Arama

Popüler aramalar

‘’Kıyak futbol‘’

“Büyük adam olmaya gerek yok, adam olmak yeter” diye güzel bir söz vardır. “Büyük işler yapmaya gerek yok, işini iyi yap yeter” versiyonu da Samandıra’da kompozisyon ödevi olsun.
Fenerbahçe içerde, dışarıda her maçta kabızlık çekiyorsa, nedeni rakiplerinin gayretinden çok, kendi gayretsizliği...
Ne orta sahada çoğalabiliyor Fenerbahçe, ne ileride ne de geride... Takım kelimesini lugatten silmiş gibiler... Koca ilk yarının özeti: Alex’in geçersiz ‘shift vuruş’ golü, bir de Dos Santos’un teğet geçen ortası.

Peki ya Manisaspor? 28’de Simpson’ın bomboş pozisyonda kafa kıyağı, 31’de asist pozisyonundaki Simpson’ın ikinci kıyağı... 41’de Santos’a taammüden saldırısında bu kez hakemin Kanadalı’ya ‘sarı’ kıyağı...
55’te de yine Volkan’ın bilmem kaçıncı kez direkten alma kıyağı... 59’da Bekir’in yaptığı penaltıyı es geçme kıyağı... Son çeyrekte Emre’yi infaz koalisyonuna mavi boncuk kıyağı...

Önce Alex’in hipnoza sokan sol dış pasını, Güiza’nın sağ iç plaseyle tamamlaması ve semeresi... Ergin’in göstere göstere gelen beraberlik golü de gaflet uykusunun ceremesi!
Uzatmalarda Volkan’ın bir kez daha darağacından alışı, Semih Wesson’un son dakika tiplemesi ve kıyak bir kapanış.
4 haftada 4 galibiyet nostaljik bir güzellik ama acaba, Fenerbahçeli futbolcular bu hallerinden memnunlar mı?

31 Ağustos 2009, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Durağan‘’

Şakül öyle bir kaymış ki; bu takımın temelini atan Daum bile yörüngesine oturtmakta zorlanıyor. Demek ki sorun kafalarda...
Sion maçı yazımda, sahadaki görünümle ilgili olarak “Akıllar Manisa maçındaydı mı desek” diye bir ironik bir cümle kurmuştum. Alman teknik adam ciddi ciddi “Oyuncularımın aklı Manisa maçındaydı” demez mi? Güler misin, ağlar mısın?

Sorun şu ki; en başta yapması gerekeni, en sona saklıyor bu takım. Koşma, güç, kondisyon, yetenek konusunda sıkıntısı yok. Ancak adam ve alan paylaşma, ciddiyet, hırs, mücadele konusunda işin a-b-c bölümünde takılı kalmış. Paslaşmak güzeldir de, paylaşmak daha güzeldir. Oyunun yükü Emre’nin, Gökhan’ın, Volkan’ın ve hatta her şeye rağmen Güiza’nın sırtında... Bazıları yedekliği meslek edinmiş kendine... Kuyruklu yıldız misali bir varlar bir yoklar. Anlaşılan o ki; hiç de değişmeyecekler.

Rakip taç kullanırken bir kere bile baskı yaptığını gören var mı Fenerbahçe’nin? Peki Kadıköy’deki maçlarda bile kendi sahasında baskı yemediği tek bir maç var mı? Oyunun durduğu anlarda hep gaflet uykusunda yakalanmak, rakip sahada pres yapmaya yeltenmemek, orta sahayı kaderine terk etmek nasıl bir şeydir? Bunların acilen, mümkünse şokla düzeltilmesi lazım. Çünkü bu tamamen futbolcuların kafa yapısı ile ilgili. Ya değişecekler ya da kafalarını taşlara vuracakları zamanlara yelken açacaklar. Yeni transferlerle uyum ve yeni bir oyun anlayışı için elbette zamana ihtiyacı var. Kabul. Taraftar da bu konuda bilinçlendiğini, sabrının sınandığı Sion maçında da gösterdi zaten. Tribünler son iki seneden çok farklı...

10. haftadaki Fenerbahçe-Galatasaray maçı milattır. Bu takımın bu haliyle o maça kadar kayıpsız gelebilmesi çok zor görünüyor. Ancak en az kayıpla gelebilmesi de çok önemli. Lig sıralaması pozitif olsa da, takımın hali negatif, oyunu da durağan. Yani puan tablosu ile görüntü taban tabana zıt. Hep söylüyorum gene tekrar ediyorum; ligdeki her maçına Galatasaray derbisi ya da Avrupa Kupası finali oynuyormuş ciddiyeti, hırsı ve agresyonuyla asılmayan Fenerbahçe eziyete mahkumdur. Rakibine saygı duymayan Fenerbahçe, hezimete mahkumdur. Bakalım Manisaspor maçından sonra “Akılları Bursa deplasmanındaydı” diye abuk bir gerekçe sürülücek mi ortaya?

30 Ağustos 2009, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Sevinmeli mi, üzülmeli mi?‘’

Golle başladığın bir maçta, kendi evinde ve böyle bir takımdan yarım saatte 2 gol yemek çok sinir bozucu... Volkan’ın iki müthiş kurtarışı da aynı süre içinde... “Onlardan biri de çerçeveyle buluşsa” şıkkı, hiç de şık olmaz. Geçici saltanat bile olsa, kağıt üzerinde tur tahtına oturacaktı rakip Sion...
Daum’un “Rakibimizi küçümsemiyoruz” demeci, teoride kalmış. Seçilen kelimeler de tersini anlatıyor. Rakip bir teknik direktörün aynı cümleyi kendi takımınız için kurduğunu düşünün, o zaman anlarsınız. “Rakibimize saygı duyuyoruz” daha yakışıklı olurdu.

Kış kıyamette, bir Uşakspor deplasmanında, vıcık vıcık çamur sahaya ideal 11 sürmüş ciddi bir hoca, bu maçta tersini uyguluyorsa, akıllar karışır. Sonrası da şuursuzluk senfonisi! Kılıf bulma adına “Akıllar VestelsizManisa maçındaydı” mı deseydik yoksa?

Topu ayağına alan Sion’lu, karakolsuz, vizesiz, sorgusuz serbest bölgeye dönmüş ceza sahanda cirit atıyorsa... Senden hızlı oynayıp, bir de presle baskı kurabiliyorsa... Kendi sahanda ilk köşe vuruşunu 61’de kullanıyorsan... Her maçta rakibin 15-16 kişi, sen de 9 kişiymiş gibi bir algı bozukluğuna yol açabiliyorsan; BRAVO!
Şurası çok açık ki; Emre bu takımın direnç taşı.. Sakatlanmaya da cezalı olmaya da hiç hakkı yok. Duran toplardan gol atmayı öğreten Daum’un önceliği, yememeyi öğretmektir artık.
Maçın adamı ekmeğini taştan çıkaran ‘Dost’ Santos mu, yoksa arkadaşlarını ipten alan Volkan mı derseniz, hiç tereddütsüz ‘1 numara’ derim!

28 Ağustos 2009, Cuma 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’İşine bakacaksın!‘’

Fenerbahçe’nin Sion ile oynayacağı karşılaşma, öyle ağalar paşalar tarafından pompalandığı gibi formalite maçı değil, angarya hiç değil. Başlı başına bir maç, başlı başına önemli bir sınav.

Mesele rakibin güçlü ya da güçsüz oluşu değil. Mesele; Fenerbahçe’nin ciddiyet konusunda mesafe kat edip etmediği, her rakibi ve her maçı ciddiye almayı öğrenip öğrenemediği...

Çünkü şu kırılgan dönemde, kazanmayı alışkanlık haline getirmek, özgüven biriktirmek hayati önem taşıyor. Yeni transferlerin uyumu, takım disiplini, sorumluluk paylaşımı, mücadelenin dengeli dağılımı konusu da uzun soluklu bir süreç... Sırat köprüsünden, sürat köprüsüne geçiş hayli sancılı bir süreç. Alex’in sakatlığı, arka adalelerin durumu bir başka handikap. Koch’un olduğu yerde darbeye bağlı olmayan sakatlık yaşanmazdı ama... Bu kez durum farklı!
Fenerbahçe, sabır ve soğukkanlılık konusunda insanı gerecek kadar rahat bir takım. Olmayacak zaman zeminde, hiç olmayacak kadar hem de... Aslında sonda yaptığını başta yapsa rahatlayacak. Fakat zora düşmeden aklı başına gelmiyor.

3 haftayı kazasız belasız geçti. Avrupa Kupası eleme maçlarında da öyle.. Ancak maç içinde çok vahim hatalar yapıldığı bir gerçek. Verilen pozisyonların tamamı ya adam paylaşımı, ya da hatalı pas yüzünden...

Bu takım, ilk 7-8 haftalık evreyi asgari kayıpla ya da kayıpsız atlatırsa, ondan sonra Daum kriterleri de kendini fark ettirmeye başlar. Bunun için herkes Emre Belözoğlu ve Gökhan Gönül kadar yüreğini ortaya koymak zorunda... Volkan ve Carlos kadar dikkatli olmak, Güiza kadar koşmak zorunda...

Yavaş oynamak ve çatışmaya girmeden kaçak güreşmek, paslaşalım derken pas gevezeliğiyle pozisyon harcamak, rakibe kendi sahasında basamamak Fenerbahçe’nin şimdilik en göze çarpan eksileri..

Bu haliyle rakiplerin ekmeğine yağ sürmekten ve cesaretlendirmekten başka bir şey yapmıyor. Bir da olağanüstü kongre hayali kuranları heveslendirmekten tabii ki!

Bu akşamki maç, her açıdan çok önemli... Bakalım Daum’un istediği ve herkesin özlediği ciddiyeti sahada görebilecek miyiz?

27 Ağustos 2009, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’İhtar vakti‘’

Pres yapması gereken pres yiyor. Baskın yapması gereken baskına uğruyor. ‘Öpmesi’ gereken ısırılıyor. Saldırması gereken ürküyor. Koşması gereken yürüyor. Oysa ‘sandıkta görüşürüz Mesut Bey’in malum jargonuyla, “Avrupa’ya giden yol, Diyarbakır’dan geçer.” Anlaşılan ‘açılım’ rüzgarı hakemlerin yelkenini de şişirmiş.
Diyarbakırspor kadar cesareti de, futbolun doğrularını uygulama kudreti de yok Fenerbahçe’nin... Rakip kalede ilk ‘tehlikemsi’ durumu, ancak ilk çeyreğin sonunda yaratabildi.

Yenilen o saçma ve sarsak gol, amatör bir takım için bile fiyasko ötesidir. Hele 28. dakikadaki bombardıman, korku tünelinden farksızdı. Çoklu kabusu üreten de rakip değil yine Fenerbahçe defansıydı. O top kaleye girse, biraz zor çıkardı. Bilica’yı anladık da, Lugano’nun da şakülü kaymış. Maçın kader adamı yine Volkan’dı.
Gökhan’ın piyango golü bile uyandırmaya yetmemiş olmalı ki; hemen peşinden şaşırtma golü yiyecekti Sarı-Lacivertliler.

Golünü bir yana bırakırsak, kendisiyle dalaşma ve yeteneklerini inkar uzmanı Kazım’a, Ahmet Rasim’in ‘Falaka’ kitabını tercüme etmeli birisi..
Emre de insafı beklemeyi unutup, infazla yaşamaya alışmalı. Eğer ‘üzerine atılı’ formaya geçiş yapsaydı, ‘dokunulmaz bir kahraman’ olurdu. Olan bitene şaşırması çok şaşırtıcı!
Semih Wesson direğe nişanlamasaydı maç orada bitecekti ama bunu penaltıya erteledi. Ziya Doğan’ı da sahayı arenaya döndüren ‘motivasyon’ becerisinden dolayı tebrik etmeli!

25 Ağustos 2009, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Yürüye yürüye‘’

Anadolu’da “yiğit derler candan ederler, cömert derler maldan ederler” diye bir söz vardır. Şimdi deplasman galibiyetidir, iki gol atılmıştır diye, ne gerek var diyerek övgüler döktürsek birileri çok sevinenebilir.
Biz o cenahtan değiliz. Şu maçta bile Volkan kritik kurtarışlarıyla maçı tutan ve çeviren adamsa, ders alınacak çok şey var demektir.

Fenerbahçe ‘Kanatsız kuş’ gibi... Uçmak için çırpınıyor, ama uçamıyor. Hele bir de Alex olmayınca, yön tayini de sıfırlanıyor..
Önder’in, Can Arat’ı aratmayan hallerine baktıkça, Lugano’nun defanstaki hayati önemini kavramak daha kolay sanırım. Rakibin üzerine gelmeye pek niyeti yok, sen üzerine gittikçe de dağılıyor.
Tribünlerde iki katı bir üstünlüğün de var.

‘Dost’ Santos
Ancak Fenerbahçe’nin oynamaya gönlü yok. Sion, kondisyonu, fizik gücü, becerisi ve takım organizasyonu yerlerde bir takım. Yani Sarı-Lacivertliler birazcık kıpırdadıkları her an onların kimyasını bozdular. Ancak tembel ve temposuzdular.
Emre ve Gökhan bu tanımlamadan tamamen muaf. Güiza bir var bir yok. Ya dipte ya zirvede.
Cesaretini kaybettiğinde enkaza dönüyor. Kaçırdığı goller akıllara zarar.
Neyse ki narkoz etkisi yapan maçta, ‘Dost’ Santos çıkıyor yine sahneye; üstelik yine jeneriklik bir golle...
Sonrasında da Kazım ve iş bitti. Kazım elindeki gücü kötüye kullanan bir yetenek. Laubaliliği usandırıyor ve utandırıyor. Deivid de geçen seneden ders almışa hiç ama hiç benzemiyor.
İyimserler “yürüyen hali buysa, koştuğunda neler yapar” diye düşünebilir.
Benim söylediğim de “niye ve neden koşmuyorsunuz” diye sormaktan ibaret zaten.

21 Ağustos 2009, Cuma 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Direklerarası açılımı‘’

Fenerbahçeliler’in azınlık bir kısmı bu kelimeye aşıktır, bir kısmı ise günahı kadar sevmez sabır kelimesini... Fenerbahçe’nin hiçbir şeyi sabırdan daha az olmamıştır. Bu yüzden habire, başa sarar durur.

İnsanlar “ne zaman agresif, hücum pres yapan, ilerde basan, ısıran ve hızlı oynayan bir takım göreceğiz” diye hayıflanıyor. Haksız da sayılmazlar. Fakat ne zaman doğru istikamete girilse, bu sefer sabır barikatları çöküyor.
Fenerbahçe’yi izlemek aralıksız ısırıklarla ayva yemeye çalışmak gibi... Yavaşlık insanın gözünü yoruyor, aklı tıkanıyor. Futbolcular, topu ayağına alan arkadaşlarına kendilerini gösteremiyorlar ama pas verecekleri arkadaşlarını ihbar eder gibi gösteriyorlar.

Direklerarası gibiydi dün gece... Önce gerilim, sonra eğlence versiyonuyla... Alex daha maçın başında sakatlanıp, Emre iki direkten birden, Önder de üst direkten dönünce, ‘eyvah ki eyvah’ ifadesi kapladı yüzleri... Kamanan’ın ikram vuruşunda, ardından Ersen’in kafasında bütün defans uyurken, nöbetteki Volkan arkadaşlarını direkten alan adamdı.

Hayrettin’in Deivid’e yaptığı bariz penaltıyı göz göre es geçen Abitoğlu, Kazım’ın ofsayt golünde yardımcısının hatasına ortak oldu. Kader olsa gerek. Peşinden Emre’nin kornerden attığı kariyer golü, bariyeri dağıttı. ‘Dost’ Santos’un slalom şovlu golü ile perde kapandı.

Daum hâlâ tamirat ve tadilatla uğraşıyor. İşi gerçekten çok zor. Önemli olan, ilk 10 haftayı kabul edilebilir asgari kayıpla atlatmak. Neyse ki Lugano açılımı da tatlıya bağlandı.

17 Ağustos 2009, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Düştüğü yerden‘’

İnsan düştüğü yerden kalkarmış. Daum da tam 3 yıl önce bitirdiği yerden başladı lig macerasına...
Fenerbahçe aslında her Denizli maçına siyah bantla çıkmalı... Hepsinde ‘sürekli aydınlık için yarım saat karanlık’ eylemi zorunlu olmalı.

O maçla ilgili utanç belgelerini aylardır elinde tutup da, yayınlamayanlar ya da yayınlatmayanları deşifre edeceğim günler yakın. Az kaldı, beklesinler.
Neyse; dramatik bir jesti sulandırmayalım bunlarla... Yastaki Güiza, Alex’in iğne deliğinden çıkardığı pası gole çevirdiğinde daha birinci dakika bile dolmamıştı. Sonra, geçen senenin mirası panik alışkanlığı...

Abandone etmişken, nakavta götüreceğine, rakip güç toplasın diye bekliyor sanki. Eee Fenerbahçe bu; olmadık yerlerde kendi kendini açmazlara sokabilme ustası...
Sarı-Lacivertli futbolcuların, top rakipteyken bırakın savaşmayı, çatışmaya girmekten bile kaçınmaları, sadece hata yapmalarını beklemekle ya da seyretmekle yetinmeleri kronik bir hastalık. Tek bir taç, ya da korneri bile hızlı kullanamamak, rakip hızlı kullandığında da gafil avlanmak ciddi baş ağrıtacak bir zaaf.

Savaşan bir takım sözü veren Daum-Koch-Kocaman triosu, bu takıma öncelikle “Savaşlarda dövüşenlerden çok kaçanlar ölür” gerçeğini ezberletmeli!

10 Ağustos 2009, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI