‘’100 lira borç nasıl 30 lira olacak!‘’
Türkiye Futbol Federasyonu Genel Kurulu’na, uyuşmazlık çözüm kurulunun kaldırılıp, kurulacak yeni hukuk sistemi damgasını vurmuştu... Aziz Yıldırım, Şekip Mosturoğlu, Süleyman Hurma gibi isimlerin muhalefet etmesine ve genel kurul salonunda karar almak için yeterli çoğunluk olmamasına rağmen madde geçmişti. Melih Gökçek tarafından Ankaraspor’u dava sürecinde yanlış yönlendirdiği gerekçesiyle suçlanan ve istifası istenen, Şekip Mosturoğlu tarafından da kürsüden ‘futbol hukukuna zarar vermekle’ suçlanan Yunus Egemenoğlu’nun kulüpler birliği başkanlarıyla yaptığı toplantıda da inanılması güç sözler sarfettiği öne sürüldü.
Şaşkına döndüler
İddiaya göre; seçimden bir gün önce kulüp başkanlarıyla ve yöneticilerle biraraya gelen Egemenoğlu Uzlaşma Çözüm Kurulu’nun kaldırılıp, yeni kurulacak hukuk sisteminin kulüplere büyük fayda sağlayacağını belirtti. Tecrübeli hukukçu, “Örneğin sizin futbolcuya 100 lira borcunuz var. Biz sizi 30 liraya uzlaştıracağız” deyince, salonda büyük bir şaşkınlık havasının estiği öğrenildi. Adanaspor Başkanı Bayram Akgül’ün, “Siz ne diyorsunuz! Bizim sözleşme karşılığı 100 lira ödemek zorunda olduğumuz futbolcuya, 30 lira verip kurtulacak mıyız? Onu mu sağlayacaksınız? Böyle şey olur mu?” demesi üzerine sessiz kalan Egemenoğlu’na destek İlhan Cavcav’dan geldi. Cavcav’ın, “Ben Egemenoğlu ve TFF’ye güveniyorum. Eğer kulüpler bu işten zarar ederlerse, ben cebimden karşılarım” dediği
ifade edildi.
‘’Skandal!‘’
Aydınlar’ın işinin çok zor olduğu daha ilk günden anlaşıldı. Bir kaç tane büyük problem var ki anlatmadan geçilemez... İyi niyetine rağmen son derece kötü bir federasyon başkanlığı yapan Levent Bıçakçı; divan kurulu başkanı olarak da aynı başarısızlığını sürdürdü. İnanılır gibi değil... Türk futbolunun anayasasında yapılacak değişiklikler oylanacak. Ana statüdeki bazı maddelerin değişmesi için 201 üyenin onayı gerekli. Kabûl oyu vermek için el kaldıran delege sayısı yaklaşık 50-60... Hadi abartalım: bir gördüğümüzü üç sayalım, 180! Aleyhte oy kullanan 11 kişi net sayıldı. “11 menfi oyla kabul edilmiştir”. Futbolun anayasasını 60 kişi el kaldırarak değiştirdi ve 201 sayıldı! Hem de bütün maddeleri bir seferde! Onca madde var, hepsi bir seferde oylanıyor. Delegelerin bazı maddelere katılmama hakkı yok! Hep birden, hoop, “11 menfi oyla reddedilmiştir.”
O 11’in hangi maddelere muhalif olduğunu bilen var mı? Yok, gerek de yok! Kimsenin mahkemeye gideceğini sanmıyorum ama gidilirse kararların tamamı iptal ettirilebilir. Böyle risk alınır mı? Galatasaray genel kurulundaki sayım çilesini, ilkelliğini görünce üzülmüştük, daha beteri olmaz sanmıştık. Dersimizi aldık. Beterin beteri var... Bunu yapan da hukuk doktoru Levent Bıçakçı...
Gökçek’in dönüşü...
Asıl büyük olay TFF yönetim kurulu ve tahkim kurulu tarafından son iki sezondur yarıştırılmayan Ankaraspor’un genel kurul oylarıyla Bank Asya 1. Ligi’ne alınması oldu. Ankaraspor’un sahipleri, uğradıkları zarar tazmin edilsin diye dava üstüne dava açmış, federasyon ise kararından geri adım atmamıştı. Melih Gökçek, Yunus Egemenoğlu’nu yüzlerce kişinin önünde yalancılıkla suçladı. Ne Egemenoğlu çıktı cevap verdi, ne eski başkan Mahmut Özgener, ne yeni başkan Mehmet Ali Aydınlar. Türk Futbolu’nun hukuk işlerini yönlendiren yöneticisi yalancı ise, tuz kokmamış da ne olmuştur? Böyle bir hakaret bir tebessümle geçiştirilebilir mi? Neyse, Gökçek daha sonra dargın olduğu Aziz Yıldırım ve Mehmet Ali Aydınlar ile birazcık konuştu, Ankaraspor Bank Asya 1. Ligi’ne alındı! Federasyon Ankaraspor’a 12 milyon lira tazminat ödeyecekmiş, Melih Bey de davaları geri çekecekmiş. Bank Asya 1. Ligi artık 19 takımlı... Kulüpler, ikişer fazla maç oynayıp, birer fazla deplasmana gidecekler. Futbolcularına 2 fazla maç başı ödeyecekler. Başta başkan Aydınlar, Lütfü Arıboğan, Servet Yardımcı, Yunus Egemenoğlu, Hakan Kanık ve Mehmet Baykan, Özgener federasyonunda da vardı, şimdi de varlar! O karar yanlış, bu karar doğruysa da olmamalılar, o karar doğru bu karar yanlışsa da! Kötü başladılar, çok kötü...
Egemenoğlu yolun sonunda
Melih Gökçek’ten sonra Fenerbahçe Asbaşkanı Şekip Mosturoğlu da Yunus Egemenoğlu’nu hedef alan açıklamalar yaptı. “Ben futbolun kendine özgü hukukunun, kendi bağımsız yargı organlarında uygulanması gerektiği fikrini ilk günden beri savundum. Bugün sizi uyarıyorum. Bu değişiklik orta vadede futbolun bütün paydaşlarına zarar verecektir. Yunus Egemenoğlu’nun bu konuyu farklı mecralarda polemik konusu yapmasını ayıplıyorum. Medyaya perde arkasından reformu yapma gerekçesi olarak, avukatların vekalet ilişkisine dayalı olarak almaya hak kazandıkları kanuni ücrete indirgeyen Egemenoğlu, basit bir düşünce tarzı içindedir” dedi. Dün UÇK’nın kaldırılarak yönetime bağlı bir başka birime getirilmesinin yanlış olduğu konusunda görüş belirtmiştim. Uzun vadede müracaat sayısının da, avukatların kazancının da artacağını söylemiştim. Bir sene sonra kaç müracaat olduğunu, kararların hangi süratte alındığını göreceğiz... Yukarıda saydığım 6 ismin büyük çoğunluğu istifa etmez. Ancak dostumuz Egemenoğlu o istifayı şimdi etmezse, “reform” diye sundukları bu karar ellerinde patlayınca o koltukta hiç oturamaz...
Demirören’in tespiti
Mehmet Ali Aydınlar hiç bir kulüpten, (sanki kulüplerden saygın ve bilgili insanları yönetime alması yanlış olurmuş gibi) isim almadı... Trabzonspor üyesini istifa ettirdi. Beşiktaş Başkanı Yıldırım Demirören de Lig TV mikrofonlarına belirtti: İstediğimiz gibi bir yönetim oldu. Yönetimde 4 Beşiktaşlı, 4 Galatasaraylı, 4 de Fenerbahçeli var! Demirören’in tarifine göre soruyorum, Mehmet Ali Aydınlar tüm Türkiye’yi kucaklamış mı?
Aziz Yıldırım değişmez
Mehmet Ali Aydınlar ve Melih Gökçek’i uzlaştıran Kulüpler Birliği Başkanı Aziz Yıldırım, Lig TV muhabiri Ömer Güvenç’in MHK ile ilgili sorusuna, “Beni ilgilendirmez” diyerek arif olanın anlayacağı net bir cevap verdi. Mehmet Ali Aydınlar her federasyon başkanının olduğu gibi en önemli hırpalayıcı eleştirileri Aziz Yıldırım’dan alacak. Sadri Şener’i başlarken kaybetti. Demirören ve Aysal’ı da iki mağlubiyette karşısında görecektir...
Bütün kalbimle söylüyorum, Allah yardımcısı olsun...
