‘’Maça doğru!‘’
Sadece iki gün sonra yeni sezonun şampiyonunu, yarın akşam da UEFA alırsa, Avrupa Ligi için ilk yolcuyu belirleyecek iki kritik maç var. Ama gazetelerin spor sayfalarıyla, televizyonların spor programlarının ana konusu şike, şikenin sözde ve gerçek mağdurları ve hiçbir sporseverin asla onaylamayacağı tribün terörü. Baydı bu konular oysaki! Futbolsever, artık sadece oyunun konuşulmasını istiyor. Etik Kurulu’nun dün bazı yayın organlarında kamuoyunun dikkatlerine sunulan bir ve ikinci raporları arasındaki 180 derecelik
farkı kurul üyelerinin vicdanına bırakalım...
P F D K ’ d a , gerçekten formasının çıkarttığına yürekteninandığımız Av. Yusuf Reha Alp’in kararlara sadece hukuki dayanaklı muhalefetini takdir edelim... Trabzonspor camiasının, benzer tavrı, şike
operasyonuyla “şaibeli” olduğu en azından vicdanlarda kabul edilen Süper Lig’in geçen sezonunun
tesciline, koyduğu muhalefet şerhi görmezden gelinen dönemin TFF Yöneticisi Süleyman Atal’ın yürekli kararının hakkını bir kez daha vererek, biz futbola yönelelim. Sözünü ettiğimiz iki maçtan ilki yarın akşam Beşiktaş işe Trabzonspor arasında oynanacak. Bu tür maçlarda kadro gücü ya da zafiyetlerinden ve hangi futbolcuların oynayı poynamayacağından daha önemli olan konu motivasyon unsurudur. Bunun son örneği Trabzonspor ve Fenerbahçe’nin son üç maçında saklı. Fenerbahçe iyi motive olduğu Galatasaray’ı yenmiş, Beşiktaş’a karşı rehavetin bedelini ağır ödeyerek kendine gelmiş ve Avni Aker’in malum ortamında da kazanmayı bilmişti. Avni Aker’de Galatasaray’dan fark yiyen Trabzonspor ise Arena’da bu yenilginin hırsıyla 3 gün sonra galibiyeti kaçırmıştı. Fenerbahçe yenilgisinin nedenini motivasyon faktörüne bağlamayacağız. Şimdi Arena’da son 10 dakikada olağanüstü performans gösteren Beşiktaş ile Trabzonspor karşılaşacak. Beraberliğin yeteceği Trabzon açısından bir hüsran sonrası bunu başarmak,
dış dünyaya tamamen kapandığı 3 günden beri teknik kadro ve futbolcuların bu maça ne derece yoğunlaştıklarıyla direkt ilintili. Motivasyon derecesi de bu maç için belirleyici rol. Bazen kontrol edilemeyen
hırs, son Fenerbahçe maçında olduğu gibi hayal kırıklığı da yaşatabilir, Bordo-Mavililer’in en çok dikkat etmesi gereken nokta da budur.
‘’Dünyanın sonu değil işte!‘’
Aklı başında hiçbir “futbol ve Trabzonsporsever’in” onaylamayacağı olayların damgasını vurduğu karşılaşmada, futbola daha çok yoğunlaşan Fenerbahçe istediğini hak ederek elde etti. Trabzonspor ise üçüncülüğü garantileme şansından olmakla kalmadı, “adalet isteyen” taraftarının bunu tribün terörü yoluyla gerçekleştirme girişimleri nedeniyle gelecek sezon için şimdiden bedel ödemek zorunda kaldı.
Karşılaşmaya çok etkili başlayan Fenerbahçe ’nin golü, top, neredeyse daha Trabzonsporlu oyuncuların ayaklarına değmeden Tahkim torpiliyle bu maçta oynama şansını bulan Emre’nin akıl dolu vuruşuyla geldi. O ana kadar maçta, kendi takımlarına, rakibe yönelik çirkin tezahüratıyla destek (!) veren taraftarın fiili müdahaleleriyle, başkanın kaygılandığı “dünyanın sonu ” sinyalleri verilmeye başlandı. Kendi oyuncularının futbola yoğunlaşma çabalarına engel olan tribünler, ilk yarım saat bittiği dakikalarda gelen 2. golle de, neredeyse maçı, “bitme aşamasına” getirdi. Fenerbahçe’nin Emre’yle profesyonelce ve tahrikle yönettiği bu krizden yararlanma anlarında M. Kamil Abitoğlu ’nun, tribünlere ve Colman’ın iki ayrı meslektaşına yönelik kasti tekmelerine hoşgörüsünün nedeni, bu sonu engellemeye yönelikti.
Trabzonspor ’un kin ve nefretlerinin esiri olan tribünlerinin durduğu birkaç dakikalık bölümde futbol oynayıp, golü bularak umutlanmasının hemen ardından Zokora ’nın Emre ’ye “intikam tekmesi” geldi. Yeniden başa dönüldü!
2. yarının görüntüsü de pek farklı olmadı. Yine tribün baskısı, 58. dakikada yine oyunu durduran anlaşılması güç protestolar derken 61. dakikaya gelindi. Maç öncesi “protesto eylem planına ” göre tribün terk etme beklentisi de gerçekleşmeyince, yenilgi neredeyse kaçınılmaz oldu.
Şenol Güneş ’in çaresizce tribünleri sakinleştirme çabalarından fırsat buldukça takımına yoğunlaşarak yaptığı en azından maçı berabere bitirme amaçlı çabaları da doğal olarak “risk almaya” yönelik oldu. Bu fırsat birkaç kez geldi de. Ama bir kısmında şansızlık, bazılarında de beceriksizlik buna engel oldu. Son sözü de beraberlik umutlarının tavan yaptığı son dakikada abartılı riskin sonucu Baroni söyledi.
Trabzonspor kaybetti ve yaşıyoruz işte, bir “anlama özürlü!” olarak da diyoruz ki, “Dünyanın sonu” gelmedi!
‘’4 günlük fark!‘’
Trabzon’da sadece 4 gün önce oynanan maçın dün akşama yansıması, her iki yarıda da farklı oldu.
İlk yarıda Trabzonspor daha bir kontrollü, orta alanda Selçuk-Emre-Engin üçlüsüne ve gerilerden çıkan ilk maçın önemli ismi Eboue’ye “adam adama” dedirtebilecek yakın markajlı bir anlayışla oynadı. Böylece rakibin pas trafiği engellendi.
İlk maçtaki oyun ve skorun, dolayısıyla da Bordo-Mavili takımdaki teslimiyetin Galatasaray’ı bir nebze de olsa, “Kolay kazanırız” moduna sokması, Sarı-Kırmızılılar’da bir rehavet görüntüsü verdi. Buna rağmen oyunun kontrolünü elinde bulunduran Galatasaray’da ilk maçta bir an önce sonuç elde etme amaçlı çabaların yerini “fantastik hareketler” alınca Trabzonspor’un işi kolaylaştı. İlk yarının son çeyreğinde yoğunlaşan bu durum top kaybını artırdı, Trabzonspor’a birkaç kez rakibi az adamla yakalayıp çabuk çıkma şansı doğurdu. Bu ataklar genelde “panik ortamında” kullanılınca son dakikada Burak’ın karşı karşıya kaldığı Muslera’ya topu teslim etmesi dışında fazla tehlike olamadan son buldu.
İkinci yarıda, çok ciddi pozisyonlar üretemese de sahada oyununu rakibine kabul ettiren bir Trabzonspor vardı. Bu maçı kazanamadığı takdirde liderliği kaptırma tehlikesi olan Galatasaray, sinir bozucu sakinlikte, kazandığı bütün topları kontrollü kullanan konuk ekip karşısında zaman geçtikçe oyun disiplininden kopup risk almaya başladı. Bu durum sadece rakibinin daha net fırsatlar elde etmesini sağladı. Yine son dakikalarda, yine Burak’ın ve yine karşısında gördüğü Muslera’ya topu teslim etmesi, Tolga Özkalfa’nın abartılı verdiği 5 dakikalık uzatma süresinin, Galatasaray’ın yoğun baskısı, Trabzonspor’un da biraz panik savunmasıyla tamamlanmasına neden oldu.
‘’Çok kolay oldu‘’
Emre’nin vuruşunda topun Tolga’dan çıkmasına karşın önce “aut” kararı geldi. Bunu gören Galatasaraylılar, o ana kadar ve maç boyunca olduğu üzere topu alan her bir Trabzonsporlu’nun üzerine çullandıkları gibi 6 kişiyle Bülent Yıldırım’a koştular. Rakipleri gamsızca kendilerini izlerken kararı düzelttirip köşe vuruşunu da aldılar.
2. yarıda oyuna gireli henüz 9 dakika olmuş olan Henrique rakip ceza alanına yakın bölgede kendisini yere bırakıp faul beklerken, Eboue takımını atağa kaldırmış, istese kendi golü yapabilecekken Necati’ye pası tercih etmiş, pozisyon da kaçmıştı. Henrique de o sırada yattığı yerden daha yeni kalkmıştı.
Bu iki basit gibi gözüken olay bile maçın skorundaki farkın nedenini çok net biçimde gösteriyor.
Galatasaray, hırsı arzusundaki eksiklikleri bir yana çok kötü gününde yakaladığı rakibine daha maçın başında ezici bir üstünlük kurdu. Selçuk’un ligin ilk yarısındaki maçın kopyası serbest vuruş golüne kadar da birkaç kez rakip kaleyi yokladı. Bunda özellikle kenarlardaki Celustka ve Cech’in rakip ataklarda çaresiz kalışlarının rolü büyük oldu. Selçuk orijinli ikinci gol de o ana kadar sergilenen oyunun doğal sonucu oldu. Selçuk-Emre ikilisinin olağanüstü etkinliğine Eboue de ayak uydurunca ilk yarıdaki fark ortaya çıktı.
2. yarıda Henrique ve Volkan takviyesinin pek işe yaramadığı Trabzonspor, Olcan-Colman işbirliğiyle bulduğu golün sevincinin bir dakika bile yaşayamayınca maçın rengi de belli oldu.
Fatih Terim’in Selçuk-Emre ikilisinin dışarı almasıyla son 10 dakikada üstünlüğü ele geçirse de Bordo-Mavililer ancak farkın ikiye inmesini sağlayabildi.
Böylece Süper Lig’in normal süresinin de, Süper Final sürecinin de lideri Galatasaray için ikinci Avni Aker seferi, kolay değil, çok kolay galibiyetle son buldu.
‘’Önünü görememek!‘’
Yayıncı kuruluş Süper Final’e katılma hakkını elde eden 4 takımın teknik direktörünü canlı yayında konuk etmişti. Fatih Terim, sezon başı hazırlıkları dönemine rastgelen günler için Güney Afrika’dan bir turnuva teklifi aldıklarını ancak, “Önlerini göremedikleri” için teklife yanıt veremediklerinden yakınmıştı. Diğer 3 meslektaşı da benzer sıkıntıyı dile getirmişlerdi.
Şenol Güneş’le sohbetimizde de, bu sezonki kamp programı için bir çalışma yapıp yapmadıklarını sorduk: Tabi ki program var. Ancak önümüzü göremiyoruz ki, bunu netleştirelim.” Önlerini görememek! Buna teknik adamlar kafa yorsun. Alternatif programlar, A Planı, B Planı vs üretsinler, işlerini yoluna koysunlar. Ama olası senaryolar üzerinde durup fikir jimnastiği yapalım. UEFA’nın olmazsa olmaz kriteri şike ve teşvikte sıfır toleranstır. Bunu Michael Platini de, Gianni İnfantino da üstelik İstanbul’da, adeta gözlerimizin içine bakarak, özenle seçilmiş kelimelerle anlattılar. Üstelik Başbakan’ın, “Kurumlar değil, kişiler cezalandırılsın!” talebine karşı. Bu demek oluyor ki, 3 Temmuz’dan beri bir karar almakta zorlanan ilk raporunu nedendir bilinmez yok sayan Etik Kurulu’nun, Sadri Şener tarafından bir bölümü kamuoyuyla paylaşılan ikinci raporuna göre, “İş sahaya yansımamış!” Temennisi de artık “emir telakki edilen” Başbakan’ın düşünceleri doğrultusunda bir rapor yani. Demek oluyor ki, Türkiye’de bu rapora göre çıkacak olası karar, UEFA’yı tatmin etmeyecek. Bu durumda ülke olarak bir Avrupa’dan belli bir süre için men edilmemiz söz konusu. O zaman, Süper Final boşuna oynanmış olacak. Kulüplerimizin Şampiyonlar Ligi, Avrupa Ligi vs hayalleri suya düşecek. Lig de Ağustos’un ilk haftasında başlayacağı için, teknik adamların önünde 2-3 aylık bir süre olacak. Kamp dönemlerini istedikleri tarihlere yayabilirler. Başbakan’ın, “7-8 kulüp bu işten zarar görür” diye işaret ettiği üzere bir karar çıkması durumundaysa, Fatih Terim dışındaki Şampiyonlar Ligi ya da Avrupa Ligi yolcusu olma olasılığı bulunan teknik adamlar için hazırlık dönemine ilişkin geniş bir zaman dilimi şansı (!) söz konusu olacak.
Neyse ki mahkeme günü de, Süper Final’in bitimi de yaklaştı, artık ötesi yok. Çıkamadık işin içinden! Teknik adamlar haklılar: İnsanın önünü görememesi çok kötü!
‘’Ne farkı?‘’
Tıpkı, Sow’un Trabzonspor - Fenerbahçe maçında hareketlenip durduğu gibi. Yardımcı bayrağı çekti, Abitoğlu düdüğü çaldı. Devam etse pozisyon, Olcan, Rüştü ile karşı karşıya kalacak. Tıpkı o maçta Baroni’nin Tolga’yı karşısında gördüğü anda topu filelere gönderdiği gibi. Ama o maçta Aydınus pozisyonu devam ettirdi, yardımcı da bayrağı indirdi.
“Yorum farkı mı, hakem farkı mı?” tereddüdünü yaşarken, 10 dakika sonra benzer bir pozisyon gerçekleşmez mi? Olcan sol tarafta çizgiye paralel top attı. Cech, ofsaytta olduğunu görünce durdu, Olcan kendi topuna hamle yaptı ve oyun devam etti. Yardımcı bekledi, bu kez bayrağını devreye sokmadı. Aradaki fark şu, ilkinde gol tehlikesi vardı, ikincisinde pozisyon taç çizgisine yakındı.
İki farklı hakem, iki ayrı karar. İki aynı hakem iki farklı karar. Karışmaz mı kafalar!
Özünde keyifli bir maç oldu. Bayan ve çocuklarla tribünlerde vuvuzelayı andıran sesin sıkça tekrarlanmasına neden olan bol pozisyonlu bir maç. İlk yarının oyunu kontrol edeni olan Trabzonspor, Avrupa Ligi yolunu kendine açacak golü bulabilecek fırsatlar yakalasa da değerlendiremedi.
Ama ikinci yarıya Beşiktaş farklı başladı. Quaresma iki atakta, golü şovdan daha çok düşünse, Fernandes direğe takılmasa siyah beyazlılar, geçen hafta yaşadığı travmayı erken atlatmanın mükâfatını görebilecekti. Ama futbolda atamayana atıyorlar.
Volkan’ın sinirlendiren, kulübe yerine soyunma odasına giderken boşa tekme sallamasına neden olan değişiklik kararı, bize de “Acaba Halil olabilir miydi?” sorusunu sordurmadı değil. Ama o Halil, çok kritik bir anda ustalık kokan golle takımını öne geçirirken, Volkan’a da, bizlere de, adeta “Hocanın kararına saygı duymalısınız” der gibiydi.
‘’Kolay galibiyet‘’
Sow’un Tolga, Gökhan’ın da direk engeline takılan vuruşları ilk 20 dakika dolmadan gerçekleşmişti ve bunlar Trabzonspor savunmasının SOS verdiğinin işaretiydi. Nitekim Baroni’nin ceza alanı dışından gol vuruşunu yaptığı andaki rahatlığı bu zafiyetin ürünüydü.
Buraya kadar tamam, bir takım savunmada kötü gününde olabilir diye kabul edelim. Ama o takım aynı maçta hücumda da hiçbir varlık gösteremez ve ilk pozisyonu bulduğu 63. dakikaya kadar rakip ceza alanına girmeyi bile başaramayıp, bu nedenle ilk yarıda uzaktan iki vuruş denemesiyle yetinmek zorunda kalmışsa, bir olağanüstü gelişme dışında o maçta yenilgiyi kabullenmiş konumuna düşer. Böylesi kritik maçı kolay aştığına kendi de şaşan rakibinin teknik direktörüne bir sonraki zoru maça yönelik hamleleri erken yaptırır, tribünlerine de bir şenlik havası yaşatır.
Olcan’ın aşırı top kaybı, Celutska ’nın da sürekli içeriye katetmesi nedeniyle kendi sol tarafından ciddi baskı yiyen Bordo- Mavililer’de Şenol Güneş, 2. yarıya çıkarken öncelikle bu soruna önlem almayı amaçladı. Cech’i sola, Celutska’yı sağa, Serkan’ı da onun önüne çekti. Bu hamleyle oyun bir orta alan mücadele şeklinde devam ederken maçın yıldızı Baroni, Fenerbahçe adına bitirici hamleyi orta alandan kaptığı topu taşıyıp Sow’a aktararak yaptı.
İki farklı yenik duruma düşmek Trabzonspor adına risk almayı gerektiriyordu, aldı da. Serkan’ın Volkan tarafından çıkarılan yakından sert şutu, maça getirmesi olası heyecanı da engelledi ve Fenerbahçe Süper Final’e haklı ve kolay bir galibiyetle başlamış oldu.
‘’Futbola yoğunlaşmak‘’
Öncelikle şu noktanın altını çizelim; Trabzonspor’a verilen iki maçlık seyircisiz cezayı az bulanlardanız. Çünkü eğer o çakı, Volkan’ın dediği gibi ‘açık atılmışsa’ insan yaşamına bir kast söz konusudur ve bu bile tek başına cezanın yetersizliğini, sahanın uzun süreli kapatmayı gerektirdiğini gösterir.
Cezanın bu kadarla sınırlı kalmasının Fatih Terim’in, Hasan Şaş’ın Şükrü Saraçoğlu’nda yarılan başlarına ve diğer seyirci olaylarına verilen cezayla direkt ilişkisi vardır. Türk Futbolu’nun asıl sorunu uygulamalardaki bu ve benzeri uygulamalardaki çifte standarttır. Örneğin Karabük’te kartopu yağmurunu, Burak ’ın gözünün çıkma tehlikesini, sahaya atılan çakmak ve telefonları görmezden gelip oyunu devam ettiren aynı hakem, Trabzon’da atlet yağmuru başladığı anda maçı durdurup, tribünlerin daha da gerilmesini sağlar. Ardından sahaya çakı (!) ve patlayıcı maddeler yağar. İstanbul’da sahaya atılan telefonu hakeme götüren Tolga sarı kart görür. “Kazayla kapattığını!” söylediği çakıyı, medyadaki görüntülere göre dişiyle açarak hakeme götüren Volkan’sa neredeyse takdir!
Şimdi Süper Final Kuraları çekildi. Birbirinden çekişmeli 12 maça sahne olacağı, sezon içinde bu takımların birbirleriyle oynadıkları karşılaşmalardan belli olan bir süreç yaşayacağız.
Ne yazık ki böyle bir ortamda bile futbola tam olarak yoğunlaşamıyoruz. Trabzonspor’a verilen ve bu maçlarda uygulanması gereken ancak, Federasyon’un çelişkili açıklamaları nedeniyle her gün farklı yorumlara neden olan bir durum var ortada. Fenerbahçe ile Trabzon, Süper Final’in ilk maçında İstanbul’da karşılaşacaklar. İki takımın Trabzon’daki mücadelesi, uygulanacaksa bile 2 maçlık cezanın tamamlanmasından sonra gerçekleşecek.
Hem Şükrü Saraçoğlu hem de Avni Aker’deki mücadelelerin sadece futbola sahne olması beklentisinin ne derece gerçekleşeceğini yaşayıp göreceğiz. Ama olası kötü durumun tek nedeni, şu ana kadar uygulanan çifte standarttır ve Şike Davası nedeniyle ciddi yara alan Türk Futbolu’nun azalan bu marka değerine en az tribünler kadar, onu yönetenler zarar vermektedir.