Arama

Popüler aramalar

‘’'Kara Yazı'‘’

İnsan bazen ıstırabını şarkılarda hafifletir. Öyle döker içini, şarkıyla rahatlar. Beşiktaşlıların son iki sezon yaşadığı ıstırabı anlatan en güzel şarkıyı bulabilir misiniz, bir düşünün...

Benimki herhalde, Sebahattin Ali sözlerine rahmetli Ahmet Kaya’nın besteleyip söylediği “Geçmedi yare sözümüz/Yollarda kaldı gözümüz/Yere sürüldü yüzümüz/Böyleymiş kara yazımız” diye devam eden ‘Kara Yazı’dır.

Neler olduğunu saymaya gerek yok. Hatırlamaya çalışırsanız “PAF takımıyla çıkacağız” en acıklılarından biriydi.
‘Asarız, keseriz çağı’ kapanalı çok oldu ya, bunu bir türlü algılayamayanların yönetiminde olduğu Beşiktaş’ın bu kadar aşındığı bir dönem daha olmuş mudur, bilemiyorum.

Basit bir transfer trafiğini bile yönetmekten aciz (Gordon/Seric) bir anlayışın “Yeni stat yapıp muassır medeniyet seviyesine çıkacağız” nutukları atması sizce de komik değil mi? “Kazmayı vurduk, vuruyoruz” diye diye gelinen nokta “İnönü’de oynayacağız koşun kombine alın” kurnazlığına kadar indi nihayet.

Daha acıklı bir şeyler de olmadı değil bu ‘kara mizah’ içinde. İbrahim Toraman’ın tesislerde kameralar önüne salınarak, herkesin gözü önünde burnunu sürtmeye çalışmak... İşte bu da en acıklısıydı.

Affedecekleri halde gencecik bir adamı, takımın geçen sezon en iyi adamını bu halde ufalamaya çalışan siyasal stratejiyi kim kurdu acaba?

Stadını yapamamış, futbolcusunu tuzbuz etmiş, hocasının “Çok can yakacağız” dediği iddia edilen bir Beşiktaş için umutlu olmak elbette çok zor.

Kombine kart satışı için yapılan alengirli açıklamalara rağmen 3 binin üzerine ancak geçilebildiğini öğrendim.
Yönetimin o dilinden düşürmediği ‘büyük taraftar’ açık bir mesaj veriyor; “Gelirim ama varlığınız rahatsız ediyor. O nedenle her maça değil canım istediğinde, kendimi iyi hissettiğimde gelirim” diyor... Forumları okuyunca daha iyi anlıyorsunuz hissiyatı.
Beşiktaş’ın başına musallat olan bu anlayışın bir çırpıda değişeceğini ummak hata olsa da umutsuz olmak için bir neden yok. Futbol güzel oyun, statta olmak da bir o kadar güzel. Yan yana olmak ve yan yana olup “Hayır” diyebilmek de...

Ben tüm ıstırabıma rağmen yine kapalı üstteki eski yerimde olacağım. Belki kendi kendime ‘Kara yazı’yı söyleyeceğim ama bir yandan da “Gün doğdu hep uyandık”a katılacağım bütün olan bitene inat...

Gecikmiş bir düzeltme...

Senelik izne çıkacağım gün, Beşiktaş Menajeri Sinan Engin’in Fanatik’te adımı vererek “Hakkında yanlış haberlere dayalı yorum yaptığımı” açıkladı. Amacım Sinan Engin’le ‘atış-karış oynamak’ kesinlikle değil. Konu özetle şöyle. Çeşitli gazetelerde Engin’in yaptığı iddia edilen “Gordon/Seric/Maradona” benzetmesi haberler ve yorumlar çıktı. Ben haberin üzerinden üç gün sonra bir yazının içinde çok kısa bir yorum yaptım. Bunun üzerine bana Semih Usta’dan Sinan Engin imzalı bir düzeltme maili geldi. Engin, böyle bir şey söylemediğini belirtiyordu. Ben de yanıt olarak “Haberi bir çok gazetede okudum ve siz de yalanlamadığınız için kullandım” dedim. Ardından Engin, haberi düzelten bir açıklama yaptı ve “Anadolu Ajansı ve kulübün resmi internet sitesi dışında çıkan haberlere itibar edilmemesi gerektiği”ni söyledi. Durum budur. O günden sonra tek yazı yazdığım için ben de borcum olan düzeltmeyi gecikmiş de olsa bugün yapabildim.

