Arama

Popüler aramalar

‘’Gün kenetlenme günüdür‘’

Oysa iddia ve isnatların basından önce sanık ve avukatlarınca bilinmesi bir "ihsan" değil aksine hukuki bir zorunluluktu. Ama tam tersinin uygulandığını, adımbaşı hak ve adaletle ilgisi olmayan bir absürtlüğün nanik yaptığını, dünyadan az biraz haberi olan herkes görmüş, yaşamıştı ne yazıkki.

Zaten her fırsatta 3 Temmuz infazının, bir linç ayinine dönüştüğünü ısrarla dillendirmemin nedeni de budur. Yaşadıklarımız ve tanıklıklarımız gösteriyor ki; bu infazın en güçlü ayaklarından biri de camiadan geçinen rantçılardır.

Genç Fenerbahçeliler, H. B. Kutlualp, Volkan Ballı, Aziz Yılmaz... say say bitmez. Fenerbahçe tarihinin en unutulmaz motiflerinden biri haline gelmiş, aklın, sağduyu ve saygı duyulacak aidiyet çerçevesinin içini onlarca kez doldurmuş Alex'in (büyük olasılıkla kendisinin de sonradan pişman olduğu) bir noktaya gelişinde bu kişilerin büyük pay sahibi olduğundan en küçük bir şüphem yok doğrusu.

Zaten "Fenerbahçelilik adına" Fenerbahçe'yi yıkmaya çalışanların çabası hala sürüp gidiyor. Fenerbahçe'nin sırtından rant peşinden koşmaları da. Genç Fenerbahçelilerin taa 2006 yılında forma, bayrak, kaşkol vs. Fenerbahçe ürünlerinden elde ettiği ciro, 250-300 bin Dolar civarındaydı. Aziz Yıldırım ile düşmanlık, Fenerbahçe'yi karıştırmaya çalışmak nedensiz mi sanıyorsunuz? Ranta bakın! Musluk kısılınca kuyruklarına basılıyor birilerinin sanırım. Zaten Gaziantep'teki sahaya atılan meşalelerin de bu ve benzeri grupların eylemi olduğunu düşünüyorum. Çünkü Aziz Yıldırım ve yönetiminin anlayış ve felsefesi onların yoluna taş koyuyor. Dolayısıyla her Fenerbahçelinin olup bitenin farkında olması ve o bilinç ve hassasiyetle hareket etmesi gerekiyor.

29 Ocak 2013, Salı 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Birkaç soru‘’

Kuşatılmanın, çaresizleştirilmenin soluksuzluğunu yaşayan bir camiayı ayakta tutmanın vizyonunu sergiledi. Söylemeye gerek yok ki, bütün bunlar yorar insanı. Hem de zihinsel, bedensel ve ruhsal olmak üzere her açıdan. Dolayısıyla yorgunluğun bu denlisi kaçınılmaz olarak tercih ve tespitlerde belli bir tökezlemeye yol açar.

Bütün bunları anlıyorum, ancak başında bulunduğu gurubun mensuplarından kimilerine koşulsuz olarak bu kadar ayrıcalıklı davranmasını anlamış değilim gene de. Bunun en tipik kanıtı Volkan Demirel'i bu haliyle oynatmasıdır. Elbette Volkan'ın yeteneğini ve Fenerbahçeliliğini tartışacak değilim. Ancak gerçekler ortadadır. Volkan ilk yarının ortalarında omzundan yaşadığı sakatlığı bir türlü atlatamadı. Ve anımsayacaksınız, sakatlığın ilk günlerinde doktorlar ameliyat önerdi ve kendisi, "Uzun süre sahalardan uzak kalırım" diyerek başka tedavi yollarını tercih etti. Etti de sakatlık geçmedi bir türlü ve bu da Volkan'ın daha sonra oynadığı maçların büyük bölümünde faturaya dönüştü. Çünkü sakat sakat istediği refleksleri gösteremiyordu ve özellikle soluna gelen toplarda acı çektiği için çaresiz kalıyor, klasına yakışmayan goller yemeyi yerleşik hale getiriyordu. Son Elazığspor maçında da farklı bir şey olmadı. Sakatlığı tamamen geçmiş bir Volkan ilk golde kesinlikle o zamansız ve özgüvensiz çıkışı yapmazdı asla.

Hayır, anlamadığım bir başka durum da yeteneği ve oynadığı her maçtaki performansıyla kalitesini kanıtlamış Mert Günok gibi bir kalecin varken neden bu haliyle Volkan'ı oynatıyorsun? Oysa Volkan sakat sakat oynatılmasa belki de şu anda Fenerbahçe 3,4 puan farkla liderlik koltuğunda oturacaktı, değil mi sevgili kardeşim, saygının kocamanını hakeden adam Sayın Aykut Kocaman?

22 Ocak 2013, Salı 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’İyi ve kötü‘’

Her fırsatta, önüne gelene tekme savuruyordu resmen. Kestirmeden söylemek gerekirse bu olup bitenin asıl sorumlusu Sadri Şener ve arkadaşlarıdır. Başarısızlık ve yetersizliklerini gizlemek için durmaksızın Fenerbahçe düşmanlığını kan davası haline getiriyorlar. Neyse ki, hala sağduyu sahibi Şenol Güneş gibi bir hocaları var.

Başka olumsuzluklar da var, insanı hayli düşündürecek türden hem de. İlk yarının sonlandığı günlerin başıydı ve Sayın Aptullah Kığılı açıklama yapmıştı hatırlayacağınız gibi. Ve yanılmıyorsam aynen şöyle demişti; "Yeni transferlerimiz 2 Ocak kampına yetiştirilecek" Bırakın 2 ocağı, devre arası kamp bitti, ikinci yarı başlıyor, hala kim, ne zaman gelecek belli değil.

Şüphesiz her şeye rağmen umudun elini tutmamıza, yarına inanmamıza güzelliklere de tanık oluyoruz. Mesela Fenerbahçe U 15 Takımı'nın Fair-Play’lik davranışı. Güzelliğe baksanıza, oyuncu değiştirme hakkını kullanan rakibin bir oyuncusu oynamayacak denli sakatlanıp oyundan çıkıyor ve Fenerbahçe de bir oyuncusunu dışarı alarak oynamaya başlıyor. Kin, nefret, acımasızlık ve duyarsızlığın sarmalındaki bir ortamda hassasiyetin böylesi insanın yaşam sevincini suluyor adeta.

Bir başka alkışlanacak durum da Fenerbahçe'nin son yıllarda altyapıya verdiği önem ve yatırımlardır. Hep söylerim ya, futbolumuz her şeyi Fenerbahçe'den öğrenegelmiş. İşte bir kanıt daha. Barcelona ve Real Madrit'le neredeyse aynı düzeydedir Sarı Lacivertli kulübümüzün altyapıya ayırdığı bütçe. İnşallah bundan sonraki sezonlarda Şenol Çorlu yönetimindeki altyapıdan gelecek futbolcuları izleri A takımda bol bol.

18 Ocak 2013, Cuma 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’'Büyük'lük sınavı!‘’

İşte resmen rol model olduğu tarih tarafından not edilmiş olan Fenerbahçe, Aziz Yıldırım’la birlikte irinlerinden ayıklanmak ve potansiyelini ortaya çıkarmak macerasına koyuldu. Önce “Fenerbahçe sevgisi” adına (!) oluşmuş ama kişisel ikbal peşinde koşmanın sembolü haline gelmiş guruplardan ayıkladı Sarı Lacivertli Cumhuriyet’i. Keza kazancından fazlasını transferlere harcarken kulübe bir çöp kazandırmadığı halde borcu ikiye, üçe katlama dönemine nokta koydu. Sonrasını biliyorsunuz, Fenerbahçe’yi “Dünya Kulübü” yapmak yürüyüşünü başlattı. Artık halen çoğu kulübümüzün en büyük alışkanlığı olan “vergi borcumu affet devletim” dilenciliğini kovdu, Fenerium adlı dünya markasını yarattı, medeni dünyanın gıptayla baktığı Faruk Ilgaz, Topuk Yaylası Tesislerini, Ülker Arena’yı ve UEFA Kupası Finali’nin oynandığı Şükrü Saraçoğlu’nu armağan ettiği camia ve ülkeye.

Yetinmedi. Fenerbahçe’ye çağ atlatmanın verdiği güç ve imajla Aziz Pier, Roberto Carlos, Anderson, Ortega, Rapaiç, Baliç, Appiah, Alex ve Sow gibi dünyanın sayılı futbolcularına çizgili formayı giydirerek Türkiye’nin kredi notunu yükseltti.

“Şimdi bütün bunları neden yazıyorsun” dediğinizi duyar gibiyim. Haklısınız. Ama hala olup biteni, Fenerbahçe’ye son birkaç sezondur yaşatılan kabir eziyeti ve nedenlerini anlamayan veya anlamak istemeyenler var çünkü.
Veysel Sarı “Lan diyen bendim” diyor. Caner zaten en başından beri her hangi bir kötü kelimenin ağzından çıkmadığını söylüyor. Ama hala MHK’nin başkanı Zekeriya Alp 22 yaşındaki Emenike’nin 30 yaşında olduğunu yazan “puslu hava”cı birinin dolduruşuna gelerek Fenerbahçe’yle cebelleşiyor. Diyeceğim o ki, süreç devam ediyor. Fenerbahçe taraftarı “Genç Fenerbahçeliler” adını taşıyanı da dahil hiç kimsenin tuzağına düşmemeli, tribüne dinamit taşımak isteyenlerin dolmuşuna gelmemelidir. Zira Fenerbahçeliler bir imtihan veriyor ve hala sınav bitmiş değildir. Çünkü futbolun asıl unsuru taraftardır, asla unutmayın.

11 Ocak 2013, Cuma 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Ahlaktan söz edene bak!‘’

Ama 12 Eylül'ün tüm değerlerimizi alıp çöpe atmasının ertesinde, yani ülkeyi dejenerasyonun sarmalına teslim etmekle memur edilmiş Özalizm'den sonra sıradanlaşmaya başladı yüz akımız, ulu çınarımız Galatasaray maalesef. Fenerbahçe irinlerinden arındıkça, mazisine yaraşır adımlar attıkça, zübüklüğü çağrıştıran ilişkiler, kişiler çeperlerine doluştu Ali Sami Yen'in gözbebeğinin.

Bunun en tipik kanıtı da Adnan Öztütk'ün yaklaşık olarak iki sezondur sergilediği tavır ve söylemlerdir her halde. Ebedi rakip ve dostlukla uzaktan yakında ilgisi olmayan, için için yanan bir çam ormanına benzin dökmeye giden odun ve kömür kaçakçılarını aklına düşürüyor insanın. Tanrı aşkına, çok çok eskilerdeki ayyuka çıkan kirli ilişkileri, o maçta Ankaragücü kalesini koruyan Zalad'ın yediği 8 golü bir yana bırakalım haydi. Yahu daha bir, iki sezon önce Galatasaray'ın Kayserispor ve Orduspor'la oynayacağı maçlar öncesinde, önce Amrabat'ın sonra da Culio'nun kulağına kar suyu kaçırıp onların sizin maçlarınızda oynamasını engellemediniz mi? Keza Manisaspor'la oynayacağınız maç öncesi Yiğit Gökoğlan'ı, Antalyaspor'la oynayacağınız maçın arifesinde de Necati Ateş'i transfer etmediniz mi? Dikkatinizi çekerim, adı geçen futbolcuların tamamı kendi takımlarının o sezondaki bir numaralı oyucularıdır. Sonra da kalkıp ahlakın matematiğinden bahsediyorsunuz.

Pes yani. 2011'in 3 Temmuz'undan beri Fenerbahçe'ye vicdansızca mezar kazmaya çalışan siz ve sizin gibilerin en önemli argümanlarında biri de Aziz Yıldırım ve arkadaşlarının oynayacakları maç öncesi Emenike'yle anlaşmaları değil mi? Ee, siz bir kaçını işlemişsiniz (eğer suçsa) bu suçun. Şimdi de kalkmışsınız ahlaktan, terbiyeden söz ediyorsunuz. Gerçekten pes yani. Tanrı sizin gibilerin ihsanına muhtaç etmesin futbolumuzu ve sporumuzu Adnan Bey!

03 Ocak 2013, Perşembe 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Sırası değil!‘’

Ve Fenerbahçe hala hem lig şampiyonluğunda, hem de Avrupa'da iddia sahibidir. Üstelik sezonun sadece bir yarısı bitti. Oysa daha koca bir ikinci yarı beklemektedir tüm takımları. Kaldı ki, Aykut kocaman gibi gerçekten bir Fenerbahçeli'ye, Fenerbahçe'yi yüzüstü bırakmak da yakışmıyor, dere geçilirken. Öte yandan bir kaç oyuncu hariç Aykut Hoca'nın öneri ve istekleri doğrultusunda mevcut kadro oluşturulmuştur. Dolayısıyla muhtemel bir ayrılıktan sonra gelecek yeni hocanın kariyer ve kalitesi ne olursa olsun Aykut Hoca kadar kadroyu tanıma ve verim alma şansı olamaz. Dahası istediği kadroyu oluşturmuş ve halen yönetim desteğine de sahipken, "pes" demek de Aykut Kocaman vizyonu ve misyonuyla bağdaşmıyor.

İnsaf ve izan sahibi hiç kimse Sayın Kocaman'ın ne denli yıprandığını ve yorulduğunu yadsıyamaz elbette. Doğal olarak anlayış ve saygıyla karşılıyorum yorgunluğunu dillendirmesini. Ama kendisine ve takımının performansına yönelik eleştirilere özeleştiri yerine sitemle karşılık vermesini anlayabilmiş değilim. Eğri oturup doğru konuşalım. Bu takımın kadro kalitesi D.Ç. Karabük, Antalyaspor ve Kasımpaşa takımlarının kadro kalitesini en az ikiye katlamaz mı? O halde neden Fenerbahçe bu takımlara kaybederken futbol adına da ezildi? Neresinden baksak Aykut Kocaman da adı geçen takımların hocaları kadar değerli bir teknik direktör olduğuna göre ortada sorgulanması gereken bir durum yok mu? Ve sorgulamayı da herkesten önce Sayın Kocaman'ın yapması daha şık olmaz mı? Nedir mesele, teknik heyetin öngörüleri, felsefesi veya yaptırdıkları antrenmanlar mı yetersiz, yoksa futbolcular mı algı ve disiplin konusunda arızalı? Bütün bunları gözden geçirip, arızayı gidermek yakışır benim tanıdığım Aykut Kocaman'a, çekip gitmek değil.

23 Aralık 2012, Pazar 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Neden?‘’

Bilinç, öngörü ve analizleriyle de iddiasının içini doldurmuştu doğrusu. Nitekim daha sonraki yıllarda Malatyaspor, Konyaspor ve Ankaraspor'daki teknik direktörlük dönemi boyunca bu savının karşılığı olan bir futbol oynattı futbolcularına.

Fenerbahçe'deki serüveninde de asla bir kenara koymadı bu iddiasını. Ancak iddiası ile tercihleri arasında bir zıtlık yarattı kanımca son iki sezonda. Bir kere pas oyununu doğru oynayan futbolcuların en önemli özelliklerinin başında teknik gelmektedir. Çünkü yerinde ve zamanında verdiğin zaman etkili hale gelir verdiğin veya aldığın pas. Tartışmaya gerek yok ki, futbolcunun bunu başarması biraz da sahip olduğu teknik ve yetenekle orantılıdır.
İyi de Stoch ve Sezer mi yoksa Kuyt ve Baroni mi daha teknik futbolculardır? Elbette Kuyt'dan vazgeçmesini önermiyorum bu soruyla. Zaten göbek ve forvette de yararlı olabileceğini kanıtlamış bir futbolcudur Hollandalı. Anlmakta zorlandığım şey, Aykut Hoca'nın pas oyununu defansif yönü önplanda olan oyuncuların ağırlıkta olduğu bir kadroyla oynayabileceğinde ısrar etmesidir. Hoş biraz da savunmanın önemine binayen bu ısrarını sürdürüyor ki, savunmanın hayatî önem taşıdığına ben de inanıyorum. Ancak, iyi savunma için defansif yönü kuvvetli oyunculardan kurulu bir kadro şarttır önermesini de abartılı buluyorum. Misal Umut Bulut mu, yoksa Baroni mi daha çok katkı sağlıyor takım savunmasında düşünmenizi isterim.

18 Aralık 2012, Salı 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Kine bak!‘’

Hümanita ve çağ ile aramıza giren davranış ve düşünceler fink atıyor etrafımızda. İçim eriyor, ümidim örseleniyor ve aklım tökezliyor. Tanrı'nın o kadar torpilli davrandığı coğrafyaların başında gelen bu topraklarda sevgiye, saygıya bu denli uzak duran, hatta düşmanlık besleyen koyu karanlığı andıran yargılar ve anlayışlar nanik yapıp duruyor insana adımbaşı.

Kayseri'de Fenerbahçe'ye kusulan kin bir kez daha gözümüze soktu yukardaki acı gerçeği. Ne yapmış Fenerbahçe ki, acımasızlığın bu denlisiyle karşılaşıyor. Çoğu kurumumuza adalet çökmüş. "Büyük"ler de dahil kulüplerimiz oyuncularının hakedişlerini ve vergi borçlarını bile ödeyemiyor. Devlet desteği olmadan hiç bir kulüp taş üstüne taş koyamıyor. Oysa irinlerinden arınıp, ülkenin yüzünü ağartacak gelişmelerin altına imza attı son on yılda Fenerbahçe. Mafyoz ilişkiler temelinde şekillenmiş gurupları söküp attı kulüpten. Sayın Süleyman Seba'nın temelini attığı seviyeli kulüp yöneticiliği çıtasını daha da yukarılara çekti.

Kayseri'deki saldırıyı Kayserisporluların yaptığına inanmıyorum. Büyük olasılıkla Trabzonspor taraftarıydı o vahşete yeltenenler. Oysa iki sezondur mezarını kazmaya çalıştıkları Fenerbahçe'nin başkanı sayesinde "havuz" gelirleri
iyileşmişti. İnsan bu kadar mı nankör olur. UEFA Kupası Finali'nin oynandığı Ş. Saraçoğlu Stadı başta olmak üzere çoğumuzun hayal bile edmediği onlarca tesis kazandırmıştır o nefret ettikleri, ipini çekmek için can attıkları Fenerbahçe ve Aziz Yıldırım. Kötüsü (İBB maçının 87.dakikasında Krasic'e yapılana sarı kart bile çıkarmayan Süleyman Abay benzeri gibi) kimi hakemler de paçasından çekiyor Kanarya'yı. Öykünmek, hatta kıskanmak insanidir, bunu anlarım. Ama nefretin, kinin ve histeriyle şekillenmiş cahil cüretinin bu kadarını ne anlar, nede kabullenirim doğrusu.

10 Aralık 2012, Pazartesi 11:00
YAZININ DEVAMI