‘’Dost Santos, Lost Bilica‘’
Daum’un tabiriyle ‘iğrenç’ maçlardan biriydi. Seyircisiz, heyecansız, tatsız, tuzsuz yasak savma nitelikli bir karşılaşma... Fenerbahçe için lig öncesi son prova, Honved açısından prestij... Macarlar büyüklüğünden ürküp heyecanlanıyor da, Fenerbahçeli futbolcular onlar kadar farkında değilmiş gibi çubuklu formanın...
İnsan ne bekliyor; bu kadar adamın yokluğunda Ali Bilgin ve Selçuk Şahin cevvalleşip varını yoğunu ortaya ortaya koysun, bendini yırtıp kendini aşsın. Ne gezer; idare-i maslahat havasında kardeşler... Antrenman havasındaki Fenerbahçe’de ‘Dost’ Santos daha ilk dakikalarda noktayı koyup, tansiyonu düşürdü. Bu rahatlama sonrası Sarı-Lacivertliler’den şov bekleyenler terse yattı. Onlar ‘yürüye yürüye’ oynamayı tercih ettiler. E, Bilica da kırmızıyı görüp ‘Lost’ listesine adını yazdırınca durduk yerde sıkıntı katsayısı yükseldi.
Güiza’nın direkten dönen topunu bir kenara bırakırsak Volkan, maçın ikinci yarısında Fener’in topla en çok buluşan adamıydı sanki... Macarlar ikinci yarının ilk 25 dakikasında ellerini kollarını sallaya sallaya, net 6-7 gol ve şut pozisyonu buldular ki; akıllara zarar. Bu kadar kolay maçta, bu kadar zor durumlara düşmek, sonunda da komik bir gol yemek düşündürücü bir hal... Bu gidişat ligde de sürerse yandı gülüm keten helva!
‘’Kaos açılımı‘’
Hep hatırlatıyorum ve ısrarla dile getirmeye de devam edeceğim. Devler Ligi’nde kılpayı yarı finalin eşiğinden dönen bir takım, eski adıyla UEFA, yeni adıyla Avrupa Ligi’nde iki ön eleme oynuyorsa, bu, hedeften ağır bir sapmadır. Karambole gelip, şarampole yuvarlanmaktır.
Fenerbahçe hiçbir gücün beceremeyeceği kötülüğü, kendi kendine yapmıştır. Kim ne derse desin, futbolcuların payı, Aragones’inkinden çok daha büyüktür. Zico döneminde özgüven, laubali bir kibire dönüşmüştü. Aragones döneminde panik atağa dönüştü. Takımımın İspanyol hocaya tavır koyması, Fenerbahçe’yi ve kulübün geleceğini her anlamda sabote etti. İkisinin bedeli de çok ağır oldu.
Sözün özü Daum’un mirası sıfırlandı. Yeniden en başa dönüldü. Bu kez müsibetlerden ders alınmış gibi, tarihin belki de en geniş ve derin kadrosu oluşturuldu. “3 yıl üst üste şampiyonluk” sözü ne kadar gereksiz ve gerçek dışıysa, “Kesintisiz biçimde Şampiyonlar Ligi’nde olmak” hedefini de o kadar gerçekçi buluyorum. Ancak hep bir şeyler eksik olmak zorunda mı?
Defansın göbeği hâlâ kırmızı alarm verirken, ateşle oynamak cazip mi geliyor? Agahowa’yı hatırlatmaya gerek var mı? Koca sezon Saracoğlu şovuyla idare etti ve sonunda gönderildi. Süper Lig’de hemen her takımın kadrosunda O’nun türevleri mevcut. Defans sorunu ısrarla sürüncemede bırakılırsa, yeni bir Agahowa vakası da asla sürpriz olmaz. Müsibete çanak tutmanın, kaos tefrikalarına zemin hazırlamanın, pusuda yatanlara fırsat sunmanın anlamı nedir? Lugano ya da değil, bağıra bağıra halledilmeyi bekleyen bir zaaf var ortada...
