs. diyerek izah etmek mümkün değildir. Geçen yılı double double’la bitirmiş bir orta sahanız varsa onu ya oynatırsınız ya da Ersun Yanal’ın Hakan Şükür tercihi gibi hiç kadroya almazsınız. Önemli oyuncuların teknik kadrolar tarafından dışarıda bırakılması anlaşılır. Ancak yerine bir plan koymanız gerekir. Kusura bakmayın ama Hamit’in sağ bekte, Tunay ve Sercan’ın da hücumun kanatlarında olduğu bir plan Selçuk’a alternatif olamaz.
2- Selçuk’un oynaması durumunda, saha içindeki dizilişte ve oyuncuların mevkilerinde nasıl bir değişiklik olabilir?
Selçuk, Emre ve Topal birlikte oynayabilir. Çünkü Hollanda maçında Topal ve Emre gayet iyiydiler. Nuri’yse bu seviyeden çok uzak. Topun olduğu bölgede bulunamıyor bile. Zaten tartışma da buradan çıkıyor. Hasan Ali ve Gökhan, Estonya maçında yararlı olabilir. Kadro çerçevesinde en uygunu, Arda’nın solda, Umut ya da Hamit’in sağ önde olduğu Selçuk’un Emre ve Topal’ın desteğiyle rahat hareket ettiği bir yapı. Burak bu yapıda kendisini gösterir. Bizim işimiz kadro yapmak değil kuşkusuz. Ancak Hollanda maçındaki kadroyu ve randımanı gördükten sonra ülkedeki herkesin fikir beyan etme hakkı var.
3- Estonya mücadelesi, sadece bir puan maçı mı yoksa farklı anlamları da olacak mı?
Seyirci ve kamuoyu kadro tercihlerini beğenmeyebilir. Ancak bizde farklı bir durum var. İnsanlar tuttukları kulüp üzerinden işe bakıyor. Kendi oyuncuları sahada olmayınca sert tepki koyuyor. Bu akıllı ve mantıklı değil. Ve maalesef bu sadece Türkiye’de de olmuyor. Amsterdam’da Galatasaraylılar’ın tepkisi vardı. Niye Selçuk yok diyenlere de bu kez Fenerbahçeliler tepki koyuyor. Bu akıl yolu değil...
Daha önce bu ülkenin tartışmasız en iyi kalecisi Volkan’a milli maçta tepki oldu. Bunların önüne geçmemiz lazım. Milli maçta kulüp olmaz, vatan olur. Maalesef bu doğruyu kaybettik. Yanlış çukurunda tepiniriz. Dolayısıyla her milli maç bir puan maçından fazla anlam ifade ediyor. Bu acıklı da olsa bir gerçek.
4-Kuralar çekildiğinde, gruptaki tek rakibimiz olarak Hollanda gösteriliyordu. Gruptaki ilk maçların ardından bu tespit hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Ben asla böyle bir şey söylemedim. Şükürler olsun analitik zekamı kaybetmiş değilim. Verilere bakalım: Biz FIFA sıralamasında 35’inciyiz. Üst sınıftan düşeli çok oldu. Kulüplerin durumu da ortada. Bir tek takımımız eleme geçemedi. Tarihimizde en iyi kadrolarla bile ne gruplarda ne de şampiyonalarda grup birincisi olabildik. Bu durumda Hollanda’yla liderliğe oynarız demek akıllıca değil. Geçen sefer de Almanya’yla oynarız demiştik. Tabii ki olmadı. Ayrıca umutmamak gerekir ki Avrupa Şampiyonası play-offlarında oynayan takımlar arasında Estonya da vardı. Dolayısıyla gerçek şudur: Biz bu grupta 1.’lik 4’lük arasında yer alırız. Hollanda’yı seyrettikten sonra hangisi olsa şaşırmam.
‘’Eğer Selçuk oynayamıyorsa...‘’
Selçuk İnan’ın yedekten de olsa giremediği bir orta sahaya sahipseniz çok üst düzey bir yaratıcılığınızın olması gerekir. Bunun olduğunu söylememiz çok zor. Dün 3 oyuncusu dışında tartışmalı, yeni kurulan bir Hollanda karşısındaydık. Doğrusunu söylemek gerekirse çok da kötü değildik. Mehmet Topal’ın savunmanın hemen önünde bir ön stoper gibi varlığı rakibin kanatlardan gelişinde araya girerek oluşturduğu kademe rolünü iyi oynaması Hollanda’nın etkinliğini belirli ölçüde azalttı. Ancak kötü oynamamış da olsa Emre’nin Selçuk İnan’a neden tercih edildiğini anlayamadım. O kadar da değil! Emre oyundan çıktıktan sonra, iki sezondur pozisyonlara hep uzak kalan Nuri’nin tercih edilmesi ise hiç anlaşılamadı.
Abdullah Avcı bir gün önce Hollanda’nın 3 temel şablonla gole gitmeye çalıştığını ve önlemler alacağımızı söylemişti. Herhalde tüm bu tercihler bununla alakalı olmalı. Yani onların şablonları bizim şablonu devre dışı bıraktı. Çünkü Türkiye Ligi’ne bakarsanız gole gidebileceğiniz temel şablonun Selçuk İnan-Burak-Umut üçgeninde olduğunu görürsünüz. Dün, bir-iki şut, iki duran top ve Arda’nın bireysel becerisiyle yarattığı pozisyonlar dışında belirgin bir şablondan bahsetmek mümkün değildi.
Sonuç olarak şunu söylemek mümkün; hiç kötü değildik. Ama sanki riskleri ortadan kaldırmak için çok iyi olma fırsatını kaçırdık. Çünkü Selçuk İnan dördüncü orta saha tercihinizse, sahadaki oyuncuların performanslarının başka türlü olması gerekir. Eğer Selçuk sisteminize uymuyorsa, o zaman da ligin en iyi orta sahasını kulübede çürütemezsiniz...









































