‘’Unutmayın!‘’
Ve doğrusu korkulu rüyası olurdu oynattığı futbolla her rakibin. Agresif, dirençli, pozisyon yaratmanın efendisiydi çoğu zaman onun takımı. Ama Fenerbahçe’nin başındaki Ersun yanal’ın Fenerbahçe’sine bakın bir de. Ürkek, dirençsiz, ahenksiz ve pozisyon fukarası. İki elin parmakları kadar tehlike yaşıyor kalesinde, ama akıllarda kalacak pozisyon yaratamıyor. Dün akşam da farklı değildi ne yazık ki, ilk 45 dakika.
İyi de neden? Geçen sezon eğer Webo, Mehmet Topalsız olmasa ve Gökhan Gönül sakatlanıp maçı yarıda bırakmasa belki de final oynayacaktı bu takım. Üstüne üstlük Emenıke, Alper Potuk, Burono Alves ve Kadleç’le takviye olmuş bu takım. O zaman neden geçen sezonki direnci, inancı ve uyumu şu ana kadar birkez olsun sergileyemedi Fenerbahçe. Koca ilk yarı boyunca mahkum oynadı, hem de Şükrü Saraçoğlu’nda sarı lacivertliler dün akşam da, sahi neden?
İkinci yarı da aynı görüntüyle başladı. Orta sahası barakadan ev gibi, en küçük sallantıda çatırdıyor. Alper potuk dışında ayakta kalan yoktu nerdeyse ikinci bölgede. Ne adam eksiltiyor, ne set olabiliyor rakip ataklarda. İsabetten vazgeçtik, sayıda da fukara şut konusunda Fenerbahçe. Maçın başından beri ilk defa 53’te çok adamla rakip kaleye gidebildi, zaten ondan da sonuç aldı Ersun Hoca’nın talebeleri. Emenıke’nin ortası harikaydı, ama Kuyt’un kafa vuruşu harikanın şahikasıydı tek kelimeyle.
Golden sonra da elini kolunu sallayarak atak geliştirdi Eskişehirspor. Bir penaltı kaçırdı ve şut üstüne şut attı kırmızı siyahlılar golden sonra da.
Tabii, bir de Musa Sow’dan sözetmek lazım. 88’de ve artı 92’de kaçırdığı iki golün nedenini kendisi de izah edemez her halde. Ama bence bunu ana nedeni Ramazan’da oruç tutması ve bu süre içinde yaşadığı güç kaybını hala toplayamamasıdır. Elbette inancın her türlüsüne saygımız var. Ama Hz. Muhammed’in bile en iyi ibadeti iş olduğunu söylediğini de biliyoruz.
Ve unutmamamız gereken bir başka şey daha var tabii: Fenerbahçe bu ülkenin suyudur, sabahıdır ve güne umutla başlama melodisidir, Ersun yanal ve tüm futbolcular bu gerçeği asla unutmamalı.
‘’İmza; hoca!‘’
Şüphesiz, bunun en önemli nedenlerinden biri de gönül verdiğimiz takım ve onun yeni transferlerine biran önce kavuşmak isteğiydi. Sevdanın rengi, adı tartışılamaz ve önünde saygıyla eğilirim her aşkın. Ancak, kim ne derse desin ezelden beri liglerimizin en önemli tadı, rengi ve rayihası Fenerbahçe’dir tartışmasız şekilde. Hele de yeni bir hoca göreve gelmiş ve Emenıke de geri gelmişken.
İşte bu Fenerbahçe, Süper Lig’in yeni takımı T. Konyaspor’un konuğuydu dün akşam. Doğru, Volkan, Gökhan, Alves ve Mehmet Topal gibi dört önemli futbolcusunu çeşitli nedenlerle oynatma şansı yoktu Ersun yanal’ın. Ama gene de Vebo’yu ilk on birde görmek isterdim. Çünkü Kamerunlu oynadığında ancak ofansif yeteneklerini sahaya daha iyi yansıttı bu güne kadar Musa Sow.
Gene de ilk yarıda önemli eksikleri ve hocanın tartışılır tercihleri olsa da kalite farkıyla Fenerbahçe ağır bastı. Devşirme sağ bek Mehmet Topuz, Alper’in de yardımıyla Erdal’ı etkisiz hale getirince Gökhan’ın yokluğu pek hissedilmedi bu yarıda. Dolayısıyla daha ilk 30 dakikada kalitesiyle iki farklı skor yakaladı sarı lacivertliler. Üstelik bu süre içinde bir de penaltısı verilmemişken.
İkinci yarıda ise tek kelimeyle ezildi Fenerbahçe. Neredeyse sahasından çıkamadı. Ama bu baskıya itiraz eden futbolcuların başında gelen Alper’i kalktı oyundan aldı Ersun Yanal ne yazık ki. Zaten ondan sonra da ne tadı, ne ahengi, ne de direnci kaldı çubukluların. Oysa saygı duyulacak bir kariyer ve kişiliğe sahip olsa da oyundan alınması gereken kişi Kuyt, o da olmazsa Baroni olmalıydı.
Şüphesiz, her takım saygıyı hak ediyor. Ama Fenerbahçe ile T. Konyaspor arasında deyim yerindeyse dağlar kadar fark var. Bu gerçeğe rağmen, ikinci yarının önemli bölümünde oynanan futbola baktığımızda “Dağ gibi” olan taraf Uğur Tütüneker’in takımıydı.
Elbette verdiği, vermediği penaltılar, hak ve adaletle bağdaşmayan tutum, tercih ve idaresiyle hakem Tolga Özkalfa’nın da payı var bu sonuçta. Ancak dün akşamki bu sonuç ve futbolun asıl sorumlusu Ersun Yanal’dır, ne yazık ki.
‘’Göztepe neden düştü!‘’
Ülkemizin en çok taraftarı bulunan takımlarının başında yer alması, gururlandırıcı bir tarihe sahip olması bile bu gerçeği değiştiremez artık; Göz Göz PTT 1. Lig’de de yok artık. Zaten pazar akşamından bu yana koyu mateme bürünmüş İzmir. Göztepe semti ise ölü evi gibi. Kimsenin ağzını bıçak açmıyor neredeyse.
Pazar akşamı Atatürk Stadı’nın basın tribününde ben de yerimi almıştım. Çok şeye tanıklık yaptım dolayısıyla. Ve gerçekten büyük dramlar yaşandı o akşam. Korkunçtu olanlar, yaşananlar, yıkımlar.
Peki, sezona Süper Lig’e terfi etmek parolasıyla başlayan koca Göztepe neden bu denli bir düşkırıklığı yaşadı, sorumluluk kimlerin? Gerçeği söylemek gerekirse birden fazla neden ve sorumlu var. Misal, Atatürk Stadı’nın iç karartan hali. Ve eğer Göztepe maçlarını Alsancak Stadı’nda oynasa ne bu acı sonu yaşardı, nede taraftarın verdiği maddi ve manevi zarar bu boyutlarda olurdu. Yönetim biçimi, baş döndüren boyuttaki oyuncu sirkülasyonu, teknik direktör yetersizlikleri gibi faktörler de pay sahibidir Göztepe’nin küme dü∫mesinde. Ancak bu olumsuzlukları sabır ve inançla a∫abilecek bir camiadır bana göre. Hem sayın İmam Altınba∫’ın hem de Göz Göz sevdalılarının bu yıkımın açtığı yarayı sarabilecek irade ve aşk taşıdıklarına inanıyorum. Yeter ki, taraflar gerekli dersleri çıkarsın, teşhisi doğru yapsın. Gerisi kendiliğinden gelecek ve Şanlı Göztepe eski şaşaalı günlerine yeniden kavuşacaktır, göreceksiniz.
‘’Yakışmadı!‘’
Futbol bu, üç ihtimal de yaşanabilir elbette. Her takım her takımı yenebilir, bu da doğru. Kaldı ki, İ.B.Ş.B.SPOR daha önceki sezonlar da Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş’ı yenmişti. Yani kesinlikle küçümsemiyorum ve her takım gibi o da saygıyı hak ediyor benim indimde. Ancak gene de pazar akşamı Olimpiyat Stadı’nda izlediğim Fenerbahçe’nin sinir bozucu olduğunu ve soru işaretlerine yol açtığını söylemek zorundayım. Çünkü İ.B.Ş.B.Spor karşısındaki o berbat görüntünün hiçbir mazereti olamaz.
Aylardır önüne gelene yenilen bir takıma karşı bu denli sefilleri oynamak olacak şey mi? (Benfica’ya elenmekten kaynaklanan) yorgunluk ve moralsizlikle bile açıklanamaz performansın böylesi. Bu formayı giyen bir futbolcunun hata yapmak hakkı vardır ama sorumsuz davranmak lüksü yoktur. Kaldı ki, yorgun da olamazdı futbolcular. Çünkü Benfica maçındaki on birden (Baroni, Egemen, Salih ve Musa olmak üzere) sadece 4 kişi İ.B.Ş.B.Spor maçında sahadaydı. Hoş daha önce de çokça kötü maç oynamıştı Kanaryalar. Fakat bu maçı “Kötü”yle de izah edemeyiz. Ayaklarında pranga vardı sanki futbolcuların. Caner’in direkte patlayan şutu dışında hatırladığım başka pozisyonu yok koca Fenerbahçe’nin, düşünsenize.
UEFA Kupası’nda finale kalamamak, işi oraya kadar götürmüş ve o kupayı kaldırmaya bu kadar yaklaşmışken elenmek üzücüdür şüphesiz. İyi de UEFA Kupası’ndan elenmiş olmak bu kadar kimyasını bozabilir mi koca Fenerbahçe’nin? 3 Temmuz Depremi’nin altından bile sağ çıkabilmiş bir camiadan söz ediyoruz sonuçta, bu gerçeği de atlamayalım. Ve iddia ediyorum, Fenerbahçe dışında hiçbir camia o travmayı atlatamaz, onlarca yıl geçmeden ayağa kalkamazdı. Peki, “Çubuklu Forma”yı giymek onurunu yaşayan bir futbolcu bunun farkında olmak ve bu ayrıcalığın gerektirdiği sorumluluğu taşımak zorunda değil midir?
Demek ki, Fenerbahçe gibi kulüpler oyuncu transfer ederken sadece yeteneğe bakmayacak. Aksine oyuncunun karakterini, ahlaki değerlerini ve sorumluluk duygusunun düzeyini de göz önünde bulunduracak. Peki, şimdi Fenerbahçeli futbolcuların bu kişiliksiz futbolundan ötürü İ.B.Ş.B.Spor kümede kalırsa ve dolayısıyla da Akhisar Belediye Spor küme düşerse ne olacak? Bunun vebali kime ait olacak, söyler misiniz?
‘’Gerçek bu!‘’
Sezonun bu şekilde netleşmesinde birden fazla faktör rol oynadı, malumunuz. Misal, Alex’in ayrılma biçimi bir süreliğine de olsa takımı olumsuz yönde etkiledi. Keza sezon başında çekilen 5 maçlık “Seyircisiz maç” cezasının ve verilmeyen buz gibi gollerin de şampiyonluk mücadelesinde Fenerbahçe’yi çelmelediği
Ancak gene de en önemli etken Sayın Aykut Kocaman’ın sistemini düşlediği zaman diliminde yerleştirememesidir her halde. Bunun da ana nedeni Aykut Hoca’nın çok inandığı kimi futbolcularının uzun süre kocaman bir düş kırıklığı yaratmasıdır. Bunların başında da Avrupa’da piyasası olan ve hocanın istek ve ısrarı üzerine transfer edilmiş Milos Krasic ve Miroslav Stoch gelmektedir. Maalesef bir türlü kalitelerinin karşılığına denk düşen oyunu oynayamadılar, giderek gerilediler, yeteneklerini inkar ettiler.
Sayın Kocaman’ın sistemini yerleştirmesini ve dilediği takımı yaratmasını öteleyen futbolcular Krasic ve Stoch’la da sınırlı kalmadı ne yazık ki. Mesela şampiyonluğun tayin edilmesinde birinci derecede rol oynayacak karşılaşmalardan biri olan Galatasaray maçında kırmızı kart gördü Raul Meireles. Aynı Raul’un Bate maçında kırmızı görerek arkadaşlarının sahadaki işini zorlaştırdığını da hatırlıyorsunuzdur her halde.
Ya Caner’e ne dersiniz. Tamam, çok yürekten oynuyor, elini taşın altına koyacak denli sorumluluk alarak çırpınıyor. Ama her kulvarda bir nevi bomba gibi, hiç gereği yokken kart görebiliyor aynı Caner. Ya Vebo’nun Benfica maçında gördüğü sarı kart. Aman Tanrım, artık bu kadar profesyonelce oynanan bir oyunda insan nasıl bu denli amatörce davranır, hareket eder, anlamak mümkün değil. Yani sorumluluk kavramı, iş disiplini zayıf kimi futbolcuların da şampiyonluk mücadelesindeki hedef sapmasında rolü var, anlayacağınız.
E, tabii Fenerbahçe camiasının uzun süre huzurunu kaçıran, futbolcu, teknik direktör ve tribündeki gerçek taraftarın aylarca sinirlerini geren malum gurubun şampiyonluk ve Avrupa kulvarındaki zorlu mücadelede verdiği zararın boyutları da az değil, bildiğiniz gibi.
‘’Pes vallahi!‘’
Aykut Hoca’nın oynadığı futbol ile kişiliği ve düşüncesi arasında birebir bir benzerlik yakalamışımdır öteden beri. Attığı gollerden ise estetik damlıyordu. Çok az kişi başarmıştır böylesini her halde. Çünkü ancak bu kadar insanın anlayışı, işinde ve yaşamında sergilediği düzey ve tavrı çağrıştırabilir.