Hakan Can
4‘’Aydınlar'ın ikinci dil sürçmesi!‘’
Göksel Gümüşdağ’la güçlerini birleştirdikten sonra yaptıkları basın toplantısında, “Yeni bir aday çıkması futbolu kaosa götürebilir” derken dili sürçen Başkan Mehmet Ali Aydınlar, yönetim kurulu üyesi arkadaşlarını açıkladığı basın toplantısında da Türk Futbolu’nun ve kulüplerinin en büyük destekçilerinden Spor Toto’nun yapmış olduğu çağrıya sert bir cevap verdi. Türk Futbolu’nda düzeltilmesini istedikleri (bazı fikirlerine katılmasam da) bazı konuları kamuoyuyla paylaşan Spor Toto Yönetimi’nin manifestosu sorulduğunda, “Futbol, toplumun her kesiminin fikir sahibi olduğu bir spor dalı. Kimle konuşsanız, herkes futbolu bilir. Futbol aslında kolay bir oyun, ama zorluğu burada. İlanı bugün ben de gazetelerde gördüm. Doğrusunu ifade etmek gerekirse, çok şık bulmadım. Herkes kendi işini yaparsa daha doğru olur, herkes önündeki tabağa bakarsa, daha iyi olur diye düşünüyorum” dedi. Ardından da teşekkür etse de sanırım bir işe yaramadı. Önce teesüf sonra teşekkür edilmez.
Herkes önündeki tabağa baksın bakmasına da, sponsorlar parayı verip, hiçbir konuda görüş belirtemeyecek zenginler değildir.
Futbolun paydaşlarından biri olarak bu çağrıyı ‘yönetim erk’ine ortak olmaya çalışmak olarak algılamak hatadır. “Parayı verin, gerisine karışmayın. Fikrinizi kendinize saklayın” diyecek kabalıkta biri midir Aydınlar?
İddaa’nın Türk Futbolu’na aktardığı kaynak 1 milyar dolar...
Yayıncı kuruluşa iltifatlar yağdırılıyor ki, haklarıdır, Spor Toto Teşkilatı bence gereği yokken onların yükünü senede 25 milyon dolar azalttı...
Spor Toto’ya teşekkür edilir
Spor Toto geçen sene Süper Lig kulüplerine 66 milyon gönderirken, federasyona da 43 milyon lira yolladı. Eski yönetimin çok da kaynak yaratamadığı Bank Asya Birinci Lig, İkinci ve Üçüncü lig kulüplerine de toplam 91 milyon liralık kaynakla yaşama ve yarışma şansı tanıdı. Amatör futbol kulüplerine giden para 4 milyon lira. Toplam 204.5 milyon TL ödeyecekler, görüş belirtemeyecekler...
İsim hakkını alırken verdiği toplam 125 milyon doların yanında da alt liglerin isim hakkını almaya çalıştı. Bir tek şartları vardı, kulüpler gelen kaynağı doğru kullanacaklar, devlete borçlarını ödeyecekler, şişirilmiş faturalarla paralar çarçur edilmeyecekti. 30 milyon lira minimum ek kaynak sağlanacaktı.
Federasyon kulüplerin gelir-giderini yönetecek formülü üretemediği için bu büyük kaynağın Türk Futbolu’na girmesini sağlayamadı. Bu konu hâlâ tabakta bekliyor. Aydınlar’ın tabağında...
Kulüpleri koruyup futbolcuları hırpalayacaklar
TFF bir önceki genel kurulda FIFA’nın tavsiyelerine uyarak oluşturduğu Uyuşmazlık Çözüm Kurulu’nu tarihe karıştırıp, federasyon yönetimine bağlı yeni bir birim oluşturuyor.
UÇK genel kurulun aldığı en doğru karardı. Eksikleri vardı, tartışılan isimler vardı, onları değiştirip sistemi geliştirmek yerine yine kulüplere eyyam yapıldı. Avukatlar yüksek para kazanıyormuş! Kazandıkları davalardan yüzde 10 alıyorlar ya, ondanmış...
Bu kurul daha çabuk karar verecek, kulüpler daha az avukatlık masrafı ödeyecekmiş!
Bakın kurul ne işlere yaramış?
2009’un ilk 6 ayında 890 olan başvuru sayısı, 2010’un ilk 6 ayında 715’e, bu senenin ilk 6 ayında 583’e düşmüş. Kulüplerin ihtilafları ciddi olarak azalmış.
Bu seneki 486 dosya karara bağlanırken; 173 kulüp, avukat masrafını yarı yarıya ödemek için borcunu kabul etmiş.
Avukat masrafı ortadan kalktığı için kulüpler borçlarını hep inkâr edecekler. Borçları ellerinden geldiğince öteleyecekler. Kulüpler sorumsuzca davranmaya özendiriliyorlar. Profesyonel fubolcuların hak edişlerinin geç ödenmesinden federasyon yönetimindekiler hiç mi vicdani sıkıntı duymayacaklar?
Futbolcusunu değil kulüpleri koruyan zihniyetler iktidarda kalırlar ama birileri yukarıdaki başvuruların artmasının, adaletin gecikmesinin bedelini bir yerlerde elbet ödeyecekler.
Şimdi kulüpler avukat parasını ödemekten kurtulacaklarını sanıyorlar ama yanılıyorlar. Dosya sayısı da, masrafları da artacak. Onu da zaman gösterecek. Bu kararı alanlar pek bir memnunlar, önümüzdeki sene bu günlerde tekrar konuşuruz. Bakalım o gün ne anlatacaklar? Hiç değilse bu yanlış uygulamayı hayata geçirirken, UÇK’daki nitelikli adamları işe alsınlar.
‘’İcazet ya da işaret‘’
Herkes Başbakan Tayyip Erdoğan’ın seçimde kimi destekleyeceğini, icazet verip vermediğini, adaylardan birini işaret edip etmediğini merak ediyor.
Ben etmiyorum...
Göksel Gümüşdağ, başbakanın ailesinin bir ferdi midir? Evet...
Göksel Gümüşdağ, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın vekili midir? Evet...
Göksel Gümüşdağ, 4 bin sporcusu olan ve pek çok branşta şampiyonluğa oynayan İBB Kulüp Başkanı mıdır? Evet...
Göksel Gümüşdağ, 4 büyüklerin de yer aldığı Kulüpler Birliği’nde başkan vekili midir? Evet...
Bu kadar önemli pozisyonlara gelmiş Göksel Gümüşdağ aile meselesini ayrı tutarak söylüyorum siyaseten de lideri olan Başbakan Tayyip Erdoğan’dan izin almadan adaylığını açıklar mı?
Saf mısınız? (Saf yerine başka bir sıfat da ekleyebilirim ama kibar olmayı tercih ettim)
Yıldırım kimi ister...
Çoğunluk Göksel Gümüşdağ’ı Aziz Yıldırım’ın yakını ve etkisi altında olduğu gerekçesiyle istemiyor... Gümüşdağ ve Yıldırım’ın ikisi de birbirlerine yakın olmadıkları konusunda kamuoyunu ikna etmeye çalıştı ama nafile...
“Göksel’in başkanlığı doğru olur” diyerek tavrını ortaya koyup, vefasını gösterdi. Artık bu konuda ekstra bir şey yapmasına gerek yok.
Hasan Doğan, Mehmet Ali Aydınlar’ı yönetime almak için ikna görüşmesine giderken yanında Aziz Yıldırım vardı. Ama, Aziz Bey rakipleri istese de Mehmet Ali Aydınlar’ın başkanlığını istemez. ‘Fenerbahçe kollanıyor’ dedirtmemek için ekstra çaba sarfedecek Aydınlar’ın Fenerbahçe’ye zarar verebileceğini ya da haksız kazanılan puanların Fenerbahçeli başkana mal edip başarının gölgeleneceğini düşünür. Dün sabah Necil Ülgen, TRT Spor’da yaptığı yorumda her iki adayın seçilmesinde de sıkıntılar olacağını belirtip, “Haluk Ulusoy’un başkanlığına da Fenerbahçe dışında herkes memnun olur” yorumunu yaptı.
Katılmıyorum...
Aziz bey bu şartlarda Haluk Ulusoy’un başkan olmasına “içten içe” en çok sevinecek başkandır. Çatışabileceği, suçlayabileceği, hedef göstereceği başkan ister Yıldırım. Hasan Doğan, Mahmut Özgener, Gümüşdağ gibi küseceği değil kavga edeceği bir figür seçilirse futbolun siyasetinde eli daha da güçlenir. Böyle biline...
‘’Dostlar sağolsun‘’
Bize, hiçbirimize benzemezdi. Türk sporundaki pekçok düşünsel devrimin temellerinin atıldığı Fan-Etik sayfası ilk kez çıkarken bana verdiği öğüt hâlâ kulaklarımda: “Bu sayfa çıktıktan sonra her gün bir sporcu daha iyi koşullarda spor yapmıyorsa, kulüp başkanları, yöneticiler, federasyon başkanları bir bebek adımı gelişmiyorsa, işimizi iyi yapamamışız demektir kardeşim...”
Önce binlerce evladımızın boğulmalarını önlemek için ‘yüzme bilmeyen kalmasın’ kampanyasını başlattı, sonra olimpiyat rüyası peşinde koşulacağına “Üniversiad’ı” düzenleme fikrini ortaya attı. Rahmetli ve vizyoner Priştina ile başardılar.
Fan-Etik ağabeyimin yazdığı evrensel bilgilerle, Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nden dünyada ilk kez ‘Fair Play Büyük Ödülü’ alan sayfa olurken, abim ikna etmiş, yanlış hatırlamıyorsam Bakan Fikret Ünlü, Besyo mezunu 500 spor adamını GSGM bünyesine aldırmıştı. “Spor dostluk kardeşliktir” klişesine sıkıştırılmış, ama hayatın her alanında geçerli Fair Play ilkelerini yazılı olarak Türkiye’ye sunmuştu... Türk sporu iyi olsun, sporcusu iyi koşullarda spor yapsın diye bakanları, genel müdürleri, başkanları karşısına almıştı.
Çok hizmet etti hem ailesine, hem gazetesine, hem de Türk Sporu’na... Ama bize benzemezdi. Vıcık vıcık, sahte ilişkilerle dolu Türk Sporu’nu yönetenlerle hep mesafeli kaldı, kirlenmedi. Anlaşılmayı ve kendisine yaklaşılmasını bekledi, yaklaşılmadı... Yalnızlaştı... Ona yaklaşanlar başkan ya da teknik adam her kimse büyük kazanımlar yaşadı ve koşar adım uzaklaştı...
Gitti abim...
Cenazeyi defnetmeye giderken başlayan telefonlar hiç susmadı. Bakanlardan milletvekillerine, başkanlardan teknik adamlara, sporculardan stadyum personeline, akademisyenlerden mentöre, gazetecilerden çocukluk arkadaşlarına herkes ulaştı bana... Ağlayanı da vardı, kendisine iyi bakmadığı için kızanı da... Eli, dili, bilgisi insanlara gerçekten değmiş... Gururlandım tabii. Ve artık neredeyse tiksintiyle baktığım, ‘camia’ değil dediğim futbol dünyasının acımız karşısında ‘aile’ olduğunu gördüm... Abimin anısını yaşatmak için elimden geleni yapacağım elbet... Ama bana kızma ve fırça atma hakkı olan tek insan gitti.
O hep olumlu bir dille yaklaşarak, yaparak geliştirmenin peşindeydi. Ben yıkmadan yapılamayacağı iddiasındaydım... Abim baskın çıktığı için 4 yıldır nadastaydım... Şikeciler, teşvik primi alıp verenler, sporcu hakkı yiyenler, yöneticiliklerinden elde ettikleri güçle iş hayatında müthiş başarılı olanlara haber olsun. Sizleri üzeceğim... Ailemin acısını paylaşan herkese çok teşekkür ediyorum. Allah sizlere bu acıyı yaşatmasın...
Aydınlar ve Gümüşdağ da öğrenecek
Haluk Ulusoy seçimler öncesi, “Hasan Doğan’ı ve 1-2 kişiyi yönetime alacağım, sonra da Türk Futbolu’nu uçuracağım” dediğinde, “Nereden çıktı Hasan Doğan? Kim ki o, yine yanlış işler yapıyorsun” demiştim. O da bana, “Şöyle müthiş insan, böyle önemli insan” cevabını vermişti uzun uzun.
Rahmetli Hasan Doğan’la ilk konuşan, röportaj yapan gazeteci de benim. O’nu muhtemelen en çok sevenlerden biri de. Haklı çıktı Ulusoy...
Sonra dengeler değişti, Doğan’ı başkanlar aday olmaya ikna etti. “Sağolsunlar kulüp başkanlarından büyük teveccüh var” dediğinde, “Güvenme onlara sana öyle derler, başkasına öyle” demiştim. Israr etmişti, “Olur mu öyle şey, hepsi saygın işadamı, kulüp başkanı. Ağızlarından çıkan lafın sahibi olurlar” demişti. “Görürüz” dedim ve bir hafta sonra cevabımı aldım. Hasan abi o zerafetini koruyarak, ama öfkeli bir dille bana kararını açıklıyordu: “Hakan kardeşim. Sen haklıymışsın. Bana Haluk Ulusoy’u çekiştirip ‘başkan ol, Türk Sporu’nun sana ihtiyacı var’ diyenler, benden çıkıp Haluk beye de aynı şeyleri söylüyorlarmış. Bu adamlarla yola çıkılmaz, ben kızım Zeynep’in yanına İtalya’ya gidiyorum, telefonumu da kapatıyorum” diye bilgi vermişti.