07 Ağustos 2008, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’'Yönetmek kesip atmak değildir'‘’

1Avusturya kampında iki kaptan arasında yaşanan kavga aslında Beşiktaş’ta hasır altı edilmiş çok ciddi sorunlar olduğunu mu gösteriyor? Burada idari bir zaaf söz konusu mu

İbrahim Üzülmez ve İbrahim Toraman arasındaki kavga haberini ilk duyuran Milliyet’ten Serdar Sarıdağ oldu. Yaptığı gazetecilik açısından kendisini kutlamak gerek. Haberden öğrendiğimiz kadarıyla ciddi anlamda ‘kıyıcı’ bir mücadele olmuş. Bu da iki kaptan arasında öncesi olan bir sürtüşmeyi akla getiriyor. Ancak bunu o denli önemli bulmuyorum. Genç insanlar arasında bu tür gerilimlerin olabileceğini düşünmek gerek. Ancak iki oyuncunun da apar topar kadro dışı bırakılıp Türkiye’ye gönderilmesi düşündürücü. Şu açıdan; Toraman ve Üzülmez tüm zaaflarına rağmen kanımca Beşiktaş’ın bu kadro yapısıyla her zaman ihtiyaç duyacağı isimler. Ben hala iddia ediyorum, her ikisinin de eksikleri olduğunu düşünmememe rağmen ikisi de sezon içinde yerlerine alınan oyuncuları yedek bırakacaklardır. Bu ‘gereklilik’ açısından bakıldığında aralarındaki gerilimin bu noktaya gelinene kadar farkedilmemiş olması, ‘idarecilik’ açısından düşündürücüdür. Adı üzerinde, ‘idareci’ olmak bu tür krizleri başlamadan önlemek, önlenemediyse krizi bir biçimde halli yoluna koymak demektir. Yoksa , ‘çek ipini gitsin’le idareci olmak en kolayıdır. Hele ki, haberi veren gazetecinin idmanlara alınmasına yasak koymak, tek kelimeyle kulübün yönetiminin kimlere emanet edildiğini göstermesi açısından komik ötesidir.


2 Beşiktaş’ın yabancı transfer politikasını nasıl buluyorsunuz? Sözleşmesi henüz feshedilmeyen Gordon hariç elde 8 yabancı var. 2’si kenarda oturacak. Örneğin bu isimler Zapotocny ve Delgado olursa yaklaşık 10 milyon Euro kulübede yatacak.

Beşiktaş çok öğretici takımdır. Taraftarı vefayı, cefayı, katlanmayı öğretirken yönetimi de ‘bir takım nasıl yönetilemez’i öğretiyor. Demek ki, kaynakları sonsuz bir kulüp bir Beşiktaş. Parasını böylesine hesapsızca savurabildiği, böyle hesapsız, kitapsız, savurgan yöneticilerle, idarecilerle, teknik ekiple çalışabildiği için gerçek sonsuz maddi gücü olsa gerek. Hesap ‘Sağlam’, şöyle ki; Tello, Cisse, Bobo, Delgado ve Holosko’dan vazgeçilemeyeceğine göre yeni üçlü, Sivok, Seric, Zapotocyn’den ikisi yedek oturacak. Tabii bu bile iyi ihtimal. Henüz Gordon net değil, bence Higuain de bile problemler çıkacak ya neyse, sonra onlar iyi olur, biz kötü oluruz neme lazım, o konuya hiç girmemeyim. Ama Beşiktaş’ta paraların havalarda uçuştuğu, fakat uçuşan paraların nereye gittiğinin ise meçhul olduğunu (!) söylemek için fazlaca zeki olmaya gerek yok sanırım.


3 Uğur İnceman da orta alanda savunmaya dönük bir futbolcu. Genel transfer politikası da özellikle defansı güçlendirme üzerine kurulu. Bu anlamda Beşiktaş ofansı takviyede biraz eksik kaldı mı.

Kesinlikle doğru. Her ne kadar aksayan yanları olsa bile bizim lig için fena olmayan bir müdafaası var Beşiktaş’ın. Kaç sezondur en az gol yiyen iki üç takımdan biri. Uğur İnceman, ‘gevşek’ görünen Beşiktaş orta sahasına, müdafaa önüne katkı yapabilecek bir oyuncu. Ayrıca izleyebildiğim kadarıyla başka mevkiilerde de yararlanılabilecek altyapısı var. Ancak çok oyunculu bir bölgeye gidiyor. Evet, kadro kalabalığı iyidir ancak rekabet bazen zararlı da olabilir. Benzer sıkıntıyı aynı bölgede oynayan ve yine iyi bir oyuncu olan Fahri Tatan’ın yaşadığını unutmamak gerek. Ama zaten Beşiktaş’ın sorunu transfer değil ki, sorunun kaynağı takım dışı yerlerde.


4 Yeni sezon öncesi mayısta kazma vurulacağı söylenen İnönü Stadı’ndaki belirsizlik kombine satışının çok düşük kalmasına neden oluyor. Bu belirsizlik devam ederse taraftar tribünden uzaklaşır mı

Hakikaten Beşiktaş, ‘bir takım nasıl yönetilemez’in iyi bir örneği. Futbolu seven ve yeni büyüyen bir çocuğu Beşiktaşlı yapmak isteyen büyükleri sanırım bu bir kaç yılda epey zorluk çekiyordur. Bu yönetim korkarım ailelerde ‘kuşaklararası takım tutma çatışmasına’ da neden olacak. Düşünün, bizim kapalı grubu bile kombine alırken her sene ilk hafta işi bitirirdi, fakat hala epey bir insan ‘mırın kırın’ ediyor, “Dur bakalım” diyor. Taraftar maça gider kuşkum yok, ama eski tadı olur mu, ondan emin değilim. Stadın yıkılmamasının gerekliliği bir yana, kanımca bu yönetim bu stadı yıkamaz. Muhtemelen, izinler konusunda, yapım sermayesi konusunda tıpkı transfer politikası gibi, Del Bosque ödemesi gibi, olası Tigana cezaları gibi hesapsız kitapsız davranıyorladır. Hakikaten ben ne kadar karamsarım değil mi? Peki, haksız sayılır mıyım?

05 Temmuz 2008, Cumartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’İnönü'yü yıkmayın‘’

1 Çarşı kendini feshetti, üzerinden günler geçti. Yeni sezonda kapalı tribünün ortası boş mu kalacakÖncelikle, Çarşı öyle kolay kolay kapanacak bir oluşum olamaz diye düşünüyorum. Evet, Çarşı’yı bugünlere taşıyan kadro kendini fesh ettiğini açıkladı ancak bu feshin gerçek nedenlerini henüz hiçbirimiz tam olarak bilemiyoruz. Sadece gelişmelere dair tahminlerimiz var. Eğer Çarşı, Beşiktaş Kültür Merkezi’nde o açıklamayı yapan ekiple sınırlıysa zaten söylenecek bir şey yok, “bu konulara girmeyelim” durumu var demektir. Yok, şimdiye değin tarif ve iddia edildiği gibi Çarşı bir ‘ruh’sa o zaman kendini var eden koşulları yenileyerek ve elbette kendi eleştirisini de yaparak yoluna yenilenmiş olarak devam edecektir. Kapalının ortası boş kalmaz. Ancak, o bölge için aday olan gruplar arasında ciddi gerilimler yaşanırsa, bundan da en büyük zararı ‘en farklı tribün’ diye tanımlanan Beşiktaş tribünü görür. Yine de, takımın maddi başarılarından çok, tribün kültürüne yaptığı katkılar ve hayata karşı tavrıyla tanınan Beşiktaş taraftarının akıl, vicdan ve eğlencenin doğruları ile kendini yenileyeceğini düşünüyorum. Diyeceğim o ki, “su akar yatağını bulur..”

2 Eğer Demirören’in planları tutarsa, maçlar Olimpiyat Stadı’nda oynayacak. Taraftar İkitelli’ye gider miBeşiktaş İnönü Stadı’nın yıkılmasına temelden karşı çıkan biriyim. Bu proje Beşiktaş’ı ‘başka bir takım yapma’, sıradanlaştırma projesidir. Doğru adımı bile tesadüfen atan Demirören yönetimi, bu proje sayesinde ömrünü uzatmıştır. Uzatmıştır da, ne pahasına? Beşiktaş taraftarı İnönü’ye geçmişin hatırı için gidiyor kaç zamandır. Girin bakın internet sitelerinde yürütülen “Statın adı Şeref Bey olsun” kampanyalarına. Taraftar bu yönetimden ve teknik heyetten bir şey beklemiyor, varolan durumun korunması bile insanlar tarafından olumluluk olarak algılanacak neredeyse. Mesele Olimpiyat Statı’na taraftarın gidip gitmeyeceği değil. Gidecekler belli, en babayiğit tahminle 10 bin kişi. Ama mesele bu değil. Mesele, son yıllarda yerle bir edilen Beşiktaş kimliği ile birlikte küçük çocukların artık bu takıma, takımın temsil ettiği düşünülen değerlerine karşı meyilli olmamalarında.

3 Bu sezon işler kötü giderse fatura yine birkaç futbolcu ve teknik heyete mi, yoksa yönetime mi kesilirİşler ilk 5 hafta kötü giderse olacaklar belli. Zaten sorumlulardan biri kendini açıkladı. Sinan Engin, “Başarısız olursam giderim” demişti hatırlarsanız. Gerçi geçen yılın ortalarında da benzer şeyler söylemişti ama sonra “Ben gelecek yıl için söyledim bazı kafasızlar anlamadı” gibisinden laflar etmişti ya, artık o da günah sayılmaz. Haliyle başarısızlıkta Sağlam’ın ve ekibinin de gideceğini söylemek için kahin olmaya gerek yok. Ancak ne var ki, bu ekibin büyük şansı ligin kötü bir lig olması. Hepimizi oyalamak için yeterince demagojileri, ninnilerle uyuyacak ciddi bir kalabalık da var bu ülkede, ne yazık ki...

4 Seriç, Sivok, Zapotocny, Tuna ve Ekrem Dağ alındı. Beşiktaş’ın yeni transferlerini nasıl buluyorsunuz
İzlemediğim futbolcular üzerine konuşmayı doğru bulmam. Bakıp göreceğiz. Ancak bu transfer haberleri de çok sıkıcı ve komik. Nuri Şahin niye gelsin örneğin böyle bir takıma? Ya da arada bir açıklandığı gibi bir ‘dünya starı?’ Ricardinho geldi de ne oldu? Oynatabildi mi Beşiktaş? Her gidenin bir şekilde mahkemelik olduğu bir takıma iyi futbolcu gelir mi? Del Bosque ve Tigana örnekleri dururken, borsa kayıtlarında kulüpten davacılar listesi almış başını gitmişken hangi iyi oyuncu gelir bu takıma? Gelse bile Sağlam’ın oynattığı futbolla Beşiktaş’ın iki adım öteye gidebileceğinden de doğrusu ya çok kuşkuluyum. Yine de ben İnönü’de ya da Olimpiyat Statı’nda her maça gitmeye çalışacağım. Her şeye rağmen o büyülü ve sağlam söz de olduğu gibi; “aklın kötümserliği iradenin iyimserliği..”

19 Haziran 2008, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Susun!‘’

Önümüzde 2 yol var. Ya bu insanları ciddiye alıp, sinir sahibi olacağız. Ya da, “Yahu bu ne güzel ülke? Futbol üzerine ciddi hiçbir fikri olmayanlardan enteresan bir televizyon formatı bulmuşlar. Önde eni konu futbol oynanıyor, fonda bizimkiler radyo tiyatrosu yapıyor” diyeceğiz... İkinci yola dalayım diyorum, ‘sinirim’ el vermiyor. Bitirdiler pilimi.
Daha bizim maçın oynanacağı akşamın gündüzünde, Milliyet Spor’un şefi Cem Şengül’ün odasında oturuyoruz. Ülkemizin hatırı sayılır futbol yorumcularından biri şuna benzer bir şeyler söylüyor: “Portekiz’le berabere kalmak bile düşünülemez. Eğer Scolari Sırp futbolcuyu yumruklayıp 3 maç ceza almasaydı gruptan bile çıkamazlardı.” Ben önce, “Yok artık daha neler” diye sinirle yerimden fırlıyorum, sonra sakinleşip “Affet gitsin aldırma/Büyüklük sen de kalsın sonunda”yı söyle söyleye işimin başına dönüyorum.
Şampiyona başlayınca anlıyorum ki, o yorum haberciymiş.. Gerek atv’deki TRT maç anlatıcıları, gerek Lig TV’dekiler işlerini eni konu iyi yapıyorlar. Ama o yanlarına yorumcu diye oturtulanlar yok mu? Hayır, mizah desen mizah değil, oyuna dair bir ipucu verecek desen, o hiç değil?
Hiç izlememişim demek ki, yıllardır yorumculuk yapan Fenerbahçeli eski bir futbolcu “Şu sağ kanattaki çocuğa dikkat” çekiyor sık sık. Kimseyi tanımıyor, oyunu anlamıyor! Ya da anladığını anlatamıyor. Dersiniz spiker, mahalleden arkadaşı olan yorumcuya, “Baba gel maçı birlikte izleyelim” demiş, oturmuşlar kahveye televizyonun karşısına takılıyorlar, biz de dinliyoruz.
Maç boyu ne dediğini hiç anlamadığım Galatasaray kökenli bir başka yorumcu daha kurnaz! Eski bir ‘Siu numarası’na başvurup oturduğu yerden ısınmaya gönderilen Alman futbolcuları kesip, “Şimdi Kuranyi zamanı” diyor. Eee ama, biz de gördük Kuranyi’nin ısınmaya gönderildiğini o ara. Yemezler hocam!
‘Radyo tiyatrosu’ndan replikler saymakla bitmez. Arkadaşlar Cem Yılmaz gibi, ‘esprili yoruma’ boğuyorlar bizi. Maç bitince de aklımızda hiçbir şey kalmıyor onlardan geri. Bunlarla sınırlı değil asabı bozanlar. Eski Beşiktaşlı bir ‘yıldız futbolcu’ işi, “Ballack bana göre sıradan bir oyuncu” diyecek kadar ileri götürüyor. Pes vallahi! Hatırlamış olacak ki Chelsea’yi, bir iki “ık, mık” ediyor ardından, ancak haliyle direksiyon hakimiyetini kaybettiğinden bariyerlere çarpa çarpa uzaklaşıyor kaza yerinden. Kaporta haşat haliyle. Yanında oturan eski Galatasaraylı futbolcunun ise ne dediğini anlayan biri varsa ve bana tercüme ederse minnettar kalacağım inanın.
Diyeceksiniz ki, “Kardeşim zorun nedir? Dinleme, bas tuşa geç...” Doğru da, öyle olmuyor işte. Gönül bu.. Mehmet Demirkol, Uğur Meleke, Mehmet Özkan, Mert Aydın, Bağış Erten vb. gibi meseleyi yakından takip eden, katılırsınız katılmazsınız futbola bir bakış açısı olanların da bulunduğu ülkemizde, ne dediğini bilmeyenlerin kapladığı alana itiraz etmeden yapamıyor insan.