Bugün deplasmanda Honved maçının ‘sessiz’ rövanşına çıkıyor Fenerbahçe... Bu zayıf takım İstanbul’da bile saçma sapan defans hataları yüzünden 3-4 pozisyon bulup, bir de gol attı. Agahowa tarzında, Benjamin ve Abraham gibi iki atletik adamları var. Futbolda imkansız ya da mucize olmadığına göre... Fenerbahçe’nin yenilmesi bile, elenmesi kadar tartışma ve kaos yaratacağına, inancı ve özgüveni baltalalacağına göre...
Beklenen nedir?
‘’Zeki Rıza ve Mehmetçik Basri‘’
Fenerbahçe Yüksek Divan Kurulu, Can Bartu ve Lefter Küçükandonyadis’in isimlerini Samandıra ile Dereağzı’na verdi. Aslında tam tersi olmalıydı ama yine de ayakta alkışlanacak bir karar.
Galatasaray bu işleri çok iyi yapıyor. Mesela Metin Oktay ismini bilmeyen çocuk bile zordur. Ali Sami Yen’i saymaya gerek yok. Beşiktaş da tesislerine adını vererek öyle ya da böyle yaşatıyor vefa duygusunu? Ancak stada Şükrü Saracoğlu, tesislere Faruk Ilgaz ismi verilene kadar Fenerbahçe’de bu hiç yoktu.
Aziz Yıldırım’ın en büyük hayallerinden biri gerçekleşmiş oldu böylece? Can Bartu ve Lefter’e tanınan öncelik, onları daha anlamlı kılan bu inceliğe de şapka çıkarılır. Peki yeterli mi? Elbette ve kesinlikle hayır.
Bu kulübün tarihinde Zeki Rıza Sporel gibi efsane ötesi bir efsane var. 15 yaşında A takıma girmiş, 18 yıl kesintisiz oynamış istikrar abidesi. 352 maçta 470 gol atarak ‘üstad’ lakabı almış, Türk futbol tarihinin gelmiş geçmiş en büyük golcüsü Zeki Rıza Sporel. Milli takımın ilk gollerini atan, 16 Milli maçta 15 gol kaydedenbir isim. Ezeli rakiplere bir maçta 4’er gol atmak gibi, Galatasaray’a 27 gol atmak gibi hâlâ kırılamayan bir çok rekorun da sahibi..
Türk futbol tarihinin gelmiş geçmiş en büyük golcüsü. Soyadını da bizzat Mustafa Kemal vermiş. Kulüpte yöneticilik, başkanlık yapmış, başka dallarda federasyon başkanlığı bile yapmış ölümsüz bir isim.
Bir de ‘Mehmetçik’ Basri var ki; takım ruhunu, mücadeleyi, fedakarlığı ve hırsı temsil eden adam. Kafasındaki çamurlu bandajdan yanağına kan sızan gururlu bakışı, nostaljik bir fotoğraf. O kadar. Adını hecelemeyi başarabilen her çocuğun tanıması ve bilmesi gereken isimler bunlar. Ancak grup ağalarının isimleri ezberlenir de onların adı sanı anılmaz.
Şimdi ‘Üstad’ Zeki Rıza ile ‘Mehmetçik’ Basri’yi onurlandırmanın zamanıdır artık. Çünkü geçmişini bilmeyenin geleceği olamaz.
Bartu ve Lefter kardeşler
Datçalı berber Murat Kantarlı, Fenerbahçe yönetiminden çok önce davranmış. İki çocuğundan birinin adı Bartu (6) diğerinin adı Lefter (4).
Aslında ilk çocuğuna Lefter adı vermek istemiş ancak nüfus memurunun vetosunu aşamayınca Bartu koymuş. İkinci çocuğa Lefter adını vermek isteyince, aynı engel gene önüne dikilmiş. Fakat bu kez pes etmemiş. Allem kallem, işgüzarlığı aşmayı başarmış. Çocuğuna yabancı dizilerden isim koyanlara icazet var da, bu ülkenin milli gurunun ismine mi geçit yok? Türkiye işte!
İnönü cinayeti
Yargıtay’ın İnönü Stadı’ndaki cinayetle ilgili olarak Beşiktaş ve federasyonu sorumlu tutan kararı çok şaşırtıcı... Kulüpler bu adamlarla nasıl uğraşacak? Stada girerken üst aramasını kulüp yetkilileri mi yapıyor, yoksa polis mi? Fenerbahçe Kulübü resmi sitesinden bıçaklı bir saldırganı deşifre edip devletin ilgili kurumlarından imdat istiyor. Kimseden çıt çıkmıyor. Ancak o adam içeride birilerini yaralasa, öldürse bedeli kulüp ödeyecek. Hem saha kapanacak hem tazminat ödeyecek. Zaten tribünlerdeki rant çeteleri de bu açığı çok iyi bildikleri için düzenlerini devam ettirebiliyorlar.
Laga Luga NO!
Forvet zengini Galatasaray orta sahayı da güçlendirdi. Lugano hamlesi gerçekten doğruysa en büyük zaaflarını da halletmiş olurlar. Fenerbahçe ise hâlâ Lugano’nun açığını kapatamadı. İleri uç Semih ve Güiza’ya, defansın göbeği ise Allah’a emanet!
‘Siper’ Kupa
Süper Kupa finalinin ardından en gerçekçi, en sade, en çarpıcı, en ölçülü değerlendirme Daum ve Denizli’den geldi. Biri “şansımızla kazandık” dedi, diğeri ise “sonunda kupa olan bir test maçıydı” diye konuştu. Ne eksik ne fazla; aynen bu!
‘’Nereden baksan eziyet!‘’
Bu statta oynanan her maçta, gariban milletin yüzlerce milyon Doları’nı heba eden zeka küplerinin hatırını sormadan edemiyorum. Taraftara eziyet, futbola eziyet, futbolcuya eziyet...
Ya, bu maçı burada ve iki arada bir derede oynatmayı dayatanların zihniyeti, diğerlerinden pek farklı mı?
Ölü yatırımın yaptırımını ödeyenlere bakın. İki takım da net biçimde hazır değil. Futbolcular ‘nasıl biterse bitsin de evimize gidelim’ havasında, tribünler ise ‘saat kaçta eve gidebiliriz acaba’ sorusuyla meşgul. Heyecan da, tansiyon da dibe vurmuş.
Sanki top metal, zemin mıknatıslı, futbolcular da yürüyerek gelmişler gibi... Yavan ve yavaş bir futbol. Kontrollü görünümlü kontörsüz oyun. Üstelik hatlar da ya kopuk ya kesik.
Beşiktaş daha dirençli, daha dikkatli ve daha iyi yardımlaşan taraftı. Ayrıca hava toplarında ve ribaunt toplarda da üstündü.
Fenerbahçe ise geçen senenin defolarını üzerinden atamamış belli ki! Açık açık yenilgiden korktukları belli. Güiza yalnızlığına terk edilmiş yine. Ya Kazım’a daha ne lazım! Aklı hâlâ varyetede ve futbol dışı cinliklerde... Yusuf da pek farklı değil. Sanki top onlarınmış da, hakemsiz mahalle maçı oynuyorlarmış havasındalar.
Siyah-Beyazlılar’ın bulduğu bütün pozisyonlar, Sarı-Lacivertiler’in ikramı... Ya uyurgezerlikten ya da panik atak yüzünden.
Birinde direk, birinde kılpayı. Fenerbahçe’nin buldukları da farklı değil.
Fenerbahçe için turnusol etkisi yapan, istatistiği bozan, ‘kupa bonuslu’ ciddi bir hazırlık maçıydı; o kadar!
‘’Beşiktaş'ın avantajı‘’
Daum ve Koch’un gelişiyle birlikte yeniden diriliş sürecine girdi Fenerbahçe... Kaliteli transferlerle belki de hiç olmadığı kadar bir kadro derinliği ve zenginliği yaratıldı. Bu da gerçek anlamda bir takım içi rekabet ortamını oluşturdu. Daum da eskisinden daha güleryüzlü, şefkatli ama daha hırslı...
Fenerbahçe, son hazırlık maçlarındaki ciddiyetini, dikkatini, hırsını, geçen sezon kritik lig maçlarında göstermiş olsaydı, uzak ara şampiyon olur, Devler Ligi’ne doğrudan katılırdı. Oysa alt kategoride 2 ön eleme oynuyor.
Geçen senenin kayıpları sadece şampiyonlukla sınırlı değil. Özgüven, moral, inanç, prestij, takımdaşlık, hedefler, kombine gelirleri, ürün satışları hepsi darbe yedi. En iyimser taraftarlar bile canlarından bezdirildi. Devler Ligi’nden gelecek milyonlarca Euro da buhar oldu.
Sarı-Lacivertliler’de göstergeler negatiften pozitife doğru dönüyor. Ancak Honved karşısında bile ikram edilen pozisyonlar, lig ve Avrupa açısından çok ciddi uyarıdır. Lugano’nun doldurul(a)mayan boşluğunun bedeli çok ağır olabilir.
Samandıra’da rakibe saygı, profesyonel ciddiyet, oyun disiplini, forma adaleti, konstantrasyon, motivasyon, kondisyon ve özgüven duyguları yeniden inşa ediliyor. Ancak ‘takım hüviyeti’ oluşabilmesi için en az 8-10 haftaya ihtiyaç var.
İşte bu nedenlerle, Beşiktaş, Süper Kupa finaline psikolojik ve moral açıdan bir adım önde çıkacak. Fenerbahçe’nin defans sorunu da onların zaferine çanak tutuyor.
Daum’un ‘yeniden yapılanan’ Fenerbahçe’si, Denizli’nin takviye edilmiş şampiyon Beşiktaş’ı karşısında, gücünü ilk kez gerçek anlamıyla test edecek.
‘’Fark var!‘’
Atanspor-Karşılayanspor maçı gibiydi. Elbette asla ölçü alınacabilecek maç değil. Ancak Daum farkı daha gelişinde fark edilmeye başlanmıştı. Artık iyice belirginleşmeye başladı.
Fenerbahçe yeniden istekli, arzulu, hızlı, dikkatli ve ciddi oynamaya çalışıyor. Yardımlaşma duygusu, takımdaşlık duygusu yeniden oluşuyor. Geçen sezonun kendinden kaçak bezginler ordusu gitmiş, yerine dipdiri ve her futbolcusu ile sorumluluk alan bir takım gelmiş. Elbette daha kat edilecek çok mesafe var.
Çantada keklik gibi görülen bu maçlar, en gergin ve riskli maçlardır. Yenerseniz, elerseniz kimsenin umrunda olmaz da aksi durumda kıyametler kopar. Koca bir sezonu bile murdar edebilir
Şurası çok net: Honved’in, Boluspor takımı kadar bile cesareti, mücadele gücü ve becerisi yok. Ancak bu takıma ikram edilen pozisyonlar ve yenilen gol Fenerbahçe’nin defosudur. Devler Ligi’nde çeyrek final görüp, Avrupa’nın iki numaralı kupasında iki ön eleme maçı oynamak zorunda kalmak da öyle... Lugano’nun boşluğu daha iyisiyle doldurulamazsa, daha ciddi takımlar karşısında telafisi mümkün olmayan sıkıntılar sürpriz olmaz.
Dün akşam ‘Dost’ Santos’u izlemeye hazırlananlar, ‘Okçu’nun şovunu seyrettiler. Soru şu: Güiza mı kendini buldu yoksa arkadaşları mı Güiza’yı? İspanyol, maçı koparan adamdı, hem de insan üstü deparlar atmasına hiç gerek kalmadan... Ancak bana sorarsanız, gecenin adamı hiç kuşkusuz Emre Belözoğlu’ydu.
‘’Kaynana noktası‘’
Fenerbahçe taraftarına adam beğendirmek dünyanın en zor işleri sıralamasında ilk 10’a girer herhalde... Kim olursa olsun, kim gelirse gelsin bir çeşit ‘Kaynana Semra’ sendromu ile karşı karşıya kalıyor. Ayaklarıyla kuş tutsa da kimseye yaranamıyor.
Sarı-Lacivertli kulübe gelmeyen, imza atmayan, ezeli rakiplere gidip yatan futbolcular bile çok makbul... Ancak kendi elindeki kıymetler ise hep murdar... Fenerbahçe taraftarının ezici çoğunluğunu oluşturan bu kişilerin nezdinde değerli olabilmek iki şekilde mümkün: Ya gelmeyeceksiniz ya da gideceksiniz.
Medyanın gazıyla hayal dünyasına dalıp Ronaldinhoculuk, Robbencilik oynadıktan sonra, alınan hiçbir adam tatmin etmiyor doğal olarak. Ee, ne de olsa Anelka ve Ortega ıslıklamış adamlar. Aşağısına burun kıvırıyorlar doğal olarak. Kesmiyor.
Ne kadar Fenerbahçeli varsa, o kadar da ayrı Fenerbahçe var. Birini tatmin eden diğerini etmiyor haliyle. Transfer takıma, sisteme, kadroya, hocaya ve futbolun realitesine göre yapılır; taraftara göre değil. Öyle olursa, davul zurna ve cümbüşle karşılar, ceplerini doldurduktan sonra, üstüne para verip gönderir, hatta kuyruğuna teneke bağlarsınız. Geçmişte sık sık yaşandığı gibi..
Dos Santos ve Cristian transferinden sonra forumlarda neredeyse yas ilan edilecek. Üstelik bu transferin arkasında Brezilyalı uzmanı Daum’un imzası ve garantisi varken. İtalyan basını birinin Milan’ın elinden alındığını yazarken...
Oysa bu transferlerde eleştirilecek tek yön, bu kadar gecikmiş olması... Tartışılacak tek şey ise bu kadarının yeterli olup olmadığı... Özellikle de defans ve forvet hattında durum ortadayken. Hâlâ bu konularda sıkıntı yaşanması ve kamp sezonu başlamadan sonuçlandırılamaması, daha önce yaşananlardan kesinlikle ders alınmadığının göstergesi...
100 milyon Euro’lara futbolcu alabilecek mali bir yapınız yoksa, öncelikli meseleniz 90 dakika savaşan, koşan, mücadele eden, hırs küpü ve yenilgi tanımayan karakterde bir ‘takım’ oluşturmak, bunları da genlere işleyebilmektir.
Gerisi laf-ı güzaf!
Vedat Okyar
Birkaç kez selamlaşmak ve tesadüfen aynı ortamda bulunmak dışında, kişisel bir tanışıklığım yoktu. Ancak onu konuşurken gördüğüm her kanalda tereddütsüz durur ve dinlerdim. Ona yakıştırılan ‘Güzel Adam’ sıfatı çok yavan kalıyor. Çünkü özel bir adamdı. Bir çok eski futbolcunun ağzına pelesenk olan küçümseme ve aşağılama sözcükleri, onun lugatından dışlanmıştı. Olabildiğince şefkatli ve terbiyeli eleştirirdi Beşiktaş’ını... Ailesinin, sevenlerinin, Beşiktaş ailesinin ve spor camiasının başı sağolsun. Mekanı cennet olsun.
Sabotaj
Arkadaşımız Tunç Kayacı’ya röportaj veren Sivasspor Teknik Direktörü Bülent Uygun, Adnan Polat’ı suçlamış. Uygun, kaptan Mehmet Yıldız’ın stratejik bir ‘transfer’ masalıyla bitirildiğini ileri sürmüş ve şöyle demiş: “Adnan Polat bunu hep yapıyor. Şimdi kendi silahıyla vuruldu. Aziz Yıldırım’ın teklifinden sonra Arda bu sene oynayabilecek mi bakalım” diye sormuş. Hatırlatalım, Mehmet Topuz da “Galatasaray beni 5 yıl oyaladı” demişti.
Peki sayın Uygun, önceki sezon takımınız şampiyonluğa oynarken “Mehmet Yıldız’ı alan takım şampiyon olur” diye diye bu futbolcuyu mezata çıkarırken sizin yaptığınız neydi?
Yeni formalar
Adidas, ‘klasik çubuklu’ dışında Beşiktaş taraftarını hayal kırıklığına uğrattı. Fenerbahçeliler ise başta ‘lacivert’ olmak üzere formalardan hayli memnun. Heyecanla bekledikleri ‘palamut yeşili forma’ yarınlara kaldı. Bence de ‘palamut yeşili’ ile ‘sarı’ en azından kaleci kazağında kullanılmalıydı.
Çayır çimen
Ligin başlamasına sayılı günler kaldı. Futbolcunun sağlığını ve futbolun güzelliğini sabote eden stat zeminleri konusunda, TFF’den ses seda yok. Zaten ne soran var ne de sorgulayan! Halletmektense, yok farz etmek daha kolay geliyor herhalde...
‘’İşin çok zor Herr Daum!‘’
Tam üç yıl en yoğun eleştiriler, iftiralar ve yıpratma propagandaları arasında çalıştın... 2.5 yıl şike cezası almış teknik adamları yere göğe sığdıramayıp, sicilini temizleyenler, seni her fırsatta aşağılayıp yerin dibine soktular.
Bunun gerçek nedeni de sen ve burada alıştırıldığın o illet değildi elbet. Çünkü artık Anadolu yakasındaydın ve Fenerbahçe’nin hocasıydın ve başarılıydın. Bu da fazlasıyla geçerli ve yeterli sebeptir bu coğrafyada...
Futbolcularla arana nifaklar soktular. “O orada oynar mı, bu burada oynar mı” diye gencecik çocuklara gaz verip akıllarını çeldiler. Bazı futbolcular da buna çanak tutmaya dünden teşneydi zaten...
Dibe vurmuş bir takımın kalıntılarını, yeni monte edilenleriyle harmanlayıp, sıfırlanmış özgüveni yeniden dirilterek yola çıktın. Sınırlı kadroda zorlama alternatifler üreterek, çalışarak, çok çalışarak, daha çok çalışarak büyük iş başardın.
Bu kulübü lig tarihinde, 28 yıl aradan sonra ikinci kez iki yıl üst üste şampiyonluğa taşıdın. Üçüncüsüne giderken olabilecek en dramatik şekilde son anda kaybettin. Alenen yaşananları herkes biliyor ama taammüden susuyor. Her şeye rağmen her şey yine de senin ve futbolcularının elindeydi.
Sadece medyada değil, çalıştığın camiada da sana asla saygı duyulmadı. Ne yaptığın değil, ne yapamadığın sorgulandı... Tribünler bir kez bile seni samimi bir şekilde bağrına basmadı. Yaptıklarını küçümsemekten, kibirli bir havayla dudak büzmekten başka bir şey yapmayanlar, “anneler ligi şampiyonluğu” son maçta kaçınca neyin ne olduğunu anladı. Anladı da geç oldu!
“Bugün, dünün öğrencisidir” demiş Publilius Syrus... Ancak bu Kaos İmparatorluğu’nda ‘bugün’ hep sınıfta kalan, aymaz, vurdumduymaz bir öğrencidir. Buna rağmen bugünün dünlere öğretmenlik yapmaya kalkışması da sıradan bir durumdur.
Neyse... Yaşadıklarını, yanlışlarını, eksiklerini sen de biliyorsun. Kimse dersini almamış olsa bile, senin almış olman yeter de artar. Sen sen ol, geçmişi geçmişte bırakma!
Futbolcuların rakibe saygıyı, profesyonelliğin gereklerini, giydikleri formayı, koşmayı, mücadeleyi, oyun disiplinini, kondisyonu, motivasyonu, konsantrasyonu, son düdük çalmadan maçın bitmeyeceğini, futbolun takım oyunu olduğunu, kulübün hedeflerini, hırsı ve ciddiyeti unutalı çok oldu...
Birinci görevin bunları en üst ve en radikal perdeden hatırlatmak, hatta ezberletmektir.
Gerisi kendiliğinden gelir!