Aradan seneler geçti, ben hâlâ insanların aynı olduğu kanaatindeyim.Doğru olanı Mahmut Özgener’in devam etmesiydi. Hasan abinin vefatından sonra aldığı emanete ‘O’ da elinden geldiğince sahip çıktı. Bence tarihin en tarafsız federasyon başkanı olmayı da başardı. Avrupa Şampiyonası finallerini de ülkemize getirseydi muhteşem olacaktı. Kalmalıydı, ama ihanetleri, ‘hep bana’cıları gördüğü, kullanılmaya çalıştığını hissettiği, ailesini özlediği için gitmeyi seçti. Aslında kalırdı, kalmalıydı. Ve Hasan Doğan’ın öğrendiğini ilk önce o yakaladı; samimiyetsizliği...Mehmet Ali Aydınlar’ı adaylığa ikna edenler ile Göksel Gümüşdağ’ı adaylığa itenler farklı kişiler. Mehmet Ali Aydınlar’ı ‘sen aradığımız başkansın” diye yüreklendirenler, yarın başbaşa kaldıklarında Gümüşdağ’a da, Ulusoy’a da aynı şeyleri söyleyecekler. Federasyon kurullarına hep yönetecekleri adamları sokmaya çalışacaklar. Orta oyunu sürüp gidecek. Onlar da öğrenecekler.(Mehmet Ali Aydınlar’ın çekileceğini sanıyorum. Çekilmezse-seçimi bugüne bakarak söylüyorum- Haluk Ulusoy kazanır!)
2‘’Önce takım olmak gerek‘’
Sezon başında gazetem bana aynı soruyu sorduğunda, “Galatasaray’ın kadrosu Türkiye’nin en derin ve kaliteli kadrolarından biridir. Santrfor ve orta sahada fonksiyonel bir oyuncu desteğiyle büyük hedeflere koşabilir” demiştim. Riijkaard’ın ciddiyetsizliği, sezonun geç açılması, kuvvet çalışması yapılmaması, Arda ve Baros’un uzun süren sakatlıkları, başarısız sonuçların özgüven kaybına neden olması, yeni transferlerin katkı yapamaması benim görüşümü de değiştirdi. Bu takıma büyük çoğunluğun saygı duyacağı, kariyeri tartışılmayacak bir teknik adam lazım öncelikle... 1996-2000 konsantrasyonu ile çalışması halinde Fatih Terim bu iş için biçilmiş kaftan. Lucescu gelmez, Gerets de şüphesiz iyi bir isim.
Bu takımda muhakkak kalması gereken oyuncular var. Arda mesela. Koca bir sezon kendi hayal ettiğinden de, taraftarın beklediğinden de az katkı yapan, çokca hırpalanan genç futbolcu kalması halinde Galatasaray’ın en önemli transferi olacaktır. Culio ve gerçek mevkisinde, yani forvette oynatılacaksa Stancu kalmalı. Gördük ki Baros disiplinli bir futbolcu değil ve Polat yönetimi Baros’a iyi bir alternatif üretemedi. Bu yüzden golle barışık ve devamlılığı olan bir santrfor alınmalı.
Kadro derinliği artmalı
Aslına bakarsanız transfer operasyonu kaleciden başlamalı. Birinci sınıf bir kalecisi olmayan takımın büyük başarı kazandığını gören yok. Maalesef Aykut da, Ufuk da ihtiyacı görmedi, güven vermedi. Zapata da onlardan iyi değil. Birinci sınıf bir kaleci transferi ile başlamak lazım. Sağda Sabri kalırken ona bir alternatif muhakkak kadroya katılmalı. Solda Hakan ve Çağlar sezon hazırlığını iyi yaparlarsa yeterliler, yerlerine yeni adama gerek yok. Savunmanın ortasında oynayan Servet de kalmalı. Yüreği de, devamlılığı da yüksek. Keşke Lucas Neill da geldiği gibi disiplinli, ciddi bir çizgide kalsaydı. Defansın her bölgesinde ve ön liberoda iyi oynayabilen Avustralyalı her takıma lazım. Gökhan, Beşiktaş’taki gibi bir var bir yoktu. Alternatif olarak kalabilir ancak muhakkak iyi stoper takviyesi şart. Ayhan’ın bu ülkenin en iyi orta saha oyuncularından biri olduğu yönündeki görüşüm değişmedi. Taraftar çok sevse de Cana yerine iyi bir ön libero, Pino yerine bir sağ kanat oyuncusu alınır, bu pozisyonlar için ikinci adamlar da bulunursa, “takım” kimliği yaratılırsa, profesyonelce çalışılıp yaşanılırsa Galatasaray kolaylıkla şampiyonluğa aday bir kimliğe bürünür.
‘’Kalite farkıyla Beşiktaş‘’
Tabii ki sonuçta belirleyici olan Aydın’ın sağ bek olarak kullanılması değildi. Kadro kalitesinin ve derinliğinin Galatasaray açısından ne feci olduğunun belgesiydi bu değişiklik... Sezon başından beri gün be gün eriyen Galatasaray tükenmişti.
Galatasaray 2 yabancıyla başlarken, Beşiktaş’ın 11’inde 6 yabancı vardı. Galatasaray’da Serkan’ın yerine Aydın girerken, Havutçu, Guti’nin yerine Hilbert’e forma verecek kadro derinliğine sahipti. Beşiktaş güç farkını ilk yarıda sahaya hiç yansıtamadı. Maça çıkıncaya kadar oynadıkları toplam 60 lig müsabakasında, yine toplam 25 mağlubiyet, 12 beraberlik yaşamış iki büyük kulübün iki vasat takımının maçı resital vaat etmiyordu zaten ama bu kadarını da hak etmemiştik. Kalite bu denli düşük olsa da eğlenceli ve bol pozisyonlu bir maç olabilirdi pekala... Beşiktaş kalite farkına rağmen alan daraltamayan, takımın boyunu kısaltamayan, baskıyla top kazanamayan, kanatlardan hücum ettiğinde ceza alanında adam bulunduramayan kimliğinden kurtulamamıştı. İkinci devrenin başından itibaren kalite farkının karşılığını almaya başladı Siyah-Beyazlılar. Paradan başka sorunu yokmuş gibi bir imaj yaratan Bobo, biri atması kaçırmaktan kolay iki şutunda direğe takılırken, sahada da dolaşan Guti’nin serbest atışında Marco perdeyi açtı
Quaresma’dan çok daha etkili olan Simao da bir dakika sonra Galatasaraylı futbolcuların çaresiz bakışlarında kapadı. Oyun disiplininden iyice kopmuş Galatasaray’a fark yapmak kolaydı ama yapamadı Siyah-Beyazlılar... Bu futbol evinde Sivas ve Ankaragücü’ne, bugün de Fenerbahçe’ye yenilecek İBB’ye yetmeyebilir. Kimse hem İBB’nin maçlarını, hem de Galatasaray müsabakasını ölçü olarak belirlemesin. Çünkü ligde bütün futbolcular, “Bu Galatasaray’da ben de oynarım. Daha iyi olur, kötü olmaz” diyordur haklı olarak!
‘’Aziz Yıldırım'ın disiplinsizliği!‘’
Aziz Yıldırım’ın “Penaltı değilse ben şerefsizim, penaltıysa sen şerefsizsin” sözlerinin lig ve hakemler üzerindeki etkisi daha çok tartışılacak. Bildiğiniz gibi Profesyonel Disiplin Kurulu, Başkana bu sözlerden ötürü 45 gün hak mahrumiyeti cezası verirken, Tahkim Kurulu cezayı 21 güne indirdi. Ve kıyamet ondan sonra koptu. Özneye federasyonu da koyan oldu, Tahkim Kurulu’nu da! “Aziz Yıldırım şampiyonluk kupası verilirken stadyumda olsun diye cezayı kaldırdılar”, “Fenerbahçe’yi şampiyon yapacaklar” dediler. Ancak cezanın ne olması gerektiği konusunda gerekçelerle bir tespit yapmadılar. Aziz Yıldırım’ın ya da bir başka başkanın stadyumda maç seyredip seyredememesi çok önemli ve umurumda değil, mümkünse “hakaret” edenler stadyumlara hiç girmesin. Ancak hukuk var ve hakemler gibi yönetenlerin haklarını da hukuk korur.
Federasyon tartışılıyor, Tahkim tartışılıyor, PFDK ve kararı ise hiç tartışılmıyor, bu da beni rahatsız ediyor. Oyları hep 7-0 oybirliğiyle çıkan disiplin kurulu Yıldırım’ın sözlerini disiplin talimatının hakaret maddesini düzenleyen 40. maddesine sokarak cezayı veriyor. Tam 45 gün!
Disiplin Kurulu’nun cezasını haklı bulanlar, “Kurul haklı” diyorlar, “Aziz Yıldırım bu sezon ikinci kez ceza aldığı için ceza artırıldı”. Oysa yok öyle bir şey. Disiplin kurulu Disiplin talimatının 12. maddesinde bulunan ve sadece kendilerine verilmiş “tekerrür halinde cezayı yarıya kadar artırma” yetkisine hiç başvurmamış. Burada da sorun yok. Sorun cezanın 45 gün olmasında. Bir kişi başkan ya da malzemeci bir hakeme “Şerefsiz” ya da “Satılmış” ya da en çok tepki toplayacak “o. ç.” dese, cezası belli: 21 gün hak mahrumiyeti! Bence de az ama maalesef böyle. Fiziksel eylem yok, ardı ardına savrulan küfürler yok. Verilmesi gereken ceza bu.
Tahkim’de dosya görüşülürken kurul üyeleri savunmanın ardından tekerrür maddesinin uygulanmadığını görüp 45 gün cezayı alt sınıra indirerek doğruyu yapmıştır. Kurulun cezayı 21 günden sonra tekerrür gerekçesiyle yarı oranında artırıp 30 güne çıkarma hakkı da yok. Çünkü hakaret konusu ile tekerrür yetkisi sadece Disiplin Kurulu’nda...
Muhalefet şerhi koyan iki üye de bence sözleri hakaret maddesinden çıkartıp, cezası 7 günden başlayan 37. maddedeki “centilmenliğe aykırı hareket” fiiline sokma isteğiyle doğruyu yapıyorlar. Çünkü tahkimin o zaman cezayı tekerrürden dolayı yarı oranında artırıp mesela 30 güne kadar yükseltmesi mümkün olabilirdi. Nihayetinde ceza indirimi doğru. Tahkimin kararı da tartışılabilir ancak bu söz gerekçesiyle bir başkan (her kim olursa olsun) 30 gün ceza alamaz! Disiplin Kurulu alt sınırı 21 gün olan bir eylemle ilgili cezayı nasıl 100’de yüz ağırlaştırıyor açıklanmalıdır! Başkanı tarafından mümkünse. (O açıklamasa da fark etmez, kararlarında hiç uhalefet olmadığı için herhangi biri de açıklayabilir, mahsuru yok... )
Tahkim’i koruduğuma bakmayın. Bu koruma yalnızca bu kararla ilgili. Hakaretten verilen ceza söz konusuyken, kararın 30 gün olmasını isteyerek muhalefet şerhi koyan, Tahkim Kurulu Başkanı sevgili Adnan Türkkan’dan, kendi başkanı Mahmut Özgener’e küfür ve tehdit eden Diyarbakırspor Başkanı Abdurrahman Yakut’a verilen 45 günlük cezayı önce neden 30 güne indirdiğini, sonra nasıl olup da 21 güne çektiğini de sorarım. Hatta soruyorum. Bu sorular cevabını bulmazsa “hukuk insanları korumuyor”, ya da “gücün hukuku hüküm sürüyor” tartışmaları ve güvensizlik bitmez. (konuyla ilgili son yazım olmayacak)
Buca işi yöneticilik!
Daha önce de örneklerini görmüştük. Hepsinde de aynı tepkiyi koymuştuk. Ancak, federasyonlar konuyla ilgili çözüm üretmediği için olaylar bir aşka şehirde aynen tekrarlanmaya devam ediyor. Bucaspor’da 4 futbolcunun alacaklarını tahsil amacıyla TFF Uyuşmazlık Çözüm Kurulu’na başvurduğu ve kulüp tarafından bu gerekçeyle kadro dışı bırakıldığı ulusal medyanın satır aralarında kaybolup gitti. “Hakkını aradığı gerekçesiyle kimse cezalandırılamaz” ilkesi milyonların gözü önünde çiğneniyor. Kulüplerini çok kötü yöneten Bucaspor yönetimi hem de kendi internet sitelerinden duyuruyor:
Futbolcularımızın Futbol Federasyonuna yaptıkları başvurunun kulübümüze bugün ulaşması neticesi yönetim kurulumuz öğle saatlerinde bir araya gelerek yaptığı değerlendirmede 3 futbolcumuzun kadro dışı bırakılmasına karar verdi ve kararı Erkan, Sercan ve kaleci Atilla’ya tebliğ etti. Üç futbolcumuz yarından itibaren A2 takımı ile antrenmanlara çıkacak” Buna Koray’ı da ekleyin. Ona da kırmızı kart gördüğü için 100 bin TL ceza vermişler. Profesyonel futbolcularımız bilinçlendikçe, yönetimler sertleşiyor! 30 transfer yapan, 2 hoca kaçıran yönetim, sezon başından bu yana peşinatlar hariç neredeyse hiç para almadan oynayan futbolcuları haklarını korumaya çalıştığı için kadro dışı bırakamaz, şık olmaz...
Yapılması gereken işlem oyuncuları kadro dışı bırakmak değil istifa etmektir. Böylelikle belki bu işi (yöneticiliği) daha iyi yapabilecek birileri bulunabilir...
Futbolcular sözleşmelerinde yazan hakların hepsini sonuna kadar alacaklar elbette. Federasyon onları bu anlamda koruyan düzenlemeleri çoktan yaptı. Ancak, Bucaspor örneğinde olduğu gibi oyunculara para ödemeyip, yasal hakkını kullandığı gerekçesiyle ceza veren yöneticilerin de cezalandırılmasını sağlayacak düzenlemeler geç kaldı. Futbolcusuna ceza uyduran, futbolcusunun hak edişlerini mesela 3 ay geç ödeyen yöneticilere para cezası verilse, protokolden maç seyretmesi yasaklansa ne güzel olur. Değil mi sayın Özgener?