‘’Ne yazık ki Hoca da formsuz!‘’
Biz ezelden beri böyleyiz maalesef. En asli görevimizde bir süre başarılı olunca hemen baş dönmesi yaşıyoruz, güç zehirlenmesine yakalanıyoruz. Galiba bu durumun en güncel örneği de Fatih Terim’in bu şampiyonadaki tercihleridir.
Be hocam; şansımız yaver gitmiş, resmen bir mucizeyle şampiyonaya direkt katılma hakkını elde etmişiz. Bu aşamadan sonra şapkadan tavşan çıkarmaya çalışmanın anlamı nedir, söyler misiniz Allah aşkına!
İki sezondur takımında harikalar yaratan Yalçın Ayhan’ı kadroya bile almıyorsunuz. Onun yerine şampiyonaya götürdüğünüz Ahmet Çalık ve Semih Kaya dururken, ön liberonun kralı Mehmet Topal’ı stoper olarak oynatıyorsunuz. Haydi, Alper Potuk’u es geçmenizi anlayalım. İyi de Emre Mor ve Volkan Şen gibi kanat oyuncuları varken elinizin altında, neden “devşirme”ye yönelip Hakan Çalhanoğlu ve Arda Turan’ı asli yerlerinin aksine kanatlarda oynatıyorsunuz?
Bizim bildiğimiz önemli hocaların hepsi futbolcuyu en iyi verim alabilecekleri yerlerde oynatmakla ünlenmişlerdir. Mehmet Topal, Hakan Çalhanoğlu ve Arda Turan gibi tayin edici role sahip üç önemli futbolcuyu asli yerlerinde oynatmazsanız başarı düşler ötesi olmaz mı, söyler misiniz Sevgili Hocam!
Tabii, söylenecek başka şeyler de var. Sayın Terim, siz de bilirsiniz ki bir futbolcu için en büyük dezavantajlardan birisi maç kondisyonu eksikliğiyse diğeri de maça konsantre olmasını engelleyen sorunlarla boğuşmasıdır.
E, ama Arda neredeyse bir yıldır doğru düzgün oynamadı. Takımımızın kaderini tayin edecek, hayati bir role sahip mevkilerde oynayan Gökhan ile Caner’in aylardır yaşadığı sorunları ise sağır sultan bile duydu. Buna rağmen bile bile lades değilse nedir bu üç oyuncuda ısrar etmek, söyler misiniz lütfen. Ah be hocam, oldu mu şimdi, yazık değil mi yani şimdi kalitemize, beklentilerimize ve bu kozasından çıkmadan solan hayallerimize!
Açıkçası, sadece Arda Turan, Gökhan Gönül, Caner Erkin ve Selçuk İnan’la sınırlı değil EURO 2016’daki formsuzluğumuz. Fatih Terim de meslek hayatındaki en büyük formsuzluğunu yaşıyor ne yazık ki!
‘’Ucuz atlattık!‘’
Gerçeği söylemek gerekirse çok zorlu bir grupta mücadele ediyor millilerimiz. İspanya, hem Avrupa hem Dünya Kupası’nda şampiyon olmuş. Hırvatistan ise resmen yetenek tarlası, adeta yıldızların harman olduğu ülke. Real Madrid, Barcelona, Juventus, Inter, Shakhtar Donetsk, Fiorentina, Monaco; yani neredeyse Avrupa’daki her başat takımda bir Hırvat futbolcu oynuyor. Yani grubumuzdaki en zayıf takım Çek Cumhuriyeti. Ki, bir ekolleri ve deneyimleri var Çekoslavakya döneminden.
Bütün bu gerçekler kabulüm. Ama yine de Hırvatlara karşı bu kadar mahkum oynamamalıydık. Abartmıyorum, belki de izlediğim en etkisiz milli takımdı Fatih Terim’in Euro 2016’da sahaya sürdüğü on bir.
Nedenleri çok elbette de bu görüntünün. En başta yukarıda da altını çizdiğim gibi yıldızı çok olan, teknik kapasitesi ve oyun disiplini alkışı hak eden bir takım Hırvatistan.
Ancak yine de çuvaldızı kendimize batırmamız gerektiğine inanıyorum. Oyunun kaderine etki edecek oyuncularımızın neredeyse tamamı formsuz. Arda, Hakan Çalhanoğlu ve Selçuk İnan sıradanlaştılar; dolayısıyla kolektif düşünüp hareket edemedik. Bireysellik ve disiplinsizlik ön plana çıktı. Bütün bunlar da organize olmamızı sıfırladı adeta.
