‘’Sezonu kapamak!‘’
Gençlerbirliği ikinci kez gittiği Trabzonspor kalesinde ikinci golü bulana, yani 59. dakikaya kadar oyun normal seyrinde gitti. Ev sahibi ekip kendi sahasında yenik duruma düşmüş olmanın verdiği psikolojik baskıyla, maçın sanki uzatma dakikaları oynanıyormuş da süre iyice azalmışçasına saldırıyor, Gençlerbirliği, sakin ve kontrollü bir şekilde rakibinin ataklarına engel olmaya çalışıyordu. Ancak Bordo-Mavililer’in oyunun bu bölümündeki gayretiyle rakip yarı alana taşınan topların kullanılmasında, gerek final paslarının kötülüğü, gerekse kaleye atılan şutlardaki isabet oranının inanılmaz düşüklüğü, söz konusu çabaların sonuçsuz kalmasını sağladı.
Oyunun bir saatlik bölümünün tamamlanması arifesinde, ilk golde olduğu gibi pozisyona hazırlıklı olmayan Tolga’nın klasıyla çelişir biçimde engel olamadığı ikinci gol, oyunun seyrini değiştirdi. Trabzonspor risk düzeyini artırdı. Gençlerbirliği de bu durumu fırsat bilip, rakip kalede daha çok gözükmeye başladı. Kol-göğüs tartışmaları arasında gelen penaltı golü Bordo-Mavililer’i daha da umutlandırdı ve alınan risk, oyun disiplininin kaybolması düzeyine ulaştı. Eşitliği sağlama amaçlı çabalar arttı, bu fırsat 4 kez ciddi biçimde yakalansa da, ikisinde direk, diğerlerinde de Ramazan inanılmaz bir refleksle buna izin vermedi.
Süper Lig’de haftalardır kazanamayan Trabzonspor’un dün akşam karşılaştığı bu skorda, genel olarak takımda, kişisel olarak da Tolga’daki özgüven kaybı büyük rol oynadı. Ancak yine de bu duruma neden olan faktörlere, elde tutulamayan oyuncular nedeniyle geçen sezonki gücünden çok uzaktaki kadroda, Güneş’in sıklıkla yakındığı yoğun maç trafiği yüzünden yeterli antrenman yapamayıp rotasyon için alternatif üretememe... Yanı sıra Süper Lig’deki malum gelişmelerin yaratabileceği olası motivasyon sorununu giderme çabalarına harcadığı fazla mesai de eklenebilir. Ancak son faktörün futbolcularına negatif yansımadığı sahadaki mücadelelerinden gözlense de, “Ligin tadı kaçtı, biz de bu yılı bıraktık, artık gelecek yılın hesaplarını yapıyoruz” şeklindeki açıklamanın tribünlerdeki etkisi beklenildiği gibi oldu.
‘’Yenilgiden fazlası!‘’
Bir defa Avni Aker’de çok basit bir savunma hatasıyla öne geçti ki; neredeyse, zorluk derecesi böylesi yüksek maça, galip başladı. İlk yarının bitmesine yakın ağır bir faul kararıyla kazanılan serbest vuruşla da farkı ikiye çıkardı. Sonrasında Trabzonsporlu futbolcular gerildi, tribünlerle polemik başladı, devre arasında soyunma odasına gidilirken taraftarla birebir diyaloglar derken, Zokora’nın bize göre pozisyon gereği kalkan elinin yumruk gibi algılanarak kırmızı kartla cezalandırılması.
Bir maçı kazanmak için bunca avantajdan daha fazla ne gerekebilirdi ki!
Oysa ki çok erken yenik duruma düşmesine karşın ilk yarının genel olarak hakimiydi Trabzonspor. Oyunu forse eden, hop oturtup hop kaldırtacak cinsten olmasa da pozisyonlar bulan ama hatayı da yapan taraftı. Tolga’nın eline top değmeden tamamlanan ilk yarıda, pozisyon dahi vermeden 2 farkla geri düşmeleri başka bir şekilde izah edilemezdi.
İlk 10 dakikası dengede geçen 2. yarının kalan bölümlerinde Zokora’nın kırmızı kart görmesiyle Galatasaray karşılaşmanın mutlak hakimi oldu. Şenol Güneş’in bundan sonraki hamleleri, bu durumu engellemeye yönelik olsa da yetmedi, Sarı-Kırmızılılar, farkı artıracak pozisyonlar da buldu ama kendi tribününden kafasına şişe gelen Tolga birçoğuna izin vermese de, Ceyhun’a son saniyelerde engel olamadı.
Eski oyunculara yönelik tepkilere gelince; taraftarın, renklerine gönül verdikleri takımı terk etmelerine gönül koydukları için olacak, bu oyuncuların topla buluşmalarında ıslıklı protestolarına hadi göz yumalım. Ama küfür, hakaret ve o tribünlere nasıl girdiği belli olmayan ağzı kapalı su petleri, sadece acziyeti gösterir ki adama, “İş köşe vuruşu attırmamakta değil, gol attırmamakta” dedirtir.
Becerip tutamadığınız oyuncuları karalamak ya da yeteneklerine yönelik küçültücü ifadeler kullanmak çözüm değil. Fatih Terim de tutar üçünü birden sahaya sürüp size ders verir ve sorar: “Bir Zokora kaç Selçuk ederdi, pardon!”
‘’Buruk sevinç‘’
Tam da; Trabzonspor’un kendi liginde bocaladığı, Fransız ekibinin ise giderek form tuttuğu bir döneme rastladı, Bordo-Mavililer’in tarih yazabilme fırsatını bulduğu bu karşılaşma. Başkan ve Asbaşkanı’nın tribünlerdeki yerini alıp almayacağının son ana kadar belli olmaması, bu duruma neden Türk futbolundaki malum gelişmelerin Fransız basını aracılığıyla buraya negatif yansıması gibi faktörlerle birlikte, Trabzonspor’un işi her bakımdan zordu. Nitekim bütün bunların sahaya, takımın oyununa yansımasında maalesef sürpriz yaşanmadı. Özellikle ilk yarıda Lille takımı, Trabzonspor üzerine ezici baskı kurdu. Yetmedi, Celustka’nın sakatlığı buna eklendi. Serkan geriye çekildi. Orta alanda kontrol tümüyle rakibe geçti. Bu bölgede çok rahat bir alan bulan Payet orijinli topların her biri Trabzonspor kalesinde tehlike oldu. Savunmayı aşan Hazard ve Balmont son vuruşlu iki topta Tolga mucizesi, Hazard imzalı diğer ikisinde de tabir-i caizse “kılpayı” aut faktörü Trabzonspor’u rahatlattı. Savunmaca kesilen diğer ataklarla ilgili söylenecek söz şu: Geriden gelişigüzel çıkarılan toplardan her biri yeni bir atağa malzeme oldu.
2. yarının hemen başında Hazard’ın yine Tolga tarafından önlenen sert vuruşu, bize bu maçın Tolga ile Hazard arasında geçeceği izlenimini bıraktı. Kim kazanacaktı? Rudi Garcia, Debuchy gibi, Balmont gibi diğer silahlarını öne çıkarmasa, belki Tolga... Ama giderek durum zorlaştı. Baskı ve rakipçe bulunan pozisyonlar arttı. Ama bunlar ilk yarıdaki kadar etkili olamayınca Tolga kazandı.
Bu noktada tek teselli, daha doğrusu umut verici durum, rakibin her nedenle olursa olsun gol bulamamasıyla direncin artması oldu. Giderek oyun disiplinini kaybetmeye başladılar, tam zamanıydı şok bir golün. Çok risk almışlardı. Tribünlerdeki Türkler, o sırada Milano’dan gelen haberlerle coşmuşlardı üstelik. Burak ve Henrique ile fırsatlar da yakalandı ama olmadı, olmadığı gibi son 10 dakika adeta bitmek bilmedi.
Gerçi sonunda bitti ama Milano’dan gelen son kötü haberle. Trabzonspor, artık yoluna Avrupa Ligi’nde devam edecekti ve buna sevinemiyordu. Bu da gelinen noktanın neresi olduğunu göstermesi açısından önemliydi.
‘’Soğuk gecede sıcaklık‘’
Belki de Türk Futbolu’nda bugün fırtınalar koparacak olan malum iddianame birkaç gün önce açıklanmış olsaydı, oynanıp oynanmayacağı konusunda kafalarda soru işareti olan bir maça yorumlama amaçlı motive olmak kolay değil. Üstelik malum yasanın veto edildiği haberi de aynı saatlerde gelince gerisini düşünün.
Neyse ki, hem iddianamenin bugün açıklanacağı, hem de vetoya ilişkin haberler maçın başlamasına yakın zamanlara denk düştü de, bu durum teknik adam ve futbolcuların motivasyonuna etki etmedi. Bunu maç boyu hissettik. İki takım da, soğuk bir Sivas gecesinde, futbolun gereklerini çaplarınca yerine getirmeye çalıştılar ve futbol sıcaklığıyla izleyenleri ısıttılar! Özellikle ev sahibi ekip, aklı Lille’de olduğu her halinden belli rakibi karşısında genel olarak üstünlük kuran taraf oldu. Yanı sıra bulduğu bolca pozisyon, Trabzonspor adına Çarşamba öncesi SOS verdi. Mesaj bir anlamda şuydu: Biz kaçırdık ama Lille affetmeyebilir!
Futbol her daim sürprizlere gebedir. Zaten dünyanın büyük çoğunluğunda en popüler spor dallarından biri olmasının nedeni de bu. Dün gece, bunun bir örneği: Sivaspor, çok ciddi fırsatları cömertçe harcadığı karşılaşmada golü, Tolga’yı kontripiyede bırakan bir pozisyonda buldu. Bu sıralarda tribünlerle diyaloğu nedeniyle sinirlenerek takımını bir kişi eksik bırakan Burak faktörünü de etkisiz hale getirmişti. Ama bu boşluğu Borjan’dan seken topa yetişen Henrique doldurunca yapacak bir şey kalmadı. Sürprizler de bundan sonra yaşandı. Borjan kariyerinde belki de bir daha yapmayacağı hatayla Volkan’a, Trabzonspor’un iki savunmacısı ve kalecisi, çok uygun durumda aralarına sızacak Erman’dan sonra bir oyuncuya asla o golleri yaptırmazlar. Bütün bunlar Sivasspor’un rahat kazanabileceği izlenimi oluşan maçta yenik duruma düştükten sonra beraberliğe sevinir duruma gelmesine neden olan faktörlerdi. Böyle bir şey işte futbol!
‘’Renkli gece!‘’
Pozisyonsa pozisyon, her iki yarıda da, her iki kalede de bolca. Gol ise penaltıdan da olsa var. Futbolu keyifli kılan bütün unsurların var olduğu geceye renk katan unsurları, iki takımın da oyunu güzelleştirme çabaları yarattı. Yani zorluk düzeyi yüksek, denk güçlerin sahne aldığı bu tür maçların o bildiğimiz ve maalesef alışık olduğumuz, “Önce rakibini oyunu bozmak, sonra da fırsat kollamak” türünden bir oyun olmadı yani. Böyle bir anlayışı benimsemek için iki tarafından tutarlı sayılabilecek gerekçeleri varken üstelik. Trabzon’un mazereti 3 gün önceki Avrupa’nın devlerinden İnter’le oynadığı ve olağanüstü efor sarfettiği maçın dün geceye fiziksel açıdan olumsuz yansıması. Beşiktaş da Avni Aker Sendromu, rakip saha ve seyirci dezavantajının arkasına sığınması falan gibi. Ama sadece futbolu düşünerek iki taraf da alkışı hak etti. Bu noktada “Kaybedene yazık olurdu!” gibi bir maç sonu modu kafalarda oluşmaya başladığı anda “Ama Beşiktaş da bunu hak etmedi!” diyemeyeceğimiz gerçeğin nedenlerine bakalım... Burak, ilk yarıda beklediği topları hiç alamadı. 2. yarıda 3 kez savunmanın arkasında topla buluşturuldu, vuruşları kötü oldu. Yani “Burak gerçeğine” Beşiktaş değil, kendi engel oldu. Colman Zokora ikilisinin uyumu tavan yaptı, Alanzinho kendilerine ayak uydurmadı, ilk yarı bu nedenle boşa geçti. Tolga, bire birde Quaresma’ya 3 kez gol şansı vermedi, ama uzaktan atılan iki şutu da elinden kaçırdı, ikincisinin faturası ağır oldu, penaltı, Celustka’ya kırmızı kart ve gol. Burada ilk şutu atan Hilbert’in 40 metre top sürmesine seyirci kalan orta alan ve savunmaya da dikkat çekmek gerek.
..Ve final: Genel olarak kötü maç yöneten Fırat Aydınus’un en doğru kararı penaltı ve kırmızı kart. Uzatmalarda Egemen’in artistliğine kurban gidip Sivok’un topu kendi ağlarına gönderdiği pozisyona faul çalması, maçın skorunu hakem kararının belirlemesine yol açtı. Sonuçta bu hata; “Trabzonspor’a yazık oldu” dedirtti, özetle.
Ergun Ata
‘’Bu kez durum farklı!‘’
Özellikle Şampiyonlar Ligi gibi heyecan ve zorluk derecesi tavan yapmış bir maçtan sonra bu yıpranma daha da büyür. Lige konsantre olmak zorlaşır. Bu durum sadece futbolu gelişmemiş ülkelerde değil, aynı sorun çok kaliteli liglerde de yaşanır. Bu tür maçların hem öncesi hem de sonrasında sürpriz sonuçlar sıkça meydana gelir. Kadro zenginliğine sahip takımlarda teknik adamların bu sorunu rotasyonla aşma çabası vardır. Ama bunun da farklı sakıncaları söz konusudur. Bu nedenle her zaman olumlu sonuç vermez.
Bu sezon Şampiyonlar Ligi’nde ülkemizi temsil eden Trabzonspor da, bu sorunu sıkça yaşayan ekiplerimizden biri. İnter karşısında son yılların en iyi futbolunu oynadığı son karşılaşmaya mükemmel odaklandılar. Karşılığını da skor olarak tam olmasa da, futbol olarak fazlasıyla aldılar.
Şimdi soru şu: 5 gün sonra Beşiktaş maçına da aynı şekilde motive olabilecekler mi? Bu kez durum farklı! Karşılaşacağı takım Beşiktaş değil de, ezeli rekabet kategorisinde yer almayan ya da puan cetvelinin altlarında bulunan bir takım olsaydı, Trabzonspor’un işi çok zordu. Zira, mental yorgunluğa, “nasıl olsa yeneriz” düşüncesi eklenebilirdi. Bu da Bordo-Mavili oyuncuların en büyük rakibi olacaktı. Sürprizler böyle doğuyor işte. Ancak rakip Beşiktaş ve Trabzonspor için böyle bir sorun gündemde değil.
Motivasyon sorununun yaşanmayacağını düşündüğümüz bu maç için 5 günlük süre fiziksel olarak toparlanmak açısından da yeterli. Uzmanların ifadesiyle bu zaman içinde “karbonhidrat depoları rahatlıkla dolar.” Dolayısıyla İnter maçı kadar olmasa bile Beşiktaş’a karşı da aynı motivasyonla çıkacak. Bu maçta Trabzonspor için takımın motivasyonundan daha ziyade taraftarın pozisyonu önemli. Eğer taraftarı İnter maçındaki havasını yakalarsa Bordo-Mavililer için bu durum artı avantaj sağlar. Yok, eğer taraftar Antalyaspor ve Büyükşehir maçındaki konumuna dönerse oyuncular da buna uyar ki, işte o zaman takım için istenmeyen sonuç ortaya çıkabilir.
Gelelim bu maç öncesi en hassas ayrıntıya: Beşiktaş Teknik Direktörü Carvalhal’in bu maçı izlemesi belki de kendi aleyhine oldu. Çünkü Trabzonspor, son yıllarda evinde bu kadar iyi futbol oynamadı. Dolayısıyla bu durum Portekizli teknik adamın daha çok tedbir almasına ve oyunu daha çok kendi yarı alanında kabul etmesine yol açar. Ancak, Beşiktaş savunmada zayıf, hücum oynadığında etkili olabilen bir takım. Bu da Trabzonspor’un avantajı olur.
‘’Kötü skor değil!‘’
Bu durumda Trabzonspor’a puan, daha doğrusu puanlar gerektiği için gücünü ve futbolcularının bireysel yeteneklerini olabildiğince sahaya yansıtması gerekiyordu. Bu faktörler ortaya, maç öncesindeki öngörülerin aksine, pozisyonu bol, heyecanlı ve seyir zevki yüksek bir futbol çıkardı. Trabzonspor özellikle ilk yarıda bu turnuvadaki en iyi oyunu sergiledi. Bir ara kısa süreli de olsa yenik duruma düşmesine karşın, Avrupai bir anlayışla skordan etkilenmeyip başladığı gibi maçı sürdürdü ve bunun karşılığını almakta gecikmedi, hem de Halil’in muhteşem vuruşuyla. Eşitlik golünün sağladığı moral motivasyon ve kötü başlayan Alanzinho’nun toparlanmasının yanı sıra bu maçın en çok çalışanı konumundaki Colman’ın orta alanda ağırlığını koyması, topun daha çok Bordo- Mavililer’de kalmasını sağladı. Ancak bu durum rakip kalede pozisyon zenginliği yaratacak düzeye ulaşmadı. Yine de Alanzinho ve Burak’la Cesar’da kalan fırsatlar tribünleri heyecanlandırdı. Tıptı Zarate’nin Tolga engeline takıldığı pozisyonda olduğu gibi. İlk 10 dakikalık bölümünde karşılıklı ikişer pozisyonun rakip kalelerde yaşandığı 2. yarıda Şenol Güneş’in Serkan-Adrian değişikliğiyle müdahalesinin adını biz, “Bu maçı mutlak kazanmayı amaçlama” olarak koyduk. Nitekim Adrian, direk talihsizliği yaşamasa amaç hasıl oluyordu da. CSKA maçındaki gibi direğin galibiyeti engellediği bu maçtaki oyuna beraberlik tabii ki üzücü bir skor ancak, teselli edici kuvvetli yönleri var. 1- CSKA maçında olası İnter galibiyetiyle Avrupa Ligi garanti. 2- Fransa’da bir beraberlik bile, gruptan ikinci çıkma şansını da öyle böyle değil, bayağı artırdı.
‘’Giray-Moritz adaleti!‘’
İki beki de kulvarlarını yol geçen hanı yapmış, özellikle Cech’in tarafı. Erhan ve Yahia belki de ilk kez bu kadar rahat oynamıştır. Stoperler, başta bir iki kez ayağa denediler, baktılar ki olmuyor, sonrasında her rakip atakta topu rasgele uzaklaştırdılar. Doğal olarak bunların her biri yeni atak olarak geri döndü. İki ön libero da evler şenlik. İnanılmaz yüksek top kaybıyla oynadılar. E böyle bir takımın geri kalanını saymaya gerek var mı?
Mersin İdmanyurdu karşısında özellikle ilk yarıdaki konumu bu olan Trabzonspor, bu durumun kaçınılmaz sonucu rakibine dirençte zorlandı. Tolga’ya kadar direnemedi daha doğrusu. Moritz’e iki kez geçit vermeyen deneyimli kaleci, bu pozisyonlarda gemisini kurtaran kaptan oldu.
Aynı Trabzonspor bu yarıda rakip kalede varlığını ilk kez 25. dakikada o da Burak’ın dağlara taşlara vuruşuyla hissettirdi. Burak demişken, beklediği pasların ilkini 30. dakikada bulabildi, onda da İbrahim Kaş kendinden çabuk davrandı. Bu yarının sonlarında yine Burak ve Alanzinho’nun rakip kaleyi yine kötü ve cılız vuruşlarla yoklayışları vardı o kadar.
Şenol Güneş 2. yarıya başlarken ve 63. dakikada oyuna iki kez çok ciddi müdahale yaptı. Önce Serkan’ı geri çekti, Alanzinho’yu önüne koydu, Celutska’yı solbeke, Cech’i de ileri. Böylece rakibin geçiş yolları tıkanma hedeflendi, amaca ulaşılınca da hücum zenginliğini artırma amaçlı Adrian ve Henrique ikilisi sahaya sürüldü. Nurullah Sağlam ’ın hesabı Trabzonspor’un giderek risk alacağı olasılığına yönelikti ve çabuk adam Enduka’yı öne koydu.
Ancak ilginçtir, oyunun gidişatını bütün bu müdahaleler değil, pozisyon bile denemeyecek anlarda farklı kalelerdeki karşılıklı iki büyük hata iki kez değiştirdi. El kol karışımlı hakem yanlışlı köşe atışında ters vuruşla Giray, Moritz’in 3 kez yapamadığını gerçekleştirdi. Aynı Moritz de Tolga’yı değil kendi kalecisini avladı.
Giray ve Moritz belki talihsizlerdi ama maçın hakkını verdiler! Tipik bir beraberlik maçıydı, kaybedene yazık olurdu zaten.