Arama

Popüler aramalar

‘’Varsa yoksa‘’

Yahu memleketin bir dünya sorunu var. Memleket futbolunun hali ve ahvali bin beter. Konuşulması, yazılması, çizilmesi, aktarılması, anlatılması, aydınlatılması gereken o kadar şey var, herkes susuyor.
Geçen sezon şiddet gösteriyle kapanan lig kimseye ders olmadı. Bu sezon da, futbol teröristlerinin görkemli şiddet gösterileriyle açıldı. Kulüpler sahaya atlayanların, eline geleni fırlatanların, yuhlayanların, ıslıklayanların, istifaya çağıranların tehdidi altında. Amatörü, profesyoneli bütün ligler şiddetin esiri olmuş. Palalar, döner bıçakları, kavgalar, küfürler gırla.
Futbolu bu hale getirenler, insanların güven ve adalet duygusunu sarsanlar koltuklarına yapışmış, vatanseverlik fetvası veriyor. Onları sorgulamaya cesaret edemeyenler, soru sormaktan bile korkanlar da etik jandarmalığı yapıyor.
Trabzonspor’a verilen ceza mı fazla, Galatasaray’a verilen ceza mı az? Yoksa tam tersi mi? tartışmaları almış yürümüş. Ancak bu ahval ve şerait içinde bile sözde tarafsız adamların tek derdi varsa yoksa Fenerbahçe. Yani Anti-Fenerbahçelilik neredeyse gizli bir din haline gelmiş. Kanaat önderleri de, tapınakları da, tapınanları da hayli fazla.
Memlekete Roberto Carlos gelmiş. O’nu izleme ve hatta kıt futbol bilginle eleştirme lüksünü bile yakalamışsın. Keyfini sür işte kardeşim. Olmaz. Mutlaka her olay, her skor, her transfer Fenerbahçe üzerinden kıyaslanacak ve bu kulüp karalanıp, aşağılanacak. Yeni bir transfer mi var; mutlaka Alex, Kezman ya da Deivid dile pelesenk olacak. Bir statta olay mı var, mutlaka Saracoğlu dile dolanacak.
Ayıptır ayıp. Anti-Fenerbahçe dininin militanlarıyla, holiganlarıyla doldu ortalık. Görünen o ki; Belçika’daki maç, Anderlecht ile değil bunlarla oynanan bir rövanş. Hatta bu takımın her karşılaşması böyle.
Fenerbahçe rakipleriyle değil, ülke gerçekleriyle, kendi gerçekleriyle, medya gerçekleriyle boğuşuyor yıllardır. Bazı kulüplere sağlanan peşkeşlere, rantlara hatta fiyaskolara alkış tutan, en azından susarak onaylayanlar, bu kulübün kasa defterini tutup, hesap sormaya kalkıyor. Ne bitmez bir kuyruk acısıymış bu yahu?
E sağolsun Fenerbahçeli futbolcular da, onurlarıyla oynayan, nifak taciri misyonerlere fırsat vermek için ellerinden geleni ardına koymuyorlar. Skorla değil de, mücadeleden ve saha için kavgadan kaçarak.
Bakalım rövanş kimin olacak?

28 Ağustos 2007, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bir terslik var...‘’

Fenerbahçe ve Sivasspor aşırı sıcak ve ağır nem altında çıktı müsabakaya. Yiğidolar çok arzuluydu,Sarı Kanaryalar ise ıkına sıkına, lütfen oynuyor gibiydi. Herhalde kritik Anderlecht maçı yine mazeret olacaktı. Kötü oynayanı olmayan konuk ekibin sadece bir kötü niyetlisi vardı; Balili. Fenerbahçe’de Serdar Coolbilge, R.Carlos, Alex de Sonsuza ve Deivid mahşerin 4 atlısı gibiydi. Bu isimlerin dışında kalanların ürettiği kekemeliğe, Aydınus’un tuhaf düdükleri de eklenince futbolun da dili tutuldu. Anderlecht maçı öncesi sarı-lacivertliler bildiklerini de unutan, kendilerini, yeteneklerini, formalarını vehedeflerini inkar eden acemiler mangası gibiydi. İki mutlak golü engelleyen Saracoğlu direklerini ve defansın ikram ettiği duran top faciasını ıskalamayalım. Futbolun adaleti olsaydı, dünkü maçı Sivasspor 3-1 alırdı. Tribünler kahır mektubu yazarken bir terslik oldu. Kejo Carlos’un, Carlos da Kejo’nun rolünü çaldı ve Fenerbahçe ‘oh’ dedi. Sarı-Lacivertliler’in özellikle orta sahası tel tel dökülüp ‘SOS’ verirken, diriltecek bir takviye isteyenler, 89’a kadar beklemek zorunda kaldı. Sahadaki takımın pırıltısızlığı ve umutsuzluğu tribündeki koşulsuz desteğin askerlerini bile bezdirdi. Fenerbahçe bu olmaz, olamaz, olmamalı. Hiçbir mazeret bu tuhaflığı haklı kılamaz. Geçen hafta G.Antepspor karşısında mücadelesiyle alkışlanan takım ile bu haftaki takımın bir sentezi bulunmalı. Birinin ruhu diğerine transfer edilmeli. Özetle dün gece durum kurtarılmış olsa bile ayıplı futbol sınıfta kaldı.

26 Ağustos 2007, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Şampiyon belli‘’

Fenerbahçe’nin yakın tarihinde görülmemiş istikrarı sayesinde son 4 yılda yakaladığı 3 şampiyonluk, rakiplerinden daha çok medyanın canını sıkmış anlaşılan. Çünkü durum tamamen bunu gösteriyor.Gizli bir konsensüs varmış gibi daha sezon başında favoriyi değil, şampiyonu ilan ettiler. Bu senaryoda Fenerbahçe yarışta ‘plase’ bile değil. Bu durum sezon boyunca yaşanacak komedinin de ipuçlarını şimdiden açık açık gösteriyor.Heyecan düşmesin, reyting ve tirajlara zeval gelmesin diye bir dünya abukluk sergilenecek, Sarı-Lacivertle taraftarlar yine ağır bir manüplasyon, spekülasyon odaklı kışkırtma, bezdirme ve soğutma testinden geçirilecek. Sinirler de, sınırlar da zorlanıp, utanmazlığın dozu artırılacak. Bu uğurda mesleğin onuru bile güya ‘tarafsızlık’ maskesiyle ayaklar altına alınacak. Nitekim şimdiden başladı.Başkalarının transferlerini kutsamak için eleştiri adı altında Roberto Carlos, Alex, Kezman aşağılanıyor. Baksanıza, yıllardır konuşmaları, sorgulamaları gereken yerlerde yutkunanlar, ‘gık’larını bile çıkaramayanlar, söz konusu Fenerbahçe olduğunda acımasız bir cengaver kesiliyor. ‘Doğrucu Davut’ pozlarıyla turkuvaz formanın 50 bin, sarı-beyaz formanın yok satmasından, kombineye yönelik talepten rahatsızlıklarını her fırsatta dile getiriyorlar.Yani Fenerbahçe taraftarı her yıl forma aldığı için, lisanslı ürün aldığı için, tribünleri doldurduğu için, kulübünü ‘Büyük Yürüyüş’ yolunda koşulsuz desteklediği için aptal, embesil ve zavallı ilan edilecek neredeyse. Peki kim bunlar? Hayatları boyunca Fenerbahçe için beyaz yumurtlamamış, bir tek iyi rüya görmemiş zeka küpü(!) duayen kalemşörler. Bu kulübün çıkarlarını, taraftarından, yönetiminden, futbolcularından ve teknik direktöründen daha çok düşündükleri iddiasındalar üstelik. Baksanıza ha bire ‘ruh’ çağırıyorlar. Biraz inandırıcı olsalar, dinleyince, okuyunca adamın gözünü de yaşartabilirler.Bırakın onlar kimlere güzelleme döktürüyorsa döktürsün. Fenerbahçe’nin övgülere, favori ilan edilmeye, güzellemelere hiç ihtiyacı yok. Kulüplerinin geleceğini satma pahasına, tuhaf angajmanlarla uçuk rakamlara futbolcu transfer edenlerin, kendine borçlandırıp batağa sürükleyen, geleceğini kırdıranların hevesi olabilir bu ancak.Taraftarı taraftarlığını, futbolcusu futbolculuğunu, teknik adam teknik adamlığını yani herkes yapması gerekeni yapsın yeter. Bu kulübün içi boş tartışmalara, boş övgülere ya da yergilere israf edecek zamanı da, enerjisi de yok artık. Kaldı ki; geçici şampiyonluklardan çok büyük ve önemli kalıcı hedefleri var. O halde herkes yoluna... Günü kurtarma adına geleceklerini satanlara inat!

24 Ağustos 2007, Cuma 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Şampiyon belli‘’

Fenerbahçe’nin yakın tarihinde görülmemiş istikrarı sayesinde son 4 yılda yakaladığı 3 şampiyonluk, rakiplerinden daha çok medyanın canını sıkmış anlaşılan. Çünkü durum tamamen bunu gösteriyor.
Gizli bir konsensüs varmış gibi daha sezon başında favoriyi değil, şampiyonu ilan ettiler. Bu senaryoda Fenerbahçe yarışta ‘plase’ bile değil. Bu durum sezon boyunca yaşanacak komedinin de ipuçlarını şimdiden açık açık gösteriyor.
Heyecan düşmesin, reyting ve tirajlara zeval gelmesin diye bir dünya abukluk sergilenecek, Sarı-Lacivertle taraftarlar yine ağır bir manüplasyon, spekülasyon odaklı kışkırtma, bezdirme ve soğutma testinden geçirilecek. Sinirler de, sınırlar da zorlanıp, utanmazlığın dozu artırılacak. Bu uğurda mesleğin onuru bile güya ‘tarafsızlık’ maskesiyle ayaklar altına alınacak. Nitekim şimdiden başladı.
Başkalarının transferlerini kutsamak için eleştiri adı altında Roberto Carlos, Alex, Kezman aşağılanıyor. Baksanıza, yıllardır konuşmaları, sorgulamaları gereken yerlerde yutkunanlar, ‘gık’larını bile çıkaramayanlar, söz konusu Fenerbahçe olduğunda acımasız bir cengaver kesiliyor. ‘Doğrucu Davut’ pozlarıyla turkuvaz formanın 50 bin, sarı-beyaz formanın yok satmasından, kombineye yönelik talepten rahatsızlıklarını her fırsatta dile getiriyorlar.
Yani Fenerbahçe taraftarı her yıl forma aldığı için, lisanslı ürün aldığı için, tribünleri doldurduğu için, kulübünü ‘Büyük Yürüyüş’ yolunda koşulsuz desteklediği için aptal, embesil ve zavallı ilan edilecek neredeyse.
Peki kim bunlar? Hayatları boyunca Fenerbahçe için beyaz yumurtlamamış, bir tek iyi rüya görmemiş zeka küpü(!) duayen kalemşörler. Bu kulübün çıkarlarını, taraftarından, yönetiminden, futbolcularından ve teknik direktöründen daha çok düşündükleri iddiasındalar üstelik. Baksanıza ha bire ‘ruh’ çağırıyorlar. Biraz inandırıcı olsalar, dinleyince, okuyunca adamın gözünü de yaşartabilirler.
Bırakın onlar kimlere güzelleme döktürüyorsa döktürsün. Fenerbahçe’nin övgülere, favori ilan edilmeye, güzellemelere hiç ihtiyacı yok. Kulüplerinin geleceğini satma pahasına, tuhaf angajmanlarla uçuk rakamlara futbolcu transfer edenlerin, kendine borçlandırıp batağa sürükleyen, geleceğini kırdıranların hevesi olabilir bu ancak.
Taraftarı taraftarlığını, futbolcusu futbolculuğunu, teknik adam teknik adamlığını yani herkes yapması gerekeni yapsın yeter. Bu kulübün içi boş tartışmalara, boş övgülere ya da yergilere israf edecek zamanı da, enerjisi de yok artık. Kaldı ki; geçici şampiyonluklardan çok büyük ve önemli kalıcı hedefleri var. O halde herkes yoluna... Günü kurtarma adına geleceklerini satanlara inat!

24 Ağustos 2007, Cuma 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Artık zamanıdır‘’

Ele güne çaktırmasalar, bozuntuya vermeseler bile, yönetim dahil bütün Fenerbahçeliler’in, insanı şizofren yapan, kalp ve mide ağrılarına sevk eden gel-git futboldan, yap-boz sisteminden sıtkı sıyrıldı. Futbolcu kaprislerinden de, onların saha içinde eyleme geçmeyen süslü söylemlerinden de gına geldi.Hepsi, saha dışında gösterilen dayanışma, mücadele ve özverinin bire bir yansımasını sahada eksiksiz olarak görmek istiyor. Futbolcu gününde olmayabilir, bütün takım o gün kötü oynayabilir. Hatta kendi sahasında farklı da yenilebilir. Bunlar futbolun gerçekleri ve cilveleri. Ama yenileceksen, onurunla yenileceksin. Emeğini ve formanı üç kuruşluk adamlara malzeme yapmayacaksın. Bu kulübü yolundan alıkoymak isteyenlere, ona örtülü-örtüsüz kirli bir savaş açıp, fırsat kollayanlara gevrek kahkahalar attırmayacaksın.Herkesin yıllardır sabırla ve umutla beklediği Fenerbahçe; futbolun çağdaş ve evrensel doğrularını terinin son damlasına kadar sahada uygulayan bir takım. Yani şaşmaz bir disiplinle ölümüne koşan, mücadele eden, kondisyonu ve motivasyonu en üst düzeyde olan, her maça derbi ciddiyetiyle asılan, çelik gibi sinirleri olan bir takım. Forma ve meslek namusuna sonuna kadar sadık, arkadaşlarına ve rakiplerin emeklerine saygılı işçileri.Fenerbahçe’nin bir ekol benimseyip uzun vadeli bir planlamayla geleceğin stratejisini şimdiden belirlemesi, bunun meyvelerini toplamak için de sabırla beklemesi şart. Mücadelesiyle, yetenekleriyle konuşan, takım ruhundan zerre taviz vermeyen bir sistem ekibi oluşturmanın zamanı çoktan geldi.Taraftar açık çek veriyor: “Kora kor-dişe diş mücadeleni koy, terinin son damlasına kadar koş, formana ve rakibine saygını göster, mesleğinin hakkını ver, skor sonraki iş.” Yani tribünden, galip geldiği halde başı önde ve midesinde ağrılarla ayrılmaktansa, mağlup olduğu halde dimdik bir gururla ayrılmak istiyor. Kırılgan ve edilgen değil, buyurgan bir hırsla saldıran, yenilse bile mücadele gücüyle ezen, yenilgi tanımaz karakteriyle kök söktüren, çelik gibi bir Fenerbahçe.Çünkü bu kulübün, kendisine savaş açan düzeni, bu sinsi oyunlara çengilik ve figüranlık yapan sözde muhalefet ve medyadaki yalaka kalemşörleri dize getirmesinin, onlara fırsat vermemesinin yegane yolu da bundan geçiyor. Anlayan, anlamayana anlatsın!

22 Ağustos 2007, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Can yedekleri‘’

Açıkçası medyada Zico’nun bu kadro ile çıkacağı yönündeki haberlere, eskimiş bir taktik kurnazlık olarak bakanlardan biriydim.Oynayan çocuklara haksızlık gibi olmasın ama ilk hafta yaşanan şoktan sonra, böyle bir riski üstlenebilmek, düşünce suçu bile sayılabilirdi. Ancak söylentiler gerçek oldu ve tepeden tırnağa farklı bir 11 çıktı sahaya.. Hani amaç nedir çözemedim. Yeni kabine olayındaki bilmece gibi: Jest mi, Rest mi?Tribünlere Roberto Carlos’lu, Kezman’lı kadroyu izlemeye gelen ve her galibiyeti ‘büyük yürüyüş’ün büyük bir adımı olarak algılayan taraftarlar, çubuklunun içindeki ‘can yedekleri’ni sevgiyle ama kaygıyla izledi. Ancak erken gelen şık ve organize goller bile, kafalarındaki soru işaretini gidermeye yetmedi. Yılgınlığa karşı yürütülen çılgın bir başkaldırı operasyonu gibiydi durum.Tribünler bir aksilik olmasın ve hatayı kendimizde aramayalım kaygısıyla, bütün tanıdık ve alışıldık totemlerini eksiksiz yerine getirdi. Çünkü rakip takım, ‘acaba bizi mi küçümsediler?’ kızgınlığıyla maça daha çok motive olabilir, ölümüne asılabilirdi. Ancak bu sıradışı kadro, belli ki Gaziantepspor’un da ezberini ve konsantrasyonunu bozmuştu. Çoğu formaya yeni yeni ısınma, bir kısmı da yeniden kavuşma heyecanı yaşayanlardan oluşan kadro, birinci takımın aksine mücadeleden hiç kaçmadı. Kaçak oynayan bir kişi bile yoktu. Ancak Uğur yine savruk, Can yine dikkatsiz, Volkan yine seyir halindeydi. Bakalım bu sene daha hangi sürprizlerle karşılaşacak Fenerbahçeliler?

19 Ağustos 2007, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ne varsa...‘’

Tedirgin başladı sarı-lacivert takım maça.. Belçikalı rakibi de aşırı kontrollü haliyle ona ayak uydurunca, ortaya ister istemez yavan ve yavaş bir futbol çıktı. Bu kez turkuaz forma nöbeti Serdar’a emanet edilmiş, diğerleri ise tam kadro ‘çubuklu’yu kuşanmıştı. Fenerbahçe’nin ‘ayağa garanti pas’ zorlamasına, İngiliz hakemden beklenmeyecek düdük senfonisi de eklenince, futbol ‘aruz vezni’ne dönmüştü. Sürücülerin hiç acelesi yoktu sanki hedefe varma noktasında.. Avrupa maçlarında kasıtlı ve haksız biçimde ‘kaçak’ ilan edilen Alex, sakatlık yüzünden kendinden de kaçak gibiydi. Yerli solak Tümer, Belediye maçının aksine, inisiyatif almaya gönüllüydü. Nitekim ayağından çıkan güdümlü ‘kılpayı’ füzeler rakibi korkutup kimyasını bozmaya yetti. Kejo yine istekli ama yine yalnızdı. Yarım ayaklı Alex, ‘ağır işçi’ Aurelio’nun ortasında kaleciyi kötürüm bırakan kafa vuruşuyla, eleştirileri tekzip etti. Yakın geçmişin ünlü reklam sloganı gibi; “Ne varsa sende var!” dedirtti.İkinci yarı Anderlecht evsahibi gibiydi.Öyle saçma sapan hatalarla öyle bariz fırsatlar sunuldu ki; Belçika ekibinin kalibresi biraz üst düzeyde olsa, fark bile yakalayabilirdi.Fenerbahçe hanesine yazılacak tek artı, ‘istenmeyen kişi’ Deivid’in, gösterdiği olağanüstü direnişle maçın en iyi adamı mertebesine yükselmesi. Kolayı zora sokmak, kendi kendinin ayaklarına dolanmak bu takımın kronikleşmiş kaderi.

16 Ağustos 2007, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Neden olmuyor?‘’

Bildim bileli bu takımda hep bir şey eksik. Taraftar canını dişine takmış, elindekini, avucundaki hatta beynindekini bile veriyor. Hâlâ çatlak sesler çıksa da destekse destek, ürünse ürün, kombineyse kombine, sabırsa sabır, fikirse fikir. Yönetim zaten 8-9 yıldır gecesini gündüzünü birbirine katmış, kendini tam anlamıyla kulübe adamış. Misyonsa misyon, vizyonsa vizyon, projeyse proje, fedakârlıksa fedakârlık. Olmaz zamanlarda kimseden bir kuruş destek almadan en olmaz işler başarılmış. Geleceğe ipotek koyan bataklıklar kurutulmuş, grupların taktığı prangalar el birliğiyle parçalanmış. Düzensizlik düzeni yerle bir edilmiş. İstikrar sayesinde grup ağaları ya tövbe edip imana gelmiş, ya önce deşifre sonra tecrit edilmiş ya da uzaklaştırılmış. Stat, tesisler yapılmış, kurumsallaşma dönülmez yolda, kulubün kasası da tıkır tıkır işliyor. Ancak futbolda bazı şeyler hep eksik kalıyor. Skor varsa oyun yok, oyun varsa skor yok. Forvet varsa orta saha, orta saha varsa forvet, ikisi birden varsa defans yok. Hakikaten artık herkese gına gelmek üzere. Fenerbahçeliler yıllardır, yeteneği ne olursa olsun, çatlayana kadar koşan, korkusuzca ve yıldırana kadar mücadele eden, oyun disiplininden asla kopmayan, büyük küçük rakip ayıbı ve ayrımı yapmayan, her yönüyle takım olduklarını ortaya koyan bir takım istiyor sahada. Skor ve şampiyonluk sonraki iş.Afrika’da bile futbolcu olmanın temel gerekliliği bu zaten. Yani bu uçuk kaçık, ütopik ya da ekstra bir şey değil. Forma namusu, mesleğine, rakibine ve ekmek parana saygı bunu gerektirir. Profesyonellik dediğimiz şey de tam manasıyla budur. Yetenek futbolun yüzde 5’idir en fazla. Yüzde 95’i koşmak, mücadele etmek, çalışmak ve disiplindir. Sadece ülkemiz futbolunda, özellikle de büyük takımlarda oynayan futbolcuların genel ve temel sorunudur bu. Hedefe ulaşma ve büyük paralar kazanmanın getirdiği sinir bozucu rahatlık. Fenerbahçe, Löw zamanında yakaladı en çok takım olma rüzgarını. Şaşmaz bir disiplinle bütün doğruları bir arada uygulamaya çalıştı. Ancak şanssızlıklar ve kadronun yetersizliğine takıldı ‘stajyer’ Alman. Biraz da ‘köylü’ Osieck ve ‘hasta’ Daum zamanında uzun yıllar sonra. Avrupa’nın hemen yanı başındaki bir ülkede, futbolun evrensel gerçekleri, olmazsa olmazları ortadayken, yıllardır disiplin, mücadele, koşmak ya da takım oyununu konuşmak bile ülke futbolu adına acı veren bir ayıp. Ancak bunu konuşturanlar adına çok daha büyük bir ayıp.Yönetim de, taraftar da, gelen hocalar da hep ve öncelikli olarak bunu istiyorsa; o halde neden bir türlü olmuyor? Soru da bu, sorun da!

15 Ağustos 2007, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI