Arama

Popüler aramalar

Şampiyon, gece semte dön!

Abone OlGoogle News
Haberin Devamı

“Beşiktaş” denildiğinde zihnimize ilk olarak bir futbol takımı, siyah-beyaz renkler, ele avuca sığmaz bir taraftar topluluğu geliyorsa da, derin bir nefes çekip, bir es verdikten sonra tekrar düşündüğümüzde gözümüzün önüne gelen Boğaz’ın kıyısındaki o semttir.
Resmi kayıtlara ilçe diye geçtiğine bakmayın siz, bir semttir Beşiktaş. Çarşısıyla, hamamıyla, pazarıyla, camisi, kilisesi, iskelesiyle, bakkalı çakkalı, meyhanesiyle bir semt.
Bugün adını o semtten alan takım memleketin bir başka ilinde şampiyon olmak için çıkıyor sahaya. Biz, o takımı tutanlar zaten aklımıza ‘kötü’ bir şey getirmiyoruz da, takımı tutmayanların bile ortak kanaati Denizli’den semte bir şampiyonun döneceği.. Biz o gün deplasmana gitmeyenler, semtin güzide meyhanelerine, birahanelerine; Kazan’a, Hasbi’ye, Babalık’a, Olta’ya, Canım Ciğerim’e artık nerde ilişecek bir yer bulduysak oraya çöküp izleyeceğiz maçı. Her zaman olduğu gibi öğlende başlayacak marşlar, şarkılar. Çoluk çocuk, kadın erkek, yaşlı genç önümüze ne konulduysa artık, içip gülüp bekleyeceğiz başlama vuruşunu.
“Gün doğdu hep uyandık”ın “Semtimiz erkek semti” bölümü gelince, biz erkekler yanımızdaki kadınlardan utanma belası volümü bir parça düşürecek olsak da, “İşte biz kötü günde hep omuz omuzayız”a gelince iş, gırtlağımızı patlatana kadar bağıracağız hafiften efelenerek... Aksini düşünmek aklımın ucundan geçmiyor, içimden geçen şu; maç bitiminde şampiyon olmuş futbolcuların duşlarını aldıkları gibi atladıkları uçakla İstanbul’a dönmeleri, artık saat kaçsa, semte inmeleri... Eskiler der ya, “Demir tavında dövülür” aynen öyle. Beden uykuya düştükten sonra neşe uçar, keyif kaçar. Elbette sabah daha bir iyi uyanırız ertesi güne ama hiçbir şey ‘ilk anı’nın yerini tutmaz, tutamaz. Ben futbolcu olsam, o gece saat kaç olursa olsun “eve dönmek” isterdim. Bütün sezon karşında oynadığımız insanların bu kez karşısına geçip karım ve çocuğumla birlikte zıp zıp zıplamak, onlarla birlikte semte özgü Boğaz havasını solumak isterdim. Öteden beri resmi eğlencelerden hoşlanmam. Pazar günü işe gider gibi kravat takıp maça gelen adamların bizim eğlencemizi anlayabileceğine ihtimal vermem. Büyük ihtimalle bir gün sonra düzenlenen ‘resmi eğlence’ye katılmam, Mustafa Sandal’ı görmem. Onu bunu bilmem, ben işi bu gece semtte bitiririm. Haaa, benim için ihtimal bile olmayan öteki durumda ne mi olur? Aklıma bile getirmem ama elbette hayat zehir olur. Ama şunu da bilirim ki, hayatımız aynı zamanda bir hayal kırıklıkları toplamıdır. Yine şunu da bilirim, o zaman daha bir başka anlam kazanır marşın, “İşte biz kötü günde hep omuz omuzayız” bölümü... Ertesi gün halsiz düşsem de, takarım Ezginin Günlüğü’nü, Hüsnü Arkan’ın şahane sesinden dinlerim “Anladım bu hayat artık bize hiç gülmeyecek” diye başlayan ‘Ayrılık Treni’ni... Şarkının finali hazırlar beni bir sonraki sezona, yeni bir yarına; “Ama olsun acılar, adam eder adamı...”