11 Haziran 2008, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’İsim değil Beşiktaş‘’

‘Tribün kültürü’ açısından enterasan bir sürece girildi. Tribün gruplarından ardı ardına ‘kapanış’ haberleri geliyor. Bu açından bakıldığında “büyük bir planın parçası mı, yoksa hayatın doğal gelişim mi?” sorusunu tartışmak çok anlamlı olurdu ya... Ne var ki sıcak gündem ‘Çarşı’nın kendini fesh etmesini açıklaması olduğu için özel olarak bu alan üzerine düşünmekle yetinelim bugün.
‘Çarşı’ üzerine yapılan değerlendirmeler de sıklıkla düşülen bir yanlış var, o da bu grubu tek vücut olarak düşünmek. Dışarıdan bakıldığında böyle görünüyorsa da bu doğru bir tespit olmaz. Elbette benim de yanılma payımı saklı tutarak, doğru olan şudur kanımca.. Bütün sosyal hareketlerde olduğu gibi bir sosyal hareket olarak ‘Çarşı’ da farklı grup ve fraksiyonlardan oluşuyor. Gündelik hayatında farklı siyasal ve kültürel pozisyonlarda olan ve maça giden Beşiktaşlılar, Çarşı kimliği altında irili ufaklı gruplarda bir araya geliyor, bir bütün oluşturuyor.
Alen Markaryan’ın sözcülüğünü yaptığı ve Çarşı’yı fesh ettiklerini açıklayan grubu bir siyasal partinin ‘Merkez Karar Yürütme Kurulu’na ya da ‘Merkez Komite’sine benzetebiliriz. Bu grup aslen Çarşı’nın kurucu lokomotifidir. ‘Çarşı’ adı hayatta eğer bir değere karşılık geliyorsa bu grubunun aklının ve pratiğinin sayesindedir. O nedenle bu grup Çarşı içindeki en önemli ve en aktif gruptur.
Kendi adıma grubun açıkladığı kararı şöyle değerlendiriyorum...
Bu karar, Türk siyasi hayatında örneğine neredeyse hiç rastlayamadığımız, iktidar olma halinden gönüllü olarak vazgeçme kararıdır ki, bu bile başlı başına saygın bir duruştur.
Çarşı’nın lokomotifinin aldığı bu karar, kendilerine eleştiren tribündeki diğer kişi, grup ya da gruplara demokratik bir süreç içerisinde tribüne yön verme olanağı tanıması açısından çok öğreticidir.
Kanımca sorun şuradadır. Beşiktaş kulüp yönetimin genel tutumu o çok korkulan ‘bölünmeye’ neden olmuştur. Bunu da Beşiktaş tribünün akıl, vicdan ve demokratik olgunluk çerçevesinde halledeceğini düşünüyorum.
Beşiktaş’ın anlamını geçmişten aldığı iddia edilen -ama var ama yok önemli değil- değerlerine karşın kulüp yönetiminin girdiği rota taraftarların önemli bir bölümünde rahatsızlık yaratıyordu ne zamandır. Bu da zaten doğası gereği heterojen olan tribünlerde gerilime neden oldu ister istemez. Ama tribün kültürünün sivri yanları törpülemek, sorunları bir biçimde ortak payda altında halletmek gibi bir özelliği vardır. Eğer bunun olmadığı düşünülüyorsa zaten ortada bir tribün kültüründen, futbol kültüründen söz edilemez değil mi?
Theodor W. Adorno, “Aşk, farklı olanda benzerlik görme gücüdür” der Minima Moralia’da. Eğer tüm bu gerilime rağmen hala birileri “Sevinmek için sevmedik” diyecekse, duvarlara ya da pankartlara “BeşiktAŞK” yazılacaksa, birileri sevgililerini, çocuklarını maça götürürken tıpkı benim gibi Beşiktaşlı olmak fikri her zaman hoşuna gidecek ve tüm olumsuzluklara rağmen kendini hep iyi hissedecekse, tribünün demirine kimin çıktığı o kadar da önemli mi?
Çarşı’nın bu kendini fesh kararını doğru yerden okuyup okuyamadığımı bilemiyorum ama benim için durum ez cümle budur...

29 Mayıs 2008, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Körebe!‘’

Taraftarın gözbağcığı ‘transferdir.’ Bağlanır kalabalığın gözü ve başlar körebe. Beşiktaş’ı yönetenler bu kuramı en iyi bilen gruptan belli ki... Uyuşturucu müptelalığı gibi, kriz yaklaşınca bir transfer ‘patlatıp’ müptelayı krizden çıkarıyorlar. Ama nereye kadar?
Sinan Engin diyor ki; “Seric, Gordon’un yanında bir Maradona’dır.” Yani diyor ki; “Gordon’u alan -Ertuğrul Sağlam’ı işaret ediyor- kör olmalı.” Bize “E, peki sen ne iş yapıyorsun o kulüpte?” deme şansı bırakmadığını sanıyor böylece.
Daha bilmiyoruz Seric iyi futbolcu mu, kötü futbolcu mu? Yunanistan’dan gelen haberler hayra alamet değil, belki onlar yanılıyordur, şimdilik bilmiyoruz. Ama bildiğimiz bir şey var, kimse Sinan Engin referansına itibar etmiyor, işte bu kötü.
Kulübün toplam borcu 100 milyon doları aşmış. Diyesiler ki, bunun 50 milyon dolara yakını Yıldırım Demirören’e... “Böyle başkanlık olur mu?” diye kimse düşünmüyor artık. Çünkü oluyor. Çünkü... Müptelalığı bir süre daha tatmin edecek kuramı biliyor Beşiktaş yöneticileri; transfer ve kağıt üstü projeler. Kimsenin kat karşılığı heba edilen Fulya Projesi’ni hatırlamadığını bildiklerinden bir ‘yeni stat maketi’yle hallediyorlar yönetim sorununu. “Kimse sormuyor” demeyelim, soran var da, soranların gücü ancak bu kadarına yetiyor.
“Avrupai diye böbürlenilen ‘Çilekli Nevzat Demir Tesisleri’ o stadın halledeceği düşünülen başarılardan kaçta kaçını halledebildi” diye bir soru gelmiyor akıllara. “Eğer her şey bina ve tesis ise insan nerede, biz neredeyiz?” diye sormadığımız sürece ne farkımız kalıyor beğenmeyip, burun kıvırdıklarımızdan.
Tıpkı en temel haklarımız olan eğitim ve sağlıkta olduğu gibi elbette futbol da iyi tesis ve iyi organizasyon gerektiyor. Ama bambaşka şeylere de ihtiyaç yok mu Beşiktaşlı için? Daha sezon başlamadan bu ışık geçirmez, hava sızmaz düşünsel ortamda onun payına düşen ağır bir kasvet ve konu her açıldığında bir yüz kızarıklığı mı olmalı?
Gelin birlikte tartışalım
Gözü bağlı kalabalık yeni stadın ve yeni transferlerin bütün sorunları halledeceğini umarak zaman geçirirken, yönetimin gemisi de ağır ağır yürüyor çarpacağı buzula doğru.
Derdim aslında ne yönetimle ne de teknik kadroyla... Bütün yaz boyu, özelde Beşiktaşlılar genelde futbolu seven tüm taraftarlar için bu köşede yanıtını arayacağımız soru şu olacak; “Taraftarlar neden kendi pozisyonlarını git gide daha az anlar hale geliyorlar?” Mail adresim yukarıda, gelin hep birlikte düşünelim.

28 Mayıs 2008, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’4 soru 4 cevap‘’

1 Beşiktaş bu kez transferde sansasyonel isimlerden çok görev adamı tipindeki oyunculara yöneliyor. Çekler’le kan uyumu sağlanır mı
Beşiktaş’ın geçen sezon ki transferleri de sansasyonel değildi ki. Cisse, Diatta, Gordon, Higuain, Tello.. Bunlar da neresinden baksanız “görev adamı...” Transferde adı geçen oyuncular daha çok bizim teknik adamların ve menajerlerin ‘dişine göre’ oyuncular. Onlar ‘yıldız iyi oyuncuları’ yönetmekte ve takım için faydalı biçimde kullanmakta o kadar becerili değiller. Sıradan oyuncuları daha kolay çekip çevire bilirler ki, bu da takımın avantajına olabilir. Çünkü bu tip oyuncular ‘söz dinlerler.’ Dün gazetede okudum, Sinan Engin demiş ki, “Bir çok takımın önemli oyuncusu Beşiktaş’a gelmek istiyor.” Okuyunca gülümsedim sadece. Mahkeme kapılarında onlarca davası olan bir takıma önemli oyuncular niye gelsin? Komik oluyor böyle konuşmalar.

2 Savunmanın soluna Seriç’in transfer edilmesi bekleniyor. Yıllardır bu bölgede görev yapan İbrahim Üzülmez’in kulübeye çekilmesinin etkisi nasıl olur
İbrahim Üzülmez çok gayretli bir oyuncu ama hücum katkısı, harcadığı enerjiye göre çok az. Şut atamıyor, iyi orta yapamıyor, takımı rakip alana taşımakta zorlanıyor. Çok iyi niyetli ama gelişemeyen bir oyuncu Üzülmez. Yine de şöyle düşünüyorum, ligi tanıması en büyük avantajı. O istemediği sürece ondan formayı kapmak için Roberto Carlos seviyesinde bir kariyer gerekli. Elbette idmanları da çok iyi olduğu için gelecek oyuncunun işi çok zor derim.

3 Beşiktaş gelecek sezon Kasımpaşa’da olacak. Maçları tribünde izleyen birisi olarak, Beşiktaş’ın bu durumdan kötü etkileneceği söylenebilir mi
Kimi “yıkacaklar” kimileri “imkanı yok” diyor. Kasımpaşa Stadı tercihi Beşiktaş’ın değil ama yönetimin ve teknik kadronun işine gelir. Memnun olmayan ve muhalif taraftarların o stata bilet bulabileceğini hiç sanmıyorum. Bulanların da içeri girip yönetim aleyhine bağırabileceklerini de... Haliyle Kasımpaşa Stadı’nda geçmesi muhtemel bir sezonun hem taraftarlar hem de takım açısından Beşiktaş’a epey hasar vereceğini düşünüyorum. Bir de şunu sorayım. Bu çok gerekli stat neden İstanbul’da başka bir yere yapılamıyor, hiç düşünen var mı?

4 Beşiktaş’ın bu sezonki transfer politikası 100. yıldakine benzetiliyor. Luce de isimsiz yıldızları almıştı. 5 yıl öncesiyle benzerlik görebiliyor musunuz
Hiçbir benzerlik göremiyorum. O takımı Lucescu yönetiyordu bu takımı Ertuğrul Sağlam. Kaldı ki Beşiktaş’ın bir transfer politikası olduğunu da düşünmüyorum. Sezon başından bu yana stoperle yatıp stoperle kalkan bir teknik ve idari heyetin politikası ne kadar olursa, o kadar? Ne yani, getirip oynatamadıkları oyunculardan daha iyi oyuncular bulacaklarının garantisi nedir? Önümüzde onca örnek varken, neden inanalım bu insanların futbolcudan anladıklarına ve onları oynatabileceklerine...

24 Mayıs 2008, Cumartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Tribündekilere kulak vermek‘’

Manisa maçında tribünlerin önemli bölümünün istifaya çağırdığı Yıldırım Demirören, taraftarın bölünmüş olmasından büyük üzüntü duyduğunu belirtirken, “Bazıları destek verirken, kimileri istifa diye bağırıyor. Kimsenin camiayı bölmeye hakkı yok” demiş. Daha önce de defalarca yazdım, söyledim bizi ‘bölünme korkusuyla yönetmeye’ çalışıyorlar diye...
Demirören’in açıklamasının şu kısacık bölümü bile meseleyi kavrama konusunda -bilerek ya da bilmeden- ciddi hataları olduğunu gösteriyor. Öncelikle belirteyim, ben maçtaydım ve Demirören’i destekleyen tek bir slogan duymadım. Duyduğum, statın ezici çoğunluğunun “yeteeer” diye bağırdığı, kapalının ortasındaki bir grubun bu tezahüratlara katılmadığı, daha çok takımla ilgili tezahüratları başlattığı ve kısa bir an “Dernekler istifa” dedikleriydi.
Demirören maçta değildi gördüğüm kadarıyla. Eğer birileri “Başkanım sizi de destekleyenler vardı tribünde” demişlerse kendisine, önerim, buna sakın inanmaması yönünde. Katiyen doğru değil.
Demirören’in açıklamasındaki kavramları kullanarak söylersek, durum şuydu... Destek verdiğini belirttiği ‘bazıları’ çok çok az, istifaya çağıran ‘kimileri’ ise sandığından daha kalabalıktı. Eğer, “Camiayı bölmek isteyenler var” söylemine devam edecekse bu veriyi dikkate almasında fayda var. Çünkü, eğer ‘bölünmekten’ bahsedilecekse ‘az’ olanla ‘çok’ olanı iyi tasnif etmek gerekir? Onun için, siyah beyaz Türk filmlerinin o ünlü repliğini kullanarak derim ki; “Reca ederim bu bölünme bahsini kapatalım kuzum...”
Başkan Demirören, bu sezondan ‘ders çıkarıldığını’ belirtirken de “Bu iş tribünle çözülmez” demiş. Ve şöyle devam etmiş; “Mutlaka bizim de hatalarımız var.” İşin hassas noktası da burası. Tribüne gidenleri ‘sıradan taraftar’ konumuna itip, onların düşüncelerini, duygularını hiçe sayarak durum eleştirisi yapılabilir mi, emin değilim. Tribüne gelen ve benim de yıllardır tanıdığım insanların çok önemli bir bölümü enikonu akıllı insanlar. Onlar da en az Demirören kadar Beşiktaş’ı seviyor ve aralarından çoğu da Beşiktaş’ı teknik ve idare anlamda yönetenler kadar, hatta çoğu daha da fazla, futbol konusuna hakim. Onların protestolarındaki geliştirici yanı ihmal etmek, onları ‘bölücü’ diye kategorize etmek ne Beşiktaş’a ne de bu yönetime bir şey kazandırmaz. Yapılması gereken, o protesto içindeki haklılıkları belirlemek, yeni bir yol haritası çıkarmak, belki ekip içinde taraftarı rahatsız eden bazı isimleri yenilemek ve bunu da Beşiktaşlılarla paylaşmaktır.
Yoksa, “Sen değil ben daha büyük Beşiktaşlıyım” gibi klişe kafa tutmalarla en çok yarım sezon daha sürdürülebilir bu politika. Ve bu politika Beşiktaş’ın parasına, zamanına yazık eder, doğru... Ama daha çok da, bu politikayı sürdürenlerin o çok böbürlendikleri ‘şanlı Beşiktaş tarihi’nde nasıl anılacaklarını belirler ki, bu da daha az önemli değildir kanımca.

14 Mayıs 2008, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI