Arama

Popüler aramalar

‘’Hoş gelmiş 2010!‘’

“Kozmik kozmetik” tartışmalarla işportaya düşürülen devlet sırları, soğanlı-biberli “suikast” girişimleri falan derken, hoş geldin 2010.

“3 gol atarız, azı-fazlası olmaz” demiş Trabzonspor’un kafile sorumlusu, eskiyen yılın ilk günlerinde, Antalya’da oynanan maç için... Ersun Yanal’ı by-pass etmiş, kaleciye, savunmaya karışmamış, sanırız. Orta alana talimat vermiştir: “3 asist yapın.” Forvete de, “3’ten az ya da daha fazla atarsanız, kendinize kulüp bulun” diye buyurmuştur. Allah için hepsi oldu. İddialara göre Almanya üzerinden birileri paraları götürdü. Gerçi, Alman Savcı, 2-1, 1-0 gibi ufak bir hata yapmış, ama olsun, biz neler görmedik ki bu ülkede son iki yıl içinde!
Sonra bu müthiş iddia, 2010’un “hoşgeldin” kutlamalarının daha sarhoşluğu bitmeden manşetlere taşındı. İlahi 2010!

Trabzonspor 29 Aralık’ta Antalya’da toplandı. Ama az eksikle 3 Ocak’ta başladı, 2 günde bitti. 2010 acayipliği buraya teğet mi geçecekti yani, damardan girdi. Sportif direktör, şansızlık eseri en yoğun transfer ve kamp dönemine denk gelen günlerde teknik direktörlük belgesini pekiştirecek kursa katılmak zorunda kaldı.

Sonra ekonomisi ve gereksinimi açısından 2 “doğru” transfer. Referanslar olumlu. Biri üç aydır boş. Ekmeğini futboldan kazanan kişi olarak bir takım bulacak. Buldu da, ama 3 gün izin aldı. 6 antrenman ne demek bir futbolcu için? Şimdi açık kapatacak.

2010 bu... Hazırlık maçı da ilk işaretlerine uygun geçti, acayip yani. Sahanın en iyisi olabilecek konumdayken Engin, yine bir polemiğin içinde buldu kendini. Zaten futbol, mutbol falan, hazırlık maçları için lükstür! Fatih olayı tabi ki günün yine ana konusu. “Yandaşları” duruma hakim. Dün Fanatik verdi; sanal ortamda çok faaller. Gölgedeki ikiliden Gökhan haklı isyanıyla, Umut sessizce, Allah için iyi de çalıştılar Antalya’da. “Öne çıkanlar” kategorisine Tjikuzu konulabilir, geç katılımına, “çocuğum hastaydı”, ameliyatı geciken Yattara konulabilir, “Karım olmadan asla” gibi duygusal gerekçeleriyle belki! 2010 gelmiş, hoş gelmiş!

06 Ocak 2010, Çarşamba 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Herkes 'onu' bekliyor!‘’

Yeni yıl, yabancı oyuncuların yokluğu, Tjikuzu vukuatı, laktat testi falan derken, henüz tam kamp moduna girilemediği için, “Trabzonspor’un Antalya” buluşması diyebileceğimiz 5 günlük birlikteliğe şimdilik, Güneş’in basın toplantısı ve 2 sürpriz transfer damgasını vurdu. Öncelikle altını çizelim: Trabzon söz konusu olduğunda profesyonelliğini ikinci plana attığını her daim dile getirmeye çalıştığımız Güneş, klasik bir teknik adam portresi çizmiyor. Topu taca atmıyor, kurumun menfaatleri onun için aslolan. Başkan ve “ketumluğuyla” bilinen Asbaşkan kadar en azından. Fatih’te netti örneğin: Taraftar istiyor, biz de. Ama bu demek değildir ki her şeye rağmen bu transfer gerçekleşmeli.

Net konuş Fatih Tekke
Eee futbol bir endüstri, kar-zarar, maliyet-fayda ilişkilerini burada yadsıyamazsınız. Kalan 6 aylık sözleşme süresi, askerlik sorunu vs... Bunları geçecek Fatih, kendisine resmen yapılan transfer teklifi konusunda net açıklama yapacak: Ben şu kadar paraya, şu kadar yıllık sözleşmeye imza atarım.

Uzatmanın anlamı yok
Topu böylece yönetime atar, yönetim de, Tekke’nin ve Zenit’in koşullarına bakar, derki: Olur ya da olmaz. 6 ay için 2 milyon Euro ödenir mi ödenmez mi, Fatih, “Trabzonluyum, taraftar da sabırlı olsun, 6 ay sonra bonservis ödetmeden gelirim” der mi, demez mi, o da Şenol Güneş kategorisindeki profesyoneller kadrosuna katılır mı, katılmaz mı orasını bilemeyiz tabi ki. Gelinen noktada bu transfer sürüncemede kalır ve tatmin edici nedenlerden ötürü gerçekleşmezse, olacakları tahmin etmek hiç de kolay değil. Böyle bir ortamda Gökhan’dan nasıl üst düzey verim beklersiniz? Geçen sezonki performansı ortada, bu sezonki düşüşü ve nedenleri de. Güneş sadece bu konuda net olamadı. Bir görüşme yapmış, anlattı: Gitme yanlısı değil, kafası da rahat değil. Bir kez daha görüşecekti, o görüşme gerçekleşti mi, sonuç nedir belli değil. Toplantıda, forvete mutlaka yeni katılım sağlanması gerektiğinin altını çizerken, Gökhan sorunuyla karşılaşmak, Fatih’te belirsizlik yaşamak canını sıkıyor. Diğer mevkiler içinse koşullara uygun olursa “evet” demişti. Yattara sezonu kapatacak, Murat Tosun, bonservissiz onun yerine. “Sorunlu oyuncu” olmanın hakkını veren Tjikuzu soru işareti, çeyrek maliyetli Sezer Badur yerine. Murat da, Sezer de, takımlarında üst düzeye gelmiş oyuncular. Fazla değil, oralardaki performansları kadar olsalar bile büyük katkı yaparlar.

Kamp bugün başlayacak!

“Antalya buluşması” bugünden sonra tam bir “kamp” niteliğine bürünür diye düşünüyoruz. Zorunlu yoklar Song ve Yattara dışında herkes katılacak zira. Bir de Karşıyaka sınavı var, durum değerlendirmesi yaptıracak. Ama şu bir gerçek ki, Fatih Tekke ya da bir başkası, özellikle golcü beklentisi, gerçekleştiği takdirde burada da gündemin en keyifli maddesi olacak. Son dakikadaki Tayfun Cora sakatlığı ise keyfi kaçıran en ciddi gelişme oldu.

03 Ocak 2010, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Fatih Tekke alınmalı mı?‘’

Fatih, “Çok iyi golcü ancak sorunlu” diye basit ve net bir tanımlamayla anlatılabilir. Ama açalım.

İyi golcü: Hava toplarında bir numara, son vuruş ustası, futbol zekası üstün bir futbolcu vs...

Sorunlu: Bir özel dünyası var. Burada yer verdiklerine tanıdığı ayrıcalığın neden olduğu ikilik, asabi yapısı, adının karıştığı malum olaylar vs...

Örnekler artırılabilir. Bu noktada negatif olanların saha içi performansı ve takım huzurunu etkilediği gerçeğini kimse yadsımamalı, Trabzon’dan ayrılışına neden olan koşulların ortadan kalkmamış olduğu da unutulmamalı.

Bütün bunlara karşın Fatih ısrarına neden olan dayanakları sunalım:
Şenol Güneş fırtınasının yaşandığı bir haftalık sürecin haricinde gündem Fatih ve bu durum ara transferde tavan yapar. Askerlik kendisinin, bonservis bedeli yönetimin sorunu. Ama tribünlerin önemli kesiminin oyuncuyu istemesi, kötü giden maçları geçtik, farklı kazanılan bir maçta da lehine tezahüratlar yapılması, olayın artık sosyolojik boyuta ulaştığı gerçeğini ortaya çıkarıyor. Başarı beklentisindeki taraftarın her platformda bu olayı gündemde tutmasının, bırakın yönetimsel-maddi boyutlarını, mevcut oyuncular üzerindeki tahribatını Gökhan’ın son açıklamalarında gördük.

Negatif unsurlarla tedirgin olsa da, yönetimin kamuoyu baskısıyla açık bıraktığı kapı artık kapanmaz. Kaldı ki, durum Galatasaray maçı arifesinde görüşme boyutuna taşınmış Fatih gelebileceğini bildirmiştir.

Fatih’in Trabzonspor ile görüşürken diğer yandan kendi kulübüyle de temaslarını kesmediği bilinmektedir. Zenit, biten sözleşmeyi 1 yıl uzatma teklifi getirmekte, oyuncu bu sürenin 3 yıl olmasında diretmektedir. Bu görüntü oyuncunun bir geri dönüş hevesinden çok, son virajı garantiye alacak bir transfer hassasiyetini haklı olarak taşıdığını göstermektedir.

“Bu portredeki oyuncu, bir takım için vazgeçilmez midir?” sorusunun yanıtı net verilmeli, fayda maliyet dengesi korunmalıdır. Gittiği günün koşullarına göre “Fatih’e hayır” görüşü doğru olsa da, gidişat öyle gösteriyor ki, bu transfer gerçekleşecek.

O zaman, Şenol Güneş otoritesi bir yana geçen yılların olgunluk getirdiği inancı, eksilerini kendisi de görüp artıya çevirdiği düşüncesi, tribünlere getireceği hava ve beklentilerin gerçekleşmeme riskinin doğuracağı sorunların da asla gözardı edilmemesi düşünülerek; “Evet” Sonuç: Kabul edilebilir gerekçeler ortaya konulmadan transferin gerçekleşmemesi halinde, her olumsuz skordan sonra tribünler malum slogana sarılacak, ‘keşke’ ifadeleri, bu yönetimle birlikte her zaman anılacaktır.

28 Aralık 2009, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Trabzon'a yine hüsran‘’

Bir de Keita’nın, Kewell’ın, Nonda’nın,Elano’nun, Baros’un falan olduğunu düşünün. Kaleci Franco’yu saymaya gerek yok zaten. Trabzonspor’un ilk şutu 51. dakikada geldi, onu da Aykut çıkardı. Song’un vuruşuna zaten o da bir şey yapamazdı. Eğer Galatasaray bu oyuncuların da yer aldığı kadroyla, Trabzonspor’u ilk yarıdaki haliyle yakalasa, istediği skoru almış, yerlileri için de tatili çoktan başlatmış olurdu.

Bu durumun ev sahibi ekibin futboluyla uzaktan yakından ilgisi yok. Nedeni Bordo-Mavili futbolcuların kötü performansı. Bir devre boyunca bu kadar yüksek top kaybı yüzdesiyle, böylesine ruhsuz oynayan futbolcuları, 3. lig takımları bile bünyesinde barındırmaz. Bir takım 3 pas yapamaz mı? Yapamadı Trabzonspor. Alanzinho, Gökhan, Selçuk, Ömer, Cale. Özellikle ilk yarıyı bir izleseler, kendileriyle ilgili nasıl yorum yaparlar bilemiyoruz?

İkinci golün rehavetinin hızını kestiği Galatasaray, Song’un golünden sonra biraz panik yapınca oyunda sanki denge kurulur gibi oldu. Rakip kalede varlığını bir nebze olsun hissettirmeye başlayan Bordo-Mavililer, bir ara eşitlik golüne yaklaştılar da... Ama olmadı, sonra yine koyuverdiler. Trabzonspor böylece kupaya da kötü bir başlangıç yaptı. Bir büyük maçta yine hüsran yani, her zamanki gibi!

Sezonun en kötü Süper Lig takımını (dikkat edin Trabzonspor’unu değil) izledik velhasıl. Bu noktada, “Transfer sezonu geliyor. Trabzonspor hangi mevkilerine ne kadar transfer yapmalı?” gibi bir soruya, “Dünkü kadroya 11 yeni transfer gerek!” diyesi geliyor insanın. Kimse kusura bakmasın.

24 Aralık 2009, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Son vuruş farkı‘’

Bu tür maçlardan beklenilenin aksine temposu ve bölüm bölüm de olsa kalitesi yüksek, pozisyon sayısı fazla bir karşılaşma oldu. Topa daha çok sahip olan Fenerbahçe gibi gözükse de, pozisyon zenginliği açısından rakibine ezici üstünlük kurmasına karşın Trabzonspor, derbi maçlarının tipik bir örneğini daha yaşattı Avni Aker’de ve kaybetti.

Yine siyasi bir karşılama ve ağırlama orijinli konsantre sorunu yaşayan Güneş’in “Kazanan takımı bozmama” gibi doğru ısrarıyla, dün akşama tam yoğunlaşmış Daum’un orta alanda top tekniği çok yüksek oyuncuları tercih ettiği ve böylece mutlaka kazanmayı hedeflediği belli olan kadrolarının zorlu mücadelesinde maçın skorunu belirleyen golde kadar, kırılma noktası olan 3 pozisyon vardı. İlkinde, Bülent Yıldırım’ın “iyi” notlu yönetimine gölge düşüren Hüseyin Fidan’ın bayrağı başrolü oynadı. Fidan futbol için cüce kategorisinde yer alabilecek Alanzinho’ya bakarken, 3 metre önünde neredeyse iki katı olan Lugano’yu kaçırdı. Aynı dikkatsizliği sonlara doğru topu eliyle alan Semih’i sadece izlerken de yaptı. Daha maçın başıydı ve mutlak gollük pozisyondu. İkincisi Guiza’nın pozisyonu. Alex “al da at” dedi kendisine, havaya dikti. Üçüncüsü Colman’ın 2. yarının başında Guiza’ya, “Üzülme kardeşim, bak ben de atamıyorum” dediği pozisyon. Sonrasında da taçtan gelen Güiza golü ve Avni Aker’de öne geçmenin avantajını kullanma amaçlı oyuna Daum müdahaleleri. Trabzonspor her ne kadar son 20 dakikada ciddi risk de alarak rakip kaleye ezici baskı kursa da, en azından eşitliği yakalayabilecek pozisyonları cömertçe harcamanın bedelini de son vuruş farkıyla ödemiş oldu.

21 Aralık 2009, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Otomatiğe bağladı‘’

Şenol Güneş, adeta otomatiğe bağladı. Henüz kısa sayılabilecek görev süresince çok fazla şey katması mümkün değil doğal olarak. O da risk alarak bir kadro oturttu, onunla devam ediyor. Kazanınca da haklığı pekişiyor. Ne Umut’un saç baş yolduran kaçırdıkları, ne de takımın ikinci yarıda, Ankaraspor’u saymazsak ligin son sırasına demir atmış rakibine karşı aman aman bir pozisyon vermese bile mahkum oynaması da sırıtmıyor. Gökhan’ın Alanzinho’dan haklı olarak beklediği pası alamamasına gösterdiği moda deyimle orantısız tepki de...

İlk yarı Alanzinho’nun şovuyla geçti. Brezilyalı Trabzonspor’a transfer olmadan önce internet sitelerinde yer alan kısa tanıtım filmindeki performansını tam anlamıyla bu yarıda yakaladı. Bu tür derleme görüntülerin bir pazarlama becerisinin ürünü olarak her daim aldatıcı değil, bazen de net fikir verici olduğunu böylece kanıtladı. Bir maestro şefi gibi hücum aksiyonlarını yönetti, oyunu forse etti. İmkan olsa gol ona yazılabilirdi. Bu yarıda aksayan Colman’ın eksikliğini de hissettirmedi pek. Ama ikinci yarıda, rakip kendisine çok yakın oynamaya başlayınca da etkinliği azaldı ve rolünü Colman üstlendi. Oysa ki Ceyhun oyuna girerken beklenti Colman’ın dışarı alınmasına yönelikti. Sonuçta ortaya çıktı ki dışarı alınacak oyuncu ikileminde Colman-Gabriç tercihinden Gabriç, doğru olanıymış.

İkinci yarıda maçın mutlak hakimi tartışmasız Denizlispor’du. Topla oynama yüzdelerinde eminiz ki büyük fark vardır. Ancak kontra çıkışlarla bu yarının da pozisyon zengini Trabzonspor oldu. Ev sahibi ekip bu ataklarda çok çaresiz kaldı. Serkan ve iki kez Umut, mutlak gollük 3 fırsattan skor üretemeyip takımın direnirken zaman zaman panik yaşamasında başrol oynadılar. Zira iki farka ulaşılabilse rakibin hem saha hem de tribün gücünü erken demoralize edecek, çok daha rahat bir galibiyete imza atabilecekti.

Türkiye’de tribünler böyle. Önce bedava bilet isterler. Verilene kadar yönetimi “sahtekar” ilan ederler. Alırlar da. Sonra da onca iyi niyetli çabalarına karşın son saniyeye kadar sonuç kovalayan futbolcuya yönelirler. Bir empati yapalım, kim isterdi dünkü Yeşil-Siyahlı formanın içinde olmayı?

14 Aralık 2009, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Güneş'in mesajı‘’

Çıkardığı onbirle Güneş şu mesajı verdi: Kendi kadromla oynarım. Bakıyorsunuz; Hugo Broos’un hiç kullanmadığı Onur ve Ömer var. Geçen hafta 5 kadro dışı, 2 sakat 7 eksikli Eskişehir maçının kazanan Karaman’ın kadrosundan Giray ve Ceyhun yok. “Pazubandı kurbanları” diyelim onlara, yoksa ikisi de yüksek performanslı ve uzun vadeli yatırım zira.

3 farklı skoru “sihirli el” ile açıklamak mümkün değil, popülist bir yaklaşım, artı haksızlık olur. Ama Güneş’in de hakkını vermek gerek. Gelişi başlı başına bir motivasyon, adı yetti. Korkulan genel kurul bile “sütliman” geçti. Futbolcu uyanık, herşeyin farkında! Kapasitelerini zorlamaktı çok çok yaptıkları. Birbirlerine belirgin üstünlükleri yok. Forma aslanın ağzında yani! Son 2 maçın ortak 2 üst düzey oyuncusundan Gabriç, Serkan’a nazire yaptı! Hangisinin golü daha güzeldi? Zor soru. Selçuk, Eskişehir’in ardından Kasımpaşa’daki kendini affettirdi.

Son iki not, iki özel kişiye: 1- Bu maç için parantez açılacak oyuncu Alanzinho tabi ki. Ankaragücü’yle birleşen Ankarasporlular bir iddia ortaya atmıştı, “Biz onu 900 bin Euro’ya almadık.” diye. Güneş’in serbest dolaşım hakkıyla bir coştu ki Brezilyalı, “Siz miydiniz, alın öyleyse!” der gibiydi. 4 milyon ayrıca tartışılır olsa da. 2- Fatih Tekke olayı. Acayip bir pazarlama tekniği var bu işte. Takım 3 farkla önde, tribünler ona gönderme yapıyor. Sonra da, teri döken oyuncular sahaya çıkmıyor diye ıslıklar. İyi ki çıktılar, ben olsam çıkmazdım.

07 Aralık 2009, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Güneşli günler...‘’

Eskişehirspor maçı öncesinde H.Avni Aker Stadı’nın hoparlörlerinden, dün vatan haini ilan edilirken, bugün mezarından rant elde etmeye çalışanlarca paylaşılamayan büyük ozan Nazım Hikmet’in şiirinden bestelenen Edip Akbayram’ın söylediği “Güzel Günler Göreceğiz” şarkısı yankılanıyordu... “Çocuklar inanın inanın çocuklar. Güzel günler göreceğiz güneşli günler...” dizeleri belli ki Şenol Güneş’i karşılamak amacıyla defalarca tekrarlandı...

Güneş’in Trabzonspor için çok şey ifade ettiği malum, görkemli imza töreni de bunun bir kanıtı.

Futbolculuk dönemi başarılarla dolu... Tüm şampiyonluklarda olan 3 oyuncudan biri, Türkiye’nin rekoru kırılamayan kalecisi. Teknik direktörlüğünde şampiyonluk hariç tüm kupaların, puan rekorunun sahibi... 96’daki Fenerbahçe maçının en önemli mağduru Türkiye’yi dünya üçüncüsü yapan ama kimseye yaranamayıp Güney Kore yollarına düşen Güneş’in tekrar dönüşü, hem kendisi hem de kulübü açısından büyük önem taşıyor. Zira, Trabzonspor ciddi bir bunalımın içinde. Ekonomik anlamda borcu artan, sportif anlamda derece zafiyeti yaşayan bir kulübü devralmak, öyle her babayiğidin harcı değil. Bu nedenle Güneş’in bu koşullarda görev kabul etmesini iyi anlayıp, kendisine saygı duymak gerekli...

Kurumun kendisine duyduğu ihtiyacı doğru yorumlayıp elini taşın altına koyan Güneş’in en son çalıştığı dönemin aksine isteyerek görev kabul etmesi, eminiz performansına da olumlu yansıyacaktır.
Ünal Karaman’ın Eskişehir maçı sonrasında kullandığı; “Bizim herhangi bir teknik direktöre değil, Şenol Güneş’e ihtiyacımız var” ifadesi kurumun duyduğu hassasiyeti de fazlasıyla özetliyor.

Güneş’in Trabzonspor’la yeni buluşmasında birçok sorunun da birlikte geleceği kesin, sonuçta toplumun her kesiminde sağlam bir güven duygusunun var olduğu söylenemez. Güneş’in futbolun zirvesine oturmasıyla kurumda oluşan ve ısrarla savunulan yapının tartışmaya açılacağı da muhakkak...

Ancak dedik ya şu anda Trabzonspor’da bir nevi olağanüstü hal durumu var ve detaylara takılmadan bu şansın kullanılması da beklenmeli... Gerçek olan şu ki; hem bu yönetimin zirvesindekiler için Şenol Güneş’le birlikte çalışma süreci yaşamadan gitmek hem de Güneş için böylesi uyumlu olabileceği bir ekiple çalışamamak, doğrusu fırsat kaybı olacaktı. Şimdi bu uyumun kuruma katkılarının ne seviyede olacağını beklemekten başka çare yok.

02 Aralık 2009, Çarşamba 03:30
YAZININ DEVAMI