Arama

Popüler aramalar

‘’Fark farktadır‘’

Bir kere en baştan şunu belirtelim; Fenerbahçe pozitif futbol için varını yoğunu ortaya koyan bir takım. Skordan bağımsız olarak herkesin öncelikle buna saygı duyması gerek.
Kritik PSV deplasmanı öncesi, kritik bir Konyaspor maçına çıktı Sarı-Lacivertliler. Kötü bir sürprize asla tahammüllleri yoktu.
İki takım arasında beraberliğe yer vermeyen istatistikler, bol gollü bir maç vaat ediyordu ve beklenen oldu. Bu maçta takım da farklıydı, sonuç da farklıydı. Skor rahatladıktan sonra taraftar, kendini ve takımını hatırladı. Konyaspor ise, oyunu çirkinleştirecek hiçbir hareket yapmadı.
Uzun bir aradan sonra 3 puanla, farklı galibiyetle ve dolu olmasa bile pozitif tribünlerle tanıştı Fenerbahçe.
Gökhan Gönül’e 41 kere maşallah. Bu performansını ve özgüvenini devam ettirirse Milli Takım’ın değişmez sağ beki olur. Maçın yıldızı 1 gol atıp, 2 gol de attıran Semih Şentürk’tü. Vederson, her geçen hafta üstüne koyarak yükseliyor. Alex ve R.Carlos, tecrübe ve klaslarını konuşturup, zaman zaman çıldıran oyunu sakinleştirdiler.
Taraftarların yıllardır özledikleri takım, paslaşmalarıyla, yardımlaşmalarıyla, estetik hareketleriyle, futbol zekasıyla ‘geliyorum’ diyor artık. Futbol adına ne kadar güzellik varsa hepsi dün gece Saracoğlu çimlerindeydi. Fenerbahçe, kronik zaafıyla geri düştüğü maçta, soğukkanlılıkla maçı 4-1’e getirmeyi bildi.
O andan itibaren de ‘Aklımız Avrupa’daydı’ söylemi, skorun sonrasına ertelendi. Sarı-Lacivertiler hayati önemdeki PSV maçı öncesi ihtiyaçları olan morali elde ettiler.

21 Ekim 2007, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kuzuların sessizliği‘’

Her teknik direktörün karşısında kurt kesilip, alaycı ve azarlar bir üslupla sözde soru soran adamlar nereye kayboldu? Görenler söylesin. Ulema edasıyla gelmiş geçmiş bütün teknik direktörleri ‘efendi’ sıfatı ile aşağılayan, ‘stajyer’, ‘köylü’ ilan eden, anlı şanlı kelle avcısı kalemşörler nereye saklandı? Şenol Güneş’i, Ersun Yanal’ı kamuoyunun önünde insafsızca infaz eden, köşelerde, ekranlarda, kulislerde darağacı kuranlar kimlerdi? Bulanlar beri gelsin?

Malta’ya, Bosna’ya ve son olarak da Moldova’ya verilen puanlara, saçma sapan ve mantıkla izah edilemeyecek oyuncu tercihlerine rağmen hepsi susuyor. Üstelik sükunet ve destek çağrısında bulunmayı da ıskalamadan. Fatih Terim’e soru sormaya, eleştirmeye bile korkuyorlar. Acaba neden? Peki şu iki yüzlü hallerinden ‘ders almayı’ becerebiliyorlar mı?

Milli takımın başında başka herhangi bir isim olsaydı, kadroya çağırdıkları ve çağırmadıkları, zayıf rakipler karşısında oynattığı aciz futbol ve kaybettiği puanlar nedeniyle medya lincine uğramaz mıydı? Bu pısırık adamlar aslında o cevval adamlar. Kurtlar kuzu oldu. Kendi yarattıkları ‘imparator’a koşulsuz biat için yarışıyorlar. Hepsi dilini yuttu, kalemlerinin mürekkebi bitti. Üç maymunu oynuyorlar. Açıkçası şaşıranlara şaşırıyorum. Bu yıllardır böyle, yeni bir şey değil. Ulusoy düzenine de gıkları çıkmadı, Türk futbolu bir ‘proje takım’ uğruna rayından çıkarılırken de. Hatta adaleti sabote eden cellatları her fırsatta alkışlayıp kutsadılar. Kendi tapındıkları yetmiyormuş gibi kamuoyuna bir idol gibi sundular.

Zico’ya, Daum’a, Gerets’e, Tigana’ya eleştiri kisvesi altında yapmadık hakareti, atılmadık iftirayı ve ithamı bırakmayanların süt dökmüş kediye dönmelerini keyifle izliyorum. İlahi adalet bu olmalı. Onların ahını şimdi Fatih Terim ödettiriyor. Doğrusu az bile yapıyor. Bu yanar döner ürkek halleri içimin yağlarını eritiyor.Ulusoy ve Terim’in, Emre’nin medyayı hedef alan koluna pazubandı takması da bundan. Daha önce yaptıklarını görmezden gelen bu medya değil miydi? Terim’in önündeki çakıl taşlarını grayderlerle temizleyip, hedefe giden her yola ‘mübah’ asfaltı dökenler de bunlardı.

Bildiklerini susup, bilmediklerini konuşarak düzenle önce sırdaş sonra ortak olanların maskeleri nasıl da düşüyor. Seviyorum bu milli maç aralarını. Bir de milli takımla milletin arasında bariyer olanlar, onun üzerinden hamaset üretenler ortalıktan çekilse daha çok seveceğim.

Durmak yok, yüzleşmeye devam!

20 Ekim 2007, Cumartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ulusoy'un sevinci‘’

Birileri daha yeni çıkıyor narkozdan; o da ancak çıkarları ters düşünce. Futbol ve adalet adına olabilecek bütün anormallikleri normalleştiren Ulusoy sistemine, sonunda en büyük iki destekçisi de sırtını döndü.
Ali Sami Yen’de, üstelik de tansiyonun dibe vurduğu bir anda gelen 4. gol sonrasında sergilediği abartılı sevinç, aslında bu ülkede yıllardır süren futbol düzeninin resmidir. Yeni bir şey değildir ama medyanın bu konuda üç maymunu oynaması da asla sürpriz değildir.
Fenerbahçe bunu deşifre ettiği, “formanı çıkar” dediği için, bu çarpık ulufe düzeninin askerlerince linç edilmiştir ve hâlâ edilmektedir.
Futbol Federasyonu başkanlığından istifa ettikten sonra ‘yumruk şov’ yaptığı o statta loca satın aldığı ortaya çıkan o değil midir? Peki o süreçte Galatasaray başkanlığı için adı geçen kişi de yine Haluk Bey değil midir? Keyfi kararlarını milliyetçilik hamasetiyle süsleyip tutkunu olduğu takımın maçlarını erteleten de yine o değil midir? Şimdi bas bas bağıranların biri, milli maçta onun adına pankartlar açtırmış, biri de hakem facialarıyla lüplediği kupaları hastanelere taşımıştır.
Kimler şikayetçi değil
Jip ve prim fiyaskolarıyla, usülsüzlük soruşturmasına konu olan harcamalarıyla, Dünya Kupası’na ‘tam pansiyon’ cilalı, kıyak Uzakdoğu seferleriyle gündeme oturan o değil midir?
Şenol Güneş ve Ersun Yanal’ın getiriliş ve gönderiliş biçimlerini, liyakat yerine hemşehricilik kriterine dayanan milli takımın altyapı hocalarını da bir hatırlayın. Ulusoy ve düzenini eleştirmek bir yana yalayıp yutan, allayıp pullayan, yere göğe sığdıramayan, vatan savunuyormuş gibi kahramanca çarpışan çoğunluğun niçin ağırlıklı Galatasaraylı yazarlardan oluştuğunu da bir sorgulayın. Bu düzenden herkes şikayetçiyken, sadece Sarı-Kırmızılı takımın tribünlerinden ‘Ulusoy istifa’ seslerinin yükselmemiş ve yükselmiyor olması sadece tesadüf müdür?
Bu nasıl girift bir bağsa; Ulusoy’un yerine Galatasaray’ın kongre üyesi olan Levent Bıçakcı’nın gelmesi, yardımcısı Hasan Doğan’ın Beşiktaşlı oluşu, hatta federasyonun Murat Aksu önderliğinde Beşiktaş’ın kulüp binasında kurulması ve Fenerbahçe’nin yönetime tek bir delege bile sokmaması bile, bazı çevreleri tatmin etmedi.
Gitmesi ürkütücüydü!
‘Demokrasi kahramanı’ ilan edilen Ulusoy için, aslında uygulamada eskiden pek farkı olmayan Bıçakcı Federasyonu’na savaş açıldı. Galatasaraylı siyasi yazarlar, anchorman’ler bile belaltından vurma, bu uğurda meslek ilkelerini ayaklar altına alma yarışına girdi. Aslında o kulübün yönetiminden ve futbolcularından çok, bütün umutların Ulusoy’a bağlanmasından kaynaklanıyordu bu panik. Borçlar batağından bile daha ürkütücüydü O’nun gitmesi.
Haluk Bey’in yumrukları her şeyin özeti. Özellikle de ‘hemşehri’ ve ‘akraba’ zokalarını yutup, yıllardır uyuyan, uyutulan ve uyuşturulan figüranlar için. Malum, tilkinin 40 ayrı masalı olurmuş ama hepsi de tavuk çalmak üzerine...
Bu ülkede futbol düzeni federasyonuyla, medyasıyla, yayıncı kuruluşuyla yıllardır Galatasaray’ın elindedir. Gerisi bilinçli ve sistemli bir palavradır. Öncelikle D Spor’un kameramanı ile rejisine tebrikler. Her hâlükârda Haluk ve Arda Bey’lere sonsuz teşekkürler.

10 Ekim 2007, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Maksat kalite‘’

Moralli Fenerbahçe uğurlu sarı-beyaz formasıyla çıktı Giray Bulak’ın kariyer maçına. Daha sektiren zemine ve adam markajına alışamadan, peş peşe iki gol tehlikesiyle soğuk duş yaşadı.
İlk dakikalar Rus ruleti gibiydi. Top bir o kalede, bir bu kalede gitti geldi. Son dönemlerin sürpriz golcüsü Mehmetçik Aurelio ile 6. dakikada galibiyeti de yakaladı. Ancak o golden sonra kendilerini ve oyunu sakinleştirmeyi başaramayınca, tıngır mıngır ortalanan ‘ıska’ destekli top, Şener’in ayağında beraberlik füzesine dönüştü. Oyun bir süre sıkıcı bir havaya büründü. Fenerbahçe yakaladığı fırsatları biraz da aşırı paslaşma fantazisiyle heba etti.
İlk yarıda bunların dışında akıllarda kalan tek şey, faule maruz kalan Carlos’un hakemin hatasını telafi etmek için attığı depardı.
İkinci 45 dakikada Fenerbahçe’nin silkelenip kendini bulmasını umanlar yanıldı. Vederson aldığı ‘maaşallah’ların nazarına gelmişti sanki. Alex’in adam adama markajdan bitkin ve bıkkın düşmesi, Kejo’nun da oyundan atılması Vestel’siz Manisa’nın ekmeğine yağ sürdü. Ev sahibi rahat rahat top çevirdi. Maçın en iyi adamı Carlos ile ona eşlik eden Deivid’in gayretleri de, Zico’nun değişiklikleri de sonuç vermedi. Hakem de ne olur olmaz korkusuyla maçı 1.5 dakika erken bitirip, skoru garantiye aldı.
Fenerbahçe ligin kalitesine katkı dozunu abartıp, 9 puan geriye düştü.

07 Ekim 2007, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Zokayı yutmak‘’

Fenerbahçeli taraftarların azımsanmayacak bir kısmı, yaptıklarını kısa sürede küçümser, inkar eder, dudak büzer bir hale büründü. Sürekli mızmızlanan memnuniyetsizler bir yanda, gururla kibiri karıştıranlar öte yanda. Bu nasıl bir balık hafızadır ki; Hayatları ve kariyerleri bu kulübe küfretmekle, ona nefret kusmakla geçen kalemşörlerin yörüngesine girenler, ekranlardan sallanan zokalara lapin gibi atlayanlar, kementlere takılanlar farkında olanlardan daha fazla. Onların linç çağrılarıyla darağaçları kurup kelle avcılığına soyunanlar, ıslıkla, yuhla kendi elindeki değerleri acımasızca tüketmek, yok etmek için hazırda bekliyorlar.
Yüzlere, hallere, yakınmalara, memnuniyetsizliğe bakarsan, sanki son 4 yılın üçünde şampiyon olmuş bir takımın değil, başarıya hasret kalmış, yağmalanmış, dibe vurmuş bir kulübün taraftarıymış gibiler. Alex’e ‘küçük maçların büyük oyuncusu’ yakıştırması yapan kalemşörler, önce O’nun derbi maçlardaki performansını ve istatistiğini önlerine koysunlar. Bu yalanı empoze etmeye çalışırken kendi takımlarını küçük gördüklerini anlasınlar.
Sırf Sarı-Lacivert formayı giydiği için yerden yere vurulan futbolcular ayrılıp gittikten sonra el üstünde tutulup kutsanıyor. Rakipleri onları almak, kaptanlık vermek için sıraya giriyor. Fenerbahçe taraftarı anladığında, iş işten çoktan geçmiş oluyor.
Bu aşağılık kampanyalardan biri de “İstanbulspor’a teşvik” iftirası değil miydi? Galatasaraylı ve Beşiktaşlı yazarlara soruyorum; eşgüdümle yürüttüğünüz bu propagandanın kötü adamlarından biri de Adnan Sezgin değil miydi? Peki şu anda nerede? O halde, yalancılıklarınızı kabul etmiş olmuyor musunuz? Peki Fenerbahçe 7 puan geriye düşünce neden kalite sorgusu yapılmıyor bu ligde?
Fenerbahçeli son 8 yıla dönüp baktığında acıdan daha çok, şampiyonluklarla ölçülemeyecek, gurur duyulacak o kadar şeye sahip ki. Utanma kavramını sözlüklerinden silenlere inat. Ne diyelim; keşke evrim de devrim kadar kısa sürede olabilseydi!

06 Ekim 2007, Cumartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Türbülans‘’

Bugüne kadar yaşanan şanssızlıklara, acemiliklere, direkten dönen tur ümitlerine gösterilen sabır, sonunda meyvesini vermeye başladı. Fenerbahçe artık nasıl oynaması gerektiğini anlamış ve genlerine kadar sindirmiş.
Fenerbahçe; beraberliğin bile en az galibiyet kadar önemli olduğu bu maçta, iki yıl öncesinin UEFA Kupası sahibi ile deplasmanda oynamasına rağmen doğru dürüst pozisyon bile vermedi. İki dakikalık konsantrasyon bozukluğu ve bunun neticesinde yaşadığı türbülansla bir anda geri düştü. Sinirler de moraller de hayli bozuldu, ama yine de panik yapmadı.
Tuhaf bir durum vardı sahada. Çimlerden mi nedir anlaşılamadı ama iki takım futbolcuları da karşılıklı patinaj çekti maç boyunca.
Maçın başında yaşanan şans golü sonrasında rakibinin biraz daha üzerine gidebilse, topu Alex’e geçirmeyi başarabilse, maçı erkenden koparabilirdi. Tekrar tekrar yazıyoruz, ama bu ligin en kıdemli ayağı Roberto Carlos’un arkadaşlarına kattığı özgüven zenginliği, parayla ölçülebilecek bir servet değil. Kendisini idol olarak gören Vederson’u bile kısa sürede kendine benzetti.
Türk Futbolu’nun ölçü birimi Rolex de Souza, kendisini ıslıklayanlara bir tekzip daha gönderdi dün gece.
Fenerbahçe Avrupa’da “Yenemezsen yenilmeyeceksin” kriterine uyum sürecini atlattı. Çok önemli avantaj elde etti. Sarı-Beyaz forma, rengi ve anlamıyla olduğu kadar, uğuruyla da çok yakıştı.

03 Ekim 2007, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Dön artık Batman!‘’

Fenerbahçe’nin ihtiyacı olan santrfor olup olmadığı tartışılabilir ama yetenekleri ve kariyeri asla tartışma götürmez. Anlaşma sağlandığı haberi geldiğinde Sarı-Lacivertli taraftarların çoğu inanamadı.
Ancak daha Türkiye’ye adımını atar atmaz ‘ırkçılık’ suçlamasıyla gardı düşürüldü ve hedef gösterilip ‘ırkçı’ saldırılara maruz kaldı. Buna rağmen moralini hiç bozmadı. Allah’ı var, çubuklu formayı O’na yakıştıranların sayısı, yuhlayan, burun kıvıran ve ıslıklayanların çok çok üstünde. Kendi elindeki değerleri hoyratça hırpalamakta, değersizleştirmekte ve ucuzlatmakta Fenerbahçe tribünlerinin eline kimse su dökemez. Tarih bunun sayısız örnekleriyle dolu.
FBTV, O’nun gollerinin toplu gösteriminden oluşan, güzel bir klip yayınlıyor. Aslında ders gibi bir klip. Gollerin atılış stili ve hangi toplarla geldiği, vuruş becerisi ve önsezisi her şeyi anlatıyor. Inter maçında başında iki kişinin bekletilmesi de.
Haklı haksız sürekli eleştirildi Kezman, taraftara da hedef gösterildi. Tıpkı daha önce Ortega’ların, Anelka’ların, Moldovan’ların, Tomas’ların gösterildiği gibi. Buna rağmen kritik maçları, soğukkanlılığıyla çözen adam da o oldu. Ama asla yetmedi.
Oynadığı bütün maçlarda istediği topları alamasa bile sonuna kadar mücadelesini yaptı, deparını attı, rakip defanslarla tek başına boğuşmaya çalıştı. Oyun zekası, fizik gücü, pozisyon ve vuruş becerisi bir yere kadar üstesinden gelebildi. Soğukkanlılığını yitirince, medya ve tribünler yetmezmiş gibi, kendi kendini de ağır bir baskı altına aldı. Yeteneklerinden kendisi bile şüphe etmeye başlayınca, vuruşları titrekleşti, mücadelesi ürkekleşti. Duygusal çöküş yüzünden en sıradan şeyleri bile yapamaz hale geldi.
Kejo hava toplarında rakibi yıpratacak, defansı dağıtacak, topları indirecek bir futbolcu değil, kariyeri boyunca da olmadı. Bu haksız beklentinin yarattığı baskı bile O’nu kötürüm etmeye yeter. Kejo yani ‘Batman’ araya atılan topların, bitirici tek vuruşların, seken topların, olmaz yerlerden, olmaz zamanda çıkarılan akıl ve beceri dolu usta vuruşların adamı.
O’na eski heyecanını yeniden kazandıracak olan şey; golden daha önce samimi bir sevgi. Umalım ve dileyelim ki; Moskova deplasmanı ‘Batman’in Muhteşem Dönüşü’nü müjdelesin.

01 Ekim 2007, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Dersimiz Carlos‘’

Oyun içindeki her hareketi, her duruşu, her pozisyon alışı buram buram zeka ve tecrübe kokuyor. Hırsı, çabası, mücadelesi, kazanma isteği ve enerjisiyle parmak ısırtıyor. Takım arkadaşlarından şimdilik bir tek Alex onunla aynı dili konuşuyor. Özgüveni tüm takıma yansıdığında, arkadaşları onunla yan yana oynamanın gururu ve rahatlığıyla yetinmeyip, ondan bir şeyler öğrenmek için de çaba sarfetmeye başladığında çok şey değişir.
Sonuçları açısından hem CSKA Moskova maçı öncesinde moral bozukluğu yaratabilecek hem de ligde ağır hasar verebilecek bir maçtı. Yani psikolojik yükü hayli ağır bir maçtı. Buna rağmen bir yığın gol pozisyonu bulduğu halde, kolayı zora çevirdi Fenerbahçe. Kalesinde hiç pozisyon vermese de, son dakikalar yaklaştıkça taraftarlarına tırnaklarını yedirtti.
Kejo kendini o kadar ağır bir baskı altına almış ki; kariyerini yaratan meziyetleri bir yana, sıradan bir hamleyi bile yapamaz hale gelmiş. Bu kadar ağır eleştiriyi asla hak etmediğini düşünenlerdenim açıkçası.
Takımın gerçek kapasitesini ve yapabileceklerini eksiksiz görebilmek için farka erken ulaştığı ve rahatladığı bir maçı beklemek gerek. Aşırı dikkat yüzünden midir nedir, yine durarak ve yürüyerek oynadılar ama buna rağmen ilk 2 gollü galibiyeti aldılar.
Sarı-Lacivertliler, ‘süper’ olduğu ileri sürülen ‘lig’de kritik bir eşiği geçtiler. Umalım ve dileyelim ki; Moskova’da alacakları sonuçla, şeytanın bacağını ebediyen proteze mahkum ederler.

29 Eylül 2007, Cumartesi 04:30
YAZININ DEVAMI