Arama

Popüler aramalar

‘’Tarih yazmak‘’

Madem ki bugün Trabzonspor adına yeni bir tarih yazma günü, herkesin üzerine düşen önemli görevler var. Öncelikle Başkan Sadri Şener ve ekibinin aşılayacağı moral, Şenol Güneş’in son teknik uygulamalarının yanı sıra futbolculara vereceği özgüvenden zaten kimsenin kuşkusu yok. Ama dün bir ise bunlar, iki-üç olmalı bugün.

Fenerbahçe maçı gösterdi ki; bu takım güle oynaya pozisyon buluyor. Fark yapılabilecek maçta, penaltı kaçırma, boş kaleyi görememe, direk vs gibi nedenlerle son dakikalarda kazanılamama riski yaşandı. Ve aynı maç gösterdi ki, orta alanda çok top kaybı var. Bu durum, takım direncini çabuk düşürüyor. Defansta birebirlerde sorun yok, ama koordine-yardımlaşmadaki aksaklıklar nedeniyle çok pozisyon veriliyor. Forvet bu kadar kolay kaçırırsa, orta saha çok pas hatası yapıp takımın gardını düşürürse, savunma baskıya ne kadar direnebilir ki? Üstelik bu kez pozisyon bulacak kişiler Liverpool forveti.

Serkan iki kişilik oynuyor ama destek gelmezse işi zor. Önünde kim oynarsa yardımı esirgememeli, tıpkı Cale’ye olduğu gibi. Solda kanayan yaraya bu akşam mutlaka merhem bulunmalı. Başta Colman olmak üzere ikinci bölgede görev yapanlar eğer Fenerbahçe maçındakinin yarısı kadar topu rakibe atarsa, bu rüya erken biter.

Umut, Fenerbahçe maçında önde sol kanada ilaç oldu. Teofilo ise asıl yerinde değil, daha çok orta alanda topla etkiliydi. Bunlar tabi ki önemli. Ama ya gol! Madem ki tur için goller lazım, bu bölgede göstermeliler asıl hünerlerini. 1-0’lık avantajı olan İngiliz ekibinin defansı kalabalık tutma ihtimalinin yüksek olması, uzaktan atılacak şutların önemini ortaya koyuyor. Selçuk ve Ceyhun’a bu noktada çok iş düşüyor. Tabi ki bu anlamda en etkili isim Jaja da bu maçta bir şekilde değerlendirilebilir. Formda bir Alanzinho’nun kilit açıcı rolüne bu akşam o kadar ihtiyaç var ki... Ve taraftarlar. Cehennemi hissettirmeli, çok maçlık destek vermeli! Onlarsız hep yarım kalır işler çünkü...

İlk cümleye atfen dememiz şudur ki; tarih hep birlikte yazılır. Zincirin halkalarından birisi aksamamalı. Aksi takdirde yazdırmaz eloğlu!

26 Ağustos 2010, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Nefes kestiler‘’

İki tarafın da birbirini yokladığı, buna göre pozisyon alma hazırlığı yaptığı dönemde gelen iki gol gariptir; geriye düşeni değil, öne geçen tarafı, yani Trabzonspor’u en azından bir süreliğine şaşırttı. Fenerbahçe tempoyu yükseltti, ev sahibi ekip buna ayak uydurdu, maç böyle devam etti. Bir o bir bu taraf derken, pozisyonlar, goller baş döndürdü adeta.

Bu tempoda çabuk adamların önemi büyüktür. Trabzonspor, bu anlamda kötü günündeki Alanzinho’yu kullanamadı. Ama Aykut Kocaman, benzer özellikleri olan Stoch’u, Trabzonspor’un farkı yine ikiye çıkardığı anlarda erken sahaya sürüp oyunu dengeledi.

Karşılığını da çabuk aldı.
Bu tempoyu uzun soluklu sürdürmek, üstelik nem oranı yüksek bir havada kolay değildi. Buna rağmen iki taraf da 70 dakika süreyle izleyenleri heyecandan yerlerinde oturtmadı. Bu tür maçların affı yoktur, yakaladın mı atacaksın. Ama ikinci yarının başlamasıyla birlikte, hatta ilk 10 dakikada Trabzonspor tam üç kez, ikinci 10 dakikasında ise Fenerbahçe iki kez çok net fırsatları inanılmaz biçimde kaçırdı. İşte bunlar yüksek tempolu ve kaliteli bu futbola yakışmadı. Yetmedi, Bordo- Mavililer’in en verimsiz oyuncusu konumundaki Colman, maçtaki tek olumlu hareketiyle ürettiği penaltıyı kendi harcadı.

Maçın kalan 15 dakikalık bölümünde iki tarafta da baş gösteren yorgunluk belirtileri, oyun disiplininin kaybolmasına neden oldu. Fenerbahçe kontrolsüz yüklendi, Trabzonspor kapandı, çabuk çıkıp karşılık vermeye çalıştı. Ancak bu işte kullanacağı oyuncular sahada olmayınca da etkili olmadı.

Tek farkı korumayı doğal olarak başarı saydı. Aykut Kocaman’ın maçı kurtarma, olmazsa en azından beraberlik adına Alex hamlesi de tutmadı. Dahası kulübede tutma kararının haklılığı da kötü performansıyla kanıtlandı.

24 Ağustos 2010, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’34 yıl sonra‘’

Sağ olsun arkadaşlar, Trabzonspor ile ilgili bir kitap derleyecekleri zaman mutlaka arar, yazı isterler. Örnek; Can dost Hakan Kulaçoğlu’nun Fırtına, İhtilal, Efsane’si, bordomavinet-BMN’nin, “Bize Her Yer Trabzon”u... Son olarak çıkan ve gazeteci arkadaşımız Harun Çelik’in derlediği “Bordo-Mavi Sevdaluk”u ve yakında çıkacak olan BMN’nin “Bize Her Yer Trabzon-2” kitabı. Hepsine keyifle yazdık. Çok değerli arkadaşlarımızın anı ve değerlendirmeleri var onlarda.

Bordo-Mavi Sevdaluk’ta yer alan yazımızın bir bölümünde şöyle bir nostalji yapmışız:
“Gel zaman-git zaman, Şenol Güneş, Bekir Barçın, Necati Özçağlayan ve Hüseyin Tok ile bir araya geldik. “Gel zaman-git zaman” dediğimiz, Şenol Güneş’in Trabzonspor’a son gelişinde (2009-2010) Antalya’da yani. Söz Özyazıcı’dan açıldı. İtiraf edelim, bu tür sohbetlerin olmazsa olmazı Serdar Bali’dir. Acayip bir renk katıyor ‘Nostaljik Takılmalara’. Allıyor-pulluyor, anıları öyle bir anlatıyor ki, valla ağzım açık dinlerim her zaman. Ama o gün Serdar Bali olmadığı için Bekir Barçın daha aktifti. Sağolsun Serdar Bali nedeniyle özellikle Bekir Barçın’ın duymadığımız anısı kalmadı. Ama, Şenol Güneş’in de gözleri ışıl ışıl dinlediği, zaman zaman da müdahale ettiği sohbette söz döndü dolaştı yine Ahmet Suat Özyazıcı’ya geldi. Liverpool maçını konuştuk, Dozer Cemil’in penaltıdan attığı golle Trabzonspor’un 1-0 kazandığı maçın rövanşını. Bekir Barçın, “Daha topa dokunmadım, maç 3-0 aleyhimize olmuştu” diyince ilk kahkahayı Şenol Güneş patlattı, “Bekir” dedi, “Benim de elime daha top değmemişti.” Koptuk. Finali, o maçta stoper oynayan Hüseyin Tok yaptı: “Ben üç defa temas ettim topa, filelerden çıkarırken...”

Ne mi olduk!

Anlatılmaz yaşanır...

Nereden bilebilirdik, bu kitabın piyasaya çıkışından 3 ay sonra Trabzonspor’un Liverpool ile yeniden eşleşeceğini. Eşleştiler.

Uçakta Şenol Güneş’in yanı sıra, Necmi Perekli ve Ahmet Suat Özyazıcı da vardı. Bu yazı üzerine sohbet ettik, gülüştük. Son antrenman için ‘Anfield Mabedi’ne gittiğimizde de sürekli o üçlüyü gözledik. Dile kolay 34 yıl geçmiş aradan. Sanki tribünlerde bir şeyler arıyorlardı. Sonra anladık ki, gençliğe özlemdi sorun.

Neyse sadede gelelim.

Köprülerin altından çok sular aktı. Liverpool’un daha bir çok futbolcunun ayağına top değmeden 3 gol attığı dönemler de geride kaldı. Zar-zor galip gelebildiler. Yaşadıkları panik görülmeye değerdi. Önemsenmeyen rakipten korkup, kulübedeki asları sahaya sürmek gibi!

Yine de sözümüzdeyiz: Tur zor tabi ki ama imkansız değil.

21 Ağustos 2010, Cumartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Trabzon'a bekleriz!‘’

Hani adamlar organize bir atak geliştirirler, müdahale şansınız olmaz da golü bulurlar, dersiniz ki, “Artık yapacak bir şey yok buna.” Ama öyle değil. Maçın en iyi iki isminin talihsizliğine kurban gitmek kötü oldu. Glowacki atak başlatacakken sen top git Ceyhun’a çarp, hem de Joe Cole’un önüne düş. O ana kadar oyunda olmayan Cole ve Babel işbirliğiyle gol gelsin. Hem de hakem santrayla birlikte ilk yarının bitiş düdüğünü çalsın. Futbol bu işte, güzelliği de burada!

Oysa ki; Türkiye’den gelenler için sürpriz, Avrupalılar için olağan yağmurlu soğuğu hafif ısıran İngiltere akşamı iyi başlamıştı. Avrupa maçlarının değişmeyen klasiği aralarına Sarı-Lacivert, Sarı -Kırmızı, Siyah-Beyaz formaların da bulunduğu Bordo-Mavi renklere bezenmiş tribündeki bin 500’ü aşkın kişi, Gerrard ve Kuyt’un kadroda bile yer almadığını, Torres ve Ngog’un yedek kulübesinde olduğunu öğrenince, “Bu işi Trabzon’a iyi bir skorla taşırız!” diye düşünmeye başlamıştı. Onur da 5. dakikada Kyrgiakos’un kafa vuruşunu çizgi üzerinde çelince bu düşünceleri pekişmişti.

İlk yarıda kalan 40 dakika pozisyonsuz geçti. Tabi tribünlerdeki, “Bize her yer Trabzon” tezahüratı altında. Hakem artık düdüğü elinde ilk yarıyı bitirmeye hazırlanıyordu. Başta da dediğimiz gibi Glowacki-Ceyhun kazası geldi. Joe Cole kaptı, Babel’i Egemen’in arkasında topla buluşturdu, o da topu filelerle. 1-0

“Trabzon panik yapardı, iyi ki ilk yarı bitti!” diye yorum yaparken, 2. yarıya da çok kötü başladı Bordo-Mavililer. 10 dakika çok bulandılar. Bu süreye 52. dakikada Serkan’ın Lucas’a müdahalesiyle verilen penaltı da sığdı. Ama Joe Cole’nin karşısında, 'Anfield Fatihi' sıfatına aday Onur vardı. 57. dakikada Torres’in sert vuruşunda da yine O. Hak etti artık bu sıfatı. 59. dakikaya girilirken ilk Trabzonspor pozisyonu. Alanzinho’nun pasına umut iyi de vurdu. 61. dakika gösterileri eşitlik golüyle başlayabilirdi, Ama Reina 3 gün önce Arsenal’e olduğu kadar cömert değildi, iyi çıkardı. Sonra oyunu kilitledi Trabzonspor. Beraberliği abartılı kontrolle aradı, olmadı. Ama bunun Trabzon’u da vardı.

20 Ağustos 2010, Cuma 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’O uçaktaydık!‘’

Evet, tarihi bir zafer için Trabzon’dan havalanan ve Liverpool’a inen takım uçağının misafirlerinden biri de bendim... Uzun sayılabilecek yolculuk zaten imkansız olarak görmediğimiz tur görüşlerimizi daha da olumlu yönde etkiledi.

Çünkü her anıyla, her futbolcusuyla neşeli, inançlı ve bir o kadar da özgüven sahibiydi Trabzonspor kafilesi... Gülen gözlerle göz göze geldik. Ama o gülen gözler tedirgin değil, ışıl ışıl bakıyordu ve adeta, “Kimse bizi oynamadan yenemez, yenik sayamaz” diyordu. Sevindik...

İyi biten son iki maçın etkileri fazlaydı mutlaka ama Şenol Güneş’in katkısı da az değildi hani. Evlatları gibiydi oyuncuları. Babaları gibi gezdi yolculuk boyunca koridorlarda, rahat etsinler diye koltuklarını değiştirdi, hal-hatır sordu. Bu gece nasıl bir sonuç alınır bilemeyiz ama bu yolculuk bize umut verdi, “Asla ezilmeyiz” dedirtti.

Tam iniyorduk, Ahmet Suat Özyazıcı’ya takıldık; seni burada tanırlar hocam diye. Ama takılmaz olaydık verdi ağzımızın payını: Merak etmeyin çocuklar benim devrimden kimse kalmadı, herkes toprak altında!

19 Ağustos 2010, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Teofilo'nun Umut'u!..‘’

Teofilo’nun Umut’u!..

Seyircisiz maçların klasik esprisidir: Tuzsuz yemekteki gibidir, boş tribünlere oynanan futboldan alınan tat.

Gerçekten öyle ama Türkiye koşullarında artık kanıksadık, geçtik Süper Lig maçlarını, Milli Takımı bile seyircisiz birkaç kez izleyerek, alıştık da. Ama belli ki futbolcu için zor oluyor bu durum, bir konsantrasyon sorunu yaşıyorlar sanki. Yoksa rakip takım köşe vuruşu kullanırken, Alanzinho’nun o boyla ne işi var kendi ceza alanında? Onur topa hakim olduktan sonra önde adam aramaya başlayınca, hocasını isyan ettirir, sessizliğin hakim olduğu böyle bir ortamda hocasından herkesin duyabileceği şekilde fırça yer miydi örneğin!

Glowacki çok rahatlatıyor
İki takım da birbirlerine oyun olarak belirgin bir üstünlük kuramasa da, ilk yarının değerlendirmesi pozisyon bakımından yapılırsa Trabzonspor’un ezici etkinliğinden söz edilebilir. Özden’e takılan Teofilo ve Colman ile şık vuruşunda direği hedef alan Burak, hiç de 4 gün sonra İngiliz devi Liverpool ile oynayacak bir havada gözükmeyen Trabzonspor’a skor rahatlığını daha ilk yarıda sağlayabilirlerdi. Üstelik bütün bunlar rakibe hiç pozisyon vermeden gerçekleşti. Bunda Glowacki’nin çok kritik müdahalelerinin katkısının da hakkını vermek gerek.

Her hamle kazanmak için

Şenol Güneş, ikinci yarıya Yattara ile başlayarak 3. bölgede adam çoğaltmakla belli ki; bu maçı kazanmayı sadece rakip savunmanın hatalarına bağlayarak değil, daha etkili, yaratıcı ve organize hücum organizasyonlarıyla hedefledi. Nitekim Burak sola çekildi, Yattara sağ kanada hareket getirdi. Bu kez rakibe oyun da kabul ettirildi ve pozisyon sayısı arttı. Alanzinho ve Teofilo ikişer kez son vuruş yetersizliği yaşayınca Güneş, bu kez Umut kozunu kullandı. Tercihinin ne kadar doğru olduğu, takımının kendi kalesinde yaşadığı ilk tehlikeden sonra açıkça gözüktü. Teofilo’nun Süper Kupa maçında 3 gol birden atarak yıldızlaşması, “Birlikte oynamaları zor, Umut’a kulübe yolu gözüktü” tezini de büyük ölçüde çürüttü. Umut, iki kez doğru zamanda doğru yerde bulunan Teofilo’ya “Alda at” dercesine pas vererek, “Gerektiğinde tabi ki birlikte oynarız” mesajını verdi.

Kontrolsüz yüklenirsen...
Gariptir Ankaragücü, ani çıkışlar dışında orta alanı geçmeyi yenik duruma düştükten sonra düşündü. Pozisyon da bulmaya başladı. Ancak Trabzonspor gibi bir rakibe kontrolsüz yüklenmenin bir bedeli, vardı ve onu da ödemekten kurtulamadı.

16 Ağustos 2010, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Süper Kupa, Teofilo ve Jaja‘’

Atatürk Olimpiyat Stadı öyle bir stad ki; ne yolu yol, ne güvenliği güvenlik...

Yetersiz, yeteneksiz ellerin elinde yok olup gitmeye mahkum sanki!

Trabzonspor taraftarı, üstelik o sıcakta trafikte saatlerce kalma zorluğuna karşın her zaman olduğu gibi “Bize Her Yer Trabzon” sloganını İstanbul’da bir kez daha gerçeğe dönüştürdü.