Teknik direktörlük yaşamında da tutarlılığı, sahici olmayı pusula yaptı kendisine. Hele bir “Rakibe saygı” kavramı var ki, çerçevelenip duvara asılacak türdendir. Nasıl ki, futbol oynarken etiği ve estetiği gözettiyse, hocalığında da centilmenliği, asaleti temsil edip gidiyor Kocaman Adam.
E tabii, boşuna “İnsan yedisinde neyse yetmişinde de odur” dememişler. Misal, Fatih Terim de futbolculuğunda ne yaptıysa teknik direktörlüğünde de yapıyor. Futbolcuyken de hoyrattı, hocalığında olduğu gibi.
Ama gene de Mersin İdman Yurdu maçından sonraki söylediklerini ibretle izledim. “Gizli bir gündem, gizli bir iş var…Devre arasında kararlar alacaksınız, öyle şey olmaz…Herkes dikkatli olsun…” v.s.
Galiba Real Madrid yenilgisinden sonra “Ya ligi de kaybedersem” paniğine kapıldı Sayın Terim. Komplodan, gizli kararlardan söz ediyor. Yani “Fenerbahçe’yi şampiyon yapacaklar” demek istiyor. Kendisinin ve futbolcusunun kesinleşmiş cezası erteleniyor, Fenerbahçe’nin buz gibi golleri verilmiyor ama gene de Fenerbahçe kollanıyormuş. Paranoyaya bak.
Ha, birde ”Fatih Terim’in olduğu yerde hak vardır” diyor. Sayın Terim, 1996-97 sezonunda İstanbulspor’la İnönü’de oynadığınız o maçı hatırladınız mı? Beraberlik bozulmayınca uzattıkça uzatmıştı maçı hakem Vahap Beyaz. Derken Arif Erdem kendini ceza sahasında yere bıraktı (ki, Arif yıllar sonra penaltı olmadığını, kendisini yere bıraktığını itiraf etti) ve o penaltıyla maçı kazandınız, hiç bir şey olmamış gibi puanları cebinize koyup gittiniz, sonra da şampiyon oldunuz o sezon. Hoca da sizdiniz tabi.
Haydi, bu eski bir olay. Yahu, daha bu sezonun ilk yarısında oynadığınız Beşiktaş maçında Burak Yılmaz’ın kendisini yere atmasıyla kazandığınız heybeden penaltıyla Beşiktaş’ın 2 puanını tuz-buz etmediniz mi?
Ortada doğru dürüst bir şey yokken böyle yapıyorsanız peki ya Fenerbahçe’ye yapılanlar size yapılsa, kim bilir neler yapardınız. Kaldı ki, 40 yılını futbola vermiş ve futbol sayesinde milyonlarca dolar kazanmış bir insanın buna paralel sorumluluk ve yükümlülükleri olması gerekmiyor mu?
Şimdi cevabını düşünmenin bile insanı korkuttuğu şu soruyu sormanın zamanıdır her halde. Fatih Hocam sizin benzine ateşle giden bu tavrınızdan sonra eğer Galatasaray o akşam puan kaybetse yüzlerce insan tribünlerden sahaya atlamaz mıydı ve bir facia meydana gelmez miydi sayenizde? Türk futboluna ve insanlarımıza karşı beslediğiniz sorumluluk ve saygı bu kadar sığ mı? Pes vallahi!
‘’Cernat farkı‘’
Geçen hafta Atatürk Stadı’nı avucunun içine alan hüzün dün de Alsancak Stadı’ında bağdaş kurmuştu. Gerçekten de ümidini örseliyor insanın ‘Böyle gelmiş, böyle gider’ zihniyetinin pervasızca nanik yapması. Tamam, hiçbir ceza karşılıksız kalmasın, ama buradan hareketle suçlunun ailesini, mahallesini, tüm hısım ve akrabalarını çileden çıkarmak hukukla bağdaşmaz ki. Öyle ya, bir ağacı gerekçe yaparak koca bir ormanı yakmanın alemi ne şimdi. Günler öncesinden İzmir’in dağlarında tekmil çiçekler halaya durmuşken ve onca sıkıntısına rağmen hala ilk 6’ya oynuyorken Karşıyaka, taraftarla futbolcuların arasına yalnızlığı, kimsesizliği koymanın insafla, mantıkla izah edilir yanı var mı? Kaldı ki, Karşıyaka biraz da taraftarının tutkusuyla bu denli büyümedi mi? Tanrı aşkına bu ‘Seyircisiz maç’ garabetine bir çare bulun artık ey yetkililer!
Karşıyaka ilk yarıda maçı bitirebilirdi, girdiği pozisyonları değerlendirebilse. Ama golü kaçıranların tekniği ve son vuruş becerisi bu kadar işte. Misal bir Makakula oynasa kesinlikle faklı bir skorla biterdi bu maç. Çaykur Rizespor tipik bir Mustafa Denizli takımı gibi oynuyor. Oynadığı oyun gözalıcı değil. Hatta “Sıkıcı” bile denebilir türden. Karşıyaka’nın üstün oynadığı bölümlerde dahi asla panik yapmadılar. Ve bu dönemde ilizyonistleri çağrıştıran bir tavır sergiledi Mustafa Hoca’nın öğrencileri.
İkinci yarının başlarında kısa bir baskıyla Karşıyaka’yı frenledikten sonra maçı 0-1’e endeksleyen bir bilinçle hareket ettiler. Sanırım bunu da Cernat faktörüyle yaptılar. Doğrusu Rumen futbolcu da bu güveni hak ediyor. Oyunun soğuduğu, işin, ‘al gülüm-ver gülüm’e döndüğü anda o mesafeden öyle vurmak ve topu üst köşeden ağlara takmak yetenek ve zeka işidir tek kelimeyle. Karşıyak ilk 6 hedefinde yara alırken,
Cernat farkıyla kazandı anlayacağınız dün Rizespor. Ve Şampiyonluk mücadelesinde çok önemli bir engeli daha geride bıraktı Karadeniz ekibi.
‘’Buna hata denmez!‘’
37. Dakikada Musa Sow’un vuruşunda top yaklaşık olarak kale çizgisini 1 metre geçiyor, ama ne Abitoğlu, ne de yardımcısı Mustafa Sönmez durumu süzemiyorlar. Anımsayın, Beşiktaş maçında da net bir golü verilmemişti Fenerbahçe’nin. Ve tabi gene yan hakem adres gösterilerek.
Tabii, insanın aklına birden fazla şey geliyor doğal olarak. “Hakemler de insandır, hata yapabilirler” diyeceğim, diyemiyorum, çünkü o takdirde hatanın (küçücük de olsa) masumiyet payına haksızlık yapmış olurum. “Kasıt” diyeceğim, elimde “Belge” yok(!) Nedir o zaman, neden ikide bir canını yakıyorlar Fenerbahçe’nin, ne hakla insanın “Hak ve adalet” kavramıyla alay ediyorlar, ne cüretle görme duyumuzu ve algı düzeyimizi bu kadar küçümsüyorlar, aklın ve dimağın almayacağı kararların altına imza atan bu hakemlerimiz o zaman?
Peki, önyargılı olmaktan kaçınalım, kötü bir niyet aramayalım. Bütün samimiyetimizle “Kasıt yok” diyelim. En iyimser bakışla hakemlerimizin Fenerbahçe’nin bu denli net gollerini vermemesini görme duyularındaki yetersizliğe bağlayalım. Misal, varsayalım ki, miyop oldukları için bu bariz golleri süzemediler sevgili hakemlerimiz. İyi de MHK böylesi rahatsızlıkları bulunan hakemleri neden hayati önem taşıyan maçlara atıyor. Fenerbahçe ile Beşiktaş şampiyonluk, Akhisar Belediye Spor ise kümede kalmak mücadelesi veriyorlar, bilmeyen var mı?
Bu ihtimal de düşük görünüyor gördüğünüz gibi. “Yoksa hakemlerimiz mesleklerinin gereği olarak rutin sağlık kontrollerinden geçirilmiyor mu?” desek, o da olmaz. Takdir edersiniz ki, skandalın böylesi bizim gibi gelişmesini tamamlayamamış ülkelere göre bile kabul edilemez türdendir.
Şunu da yadsımayalım. Sorumluluk gerektiren bir iş yapıyor hakemlerimiz. Ama bir o kadar da açık ve sarihtir uygulamakla yükümlü oldukları kurallar. Maça iyi hazırlanacaklar, sahaya önyargısız çıkacaklar, takım ve futbolcu adına bakmaksızın kuralları uygulayacaklar. Ve tabii, çifte standarttan kaçınacaklar, hepsi bu.
Yani neresinden tutsanız elinizde kalıyor. Dolayısıyla Fenerbahçe’ye yapılan bu haksızlıkların tümünü “Hata”yla açıklamak mümkün değil ne yazık ki. Üzgünüm, ama başka bir izahı yok olup bitenin.