‘’Transferde devrim!‘’
Şike Davası’nın gölgesinde kalan transferde kurumsallaşmaya yönelik bu çalışmayla Trabzonspor’da geç kalınmış bir kararın hayata geçirilmesi için küçük pürüzlerin giderilmesine çalışılıyor.
Yönetim Kurulu ve Teknik Direktörün devrettiği yetkilerle oluşturulacak bu müessese, Türkiye’de bir anlamda ilk olacak. Eğer bu müesseseye, ülkemizde yaygın olan, “Adama iş!” anlayışıyla değil de, “İşe uygun adam” mantığıyla hareket edilerek atamalar yapılırsa devrim gerçekleşecek ve amacına ulaşacak.
Arkasında çok güçlü taraftar desteği olsa da bu durumu bütçesine katkı olarak yansıtamayan kulüpler, ekonomisi güçlü rakipleriyle mücadelesini eşit koşullarda sürdürmek istiyorsa, kaynaklarını çok dikkatli kullanmalı. Giderlerini kontrol etmeli, eş-dost önerili ya da baskılı gereksiz istihdamdan kurtulmalı. Bütün bunlardan yapılacak tasarrufun tamamının bir yanlış transferin yanında devede kulak örneği kalacağı gerçeği, Trabzonspor’da oluşturulmaya çalışılan müessesenin önemini tek başına anlatmaya yeter. Eğer bu hamle gerçekleştirilir de oluşturulan müessesenin başına doğru atama yapılırsa Trabzonspor’un yakın geçmişte, gerek yanlış tercihler gerekse doğru tercihlerin yanlış kullanımı nedeniyle transfere dayalı uğradığı ekonomik kayıplar artık söz konusu ya da en azından o boyutta olmayacak. Ciddi yatırımların ardından hatırı sayılı piyasa yapan futbolcular bedelsiz, ellerini kollarını sallayarak kurumdan ayrılamayacak, en azından bu fırsatı elde etme aşamasına gelemeyecek.
Örneğin bir “Burak Vaka”sı daha yaşanmayacak. Bir haftadır yeni sezon hazırlıklarını sürdüren ve Süper Lig’in gol kralının kadrosunda yer alıp almayacağını bu tarih itibarıyla bilemeyen teknik direktörü, benzer anlaşmalar yapılan diğer futbolcular için, kadrosunu oluşturma aşamasından sonra, “Acaba sözleşmesinde yazan parayı ödeyen bir kulüp çıkar da gider mi?” kaygısı yaşamayacak.
Varsayalım ki benzer hatalar bu müessesenin varlığında da oldu; en azından o zaman bunun hesabının sorulacağı bedel ödeyecek bir profesyonel muhatap bulunacak.
‘’Doğru hamleler‘’
Şu ana kadar imza aşamasına getirilen çalışmalar ve transferle ilgili olarak, kulübe yakın kaynaklardan sızan bilgilere göre yönetim, maliyet-fayda dengesini önkoşul olarak gözetiyor. Örneğin, 31 yaşındaki oyuncuya 5 milyon bonservis, bir milyon menajer bedeli ödeyip de üstüne 4 yıllık sözleşme yapma gibi yanlışın içine girmeyecek belli ki.
Bu maliyetten her fırsatta yakınan Şenol Güneş’in tavrı net: Trabzonspor’un bütçesi söz konusu olduğunda asla profesyonelce davranmıyor. Bir teknik adam herhangi bir kulüpten teklif aldığında kendi alacağı para kadar, iyi ve geniş kadro, bunun için de transfer ister. Bütün bunlar, sözleşme uzatmak ya da kalmak için de geçerli koşullar. Taraftar da böyle ister.. Ama Şenol Güneş-Trabzonspor ilişkisinde söz konusu olmayan bu durum, taraftarın beklentileriyle çelişse de ekonomik gerçekler bunu zorunlu kılıyor.
Bazı kesimler genel olarak ülkede, özelde de Trabzonspor’un transferdeki hareketsizliğini Şike Operasyonu’na yönelik UEFA’nın, giderek azalan olasılıkla Türkiye’ye uygulayacağı ambargo endişesine bağlasa da, sorun tümüyle ekonomik. Bu nedenle Şener, Şakar ve Güneş üçlüsü masaya en son, kulübün giderek yükselen borç miktarını ve UEFA’nın kısıtlama koyduğu Süper Lig Kulüplerini hafızalarından çıkarmayarak oturdular.
Güneş’in tavrıyla rahatlayan yönetim de, taraftara hoş gelecek hamlelerden ziyade, bazı mevkilerde alternatif sayısını artırma çabası gösteriyor. Sol Bamba, Glowacki boşluğuna yönelik transfer. Yasin geçen sezon çıkış yapan Almanya alt yapılı, hücuma yönelik iyi bir kumaş. Emre için gelecek hesabı var.
Gündemdekilerden Serdar Kurtuluş, sağ bekte sorunu çözer. Çift yönlü orta alan oyuncusu Alper, Süper Lig’de ikinci Selçuk olur. Doğru hamleler yapılmış. Bunların dışında bir stoper ve önde Burak giderse iki, kalırsa bir isim arayışını da bonservis, menajer ücretlerinde “uçulmaması” halinde doğru hamlelerin içinde tutarız.
‘’Müdahil kazanım!‘’
Fenerbahçe’nin Trabzonspor’un kazanımlarını görerek benzer adımı atmasıyla iki taraf da, büyük olasılıkla 25 Haziran’da açıklanacak kararı beğenmedikleri takdirde temyiz ve davanın sonucuna göre uğradıkları zararın tazmini gibi yasal hakları elde edecekler. Ancak olayın Trabzonspor boyutunda, davanın seyrini değiştiren avantajlar elde edildiğine tanık olduk.
Şöyle ki:
1- Aylardır süren sessizliğin ardından camiada oluşan, “Acaba Trabzonspor da kıyısından köşesinden bu işe bulaşmış mıdır?” kaygıları ortadan kaldırıldı.
2- Trabzonsporlu hukukçuların müdahil olunmasına yönelik ısrarlı talepleri geç karşılansa da, çapraz sorguların gerçekleştirildiği duruşmalarda Trabzonspor’u ve Trabzonsporlu yöneticileri savunan avukatların talebiyle, dikkat
edilmesi, delil olarak değerlendirilmesi gereken tapeler yeniden anımsatıldı. Böylece dosyada önemli delil teşkil eden görüşmeler bir kez daha gündeme getirildi ve tutuklu tutuksuz muhataplarının bunlarla yüzleştirilmesi sağlandı. (Burada Kulüp Avukatı Nusret Yılmaz ve gönüllü katkı veren Atilla Dilaver ile Av. Hakan Orhan’ın çabalarının altını özellikle çizelim. Zira karar; onların çalışmalarıyla tekrar gündeme getirilen tapelere, delillere ve mahkeme sürecinde sanık ve tanıkların ifadelerine göre verilecek.)
3-Müdahil olma kararıyla, daha önceki duruşmalarda tek taraflı savunmayla ortamın adeta, “meydan okuma” konumunun engellenmesi sağlandı. (Kaldı ki, Trabzonspor yönetimine yönelik “müdahil olunması” yolundaki kamuoyu baskısını bu meydan okumalar artırdı.)
Son duruşmaların ardından, medyaya yansıyan çapraz sorgulama beyanları ve hukukçu dostların değerlendirmelerine göre, Trabzonspor adına tutuksuz olarak duruşmalarda sorgulananların tek çabası, başkalarını suçlamak yerine, kendilerine yönelik suçlamaların dayanaktan yoksun olduğunu kanıtlamayla sınırlı kaldı. “Ben kirli değilim” demek ve bunu kanıtlamaya çalışmakla, “Ama onlar da kirli” demek arasındaki fark, bu duruşmalarda böylece ortaya çıktı. Gelinen noktada, 4 kişinin “Şike” yapmakla suçlanıp ceza almalarının talep edildiği bir maçla ilgili Sadri Şener’in “Teşvik girişimi” suçlamasıyla muhatap olması kafalarda soru işaretleri uyandırdı. Bu da Şener’e yapılan ve giderileceğine dair inancın yüksek olduğu bir haksızlık olarak hafızalarda
yer aldı.
‘’Umut var!‘’
Üstelik rakip öyle sıradan değil, Avrupa Futbol Şampiyonası için hedefleri büyük olan bir takım iken... Öyle tempolu bir maç oldu. Her ne kadar oyunu kontrol eden taraf genellikle Portekiz gibi gözükse de dakikalar ilerledikçe oyunda dengeyi kuran Türkiye, pozisyon üretimi açısından ev sahibi ekipten hiç de geri kalmadı. En az kalesinde yaşadığı kadar rakip kalede pozisyon ve iki de gol buldu. Nani’nin golünden sonra başlayan oyuncu deği∫iklikleri ve hakemin Arda’ya ilk, Burak’a da ikinci sarı kartı göstermemekteki toleranslarının bile ‘hazırlık maçı’ moduna sokamadığı karşılaşmanın son bölümünde yediği baskı dışında, böylesi güçlü bir rakip karşısındaki performansıyla da Türkiye, Dünya Kupası Grup Elemeleri için umut verdi. Hal böyleyken bu maçın ayrıntı olabilecek bir özelliği de, farklı formalar giyen iki önemli golcünün futbol karakterlerini sahaya ne ölçüde yansıtacağı konusuydu tabii ki. Ronaldo, sadece futbolu düşünen sakin ama hırslı görüntüsüyle, ceza alanına yakın bölgelerde sık sık serbest atış kullandı. Ne bunlarda, ne özellikle ilk yarının sonundaki olmak üzere Volkan’la kar∫ı kar∫ıya kaldığı anlarda ve ne de penaltı atı∫ında, bildik Ronaldo vuru∫larını yapamadı. Burak ise gerilerden atılan topla iki kez bulu∫tu, güçsüz kaldı, cılız vurdu. Bu maçta Umut’a asistle yetinmek zorunda kaldı ve maça damgasını vuran oyuncu da böyleceortaya çıktı: Umut. Hem Sercan’ın hem de Burak’ın paslarında gol vuruşları ve Pepe’ye kendi kalesine gol attırdığı şutu gerçekten de ustacaydı ve ‘maçın adamı’ sıfatını tartışmasız hak etti. Bu noktada Ronaldo’nun penaltısını kurtaran kaleci Volkan’ın da hakkını teslim etmek gerek.
‘’Kısa tatilin önemi!‘’
Yeni bir transfer sezonuna doğru girilirken Trabzonspor’da gözler kadronun nasıl şekilleneceği yönünde kilitlenmiş durumda. Bu aşamada teknik direktör Şenol Güneş’in yapının içerisinde olup olmayacağı henüz tam olarak netlik kazanmasa da, yönetimin transfer hamleleri de merakla bekleniyor. Son yılların transferde en hovarda kulübü görüntüsündeki Bordo-Mavililer’in yeni sezona hangi kadro yapısıyla hazırlanacağının şifrelerini, gündeme yansıyan gelişmelerle yorumlamak da pek zor olmasa gerek.
Öncelikle ve özellikle yabancı oyuncu sayısında ciddi şişkinlik söz konusu olduğunu belirtelim. Glowacki’nin gidişi bir azalma yaratsa da Brozekler’in durumu, Henrique ve Adrian’ın tam anlamıyla beklenen çizgiyi yakalayamamaları, Sapara’nın ne olacağının belirsizliği atıl yabancı sayısını ister istemez fazlalaştırıyor. Şu anda öne çıkan görüntü, özellikle kadrodaki yerli alternatifleri fazlalaştırmak yönünde. Bu amaca yönelik ilk transfer Yasin oldu. Alper’in üzerinde ısrarla duruluyor. Yine Ege’den birkaç genç ama gelecek vadeden ismin transferine çalışılıyor. Söz konusu transfer felsefesinin ana dayanak noktasının, Şenol Güneş’in geçen sezon yakındığı sayısal anlamda yerli yetersizliğinin ortadan kaldırılması çabası olduğunu yorumlamak, yanlış değil kuşkusuz.
Yönetimin, oyuncularla ilgilenirken üzerinde durduğu önemli konulardan birinin de maliyetleri olması, burada da bir Şenol Güneş izine rastladığımızı gösteriyor.
Başkan Sadri Şener ve Asbaşkan Nevzat Şakar’ın Güneş’le yapılan zirvenin ardından, “Transferle ilgili düşüncelerini aldık” şeklindeki açıklamaları, bu harekat planını doğrular bir mesaj olarak algılanmalıdır.
Geriye kaldı bu mesajların; “Kore’ye gitsin dönsün” bölümüne ki işin en kritik aşaması da kuşkusuz burası olacak.
Eğer Güneş, Kore’den dinlenmiş (!) dönerse camia rahat bir nefes alacak ve belirsizlikten kurtulacak ama eğer bu yorgunluk (!) sürerse üzerinde tartışılacak yeni gündemler kafaları daha çok meşgul edecek... Ne diyelim; ‘inşallah tatil iyi gelir’...
‘’Güneş'i anlamak!‘’
Belli ki Güneş’in önümüzdeki sürece yönelik işleyişte yaşanması muhtemel aksaklıklar konusunda endişeleri mevcut.
Camianın bütününde “Şampiyon olduğu ” kabul edilen kadrodan direkt oynayanların çoğunlukta olduğu 8 futbolcuyla, şu ya da bu nedenle yolların ayrılması gibi bir gerçeğin yaşandığı geçen sezonun sancıları tam giderilememişken yaklaşan transfer dönemi, sanıyoruz bu endişelerin yoğunlaşmasında temel etken konumunda. Zira geçen dönemde gidenleri bir kenara bıraktık, gelen yabancı oyuncular konusunda izlenen politika ve maliyet yükü, tecrübeli teknik adamın kafasındaki soru işaretlerini artırıyor olmalı.
İşin maliyet tarafı yönetimin sorunu gibi görünse de büyük meblağlı sözleşmelerin yaratacağı ekonomik baskı, tüm takımın gelir gider dengesini bozacağından Şenol Güneş mutlaka bunun hesabını yapıyordur.
Bizce Güneş’in kafasını kurcalayan bir diğer konu ise işleyişle ilgili... Geçen sezon bir ara yetkilerini devretmeyi düşünen ancak uygulamada bunun faydasını göremeyerek yeniden ipleri eline alan teknik adam, bazı değişiklikler düşünüyor olabilir. Ancak belki daha önce de birlikte görev yaptığı yakın çalışma arkadaşlarını kırmak istemediğinden, belki yerlerine daha iyilerini bulamayacağı endişesinden, Güneş bu noktada tereddütler yaşıyorsa, bunların da aşılması gerekli.
Kuşkusuz geçen 2 sezonun yorgunluğu ve sinirleri yıpratan özelliği de cabası...
Gelinen aşamada belli ki süreç Sadri Şener’le Şenol Güneş’in yapacağı toplantıda netlik kazanacak. Eğer yönetim ayağı Güneş’in endişelerini ortadan kaldıracak güveni ve güvenceyi verirse, sanırız bu birliktelik bozulmaz.
Zira Şenol Güneş’in yıllar içinde önem verdiği prensiplerinden birisi de sözleşme süresinin sonuna kadar görevde kalmaya azami özen gösterme gayretidir.
Bu pencereden bakıldığında bizce top Güneş’ten çok yönetimde... Kendisine, taşımadığını hissettiği sağlık ve enerjiyi, sadece, o açıklamasında net bir biçimde ifade ettiği üzere “bağlı olduğu” Başkan ve yönetim sağlayabilir.
‘’Klasik tablo!‘’
İki takım da birbirlerinin hatalarını bekleyip, hedefe ulaşma düşüncesinde değil, kendi oyunlarını sahaya yansıtıp sonuç üretme gayreti içinde oldular. Erken gol bulan Akhisarspor’da kaleci Oğuz’un, daha maçın başlarında gereksiz zaman çalma çabaları dışında, bütün futbolcular karşılaşmanın keyifle izlenmesine katkı vermeye çalıştı. İki takımdan birine yazık olacaktı, Akhisarspor güldü. Maç sonu yaşananlar da Türk Futbolu’nun klasiği oldu.
Rizespor, ev sahibi olmanın avantajıyla yıllardır görmediği boyutta coşkulu taraftar desteğiyle başladığı maçın ilk dakikalarında kalesinde şok gol gördü. Ama hiç panik yapmadan ve iki kez sevincini dahi yaşadıkları pozisyonlara haklı olarak ‘ofsayt’ kararı çıkmasına olağanüstü tepki veren tribün öfkesinin etkisinde kalmadan, oyun disiplinini kaybetmedi. Semeresini de ilk yarının sonlarına yaklaşılırken penaltı golüyle aldı..
2. yarının ilk bölümünde iki takım da öne geçme fırsatı yakaladı. Beraberliğin yettiği Akhisarspor’un, oyunu yarı alanında kabul ederek, çabuk çıkmayı tercih ettiği, Rizespor’un da risk aldığı son bölümde de planları tutan konuk ekip, Süper Lig’e galibiyetle çıktı.
‘’İnfaz!‘’
Zokora’nın Emre’ye tekmesi de, Trabzonspor taraftarının malum olaylarla infazı gerçekleştirme çabaları da bu durumun sonucu. Tıpkı Burak’ın devre bitiminde yanından geçerken kendisine söylediği (her neyse) sözler üzerine gidip Ernst’i itmesi, bu oyuncunun da olanca kurnazlığıyla ve bir sol kroşe yemiş edasıyla acıyla kıvranıp, rakibine kırmızı kart göstertmesi gibi. İkisi de infaz amaçlı hareket, Burak’ınki tıpkı hakem ve yardımcısının ortak kararı gibi acemice, Ernst’inki diğeri profesyonelce.
İlk yarısı dengede geçen bir maç oldu, iki takımın Süper Final’deki son maçları. Bordo Mavililer, kendilerine beraberliğin de yeteceği gerçeğine karşın sürekli kendilerini rahatlatacak bir gol arayışında oldular. Pozisyon açısından kısır geçen ilk yarıda iki kez bu fırsatı buldularsa da, skor üretemediler.
Süper Lig’in gol kralının yokluğuyla ve rakibin bir eksik kalmasıyla ikinci yarıya daha bir iştahla başlayan Beşiktaş, bölüm bölüm oyununu kabul ettirdi ve daha sık Trabzonspor kalesinde gözüktü. Etkili pozisyonlar üretemese de, ceza alanındaki varlığıyla rakibini rahatsız etti. Golü de, ilk yarıda Colman ’ın bileğine bilerek ve isteyerek bastığı pozisyondan sarı kart dahi görmeden kurtularak oyunda kalmayı başaran Holosko’yla buldu. Sonrasında da Burak’ın yokluğunda gamsız Henrique’li rakibinin gol artma zorluğunu görerek ve de Fırat Aydınus’un engin hoşgörüsüne sığınarak, tempoyu düşürüp oyunu kontrolünde sürdürmeyi tercih etti. Amacına böyle ulaşmaya çalıştı. Ama bir ölü top organizasyonunda Olcan’ın “infazını” hesap etmemenin bedelini ağır ödedi.