Bire 3, neredeyse bire dört oranıyla büyüklüğün sadece lafla değil icraatla olduğunu da dosta düşmana belgeledi.

Tribündeki üstünlük sahada da kendini gösterdi. Futbolun her yönünü gerektiği gibi oyun alanına yansıtan Bordo-Mavililer, hak ettikleri galibiyetle Anadolu liderliği konusunda kafalarda oluşturulmaya çalışılan soru işaretlerini de ortadan kaldırdı.

Süper Kupa Trabzonspor müzesinin yeni misafiri olurken Bordo-Mavili takımın Güney Amerikalıları’na bir yenisi daha eklendi.

Jackson Avelino Coelho kısa adıyla Jaja, hafızalarda kalan Beşiktaş’a 40 metreden attığı golle büyük umutlarla Bordo-Mavili renklere bağlandı.

Süper Kupa, Teofilo ve Jaja, Trabzonspor’un Olimpiyat Stadı’na yansıttığı yeniliklerdi.

O gün sabah uyandıklarında umutsuz olan taraftarlar hem oynanan futbolu, hem atılan golleri hem de yeni transferi görünce neredeyse 180 derece döndü. Sadri Şener’in maç sonrası Lig Tv’deki konuşmasında ekranlara ne derece yansıdı bilemiyoruz ama taraftarlar çevreyi, “I Love you Başkan” diye inletti. Bir gün öncesindeki tepkileri bir kalemde silerek!

Şimdi umutlar daha zirvede, daha güvenli. Kim bilir belki kombineler de hareketlenir!..

Trabzonspor böyledir işte...

Refleksleri anlık değişir...

Sabah kalkarsınız hüzün hakimdir, öğleden sonra neşe...

Akşamın garantisini ise kimse veremez.

11 Ağustos 2010, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Değdi ama!‘’

Dakikalar 11’i gösterdiğinde Ali Tandoğan 25 metreden sert vurdu, Onur elinden kaçırdı. Stoper Glowacki’nin takipçiliği ve müdahalesi olmasa Turgay golü yapacak, Bursaspor öne geçecekti.

55. dakikada Ali Tandoğan’vari vuruşu yapan Ceyhun’du bu kez. Sektiren İvankov. Stoper İbrahim de Teofilo’yu kaçırdı. Kolombiyalı’ya, Trabzonspor kariyerindeki ilk golü attırdı.

Şunu anlatmak istedik: İlk gol kaleci, santrfor falan değil, stoper farkından geldi.

Ama bakın ikinci gol için aynı şeyi söylemiyoruz. Ne mi söylüyoruz? Şöyle:

Trabzonspor ilk yarıda son şampiyona karşı iyi mücadele etti. Geçen sezondan daha agresif sert, daha organize gözüktü. Dikkatli, oturmuş savunması tek pozisyon verdi. Kaldı ki Serkan’ın çizgiden çıkardığı bu pozisyonda bir faul söz konusuydu. Orta alanda topa daha çok hakim olan taraftı. 7 kez faulle durdurulup muhataplarına tek sarı kart çıkan Alanzinho iyi servis yaptı. Bu iyi takım ilk yarıda, “Ahhh, bu maçta sahada bir de santrfor olsaydı!” dedirtti.

Hele bir pozisyonda Teofilo kendi kendine çelme atıp düşünce, isyan daha da arttı. Şenol Güneş, 2. yarıya da bu oyuncuyla başlayınca, “Bir bildiği vardır!” dedik. Gerçekten de varmış. İbrahim’in yaşam suyu verdiği bu oyuncu, 2. golde Selçuk’un pasına öyle ince bir vuruş yaptı ki, “Ben zaten kötü bir golcü değildim” diye isyan etti adeta. Sonra da 3. golü geldi, yine doğru zamanda doğru yerde, doğru vuruş yaptı.

Şenol Güneş’in başını belaya soktu! Ee, Jaja geldi, Umut da var. Böyle bela dostlar başına!

Trabzonspor, Atatürk Olimpiyat Stadı’nda bunu hep yapıyor. Çok kritik maçları çok rahat geçti burada. Bu kez de öyle oldu. Saatlerce trafik çilesi çekerek bu maça gelen taraftarını mest etti, oyun ve skorla. 30 bin kişi belki sabaha karşı döndüler evlerine. Değdi ama!

08 Ağustos 2010, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI