Arama

Popüler aramalar

‘’Dişe diş mücadele‘’

Taa içinden gelen bir sesle “Öyle özledim ki Siyah-Beyazlı formayı” dedi ve hep birlikte maça döndük. Beşiktaş bütün maç boyunca daha çok ‘oyun düzeniyle’ değil, şahsi varyasyonlarla sonuca gitmeyi hedeflemiş görünüyordu. Olgunlaştırabildiği atak sayısı, her iki devrede de 3’ü aşmadı. Ne var ki İBB özellikle ikinci yarının başından sonuna değin ne yaptığını bilen, sahaya bilinçle yayılan, topu ayağında gezdiren, buna rağmen ceza sahası içerisinde pozisyon yaratmakta sıkıntı yaşayan bir takım görünümündeydi. Beşiktaş’ın şahsi gayretlerle sonuca gitme modellemesinin en iyi örneği, Olcay’ın golüydü. Tribünlerdeki bizler de dahil kimsenin beklemediği anda Almeida’nın kendine has pası tribünde şu ortak uğultuya neden oldu; “O ne lan!!”. Bu ses aynı anda en az 5 kişinin ortak nidasıydı. Olcay da yine kendine has vuruşuyla noktayı koydu. Doka’nın, Sivok’un da yardımıyla attığı gol de izlenirlik açısından Olcay’ınkini aratmadı.

Tribünde anlaşılamayan şeyler vardı. Yine ortak soru şuydu: Fernandes-Oğuzhan birlikte oynasaydılar acaba 65’ten sonra bir türlü becerilemeyen oyun kurgusu yerli yerine oturur muydu? Bu soğuk havada her şeye rağmen mücadele bakımından üst düzey bir maç izlediğimizi söyleyebilirim. Beşiktaş ligin tepesindeki konumunu hakeder bir mücadele sergiledi desek durumu abartmış oluruz. Henüz oyununu olgunlaştırma konusunda ilk yarıdan pek farklı görüntü içerisinde değildi. Golü arzuyla isteyen, ancak rakibine de fazlaca topla oynama fırsatı tanıyan ve bu nedenle de zaman zaman ciddi sıkıntılar yaşayan görüntüsünü koruyordu. Öte yandan her şeye rağmen bunca olumsuzluklarla boğuşulan bir yılda tribünlerine heyecan vaadeden bir takım olma özelliğini de koruyor.

20 Ocak 2013, Pazar 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’İktidar mücadelesi‘’

Ünal Aysal başkanlık koltuğunun gücünü, Teknik Direktör Fatih Terim ise ‘oyundan gelen gücü’nü kullanmak istemektedir. İkili arasında görünen bu polemik fazla sürmez diye düşünüyorum. Çünkü uzaması yapıya zarar verir ve ‘yönetim bloğu’nun buna izin vermemesi gerekir. Ancak kazanananın olmayacağı bu mücadele benzeri her krizde yeni bir çatlak olarak da kendini gösterir.

20 Ocak 2013, Pazar 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Kıyamet senaryosu‘’

Fenerbahçe, iki sezondur futbolun yanı sıra fazladan politik tartışmalara da gömülmüş durumda. Bu durum kimi zaman ekstra motivasyon sağlıyor gibi görünüyorsa da izlediğim kadarıyla çoğunlukla gerginliğe, tedirginliğe ve haliyle kırılganlığa yol açıyor. Dün akşamki maçta alt maratondaki kombine koltukların boş kalmış olaması sadece havanın soğuk olmasına bağlı olmasa gerek!

Maça gelince... Fenerbahçe’nin Mehmet Topal-Raul Meireles’in koruduğu ‘Majino hattı’ olan bölgeyi savunmak tek kişiye, Selçuk Şahin’e düşünce, Mesut Bakkal da aradığı fırasatı bulmuş oldu. Fenerbahçe’nin o bildik direnci kalmayınca Karabük, orta saha arkasındaki havuza indirilen toplar başarıyla ileri servis edilince ilk devreyi kanımca ummadığı ama planladığı bir skorla tamamladı. Futbolun yazılmamış kuralıdır, ayrıldığın takıma gol atarsın İlhan Parlak da bu kuralı boşa çıkarmadı.

Aykut Kocaman senaryoyu değiştirmek için ikinci devre sahaya Salih Uçan-Caner Erkin gibi ‘taze kuvvetleri’ sürdüyse de orta sahadaki o boşluk yine orada öylece duruyordu. Artık herhalde Topal-Meireles ikilisinin yarattığı orta saha direnci üzerine daha az laf üretilir diye düşünebilirsiniz ama bu boş bir inanç olarak kalır ne yazık ki... Çünkü, “Kalbiyle oynama” saçmalığının ısarla övüldüğü, oyunun matematiğinin görmezden gelindiği bir ortamda bu tezleri defalarca okuyup/duyacaksınız.
Evet, ‘futbol basit bir oyun’ ama matematik bilene ve gücünü tasarruflu kullanana... Karabük, gücünü planıyla birleştirerek futbolun doğrularının sürprizlere açık bir oyun olmadığını bir kez daha hatırlattı.

İstifa'ya gelince...

Maç bittiğinde Aykut Kocaman'ın istifası, son dakika haber olarak televizyonlardan alt yazı olarak geçti. Fenerbahçe için olabilecek 'kıyamet senaryosu' sanırım bu olmalıydı. Her şeyi teorik olarak yola koymuşken, ülkeye özel pratik sorunlar nedeniyle hocanın istifa etmiş olması, futbolun değil anti-futbolun, hayatın değil, anti-hayatın kazancı olur... O nedenle bu durumda sorumluluğun herkese ait olduğunu düşünerek; kendisine 'Fenerbahçeliyim', kendisine 'Futbolu seviyorum' diyen, kendisine 'Hayat üzerine düşünüyorum' diyen herkesin görevi, Aykut Kocaman'ın zenginleştireceği bir oyunun ve hayatın yanında olmaktır. Bir Beşiktaşlı olarak ben o taraftayım. Başkalarını bilmem...

23 Aralık 2012, Pazar 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’4 asistlik pas!‘’

Sorun devamlılıkta gibi görünüyor. Ancak bu da takımın şu anki fiziksel potansiyeyle ilgili olabilir. İlk 35 dakikada rölantide götürdüğü maçı ilk devrenin son 10 dakikasında vites yükselterek kopartan Beşiktaş, zaten oynama potansiyelinin düşük olduğu bu ligde, olması gereken yerde. Bu maça kadar kalecilik özellikleriyle taraftar üzerinde tedirginlik yaratan McGregor maçın Beşiktaş lehine ‘moral adamı’ydı. Gerek hemen maçın başında, gerekse 3-1’ken yaptığı iki kritik kurtarış Beşiktaş’ın maça tutunmasını sağladı. Oğuzhan Özyakup için söylenecek bir şey yok, artık her maçta daha iyi oluyor. Hugo Almeida ve Filip Holosko topla daha çok buluşabilirlerse, Beşiktaş’ın müdafada zorlanma gibi bir sorunu da kalmaz. Kayserispor, Şota Arveladze’den kalan arzulu oyununu ne yazık ki olgunlaştırmayı beceremiyor. Haliyle de ligin hep bıçak sırtı olarak kalacak takımlarından biri gibi görünüyor. Dünkü soğuk havada hepimizin içini ısıtan, Veli Kavlak’ın Filip Holosko’ya çıkardığı muazzam pası, tribündekilere göre 4 asist değerinde sayılmalıydı. Başta ‘feda’kar yönetmen Zeki Demirkubuz olmak üzere tribünün bir başka arzusu da 3-0’dan sonra ve maçın sonuna doğru Bobo’nun bir gol atmasıydı. Korkarım bu fiziksel yetersizlikle Batuhan Karadeniz bir karikatür karakter olarak kalacak gibi görünüyor. Ben tribünlerin teveccüh gösterir gibi yapıp, kaybettiği birçok oyuncu gördüm. Batuhan o sınırda, devre arasında kendini gözden geçirerek, en azından fiziksel olarak futbolcu olmaya gayret etmeli.

22 Aralık 2012, Cumartesi 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Berabere kalıp 'yarın'ı kazanmak‘’

Beşiktaş Kulusiç’in attığı o golü ya da benzerini neredeyse her takımdan yiyor. Mesele, rakibi bu kadar geriye ittiğin ve oyuna hakim olduğun bölümde hücumunu çeşitleyip, maçı koparacak golleri bulamamakta...

31. dakikadaki Almeida-Holosko ikilisinin cılız hücumunu saymazsak Beşiktaş ilk kombine atağında golü bulduğunda dakika 36 olmuştu. Bunu şöyle de okuyabiliriz; ‘’Gençler bu kadar süreyi boşa harcadı.’’ Derken devreye Olcay Şahan ve bildik sınırlarını zorlayıp hem kesici hem top yapıcı gibi oynayan İbrahim Toraman girdi. Gençlerbirliği orta sahası bu iki oyuncuyu sadece ‘izlemeye alınca’ da Beşiktaş öne çıktı.

İkinci devre ise maç bildik bir ‘Beşiktaş maçı’na döndü. Gücü öne çıkarıp oyunu ileri taşıyan Beşiktaş devreye Almeida’yı da sokunca ardı ardına pozisyona girmeye başladı. Bunu da orta saha güvenliğini Necip - Veli ikilisine emanet edip Hilbert dahil zaman zaman ileriye beş kişiyi atmayla başardı... Gençlerbirliği de ülkenin alıştığı ve ‘kontrol oyunu’ diye anılan sıkıcı tarza inat Beşiktaş’ın özellikle Uğur Boral’lı kanadına sarktıkça maç maça benzedi. İki takım da maçı kazanmak için güçleri oranında ellerinden geleni yaptı. Ve sonuçta, futbolu diğer oyunlardan ayıran en güzel sonuç olan ‘beraberlik’ kazandı. “Bu da kazanç mı?” demeyin. İyi olan herşey gelecek için kazanımdır...

Son bir not; takım performansı akıl, bilgi ve oyuncu dayanışmasıyla yükselir. Eğer Beşiktaş kırmızı formayı ‘uğur’ diye giyiyorsa şampiyonluk yıllarındaki formaları hatırlamakta fayda var. Beşiktaş, ‘siyah beyaz’dır...

16 Aralık 2012, Pazar 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Hücumda sakinlik ve dayanışma eksikliği‘’

Yine de biraz da ‘canhıraş oynaması’nın doğal sonucu olarak çok fazla kart alıyor Beşiktaşlı oyuncular. Bu da bir sonraki maçta takım devamlılığı açısından şimdi sıkıntı yaratmıyorsa da yakın gelecekte yaratacaktır. Dün akşam ki maçta forvet hattı ile orta saha arasındaki mesafenin genişliği oyunun büyük bölümünde sonuca bireysel gayretlerle -Holosko- gitmeyi zorunlu kıldı. Sahanın diğer alanları gibi hücum hattı da ‘dayanışma’ gerektiren bir bölgedir. Buradaki oyuncu sayısını çoğaltmak sonuç açısından elzemdir.

En azından bu maçta Antalya’nın geri yaslandığı son bölüm hariç bunun başarılabildiğini söyleyebilmek güç. Antalya avantajı yakaladıktan sonra panik yapmadan, sahayı olabildiğince genişlettiği anlarda Beşiktaş müdafaasını arkasına sonuca yönelik ciddi sarkmalar yaptı. Eğer iki takım da maç boyunca girdikleri pozisyonlardan daha fazla sayıda gol çıkaramadıysa bu ‘son vuruş yetesizliği’ olduğu kadar, hücum çeşitlemesinin eksikliğindendi. Ve elbette kaleci faktörünü de atlamamak gerek. İki takım da lig maçındaki şablonlarına sadıktılar. Beşiktaş açısından maçta farkı yaratan Fernandes’in yokluğuydu denebilir. Fernandes’li Beşiktaş belki yine aynı uzunlukta koşular yapıyor ama fark işlevsellikte ortaya çıkıyor. Hücumdayken topa vurmak için bu kadar ‘kaotik durum’lar ortaya çıkmıyor. Mehmet Özdilek’in takımı ise oynama arzusu ve bu arzuyu bilinçle donatması açısından ligin maçları izlenesi bir başka takımı kuşkusuz. Böylesi maçlarda insan hayatı zenginleştiren futbola bir kez daha minnet duyuyor.

13 Aralık 2012, Perşembe 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Kontrol oyunu ile zaman kaybetmek‘’

Dün akşam bir kez daha gördük, topla ilişkisi Avrupa seviyesinin hayli altında olan memleket futbolcusu iş hakeme gelince ‘Çakırcalı Mehmet Efe’ kesiliyor.İlk devresi ‘kontrol futbolu’ nedeniyle durgun bir atmosferde geçen maç, Mehmet Topal-Sezer değişikliğiyle canlanır gibi oldu. Değişiklik doğruydu da, çünkü İstanbul Belediye orta sahayı kullanma konusunda pek istekli görünmüyordu. Bu nedenle bu kadar ‘kesici’ye de gerek yoktu ve ciddi anlamda zaman kaybına neden oldu bu durum Fenerbahçe aleyhine.

Fenerbahçe için gereken ‘problem çözücü’lerden bir diğeri olarak düşünülen Krasiç de devreye sokullunca rakip alan ablukası bir süre bunaltıcı oldu ancak... Oyunu bu kadar öne yığmak her zaman işinize yaramaz tersine oyun alanını sıkıştırmak gibi bir risk de almış olursunuz. Ote yandan bu tip ‘saldırgan anlayışlar’ arkalarında geniş alanlar bıtakmaya mahkumdur. Eğer İstanbul Belediye oyuncuları bu maçtan 3-4 saat önce oynan maçta Manchester United oyuncularının neler yaptıklarına göz atmış olsalar bu maçtan galip bile çıkabilirlerdi.
Ve fakat yine de hücum anlarında oyunu genişletmeyi beceremeyen Fenerbahçe, bir yan topla problemini çözmeyi bildi. Yapması gereken tam da buyken boş yere problemi ‘göbekten çözme’ye çalıştılar ve maçı sıkıntılı bir halde sürdürdüler. Yendiler ama ‘iyi oynadılar’ denebilir mi varın kararı siz verin...

10 Aralık 2012, Pazartesi 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Hayal kırıklığı ama...‘’

Maçın son 10 dakikasına kadar Eskişehir’e, dişe dokunur bir pozisyonunun olmaması, Beşiktaş orta sahasının olağanüstü gayretine bağlıydı. Lakin maçın ilk devresinde Beşiktaş’ın ‘en çok koşan oyuncusu’ unvanına sahip oyuncusu Olcay Şahan net iki fırsatı harcayınca belki orada kopması gereken maç son bölüme de taşındı. Eskişehirspor, oyuncu kalibresi bakımından ligin hatırı sayılır takımlarından biri. 2-0 geriye düşmüş olmalarına rağmen, oyundan hiç düşmediler. Beşiktaş, Antalya’da uyguladığı formülü İnönü’de de uygulayabilirdi. Son bölümde rakip ceza sahası içerisinde birbirinden uygun fırsatlar da yakalamadı değil. Ancak topu Almeida’ya indirme konusunda ciddi sıkıntılar yaşadılar. Bu da onlara pahalıya mal oldu. Maç genel olarak pozisyon sayısı düşük, ancak ülke futbolu ortalamasının üzerindeydi. Her şeye rağmen Beşiktaş da Eskişehir de ellerinden geleni yaptılar ve ortaya izlenesi bir maç çıktı. Maç öncesi birkaç kısa not... Takımlar sahaya çıkarken, hemen arkamdaki kalın sesli arkadaşın, “Bıktım bu kırmızı formadan, böyle Beşiktaş mı olur” isyanına, yanındaki Eskişehir’in sarı formasını göstererek, “Sanırsınız Galatasaray alt yapısı çift kale maç yapıyor”la destek verdi. İlk 5 dakikada boş olan İnönü’nün kapalısı 10’uncu dakikayı geçtikten sonra ciddi anlamda dolmuştu. Gene ahval kaybedilen 2 puana rağmen, takımın oynama arzusu ve mücadele gücünden memnnundu. Kuşkusuz ki tüm İnönü, Oğuzhan Özyakup gibi bir oyuncu izlemekten, İbrahim Toraman’ın mücadelesine şahit olmaktan, Sivok’un samimiyetinden memnundur diye düşünüyorum.

08 Aralık 2012, Cumartesi 11:00
YAZININ DEVAMI