Arama

Popüler aramalar

‘’Schuster'e dava aç Başkan!‘’

Beşiktaş Yönetimi bugüne kadar acele karar vermesi yüzünden astronomik tazminatlar ödemek zorunda kaldı. Del Bosque olayından ağzı yanan ve yabancı teknik adamların uyum sorununun aşılması için süreye ihtiyaç duyduğunu düşünen Başkan Yıldırım Demirören, Schuster’i hep korudu. Medya mensuplarına çirkin hareketi yaptığında da, taraftar maçı evinde izlesin dediğinde de, rüya kadroyu ‘sefillere’ çevirdiğinde de medya önünde Schuster yöneticileri tarafından hep korundu. Bana göre Siyah-Beyazlı kulübe yaptığı en büyük hizmet, istifa etmekti...

Medyada, Schuster’in 1 milyon Euro ekstra para aldığı iddiaları da yer aldı. Ama kulüp bunu ağır bir üslupla yalanladı. Kulübün açıklamasına inanıyorum ve Türk futbolsever olarak, Schuster’e haksız fesih yaptığı gerekçesiyle tazminat davası açılmasını istiyorum. Beşiktaş, Türkiye’nin en büyük kulüplerinden biridir. Rica-minnet büyük paralara gelinir de, elini kolunu sallayarak gidemezsin! Demirören en kötü günde bile hocasına sahip çıkıp, “Biz planlarımızı önümüzdeki sene için yapıyoruz” dediyse ve sözünün arkasında durduysa, kulübü yarı yolda bırakıp giden teknik adama dava açmak haktır, açılmalıdır.

Tazminat ödenen ayrılıklarda para cebimizden çıkıyormuşçasına nasıl eleştirdiysek, kazanılan tazminat için de keyifle alkışlayacağız. Varsın Schuster ayıplasın, umrumda değil. Ama bir bedel ödesin...

23 Mart 2011, Çarşamba 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Alex'le bir daha‘’

Bu kez ise puan ve futbol maçı değil, kazanıp taraftarın ağzına bir parmak bal çalma maçıydı. Emre’siz, enerjisiz ve sanki hedefsiz Fenerbahçe karşısında kötü oynadılar uzun süre. Ancak iyi kapandılar. Selçuk ve Cristian’ın 3. bölgeye gelmemesi, Kocaman’ın sol kanatta Fenerbahçe’ye akıcılık kazandıran Dia ve Stoch’u kulübede bekletmesi Sarı-Kırmızılılar’ın ekmeğine yağ sürdü. Galatasaray 3 pas yapamayıp tehlike yaratamazken, Andre Santos’un can dostu Kazım’la cilveleşmesi, skoru da, oyunu da Galatasaray’a çevirdi. Kazım bu sezonun Galatasaray açısından en değerli golünü atarken Fenerbahçe’nin ilk yarıdaki tek etkili posiyonunda Zapata’nın Özer’in şutunu kurtarışı mükemmeldi. Galatasaray Kazım’la, Cana ve Stancu ile maçı kopartacak pozisyonları kullanamayınca, Hagi de skoru koruyup, oyunu soğutacak hamleyi yapmayınca Galatasaray kazanabileceği maçı kaybetti. Kewell ve Arda hamleleri futbolseverler açısından güzel, skor açısından kötü sonuç doğurdu. Fenerbahçe kötü oynadığı maçta önce beraberliği yakaladı. Çünkü büyük bir ustası ve büyük bir golcüsü vardı. 75. dakikada Semih, Alex’in pasında Hakan, Servet ve Gökhan’ın mihmandarlığında skoru yaptığında, Fenerbahçeliler galibiyetten emindi. Şampiyonluk açısından en hayati 3 puanlardan birine imza atmak Gökhan’ın olağanüstü güzel ortasına aynı güzellikte kafa şutu atan Alex’ten geldi ki, yakıştı! Hagi öndekileri değiştirip fark ararken, Kocaman golden hemen sonra Alex’in yerine Bekir’i alıp maçı noktaladı. Sanmıyorum ki kimse Kocaman’ı ayıpladı. Bazı maçları kazanmak için geride bir fazla oynamak iyidir. Fenerbahçe’de önemli bir fırsat harcayan Özer ve Gökhan, Galatasaray’da Yekta ve kısa süre oyunda kalsa da Arda mükemmel oynadılar. Alex ise yine bir şey oynamadı, sihirini yaptı, maçı noktaladı. Hatta neredeyse sezonu noktaladı...

19 Mart 2011, Cumartesi 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Haddini aşan Sarvan!‘’

Kalamayacak çünkü konuştu! Federasyonun sağduyu açıklamasından bir gün sonra konuşması gerçekten bir talihsizlikti ama en nihayetinde ‘eleman’ olan bir kişi nasıl olur da eleştirel sözler sarfeder, değil mi?

Demeç savaşlarının arasında herkes aklına geleni söyleyip, hakemleri ve hakemliği hedef gösterirken, Sarvan’ın hiç isim vermeden, hiç hakaret etmeden yaptığı açıklama Kulüpler Birliği’ni rahatsız etmiş. Kulüpler Birliği Başkan Yardımcısı Göksel Gümüşdağ, “MHK Başkanı haddini aştı. Konuyu Mahmut Özgener ile görüşeceğiz” dedi. Gaziantepspor Başkanı İbrahim Kızıl, “Bunlar çok ağır sözler. Bizim seçtiğimiz federasyonun elemanı bize bunları söyleyemez. Gerekirse kelle isteriz, istifasını isteriz” buyurmuş.

Futbolumuzu ilerletmeyen, gerileten, yönetenlerin davranışları kadar yöneticilerin de kullandığı bu dil değil mi?

Önce TDK’ya bir bakalım.
Haddini bilmek: Kendi değer ve yeteneğinin farkında olmak, konumuna durumuna uygun davranmak.
Haddini aşmak: Ölçüyü kaçırmak, aşırı gitmek.
Eleman: Bir toplulukta çalışan insanların herbiri.

Göksel Gümüşdağ ve İbrahim Kızıl’ın sözlerini unutmadan yakın geçmişte haddini bilen, haddini ve maksadını aşmayan yüce kulüp yöneticilerinin açıklamalarından bir demet sunsak hiç yakışık almaz. Aziz Yıldırım, Adnan Polat, Yıldırım Demirören, Sadri Şener, Işın Çelebi yakın geçmişte neler söylemişler, bulmak çok kolay olur...

Eleştirmemişler. “Dizayn edilen” ligden bahsetmişler. Emir-komutayla maçların kaderinin belirlendiğini belirtmişler. Kimi kimsesi ve taraftarı olmayan insanları, tuttukları takımların başarısından başka hiç birşeyi düşünmeyen insanlara karşı açık hedef, sokağa çıkamaz hale getirmişler. Kulüpler Birliği ‘gık’ dememiş. Demezler, orası Patronlar Kulübü! Hakem de en nihayetinde eleman! Patronlar Kulübü’nün asil üyelerine göre kimi zaman tetikçi. Kardeş kulübün, ezeli rakip, ebedi dostun tetikçisi!

Bu dil, böyle bakınca daha rahat anlaşılabilir. Herbiri neredeyse holding sahibi, önemli işadamı olan, milyonlarca kişilik camiaları ya da şehirlerinin sembolü olan kulüpleri temsil eden başkanlar, siyaseten de çok güçlü kişilikler, canı yandığı zaman, haksızlığa uğradığı zaman, siz deyin ‘camiasının hakkını korumak’; ben diyeyim, ‘paçayı kurtarmak ve koltuğu korumak için’ istediği suçlamayı yapacaklar, muhatap ve suçlanan eleştiri yaptığında haddini aşmış olacak!

Çünkü onlar eleman! Maaşlı işçi!

Kim ki onlar?

Değerleri ve yetenekleri olsaydı ‘eleman’ olmazlardı. Konumlarına uygun davranmak zorunda kalmazlardı! Seçimle gelseler de, en az başkanlar kadar eğitimli olsalar da, birer aileleri ve çevreleri olsa da, bu hakaretleri çekmek-dinlemek zorundalar, değil mi bütün elemanlar?

Bundan sonra dilerim hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Oğuz Sarvan’ı götüren, yaptığı eleştiriler olacaksa; bu onun şeref madalyası gibi taşıyacağı, anlatacağı anısı olacaktır.

Hakemler hiç kimsenin kendilerini korumasına gerek bırakmayacak bir örgütlenme ve gerektiğinde eylem yapmazsa, ‘Şerefli, namuslu birer insan’ olarak değil, ‘Dizayn eden, yeteneksiz ve tetikçi’ gibi suçlanmaya, ‘Eleman’ olarak tarif edilmeye ve ‘Haddini aşmamaya’ devam edecek figüranlar olarak kalacak. Maazallah, başkanlar yurtdışından hakem de getirir! Marka değeri hesabı...

Bizim futbol organizasyonumuzda da zaten en değerli ve başarılı olan bireyler başkanlardır...

17 Mart 2011, Perşembe 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Çok kolay oldu‘’

5 golle bitebilecek ilk yarı tek farklı skorla bitse de artık önde baskı yapmayı başarabilen Fenerbahçe’nin geçtiğimiz senelerdeki oyunlara bakınca çok önemli bir gelişim sağladığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Lugano’nun yerine oynayan Bekir gerçek pozisyonunda çok daha iyi, güvenliydi. Santos’un yerine oynayan Caner de maç eksiğine rağmen eski günlerinden daha etkiliydi. Niang’ın kullanamadığı pozisyonda attığı pas da, Semih’i golle buluşturduğu pas da çok güzeldi. Alex’in pek gözükmediği müsabakada takımın en etkili ismi şüphesiz Emre’ydi. Kaptığı topta Niang’a golün pasını verdi. Hele devrenin sonunda rakip defans oyuncusunu çaresiz bırakıp Stoch’u kaleci Pawalek ile karşı karşıya bıraktığı pas mükemmeldi. Bütün bu güzel işleri yapan tecrübeli bir oyuncunun kendi kalesine 60 metre mesafede üstelik bir pozisyon önce karttan kurtulmuşken yaptığı faul ve gördüğü kart elbette eleştirilmeli. Sakatlığı ciddi ise Fenerbahçe sakatlanmış demektir. Alternatifi olmayan oyuncu Emre... Stoch yakaladığı 3 net gol pozisyonunda şansı yaver gitmese de bu takımın en önemli hücum silahlarından biri olduğunu gösterdi. Topuz, Gönül, Niang ve Yobo’ya söylenecek sözler ise belli. Ellerinde avuçlarında ne varsa sahaya koyan istikrar abideleri... Semih için gollerin nöbetçisi demiştim, o nöbetçi golcülüğe devam ediyor ve Fenerbahçe’nin ondan vazgeçmesi zor gözüküyor.

Santos ve Lugano kartlarını sıfırlayıp cezalarını çekmek ve Galatasaray maçında oynamak için sarı görünce bu rahatlığın pahalıya patlayabileceğini düşünmüştüm. Atılan şutlar 13-6, kaleyi tutan şutlar 9-3, kornerler 10-4 ise sarı kartları temizlemek için Konya maçı iyi bir fırsatmış.

Bütün sezonu tek maçla temizlemeye çalışacak Galatasaray ile şampiyonluk için puan kaybetmeye tahammülü olmayan Fenerbahçe’nin Arena’daki maçı kaçmaz...

14 Mart 2011, Pazartesi 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Altın gol‘’

Stadı tıklım tıklım dolduran Bordo Mavili taraftarlar bir kez daha gövde gösterisi yaparken, futbolcular ideal 11’den eksik arkadaşlarının tedirginliğini yaşar gibiydi. Sağda Tayfun, Yattara’nın kendisine hiç yardım etmemesine rağmen Serkan’ı aratmazken, Brozek kardeşler de “Cale ve Engin olsaydı” dedirtmediler. Trabzon’da aranan isim özellikle ilk yarıda çıkarken kaptırdığı toplarla Kasımpaşa’nın kontrataklarını başlatan Colman oldu. Piotr ve Pawel Brozek’in geliştirdiği atakta son birkaç haftanın kayıp futbolcusu Jaja yaptığı mükemmel kontrol ve vuruşla önümüzdeki hafta yaşanacak tartışmalara set çekerken, attığı gole sanırım en çok geçen hafta büyük hatalar yapan Tolga Özkalfa sevinmiştir. Penaltı çalınacak pozisyonda Burak’a sarı gösterip cezalı duruma düşüren, hemen o anda Şenol Güneş’i tribüne gönderen Özkalfa, Trabzonspor puan kaybetseydi bu hafta da hedefteki adam olarak kalacaktı.
Burak’ın aranmadığını söylemek ise yanlış olur. Defans arkasına derin koşuları Türkiye’de en iyi yapan Burak sahada olsaydı Kasımpaşa defansının işi zor, Trabzon’un işi daha kolay olurdu. Selçuk kafayı kaldırdığında tek bir kez koşu yapan arkadaşını göremedi. Karaman, Pawel’i çıkartıp Ceyhun’u orta sahaya alınca Selçuk ve Colman rahatladı. Ünal Hoca’nın Alanzinho hamlesi de çok işe yaradı. Bu iki değişiklikten sonra Trabzonspor çok pozisyon yakaladı ama kullanamadı. Son olarak Umut’a değinmek lazım. Bence birbirilerini ezbere tanıdıkları arkadaşları ile çalışmaktansa, sağdan soldan yapılan ortalara ve havuza düşen toplara son vuruş çalışması yapması lazım. Bu kadar hamallık yapıp, işe yarayıp çok kolay pozisyonları kullanamamak ona yakışmıyor. Bu arada stoperler Glowacki ve Giray harikaydı...

13 Mart 2011, Pazar 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Özür dilemek erdemdir‘’

Fenerbahçe tartışmalara Asbaşkan Şekip Mosturoğlu ile katıldı. Mosturoğlu da gerçek bir polemik ustası olduğunu bir kez daha kanıtladı. Birincisi basın toplantısını günü ve saati profesyonelce ayarlanmıştı. Trabzonspor’un açıklamaları aceleye gelmiş, Beşiktaş ise herhangi bir hazırlık yapmadan Trabzonspor’u takip etmişti. Fenerbahçe ise hiçbir sportif organizasyonun olmadığı, Cuma günü saat 15.00’i seçmişti. Beşiktaş cevap verse, verilecek cevapta hakaret yoksa, satır arasında kaynayacak, Trabzonspor cevap verse futbolcuların konsantrasyonu bir kez daha bozulacaktı. Pazar hatta pazartesi günü akşamına kadar herkes bu açıklamayı konuşacak ama camiaların cevabı duyulmayacak. Mosturoğlu, Işın Çelebi’yi 10 yabancı meselesinde altında Galatasaray kulübünün imzasının bulunmasıyla, Beşiktaş’ı, Trabzonspor maçından sonra ekranlara konuşan Basın Sözcüsü Mete Düren’in sözleriyle vurdu. Sadri Şener’i de Aziz Yıldırım’ın hakkında daha önce ve şimdi söylediği sözlerle...

Trabzonspor, Galatasaray, Beşiktaş yaptığı eleştirilerde ne kadar haklıysa, Mosturoğlu’nun açıklamaları da kendisi açısından o kadar haklıydı. Polemikleri bekleyip göreceğiz. Ancak Mosturoğlu’na önemli bir muhalefetim var. Sadri Şener’in kendisi ile çelişen açıklamalarına verilen cevaplarına diyecek bir şeyim olamaz. Ama Trabzonspor Kulübü Başkanı’nın, Trabzonlular’ın yaptığı hatalar ile ilgili özür dilemesi, müstehzi ifadelerle eleştiri konusu yapılamaz. Şenol Güneş’in protokol tribününde sinirlerinin boşalmasının ardından, Şener’in Beşiktaş camiasından özür dilemesi de, atılan yabancı bir madde yüzünden kafası yarılan Yunus Yıldırım’dan özür dilemesi de camianın liderine yakışan davranışlardır. Bu durumlarda özür dilemek sorumluluktur, erdemdir, şıktır. Keşke Aziz Yıldırım, Adnan Polat ve Yıldırım Demirören de benzer durumlarda özür dileyip tansiyonu düşürse.

Hakem birliği

Dün ‘Onursuz hakemler’ başlığı ile yazdığım yazının ardından Türk futbolunun önemli birkaç faal hakemi ile konuşma şansım oldu. Yazımda başlık dışında yüzde 100 haklı olduğumu, hepsinin çoluğu çocuğu ve önemli bir sosyal çevresi olduğunu ve günah keçisi olmaktan bıktıklarını iletirken, aylardır süren çalışmalarının sonuçlanacağını söylediler. Hakemler, dernek ve federasyon çatışmasının ardından, derneğin işlevsiz kaldığını kendilerini iyi temsil edemediğini düşünerek, üst klasman hakem ve yardımcı hakemlerinden oluşan bir birlik kuracaklarını ifade ettiler. Oy kullanma kaygıları yokmuş, ki ben buna çok sevindim. Gerekirse federasyon Başkanı, gerekirse kulüp başkanı, hep birlikte duruş geliştirecek, atmosfer böyle dayanılmaz hale gelirse, eylem de yapacaklarmış. Duydum, sevindim. Umarım ‘Gemisini kurtaran kaptan’ olmaz, gerçekten camia olmayı başarırlar.

12 Mart 2011, Cumartesi 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Onursuz hakemler!‘’

“Sizin gururunuz yok mu? Sözde bir derneğiniz ve hepinizin sosyal hayatta önemli görevleri var. Bu kadar aşağılanmayı nasıl içinize sindirebiliyorsunuz? Nereye kadar tahammül edeceksiniz, evlerinize tehdit telefonları gelene kadar mı, stadyumda dayak yiyene kadar mı?”

Çıksanıza, konuşsanıza, bir duruş sergilesenize... Anlı şanlı kulüp başkanlarının talimatla maçın kaderini belirlediğinize dair iddialarına dava açsanıza... Bu iddiaları kabul ettiğinizi mi düşünelim?
Bir hafta maçlara çıkmama kararı alamazsınız, ama hiç değilse bu hafta bütün maçları 10’ar dakika geç başlatsanıza! Hep beraber! “Hata yaparız, ama talimatla maçın kaderiyle oynayan şerefsizdir!” diye haykırsanıza. “En az sizin kadar namuslu, onurlu ve temiz insanlarız” desenize. Ne bekliyorsunuz?

Herkesin sizi hedef göstermesini, herkesin başarısızlıklarını sizin hatalarınızla örtmeye çalışmasını niye sineye çekiyorsunuz? “Sükut ikrardan gelir” dedirmeyin!
Bugün Nihat Mızrak, yarın siz olacaksınız. Farkında değil misiniz? Birbirinize ne zaman sahip çıkacaksınız?

(Hakemlerin çoğunu tanırım, onursuz olmadıklarını da bilirim. Ama onları nasıl harekete geçirebiliriz.)
Korkmayın; ne Mahmut Özgener’den, ne Aziz Yıldırım, ne Yıldırım Demirören, ne Adnan Polat, ne de Sadri Şener’den... Destekleyeniniz, düşünmediğiniz kadar çok olur!

Başkanlarımız bilir!

İnsanların onuruyla bu kadar kolay oynayanlar spor adamı olabilir mi? Hakemlerin, talimatla maçların kaderine etki ettiğine inanan, bu düşünceyi gerçekmiş gibi rahatça ifade eden insanlar, olsa olsa başkalarının verdiği talimatlarla maç kazanmış insanlardır. Aziz Yıldırım da, Adnan Polat da, Yıldırım Demirören de, Sadri Şener de talimatla maç kazanmadıysa ki kazanmadıklarını söyleyeceklerdir, kim kazandı? Başkanlara inanmayacaksa Türk futbolu kime inanacak? Ya şu dili kullanmaktan vazgeçin, ya da vazgeçin...

Figüran Anadolu!
Peşinen söyleyeyim. Aziz Yıldırım Kulüpler Birliği başkanlığından istifa etmelidir. Ancak, Trabzonspor ve Beşiktaş başkanları istediği için değil, 4 büyük kulüp başkanının Birlik başkanı olması, eşyanın tabiatına aykırı olduğu için! Kulüpler Birliği Vakfı, 4 büyüklerin sistemden aslan payını almasını engellemek, Anadolu kulüplerini güç sahibi yapmak için kurulmuştur. Ancak egemenler oranın yönetimini de eline geçirerek Anadolu kulüplerini ehlileştirmiştir.

İngiltere’ye bakınca yayın gelir dağıtımında Anadolu kulüplerinin bahşiş aldığı dahi söylenebilir. İngiltere’de şampiyon 1,7 birim kazanırken, küme düşen takım 1 kazanırken, Türkiye’de bu oran bire 4.8 civarında. Bursaspor geçen seneki puanıyla şampiyon, Fenerbahçe de ikinci olsa şampiyonluk bonusuna rağmen Bursaspor 8-10 milyon lira daha az kazanacaksa, vakıf 4 büyüklere hizmet eden bir organizasyon olmaktan çıkamamış demektir. Başkan 4 büyükler dışından biri olmalıdır. Aziz Yıldırım hem koca Fenerbahçe’yi, hem birliği yönetebilirken, vakıf başkanlığı yapabilecek Anadolu’dan tek kulüp başkanı yoksa yazıklar olmasın mı?

Karaduman unutuldu
Kendisi açısından haklı bir sebeple Aziz Yıldırım ’ı istifaya davet eden Sayın Sadri Şener, federasyon yönetim kurulu için aday gösterdiği Önder Karaduman’ı genel kurul salonunda listeden çekip, Aziz Yıldırım’ın yakın dostu Süleyman Atal’ı niye önerdiğini, kimin telkiniyle önerdiğini de anlatırsa şık bir iş yapmış olur! Samimiyetsizlik spor adamlarına yakışmaz...

Trabzonspor asılmadı
Bir yanlış anlaşılmayı da düzeltelim. Geçen senenin son maçında Trabzonspor, Fenerbahçe’yi şampiyonluktan edip, Bursa’yı mutlu sona ulaştırmadı. Trabzonspor Onur, Giray ve Egemen ’in direnişi, diğer oyuncuların durumu idare edişi ile Fenerbahçe’yi şampiyonluktan edemezdi. Fenerbahçe şampiyonluğu elleriyle Bursaspor’a hediye etti. Böyle biline! Öte yandan Trabzonspor-Fenerbahçe kupa finalinden önce Sadri Şener’in TRT mikrofonlarına söylediği, “Fenerbahçe ile finalden başka 2 kez daha oynayacağız” açıklaması arşivde duruyor. “Kupayı aldıktan sonra ligin son haftasında ve Süper Kupa finalinde karşılaşacağız” demekti o, Fenerbahçe futbolcularının beceriksizliği bu sözlerin tartışılmasına fırsat vermedi!

Neyse, Sadri Şener’i esprili kimliği, soğukkanlılığı, birleştiriciliği ile çok sevmiş, onu farklı bir yere koymuştuk. O da, diğerleri gibiymiş... Maalesef.

Mükemmel açıklama

Mahmut Özgener’i adını basın toplantısı koyduğu, basın açıklamasında hem gazetecilere soru sormasına izin vermediği, hem de kulüpleri beceriksizlikle suçladığı için eleştirmiştim. Kavgayı sevenler alkışlamıştı ve manşetlere taşımıştı. Şimdi ise mükemmel bir açıklama yaptılar, hem kulüpleri sağduyuya çağırdılar, hem de, “Yapılan açıklamalara göre, Türkiye Futbol Federasyonu’nun aynı anda her takımı kolladığı ve her takımın da karşısında olduğu gibi mantıktan uzak bir tablo ortaya çıkmaktadır” ifadesiyle yaşananları çok iyi bir şekilde anlattılar. Türk futbol yöneticilerinin 50 senelik yaklaşımı bir cümleyle bu kadar güzel özetlenebilir.

Geçiştirilemeyecek iddialar
Trabzonspor yönetimi yaptığı açıklamada, “Türk futbolunda bugün çıkar, dostluk, ekonomi ilişkileri en üst düzeyde kullanılmakta ve koca bir ülke yazılmış senaryoları izlemeye mahkum edilmektedir” ifadelerini kullandı. Böylesini görmemiştim. Bu iddialar hafife alınamaz. Hakem meselesi subjektiftir, kanıtlanamaz. Ama, “Çıkar, dostluk, ekonomi ilişkileri” yenilip yutulmaz. Bu ifadenin aba altından sopa göstermek olduğunu, hatalar devam ederse bu yönde açıklamaların geleceğini düşündüm. Koltuğunu kullanıp ihaleler kazananlar mı var, yoksa aralarındaki ticari ilişkileri “oyuna” yansıtanlar mı? Kimin kimle ticari ilişkisi olduğu ya da kulübünü kullanarak para kazandığı iddiaları açıklanmaya muhtaç ki; yılın haberlerinden biri o olur!

11 Mart 2011, Cuma 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Acı üstüne acı‘’

Önce bazı yöneticileri, sonra yardımcısı karşısına geçmişti, şimdi de tribündeki taraftar terk etti ve maç başından sonuna kadar protestoyla geçti.

İlker Meral’in vermediği penaltıyla başlayan müsabaka aslında futbol açısından zevkli, Galatasaray da üstündü. Gökhan Zan nihayet takıma katılmış, Sabri’nin yokluğunda muhakkak sözleşmesinin uzatılması gereken Lucas Neill sağa geçmiş, Cana da yerinde oynamaya başlamıştı. Hagi bu arada taraftarın istediğini yapmış senelerdir bu takımın en iyisi olan Ayhan’ı ilk 18’e dahi almamıştı! Ayhan’ın değeri sanırım Tugay gibi gittikten sonra anlaşılacak ya neyse konumuz Hagi’nin adaleti değil, Bank Asya’dan yeni çıkmış, en önemli yıldızı Emenike’den yoksun, ancak İldiz marka bir futbol felsefesiyle, konsantrasyonunu sadece oynamaya ayarlamış Karabükspor maçı. Baros’un direkten dönen topu, atılamayan son paslar, Yekta’nın ve Culio’nun sorumluluk almasına rağmen Stancu, Baros ve Kazım’ın etkisizliği misafirin soyunma odasına beraberlikle gitmesine yetti. Hagi ikinci devrede hamle üstüne hamle yaparken, İldiz her hamleye savunmasını güçlendirerek cevap verdi. Kewell, Pino ve Aydın oyuna girerken, Zapata ve Baros hariç herkesin yeri değişti. Maça solda başlayıp sonra sağa geçen Yekta maçı ön libero, Servet santrfor alarak tamamladı. Belli ki Sarı-Kırmızılılar’ın kalan maçları sıkıntıyla geçecek, sezon, kongre, istifa, transfer söylentileriyle bitecek.
Galatasaray, Karabükspor’u yenemedi. Taraftarın Adnan Polat’ı pes ettirip ettiremeyeceğini zaman gösterecek.

06 Mart 2011, Pazar 11:00
YAZININ DEVAMI