‘Umut' kapıda

Haberin Devamı ›
Futbol yazısına benzemeyecek bu yazı, baştan belirteyim. Okuyacaklar ona göre okusun...
Biraz zihnimizle, biraz ‘iç’imizle ilgili olacak...
Genel olarak hepimizle, özel olarak Beşiktaşlılarla hatta Sivaslılarla ilgili. Ben Beşiktaşlı olduğum için elbette ‘bizim çocuklara’ niyet ederek yazıyorum ama, bir yazı onu okuyan herkes için yazılır...
***
Fenerbahçe maçından çıktığımızda, o koca kalabalığın ortak duygusu nedir diye sorsanız bana, tek kelimeyle ‘yıkım’dı derim.
Yüzü asık, kimseyle konuşmak istemeyen, başka şeylerden dem vurmaya niyetli epey öfkeli, hayli kırgın bir kalabalık indi sokağa o akşam. Hayal kırıklığına sarılıp uyudu o gece ‘bizim çocuklar...’
Daha genç olanlarımız öfkeli, yaşlılar buruk ama vakurdu ya, en önemli şey yitmişti; ‘umut.’
Geçen yıl da sonlara doğru benzer bir filmi izlemişti insanlar. Bir ara ligin tepesine kurulmuş ama çabuk terk etmişti takım zirveyi. Sonra da bir averaj ‘allem kullemi’yle ligi Sivas’ın üzerinde bitirmiş, UEFA’ya gidebilmişti Beşiktaş. Herhalde zihinler en çok, “Yine mi?” sorusunun yanıtıyla meşgul bu aralar.
Zihin böyle işliyor; geçmişte yaşanan kötü deneyimleri bugüne bir lanet olarak tercüme ediyor.
Bunu yaparken, aynı zamanda geçmişten getirdiğimiz iyi ve güzel hatıraları da sakatlıyoruz ya bunu göremiyoruz. Böyle olunca da umutsuzluk gitgide güç kazanıp, bizi elden ayaktan düşürüyor. Bugünle kurduğumuz coşkulu bağı gevşettikçe gevşetiyor...
Bunları her ne kadar futbol için yazıyorsam, sanırım hayatın diğer etkinlikleri için de işleyen kurallar bunlar. Bir yandan her sabah ışıltısı büyük bir umutla aydınlatıyor hayatımızı, öte yandan ‘aklın kötümserliği’ karartmak için umudu aynı sabah başka bir noktadan koyuluyor yola. Oysa daha 4 maç, kazanılabilecek 12 puan var.
Bu ihtimal ‘umut’un ta kendisidir.
Eğlenmek, öğrenmek ve kazanmak için hala zaman, hala fırsat varken ‘enseyi karartmak’ da neyin nesi?
Önceki akşam hep birlikte izledik, ‘umut’un son ana kadar kapının eşiğinde durduğunu. Katalan halkının takımı Barcelona’nın, İngiliz burjuvasiyle, Sovyetler Birliği emekçi sınıflarının onlarca yılda yarattığı değerin üzerine çöreklenen Rus oligark Roman Abramoviç’in koalisyonundan oluşan Chelsea’yi, İniesta’nın beni bile ayağa fırlatan uzatma dakikası golüyle devirdiğini gözlerimizle gördük... Günün ‘umut’u, gecenin bir yarısı, o son dakikaya kadar sinip beklemişti İniesta’nın onu ortaya çıkarmasını. Tam da, şampiyonluk umudu kapıda beklerken onun bizi yarına taşıması için elimizden geleni ardımıza koymamamız gerekir. Bu sıkıcı yazıyı kallavi bir Adorno alıntısıyla bitireyim; “Geçmişin tek umudu, yıkıma savunmasızca maruz kaldıktan sonra, onun içinden farklı bir şey olarak çıkma olasılığıdır. Ama umutsuz ölen kişi bütün ömrünü boşa yaşamıştır...”