Volkan Babacan’ın da hatası vardı yediğimiz golde. Ama ya Hırvatların direklerden dönen topları olmasaydı? Herhalde fark yerdik. Dolayısıyla faturanın kaleci veya savunmaya kesilmesi haksızlık olur.
Amma velakin Fatih Hoca’ya söylenecek şeyler var tabii. Bir kere milli takımın en çok aksayan dişlisi Arda Turan’dı. Keza problem çözme, yani organize olma ve skor üretme sorunumuz aşikarken, Oğuzhan oyundan alınacak en son kişiydi bence.
Yani Fatih Hoca form ve oyunu değil de sanki biraz ismi ön plana aldı. Tamam, Arda bizim nazar boncuğumuz ve gururumuz. İyi de adı ve kariyeri ne olursa olsun en büyük dezavantaj maç eksikliği ve formsuzluktur bir futbolcu için. Neyse, ucuz atlattık; umarım ilerleyen günlerde yararını görürüz bu tek farklı yenilginin.
‘’Aklın yolu bir!‘’
Fenerbahçe’nin başında da dolaşıyor Demokles’in kılıcı. UEFA’nın mali kriterlerini gözeterek adım atmak zorunda bundan böyle Aziz Başkan ve yönetimi.
Oyuncu satmadan bonservis parası ödemesi olanaksız anlayacağınız. Ağırlaşmış borç yükünün yeni bonservis bedelleriyle hepten altından kalkılamayacak hale getirilmesine yaptırım kapıda kısacası.
Sayın Aziz Yıldırım Pazar günkü mali genel kuruldaki konuşmasında mesajı aldıklarını ve buna göre davranacakları anlattı zaten.
Aslında keşke yıllar öncesinden bonservis paraları konusunda özenli, ölçülü davranabilseymiş kulüp yöneticilerimiz.
Mehmet Topuz’a 9, Serdar Kesimal’a 5, İlhan Parlak’a 2 milyon euro bonservis bedeli ödenmişti belleğim beni yanıltmıyorsa. Adı geçen futbolcuların takıma katkıları da hepimizin malumu.
Ancak UEFA’nın mali kriterlerine uyulacağını söyleyen Aziz Başkan’ın önümüzdeki sezonun kadro şekillenmesi konusunda sağduyulu davrandığı tartışma götürür bence.
Misal, Caner Erkin’in ikna edilmemesi ve para kazınılmadan gönderilmesi bir yönetim hatasıdır. Çünkü aylar öncesinden dillendiriliyordu bu ayrılık. Buna karşın sezon içinde Caner’le yeni sözleşme imzalanmaması yönetici zaafıdır kanımca.
Peki ya Mehmet Topal ile Gökhan Gönül’ün şu ana kadar yeni sözleşmeye ikna edilememesine ne demeli? Tamam, iki yıldız oyuncu da iyileştirmeler istiyormuş. Kesinlikle eğer işin içinde inatlaşma yoksa aradaki fark atla deve değil. Çünkü Sayın Başkan’ın ifadesiyle Gökhan için ortaya çıkan fark 1,3 milyon euro; Mehmet Topal için ise bu fark sadece 1 milyon euro. Yani bütçeye iki futbolcu için 2,5 milyon euro bile yük binmiyor.
İyi de bu iki futbolcu ayrılırsa, yerlerine yeni oyuncular alınmayacak mı? Eğri oturup doğru konuşalım. Onların kalitesindeki iki futbolcuyu bonservis parası ödemeden alamayacağınıza göre bu da neresinden baksanız 5-6 milyon euroyu bulmaz mı?
Ne anladık şimdi bu işten? Bir yanılgı yok mu bu hesapta? Üstelik yıllardır kulübe simge olmuş, takımın dişlileri haline gelmiş, sorunsuz, karakterleri yüksek ve uyum sorunu bulunmayan iki önemli futbolcuyu gönderiyorsunuz iki-üç milyon euro fark için.
Ama beş-altı milyon euroya getireceğiniz -o da olabilirse- yeni oyunculara bel bağlayacaksınız uyum ve başarı adına… Yapmayın Tanrı aşkına, aklın yolu bir, unutmayın!
‘’Zorunluluk!‘’
Fenerbahçe, Beşiktaş, Galatasaray, Trabzonspor ve Bursaspor; Türkiye Ligi’nde şampiyon olmuş beşi de, değil mi? Ama hepsi UEFA’nın mali kriterlerine uymadığı için yaptırımlarla karşı karşıya kaldı bildiğiniz gibi. Keza, Eskişehirspor başta olmak üzere Anadolu kulüplerimizin büyük çoğunluğu boylarını aşmış bir borçla boğuşuyor. Karşıyaka, Altay, Ankaragücü gibi köklü takımlarımız aşamadıklar mali krizden ötürü PTT 1. Lig’e dahi tutunamadılar.
Bu iç karartıcı tablonun ana nedeni bilinçsiz ve sorumsuz yönetilme biçimidir şüphe yok ki. Hem de uzun yılları kapsayacak şekilde. Doğal olarak öyle kolay ve kısa sürede aşılacak bir sorun değil maalesef. Ama bir yerden başlamak, “har vurup, harman savurma” devrinin bittiğini de kabul etmek zorundayız.
Del Bosque’den Prandelli’ye, Rijkaard’dan Halilhodzic’e, Gerets’ten Daum’a, Tigana’dan Schuster ve Lucescu’ya kadar tazminat ödedi kulüplerimiz on yıllık geçmişte. Hem de öyle az buz değil, 20-25 milyon euroyu aşacak şekilde.
Ben yabancı yasağını savunanlardan değilim. Ama yabancı hayranlığının bu denlisine de karşıyım.
Kaldı ki teknik adamlarımız artık eskisi gibi değiller. Donanımlı, kendisini geliştirmiş hayli hocamız var.
Aykut Kocaman, Abdullah Avcı, Ersun Yanal, Hüseyin Eroğlu, Ertuğrul Sağlam, Mesut Bakkal, Nurullah Sağlam, Şenol Güneş, İbrahim Üzülmez ve daha niceleri... Hangisi Gerets, Tigana, Prandelli, Schuster’den daha az yararlı olur, söyler misiniz?
Futbolcu konusunda da artık çok şanslıyız. Bir kere Avrupa’daki Türklerin yarattığı bir havuz var ki, tam bir hazine. Bakın şimdi de Emre Mor adında 18’lik bir delikanlı geldi yanına Oğuzhan’ın, Cenk Tosun’un, Erkan Zengin’in, Mehmet Ekici’nin.
Ha illa yabancı alacaksanız kalitesi asla tartışılmayacak türden olmalı. Ozan Tufan, Alper Potuk kulübede otururken De Souza’ya 7 milyon euro verilir mi ya da Ertuğrul Taşkıran varken Fabiano alınır mı Tanrı aşkına! Devekuşu oynamanın vakti geçti ve yadsınamayacak bir zorunlulukla karşı karşıyayız artık.
‘’İlk düğme!‘’
Şöyle düşünelim, şu Fenerbahçe’nin Türkiye standartları üstündeki kadrosunun başında Vitor Pereira değil de Aykut Kocaman, Şenol Güneş, Ersun Yanal, Yılmaz Vural, Ertuğrul Sağlam, Mesut Bakkal, Hamza Hamzaoğlu veya Abdullah Avcı bulunsa, acaba 2015-2016 sezonunu böylesine düş kırıklığıyla sonlandırır mıydı Sarı Lacivertliler?
Yahu koca lig maratonunu böylesi bir kadroyla ikinci bitirmişsin. Peki, bu durumda seni kurtaracak, Fenerbahçe’yi şad edecek son şansın olan Türkiye Kupası maçına bu tercihlerle çıkmak hangi gerekçelerle açıklanabilir Tanrı aşkına?
Tamam “zor” bir futbolcu Caner Erkin. Eleştirilecek, yerilecek tavır ve tutumları da var. Ama sadece ligimizin değil, Avrupa’nın da en öneli sol kulvar oyuncularından biri sonuçta bu çocuk. Kaldı ki, bir teknik direktörün asli görevlerinden biri de sorunlu ama yetenekli futbolcularını hataları konusunda ikna etmek ve ondan yetenekleri ölçüsünde verim almayı sağlamaktır.
Ya Gökhan Gönül’ü maçın son anlarına kadar yedek kulübesinde tutmasına ne diyeceğiz Portekizli teknik direktörün? Van Persie’yi kenara alırken Markoviç’i oyuna alması da ayrı bir teknik direktörlük faciasıdır. Sevgili hocam, Hollandalı neden verimsiz oldu? Çünkü Fenerbahçe’nin orta sahası sezon boyunca hiç bu kadar yoksul olmamıştı. Ama sen bu yetersizliği nispeten ortadan kaldıracak Alper Potuk gibi çok yönlü bir futbolcuyu oyundan alıyorsun. Dolayısıyla Alper kenara alınınca Galatasaray hayal edemediği bir konfor buldu oyunun merkezinde.
Forvet oyuncularına gerekli ortaları yapabilecek kabiliyette elbette Markoviç. Ama aylardır oynamıyor. Bu durumda Alper’i oyundan almak ve mutlak şekilde gole ihtiyaç varken, özür dilerim ama Van Persie ile Fernandao’yu birlikte oynatmamak tam bir teknik direktör yetersizliğidir.
Gerçeği söylemek gerekirse bu sezon boyunca yaşadıklarımızın toplamı şunu kanıtlıyor, ya da hayat bir kez daha gerçeği gözümüze sokuyor: Çok para harcamaktan, çok ünlü futbolcular transfer etmekten ziyade doğru teknik direktörü bulmak önceliklidir. Yani ne pahasına olursa olsun, ilk düğmeyi doğru ilikleyeceksiniz, Aksi halde hüznün elinden kurtaramazsınız yakanızı ve sürekli nanik yapar size rakipleriniz.
‘’Yazık ki, yazık!‘’
Başarı “ha” deyince gelmez. Güç, kaynak, istikrar ister, yetmez, idari ve teknik açıdan minimum yanılgı, mükemmele yakın mühendislik gerektirir başarı.
Tabii, camia ve takımlar adına en hazini küme düşmektir. Binlerce taraftar tribünde, oyuncular sahada katıla katıla ağlar, teknik heyet ve yönetimin ağzını bıçak açmaz, susku çöker yüzlerine, sözün bittiği andır gözleri.
İşte Eskişehirspor ve Sivasspor’un son maçlarında birkez daha tanıklık yaptık bu hüznün katlanmış haline. Mersin İdman Yurdu için biraz farklıydı durum. Onlarınki aylar öncesinden malumun ilanıydı sanki.
Şüphesiz tüm takımlara saygımız var. Ama sportif başarının olmazsa olmazı, maddi ve manevi fedakarlıktır, taraftarın ve kentin aşkı çağrıştıran desteğidir. Eskişehirspor ve Sivasspor’da bu destek en üst düzeydeyde oldu her zaman. Zaten biraz da bu yüzden Eskişehirspor adına daha çok üzülüyor insan. Resmen içim acıdı yani.
Bunun birinci nedeni Es Es’in gençliğimizde oynadığı büyüleyici futbol ve başarı grafiğidir. İkinci nedeni ise Eskişehir gibi bir kente simge olmuş kulübün bu kadar kötü yönetilmesidir.
Bu nasıl hesap-kitap işi anlamıyor insan. Hadi Alper Potuk daha önce satılmıştı hatırı sayılır bir parayla. Ama yanılmıyorsam Veysel Sarı, Tarık Çamdal ve Aytaç Kara şu anda ki başkan zamanında satılmıştı. Tam rakamı bilmiyorum, ancak her halde bu 3 futbolcunun bonservis bedelleri on milyon Euronun üstündeydi. Bütün bunlara rağmen futbolcuların paralarını alamadığı yazılıp söylendi sezon boyunca. Hatta takım düşme potasındayken Lawal ve Emre Güral gibi takıma üstdüzey katkı yapabilecek futbolcular paralarını alamadıkları için bedelsiz olarak kenti terk ettiler.
Tabi, Es Es’in hakkettiği şekilde yönetilmediğinin bir diğer göstergesi de teknik heyet konusundaki kararlarıdır. 2014 ile 2016 arasında 4-5 tane hoca görev almış. Yazık, gerçekten çok yazık oluyor.
‘’Fazlasıyla hak ettiler!‘’
Sezonun hemen başında Tolgay Arslan ve Veli Kavlak gibi önemli iki oyuncusu aylarca atlatılamayacak bir sakatlık yaşadı. Savunmanın beyni Rhodolfo sezonu kapatacak denli sakatlandı. Keza geri dörtlünün en cengaver futbolcusu Ersan Gülüm de transfer oldu ikinci yarıyla birlikte ve savunma hattı deyim yerindeyse yerle bir oldu.
Ama bu ve benzeri tüm olumsuzluklara rağmen ağlamadılar, siteme yeltenmediler. Aksine büyük bir aşkla güzel futboluyla büyülediler bizi ve uzak ara sezonun “en“ lerinin altına imza attılar Şenol Hoca’nın öğrencileri.
Gomez’den Oğuzhan Özyakup’a, İsmail Köybaşı'ndan Cenk Tosun’a, Jose Sosa’dan Ricardo Quaresma’ya kadar her futbolcu kariyerindeki en verimli sezonu yaşadı tartışmasız şekilde.
Christiano Ronaldo’nun Manchster United’e transfer olduğunda Quaresma da dünya devi Barcelona’nın kadrosuna katılmıştı, bildiğiniz gibi. İşte o Quaresma bile kumaşına yakışanı en ancak çok bu sezon sergiledi desek abartmış olmayız her halde.
En önemlisi de şu tabi; Kara Kartal bu denli saygın şeyleri tam da göçebe hayatını andırırcasına oradan oraya taşınırken yaptı bütün bunları ve hiçbir bahanenin arkasına saklanmadan demet demet güzellikler sundu bize, vasatın başat olduğu şu iç karartıcı günlerde.
Asla zamandan çalmadılar misal. Güzel futbol için yaşadı abartısız olarak hocasından yedek kulübesine kadar tüm takım 2015-2016 sezonunda. Ligin en çabuk, çok ve kolay gol pozisyonuna girmekte de kimse onların eline su dökemedi, bu gerçeğin de altını çizelim yeri gelmişken.
Yani neresinden bakarsak bakalım, bir şampiyonluk ancak bu kadar ana sütü kadar hak edilir. Dolayısıyla ne kadar gururlansa Şenol Güneş ve öğrencileri, yeridir.
Zevk alarak oynadıkları ve biz futbol severlere kocaman keyifler yaşattıkları için de onları ne kadar alkışlasak azdır herhalde.
‘’Hayat tekzip ediyor!‘’
“Büyük lokma ye, büyük söz söyleme.” demişler.
2013-2014 sezonunda hem de nisan ayında Fenerbahçe’yi şampiyon yapmıştı Ersun Yanal bildiğiniz gibi. Ama Sayın Aziz Yıldırım bir bahaneyle Ersun Hoca’yı gönderdikten sonra mealen şöyle demişti: “Ne yani, Ersun Yanal mı bizi şampiyon yaptı!”
“Peki, kim yaptı?” sorusuna da şu cevabı vermişti: “Benim aslan yürekli futbolcularım!”
Biraz nobranlık kokan bu sözlerin sahibi Aziz Bey’in, 2015-2016 sezonu adına tarihinin en pahalı kadrosunu kurduğunu da hatırlıyoruzdur yine.
Şimdi eğri oturup doğru konuşalım. Ve yine elimiz vicdanımızda bir Ersun Yanal’la şampiyon olmuş kadroya bir de şimdiki kadroya bakalım. Bu günkü kadro en hafif deyimiyle o dönemdekini ikiye katlamıyor mu? Allah için söyleyin.
Avrupa’nın sayılı defans oyuncularından Kjaer, Premier Lig’de iki kez gol kralı olmuş Robin van Persie, Portekiz ulusal takımında ve Manchester United’da rüzgar gibi esmiş Nani, gencecik yaşında milli takımımızın değişmez “joker” oyuncusu olmuş Ozan Tufan, geçen sezonun gol kralı Fernandao, Josef de Souza, Şener Özbayraklı, Volkan Şen gibi üst düzey oyuncularla kalitesi tavan yapmış kadro tam bir düş kırıklığı yaratıyorsa artık hiç kimsenin hayata ve bilime sırtını dönme lüksü olamaz. Aksi halde tekzip edilirsiniz ne yazık ki.
Sözün özü, neresinden bakarsak bakalım Pereira’nın elindeki kadronun kalite olarak gölgesinde kalan Ersun Yanal’lı kadro şampiyonluğa ulaşarak sevenlerini mest ederken, Portekizli Hoca’nın bu büyük maliyetli kadrosu kocaman bir hüznün öznesi oldu maalesef.
Demek ki teknik direktör tercihi de en az kadro kalitesi kadar önem arz ediyormuş.
Sayın Aziz Yıldırım’a şu soruyu sormanın zamanıdır artık: Sayın Yıldırım; şu kaliteli kadronun başında Vitor Pereira değil de Aykut Kocaman, Abdullah Avcı, Şenol Güneş, Yılmaz Vural, Mustafa Denizli veya Altınordu’nun genç hocası Hüseyin Eroğlu’dan birisi bulunsaydı, şampiyonluk haftalar öncesinden garantilenmez miydi?