‘’Bir pozisyon yetti‘’
Sana, bana, hepimize ait tarihi, değerleri yeniden yazmaya kalkışır. Beşiktaşlılar’ın çok büyük bölümü için bu takım ‘siyah beyaz bir aşk’sa, bu takım ‘Kara Kartal’sa artık hakikaten yeter! Bu ‘kırmızı forma’ inadı kimin aklından çıktı ve hangi akla hizmet sürdürülüyorsa, artık yeter. Sahada iki takım var biri geleneksel olarak siyah-beyaz diğeri kırmızı-siyah... Ancak sahadaki kırmızı Beşiktaş, beyaz ise Antep.. İş saçmalık sınırını iyice aştı...
Semtten stada kadar yol boyunca sorulan tek soru, “Bu sakatlıklar neden oluyor”du... Sahi, bu kadar sakatlık ‘kısmetsizlik mi’ yoksa ‘bilimsel doğrulara karşı yüzme’ gayretinin sonucu mu?
Maçın ilk 5 dakikasındaki Antep ataklarını kazasız atlatan Beşiktaş, oyun kontrolünü eline aldıysa da güçlü ataklar organize edemedi. Evet, henüz Niang ‘merkez forvet’ olacak güçte değil ancak yarattığı efekt rakip ceza sahasının iki köşesinde ciddi boşluklara yol açtı. Veli, Olcay ve Mehmet Akgün’ün ‘korumaya aldığı’ Fernandes pas bağını çoğaltacak partner bulamadığından atakların çoğu ceza sahası önünde ‘eridi’.
Evet, oyun Beşiktaş’ın kotrolündeydi ancak topu kaptıklarında “Şimdi ne yapacağız” görüntüsü veriyorlardı. Çünkü şimdiye değin ‘enerjik oynayarak’ sonuca gitmiş bir takımdı Beşiktaş ve Antep ‘geride kümelenerek’ bu enerjinin ortaya çıkmasını engelledi. Zaten bunun dışında Antep, ne birşey yapmaya niyetliydi ne de bu yönde bir bilgisi olduğunun işaretini verdi. Ama 10 kişi kalmış olsa da son anda bir top çıkıp, Beşiktaş’ın o ‘ünlü müdafaa zaafı’ndan da yararlanarak tahmininden fazlasını aldı...
Hava soğuktu, futbol yavan.. Yine de tribünde olmak olmamaktan daha iyiydi...
‘’Kartal'ın başarısı oyuncuların eseri‘’
Samet Aybaba, “Öne geçtikten sonra takımımı tutamıyorum” diyor. Peki o tutamıyorsa kim tutabilir?
Bu önerme Beşiktaş üzerine kafa yoranları yanıltıyor diye düşünüyorum. Şöyle ki, kaybedilen maçlar ya da kayıp puanlar ‘aşırı iştahlı’ oynamaya ve kontrolü kaybetmeye bağlandıkça, ‘takım müdafaası’ndaki sorunlar da gözden kaçıyor. Oysa ki, problem fazlasıyla burada. Enerjik bir takım görüntüsündeki Beşiktaş, gücünü orantılı kullanamıyor ve takım balansı ister istemez defans aleyhine bozuluyor. Ve özellikle oyunun son bölümlerinde genel olarak takım özel olarak defans hattı müdafaa da açıklar vermeye başlıyor. Aybaba kuşkusuz ki bu sorun üzerine kafa patlatıyordur ancak sınırlı sayıda ve belirli yetenekte oyuncuyla oynamak zorunda kalması elini kolunu bağlıyor. Bence Aybaba’nın buradaki temel hatası, kayıplar karşısında oyuncularını fazlasıyla kamuoyu önünde zor durumda bırakacak bir dil kullanması. Beşiktaş, bu zorlu şartlar altında ligin en izlenebilir takımlarının başında geliyorsa bunu fazlasıyla sahada ter döken her bir oyuncusuna borçlu olduğunu da gözden kaçırmamak gerekir.
Niang sadede 8 dakika oynadı ama bir fikir sahibi olabildiniz mi?
Ben futbolun da hayatın da ‘mucize’lere değil bilgiye, gayrete, çabaya bağlı olarak yükseldiğini düşünürüm. Niang hafızamda hep ‘iyi’ ama öncelikle ‘güçlü olduğu için iyi’ bir futbolcu olarak yer etmiştir. Elazığ maçının üçüncü golündeki pası elbette ki ona dair bir ipucu verebilir hepimize ancak, sonsuz ihtimallerin oyunu olan futbolda esas olan ‘devamlılıktır.’ Bir futbolcunun devamlılığı da gücü ile doğru orantılıdır. Aybaba’nın söylediği gibi 40 gün idman yapmamış, ondan öncesinde de farklı bir coğrafya ve iklim altında, farklı bir takımda farklı bir anlayışla idman yapmış bir oyuncudan sırf adı uğruna üst düzey verimlilik beklemek hayalcilik olur. Niang, belirli maçlarda belirli sürelerde takıma katkı sağlayabilirse ki bu sezon için sanki biraz güç görünüyor- bunu yeterli saymak gerektiği kanısındayım.
Arena’dan sonra şimdi de gündem Kadıköy Şükrü Saracoğlu Stadı? Bu konudaki görüşünüz nedir?
Henüz İnönü ile ilgili projenin ne olduğunu ve Anıt Kurulu’nun nasıl bir rapor vereceğini bilmiyoruz. Ancak öyle bir propaganda yapılıyor ki, ‘gökdelenler şehri İstanbul’da bu projenin de onay alacağı inancı hızla yayılıyor. Taraftar profilini baştan sona değiştirmeyi de hedefleyen bu tür girişimler ‘Beşiktaş’ın geleceği’ olarak sunuluyor. Ne var ki, bu sözleri defalarca duymuş Beşiktaşlılar bir sabah uyandıklarında ‘kulübün batmış’ olduğunu da unutmamalılar. Diyelim ki İnönü yıkıldı... “Beşiktaş nerede oynamalı” sorusuna aklın vereceği yanıt; “TT Arena” olmalı elbette. Gerek ulaşım olanakları, gerek ‘semt’e yakınlık gerekse ‘insan mutluluğu’ düşünüldüğünde akıl burayı gösteriyor. Beri yandan Arena ya da haracoğlu’nun zeminleri bu haliyle bile acınacak haldeyken lig, kupa, Avrupa maçlarıyla bazı haftalarda üç-dört maç oynanacak bu statların ne hale geleceğini varın siz düşünün. Elbette hesaba şu da dahil edilmeli; farklı takım rengi görünce ‘çıldırma eğilimini’ne giren taraftar profilinin verebileceği zararlar... İnşaat sektöründe bilgi, teknik bu kadar gelişmişken stat neden parça parça yapmak üzere planlanmıyor o da ayrı bir soru işareti.
İnönü Stadı nasıl dolar
Öncelikle bilet fiyatları düşürülerek. Deniyor ki, “Önce çok para verenlerin hakkı ne olacak?” Zaten ‘çok para’ verdirildiyse bir haksızlık olmuş. Haksızlıkta eşitlik olmaz. Yok, para uygunsa, demek ki insanlara fazla geliyor, yine düşürmek gerek. Benim gibi sezon başı kombine alanlar da, “Feda ettik, helal olsun” der geçer. Stadın dolması takımın da coşkusunu artıracağından, parası olmayan Beşiktaşlılar’ın da en azından bazı maçları izleme hakkı olduğundan, futbol ‘insan odaklı’ bir oyun olduğundan, bu oyunda yöneticiler kadar yönetilenlerin de eşit hakkı olduğundan bilet fiyatlarını düşürmek gerek. Hem sistemin ‘para kazanma mantığına’da uygun olmaz mı bu durum? Stat önüne ne kadar çok adam gelirse o kadar forma, su, tost da satılmaz mı?
‘’Doğru koşan kazandı!‘’
Aybaba’nın bu formülü, Almeida’nın yokluğunda önce Holosko ardında genç Sinan Kurumuş’la denendiyse de tutmadı. Beri yandan müdafaa önünde ‘çift kesici’ ile oynama alışkanlığı da Necip Uysal’ın yokluğunda aksayınca maçın ilk 25 dakikası maçın başında golü de bulmuş olan Elazığ’ın kontrolünde geçti. Bu bölümde Fernandes’in ‘sinikliği’nde Oğuzhan’ın yaratıcılığına muhtaç Beşiktaş 30’lara doğru toparlandı ve oyun üstünlüğünü ele aldı. Nihayetinde Escude değişikliğiyle İbrahim Toraman’ın öne atılmasıyla hem orta saha güçlendi hem de Sinan’ın varlığıyla mecburen geride kalan Elazığ defansı öne çıkınca başta Holosko olmak üzere ‘koşucu’lara koridorlar doğdu. Ve ikinci yarı orta sahadan sürüklenen hemen her top, ilk 20 dakika ve bir kaç cılız atak dışında mecalsiz görünen Elazığ ceza saha içinde tehlike oldu.
Ortalaması vasatı aşamayan Süper Lig’deki dengizliğin apaçık göründüğü bir maç izledik dün akşam. Maça fazla değil bir parça ‘enerji koyan’ ve topu kendi arasında daha çok gezdirmeyi başaran takımın rakibine üstünlük sağlamasına yeten bu ligde Beşiktaş ilk yarı oynadığı maçları anımsatan bir tempodaydı.
Geçen hafta yatıp kalkıp milli takım konuştuk. Bu ligden nasıl bir ‘üst düzey milli takım’ beklenir, varın siz düşünün..
Maçı izlediğimiz ve ‘totemler’in havalarda uçuştuğu Beşiktaş’taki Celil’in yeri Kartal Restaurant’ta en az üç kişinin 1-3’lük sonucu tahmin etmiş olması da en azından benim açımdan gecenin enteresan anlarından biriydi...
‘’Peki hata kimde!‘’
“Aybaba’nın açıklamalarında ‘Ben şurada hata yaptım’ ya da ‘Gördüm ki, oynama biçimimize dair şöyle sorunlara neden oldum’ türünden bir özeleştiriye rastlamadım... Eğer söylendiği gibi savunma coşkusunda bir hata varsa, bu takım planlamasıyla ilgili bir sorun ve bu sorun sezon başında yaratıldı.
Sorumluluk alanı ne olursa olsun, sorunları ‘dışsal gerekçe’lerle açıklamak bu ülke yöneticilerinin ‘ortak hasleti’dir. Sorumlular, beceremedikleri işleri kendi dışındakilere yükleme konusunda hayli mahir görünüyorla. Samet Aybaba da şaşırtıcı olmayan benzer bir tutum içinde. Oysa ki özeleştiri problemin çözümü için elzemdir ve öncelikle yapana ‘güven duyulması’nı sağlar.
Özeleştiri yapmıyor
Gazetecilerle yaptığı sohbette, “Ben şurada hata yaptım” ya da “Gördüm ki, oynama biçimimize dair şöyle sorunlara neden oldum” türünden bir özeleştiriye rastlamadım. İfadelerindeki “biz”li cümleler yanıltmasın. O bölümler esasen “onlar”, yani “futbolcular” diye okunursa daha doğru olur. Örnek mi? “Coşkulu hücumlar yapıyoruz ancak savunmayı aynı şekilde yapamıyoruz” dediğinde sanki işe kendini de kattığını düşünüyoruz ama devamı muradını daha iyi açıklıyor; “Yediğimiz goller tamamen bireysel hatalardan.” Yani, “Oynatma biçimimde sorun yok, sorun hata yapan futbolcuda.” Eğer Beşiktaş’ın savunma yapamadığı düşünülüyorsa ki öyle, bu, takım planlamasıyla ilgili bir sorun ve bu sorun sezon başında yaratıldı. Takımın müdafaa anlamındaki en önemli iki karakteri Egemen ve Fabian Ernst, ‘feda etmediler’ diye gönderilirken doğabilecek enfeksiyonlar da hesaplanmalıydı. Şimdi “Coşkulu müdafaa yapamıyoruz” demek pek bir şey ifade etmiyor doğrusu..
El yordamıyla transfer
Öte yandan lig başlarken hedefsiz olmaktan kaynaklanan rahatlık ve ligin ortalama kalitesinin düşüklüğünün getirdiği ‘görece başarılı’ sonuçlar beklentiyi yükseltti. Bu beklentiyle yapılan acele transferlerin ne denli acemice yapıldığı da ortaya çıkıyor. Aybaba, “Takımında oynayan futbolcuyu kim verir?” derken Dentinho’nun ‘şanssız sakatlığı’ (!) ve uzak ihtimal oluşu, 30 gün çalışmamış olduğu yeni öğrenilmiş (!) Niang’ın o çok güvenilen fiziksel eksikliği, Gökhan Süzen’in fark yaratacak gibi görünmeyen stili gibi can alıcı konularda işin el yordamıyla yapıldığını itiraf ediyor gibi. Son Karabük maçı için yaptığı analizde “2 gol attık 6 pozisyon kaçırdık” diyen Aybaba, ne var ki rakibin pasa dayalı sakin oyunuyla maçın başında girdiği pozisyonları kayda almamış görünüyor. Maçta 2-0 öndeyken bile tribünde oluşan tedirginliği görmesini isterdim doğrusu. Elbette ki Hilbert, Sivok, Veli gibi müdafaa bazlı oyuncuların yokluğunda sorunlar yaşanabilirdi. Ancak bu sorunlar bu maça özgü değildi ki! Takımın maçların son bölümünde pas ritmi ve oyun temposunu kaybettiği gözle görülürken meseleleri ‘oyuncu yetersizliği’ ile açıklamak çok doğru olmasa gerek...
Akıl tutulması...
“Galatasaray 4 aydır oynamayan futbolcu aldı, biz onun otuzda bir maliyetine oyuncu transfer ettik” türündeki gereksiz karşılaştırmasını ise anlık ‘akıl tutulması’ olarak okumak gerek. “Beşiktaş’a neler gerekir?” sorusunun yanıtları ise hafta içindeki başka yazıların konusu olsun...
Cem Dizdar
Samet Aybaba ne dedi?
-“Takımında oynayan futbolcuyu kim verir? Galatasaray 4 aydır oynamayan futbolcu aldı. Onun otuzda bir maliyetine biz oyuncu aldık. 2. ligden bir oyuncuya talip olduk fiyatı 1.5 milyon Euro’ya çıktı.”
-“Futbolda iş sadece kaleci ile bitmez. Kaleciyle de başlamaz. Coşkulu hücum yapıyoruz, ancak savunmayı aynı şekilde yapamıyoruz. Buna rağmen son maçta yediğimiz goller tamamen bireysel hatalardan oldu. Maçlarda neler olduğunu da görüyorsunuz.”
-“İnönü’de oynamak kolay mı? İzleyenin eli ayağı titriyor. Oynayanın eli ayağı titremez mi? Sinan’ı beğenerek aldık. Henüz 18 yaşında ve orta vadeli planlarımız için transfer ettik. Sonuçta maça ısınmadan girmek zorunda kaldı.”
-“Oyuncuya sormadan biz onu oynatır mıyız? Futbolcu ’Ben hazırım’ demedikten sonra onu oynatmayız. Sağlık ekibi oynaması için onay verse dahi oyuncuya hazır olup olmadığını sorarız.”
-“Dentinho’nun eksiği yoktu ve hazır geldi. Eski takımında antrenmanlarını yaptı ve bazı turnuvalarda oynadı. Zeminde sorun yok. Biz de çalışma programımızı yapıyoruz. Bazen bu konularda şanssızlık yaşanıyor.”
‘’Rüzgar mı fazla kalite mi eksik?‘’
Galatasaray ise ‘ne yapması gerektiği’ni bilen, olgun ve temkinli tarzında ısrarlı görünüyordu başlarda. Ancak bunu aşabildi mi, orası meçhul! Yediği gol ise bana şunu düşündürttü; Şener’in ortasında Pinto’nun şahane kafa golünü Semih-Dany ikilisi tıpkı bizim gibi ‘izlerken’ acaba kaç Galatasaraylı Fatih Terim’in ‘stoper’ ısrarını anlayabilmişti?
Attığı gole gelince... Melo’nun pozisyonunu ‘ödünç alıp’ biraz daha geri çekilen ve bu sayede baskısız ve oyunu daha geniş bir açıdan görebilen Selçuk İnan, ‘o çok tanıdık’ asistiyle Umut’a en iyi bildiği işi yaptırdı ancak o da devamını getiremedi.
Bursa ikinci yarıya da iyi başlayıp, Galatasaray müdafaası da o bildik arızaları vermeye devam ettikçe maç, Fatih Terim’in canını sıkacak bir düzene girdi. Düğümü çözmek için Aydın-Amrabat gibi ‘kenar sürprizci’lerini sahaya sürdü ve bu ikili kısa süre sonra uygun pozisyonu da buldu ama golü yapamadı. Ersel Uygur yönetiminde hiç de ‘başsız bir görüntü vermeyen’ Bursa, 70’lere kadar ritmini koruyup saha parselasyonunu doğru yaparken yarattığı pozisyonları gole çeviremeyince bir parça güç kaybetmiş ve kontrol rakibine vermiş göründü ama hepsi o. Artık iki takım için de gol, pozisyonlara değil ‘hesapta olmayan’lara muhtaç hale gelmişti ve onlar da gerçekleşmedi. Yani zevkli ama kalite açısından ligin ‘aritmetik ortalaması’nı aşamayan bir maçtı izlediğimiz.
Ve son olarak... Bu kadar meşale içeri sokulabildiğine göre sokanlar kadar artık buna göz yuman ‘yetkililer’e de bakmak gerekir değil mi?
‘’Enerji kaybı‘’
İlk 15 dakikada gol bulamadılarsa bu Beşiktaş açısından şans sayılmalı.. Şimdi denebilir ki, “Almeida erken sakatlandı”. Elbette doğru, ancak Beşiktaş’ın oyununu bir türlü olgunlaştıramaması direkt hücum hattı ya da orta sahasıyla ilgili değil. Sorun müdafaa hattının topla olan ilşkisinin ‘sınırlı’ oluşunda. Müdafaa hattı bu kadar aksarken ileri çıkışlarda ister istemez daha kontrollü, deyim yerindeyse ‘bir gözü arkada’ yapılmak zorunda kalıyor.
Hele ki ikinci yarı oyuna LuaLua dahil olunca tedirginlik de iyice arttı. Karabük bilinçle yüklenirken Beşiktaş’a da seri kontra fırsatları doğdu, ama Sinan Kurumuş iki net fırsatı kaçırdığında tribündekilerin akıllarındaki isim Dentinho’ydu. Yoksa hazır değil miydi?! Neyse ki baştan beri gol için çırpınan Oğuzhan, Premier Lig’den getirdiği bitirici pasla Olcay’a golü yaptırıp dengeyi değiştirdi. Sahi, Aybaba neredeyse her maç sonu hedefine oturttuğu Oğuzhan’a fazla haksızlık yaptığını düşünüyor mudur acaba?
Ancak Karabük eksik kalmasına rağmen ‘itirazı’ elden bırakmadı ve golü attı. Neden bu kadar ‘müdafaa’ dediğimi anlamak için Ahmet İlhan golüyle, geçen haftaki Emre Çolak golünü hem orta, hem vuruş açısından üst üste bir izleyin bakalım!. Ve ardından herkesin tahmin edebileceği LuaLua golündeki müdafaa yerleşimini.. Hücuma kalktığında birbirine duvar olacak oyuncu bulamayıp pas seçeneğini çoğaltamayan Beşiktaş, birçok pozisyonu geliştiremeden boğarken işini ‘kişisel beceriye’ emanet edince ihtiyacı olan golü de bulamadı. Görülüyor ki, Beşiktaş ligdeki yerini borçlu olduğu ‘enerjik oynama’ özelliğini yitirdikçe işleri yoluna koyma konusunda hayli zorlanacak.
‘’Tercih doğru, iş zor‘’
Güneş’in her defasında dile getirdiği sorunların çözümü için ne yapıldı, yapılıyor merak ediyorum. Eldeki yabancı oyuncu sayısının sınırın iki katı olması, buralı oyuncuların yeterlilik çıtasını yükseltemiyor oluşu ve daha da önemlisi kentteki takımla ilgili havanın hep ‘kazanırken’ yüksek oluşu gibi temel meseleler ortadayken yeni hocanın işi elbetteki çok zor olacaktır. Hoca değiştirmek bu ülkede yönetimin problemleri çözme değil de erteleme yöntemleri arasında en bilineni. Hoca istifa ettiğini açıklarken diğer hocanın şehir yolunda oluşu meselenin hangi boyutta olduğunu ayan beyan gösteriyor zaten. Beri yandan Kafkas gibi daha çok ‘disiplin’ yanı önde görünen birinin takımı istenen seviyeye getirmesi elbette mümkün ancak bu dağınıklığı toparlamak en azından kısa ve orta vadede zor görünüyor. Ayrıca Kafkas’ın Kayseri ve Antep’te tribünlerin bazı bölümleriyle yaşadığı gerginlikler düşünüldüğünde Trabzon gibi beklentisi yüksek bir kamuoyu önünde sükunetini koruyup koruyamayacağı da benim açımdan merak konusu...
‘’Deneme yanılma formülü tutmadı‘’
Bu nedenle olsa gerek top yapıcı iki adamından Oğuzhan’ı dışarıda tutup, rakibinin sol kanadını Hilbert-Mehmet Akgün ikilisiyle tahkim etti ancak bu ikilinin ‘bölgesel acemiliği’ dolayısıyla hesabı tutmadı. Ve ne tuhaf ki, iki gol önemsenen kanattan geldi. Oysa Beşiktaş esasen ‘hücumcu’ olarak biliniyordu ancak ilk devre boyunca ne iyi olduğunu becerebildi, ne de sorunlu yanını onarabildi.
Aybaba, ikinci yarıya eldeki oyuncularla olabilecek en ideal düzenle başladıysa da erken gelen gole rağmen oyunu yeniden kurgulamak mümkün olmadı. Çünkü hem gol yemiş, hem eksik kalmış olan Galatasaray yüksek tuttuğu vitesle 70’e kadar topa, haliyle oyuna hakimiyetini sürdürdü. Aybaba, maça çıkarken yaptığı tercihi baş aşağı edip biri koşucu, diğeri kesici olan Olcay ve Veli’yi dışarı alınca da bu kez topu kapıp ‘oyun kuruculara’ aktarma problemi baş gösterdi. Yani ‘kadro derinliği’ denilen kavram, zorluk derecesi yüksek bir maçta Beşiktaş’ın ayağına dolandı. Özetle, heyecanlı ama yavan maçta Beşiktaş’ın maç boyunca eli yüzü düzgün bir hücum organizasyonu geliştirememiş olmasında hem oyuncu, yapısı hem de Aybaba’nın ‘deneme yanılma’ formüllü arayışlarının büyük etkisi oldu. Ligin ikinci yarısında taşların daha yerine oturacağı düşünülürse Beşiktaş’ın oyununu olgunlaştırma konusunda daha çok gayret sarf etmesinin gerektiği aşikar...









































