Arama

Popüler aramalar

‘’Oğuzhan da olmasa‘’

Koca ilk yarının Beşiktaş açısından pozisyon fukarası geçmesinin en büyük nedeni, ‘yaratıcılık’tı kuşkusuz. Ordu gibi ‘canıyla boğuşan’ bir takıma karşı ‘yok hükmü’nde ataklar planlayan bir takımda eğer ‘lider oyuncu’ diye tanımladığınız karakter kendini kaybettirmek için özel çaba sarf ediyor gibi görünüyorsa orada işler hiç de iyiye gitmiyordur. Öyle ya, Fernandes ‘küskün lider’ havasındayken Beşiktaş’ın rakip ceza sahası içinde varlık göstermesi beklenemezdi.

‘Uyku modu’nda geçen ilk yarı henüz ‘etkisiz eleman’ çizgisini aşmayan Mustafa Pektemek’in ikinci yarı başında sakatlanıp çıkmasıyla hareketlenir gibi oldu. Çünkü yerine ‘ikinci yaratıcı’ Oğuzhan girdi. Lakin sahada koşturan ya da doğrusu ‘koşturuyor gibi yapan’ siyah beyaz giymiş oyuncular çok zor bir matematik denklemi çözmeye çalışan öğrenciler gibiydi. Ne eğlence, ne ‘’Bizi birileri izliyor onlar için oynamalıyız’’ kaygısı... Daha çok, ‘’Bulduk bir kaza golü bitse de gitsek’’ havası...

Aybaba’nın 60 sonrası problem çözücü hamlesi olan Oğuzhan’ın gayreti ve estetik arayışları da olmasa ne tribün ne televizyon çekilirdi kanımca.‘Halsiz’ ve temiz oynayan Orduspor’un ligdeki yeri de oynama hali de malum. Ya Beşiktaş’ın?

Neyse ki Oğuzhan zorlaya zorlaya ‘tatsız’ giden maçın ‘tuzsuz’ bitmesine engel oldu. Aldı/verdi, aldı/gitti, kaptı/kaçtı... Öyle ya da böyle golü yarattı..Beşiktaş UEFA Avrupa Ligi hedefine yaklaştı ancak bu maçtan geriye futbol adına ne kaldı, işte orası meçhul?

Bu atmosferde biri gider ama kim?

Taraftar sonuna kadar takımını destekliyor ama kafaya koymuş... Ne oynanan oyun memnun ediyor ne de ne yapsalar takımı hareketlendirebiliyorlar!. Korkarım içerdeki son maçta enteresan şeyler olacak. Son bir iki maç Samet Aybaba’ya yüklendiler ama artık sanırım o durumu da aştılar. Durun bakalım iş nereye varacak?

Samet Aybaba’nın çözemediği problem

Futbol, akılla olduğu kadar duygularla da oynanan bir oyundur. Evet, strateji ve taktik önemlidir ancak onları uygulayacak oyuncuların durumu daha da önemlidir. Samet Aybaba sezon başından bu yana oyuncularıyla özellikle hayli ‘didişen’ bir dil tutturdu. Böylesi bir atmosferde gerek oyuncuları maça hazırlamak gerekse onları maç içinde idare etmek çok güç bir işti. Aybaba’nın en büyük problemi de bu oldu. Ne oyuncularla ne de onları izleyen taraftarların büyük bölümüyle doğru kontaklar kurmayı başarabildi.

Pektemek için bir öneri

Önemli ve iyi bir oyuncu Mustafa Pektemek, becerili ve yetenekli.. Ne var ki, ‘olgunlaşma hızı’nda sorun var. Kenardan gelen ve buluşamadığı her top sonrası arkadaşını tekrar ve daha iyisine cesaretlendirmek yerine yüzüne sitemkar ve ağlak bir ifade takıyor. Bundan süratle vazgeçmeli. Böylesi bir tutum, gelişimini tahmin bile edemeyeceği kadar hızlandırır.

28 Nisan 2013, Pazar 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Beşiktaş'ın gücü bitmiş!‘’

Beşiktaş’ı yakından izleyenler fark etmiştir, özellikle ligin ikinci yarısında takımda ciddi bir ‘güç kaybı’ söz konusuydu. Bu ‘güçsüzlük’ Akhisar karşısında zirve yaptı. Koca maç boyunca Oğuzhan üzerinden ve rakip müdafaanın göbeğine yapılmaya çalışılan baskıda temel eksik ‘güç’tü. Defans önüne kadar gitmesine gitti Beşiktaş ancak ne orada topu gole götürecek pas seçeneğini artırabildi ne de kaptırdıkları toplara devamında baskı yapabildi. Hal böyle olunca Akhisar’ın Merter-Ahmet Cebe-Bilal Kısa eksenli hücumlarının neredeyse tamamı Beşiktaş kalesinde etkili oldu..

Beşiktaş orta sahasıyla müdafaa bloğunun arasındaki boşluğa bol pasla taşıdıkları her topu mancınıkla atılma misali stoperlerin arkasındaki Gekas’a kelimenin tam anlamıyla ‘aşırdılar.’ Ve büyük golcü Gekas da gerek golleriyle gerekse atamadıklarıyla Escude-Ersan ikilisini neredeyse maç boyunca mahcup etti.

Olcay ve Veli’nin sorumluluk almadan oynamaları, Necip’in gayreti ama sınırlı hücum katkısı ilerideki Mustafa Pektemek, Niang, oynadığı sürece Holosko’nun elini kolunu bağladı. Fernandes’in yokluğunda yük Oğuzhan’a binmişti ama takım ne onu ‘saklayabildi’ ne de kullanacağı toplarda boşa çıkarak elini rahatlattı. Bu durumdaki Oğuzhan da Akhisar’ın başarılı kurgusu içinde kayboldu gitti. Elbette ki meseleyi ‘defans kurgusu’nun berbatlığıyla da açıklayabiliriz. Ne var ki, bir takım hemen her alanında rakibine top yapacak, oynayacak, koşacak bu kadar alan bırakıyorsa orada sadece kaleciye ya da stoperlere bakmak büyük yanılgı olur.

Akhisar’ın verdiği ilham


Peki ya Akhisar? Maçın başında Hilbert’in arkasına kaçtıkları ilk topta Güray’ın ortasına Gekas için ‘çocuk işi’ olan golünün ardından tüm karşılaşma boyunca istedikleri oyunu oynadılar. Beşiktaş’ın ‘yumuşak karnı’ Escude/Ersan ikilisinin uzun boylarına rağmen arkalarındaki boşluğa geçirdikleri her topla tehlike yarattılar ve istediklerini umduklarından fazlasıyla aldılar. Akhisar bu ligin en izlenesi topunu oynayan takımlardan biri. Sınırlı bütçe, sınırlı kadro... Ama fazladan arzu, oynama isteği ve oynarken eğlenebilme... Akhisarlı futbolcular esasen diyor ki; “En zor görünen durumda bile mutlaka bir çıkış vardır. Yeter ki hepiniz birbirinizle dayanışın ve yardımlaşın..” İşte hepsi bu...

Ayağa gelmiş öğretmen


Bir öğretmen; Teofanis Gekas. Yeteneğini tercübesiyle birleştirip, öğretiyor da öğretiyor. Nasıl ve nereye koşulur, müdafaa oyuncuları nasıl gezdirilir ve ‘uyutulur’, her bir şeyi gösteriyor öğrenmek isteyene. Genç forvet adayları ayaklarına kadar gelmiş bu büyük ustadan öğrenebileceklerini hızla öğrenmeliler. Tüm çabasına rağmen Samsun’u ligde tutamamıştı, umarım Akhisar’ın ligde kalmasına katkı verebilir. Manisa’daki Beşiktaş taraftarının Gekas’a alkışı da futbola dair ne çok şey anlatıyor aslında...

Aybaba’nın işi gittikçe güçleşiyor


Samet Aybaba, “4 yıllık sözleşmem var” dedi geçenlerde ama ligin ikinci yarısında tel tel dökülen bir takım izleyen taraftarlarını bu önermeyle ikna edebilmesi zor görünüyor. Gerçi orada “Sezon bitsin biz de kendi değerlendirmemizi yaparız” demişti. Agresif ve yarardan çok zarar veren Gökhan Süzen tercihi bile zaman zaman “Şu oyuncuyu ben bulmuştum” türünden cümleler kuran Aybaba’yı hayli zorlayacağa benzer. Evet, bu yıl Beşiktaş sezon başı tahminlerin çok ötesinde bir yerde şu anda. Ancak sorun tam da bu zamanlarda gelecek için umut vaat eden bir takımın ortalarda görünmemesinde. Haliyle ‘umut yoksa’, bu oyunla ve bu kurguyla Aybaba’la devam da zor gibi...

21 Nisan 2013, Pazar 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Sus kimseler görmesin...‘’

Alışıldık bir durum değildi elbette. Genellikle bu işaret deplasmandayken ev sahibi taraftarlara yapılırdı. Olcay devamında ‘özür’ bâbından bir şeyler söyledi ama ikna edebildiği insan sayısı hayli azdır diye düşünüyorum.

Açık ki, Olcay Şahan taraftarların Samet Aybaba’ya gösterdiği tepkiye reaksiyon veriyordu. Kendi adıma, biraz alışılmadık olsa da Olcay’ın reaksiyonunu anlaşılır buluyorum. Çünkü eğer bir takımdan söz ediyorsak, hocanın da o takımın parçası olduğu düşünüldüğünde oyuncuların da hocaya sahip çıkmaları kadar anlaşılır bir durum olmasa gerek.
Öte yandan, Aybaba’nın her mağlubiyet ya da kayıp puan sonrası sorumluluğu üstlenmek yerine ‘oyuncuları işaret eden’ açıklamalarına da iyi bir ‘ters örnek’ oluşturdu Olcay’ın bu tutumu.

İşin bir başka boyutu ise ülkedeki futbolcu/hoca ilişkisindeki sorunlu tanımlar. Bu tanımlardan biri de ‘baba/oğul ilişkisi’dir. Samet Aybaba da Antalya maçının ardından futbolcularıyla ilişkisini bu pederşahi tanımla açıkladı.

Oysa hatırlanırsa, daha bir kaç hafta önce Oğuzhan Özyakup’un babası Muzaffer Özyakup, oğlu için hocasının kullandığı ifadelerden rahatsız olmuş, kalkıp Hollanda’dan gelmiş ve gazetecilere durumdan şikayet eden demeçler vermişti.

Futbolcu, teknik direktör ilişkisini ‘baba/oğul’ biçiminde tanımlamak hocaya değil ama oyuncuya ciddi zararlar verebilir. Olcay Şahan kuşkusuz ki çok sevdiği Aybaba’ya destek için tribüne “Sus” işareti yaptı. Ancak unutmamak gerek ki, taraftar hafızası kuvvetlidir. O işaret, iki üç maçlık formsuz olacağı periyotta Olcay’a ciddi sıkıntılar yaşatabilir. O nedenle, teknik direktör/futbolcu ilişkisini ‘aile’ değil de oyunun kavramlarıyla kurgulamak ve oyunculara öyle belletmek en doğrusudur.

Kaş yapayım derken!

Beşiktaş Başkanı Fikret Orman, sezon başından beri izlediği ‘güvenli demeç’ politikasını yavaş yavaş terk ediyor gibi görünüyor. ‘Stat yıkılınca Beşiktaş nerede oynayacak?’ tartışmaları sırasında polemik performansının gelişkin olmadığını göstermişti. Son olarak ‘Mustafa Denizli ve cesaret’ başlıklı manasız münazarada geldiği nokta malum. Denizli, lisanı münasiple ‘cesaret’in ne olabileceğini anlattıktan sonra yaptıkları görüşmede yanlarında olan ortak dostlarını da refere ederek, ‘Bir daha yapma’ uyarısında bulundu kanımca. Orman ise, durumu düzeltmek için yaptığı açıklamada bu kez de zaten sıkıntılı bir dönem geçiren mevcut teknik direktörü incitti. Denizli’nin sözleri üzerine açıklama yaparken dedi ki; “Kendisine olan güven ve inancımın karşılık bulmamış olması, aynı zamanda Beşiktaş için belki de kaçan başarılar anlamı taşımaktadır.”

Yani hülasa edersek; “Samet Aybaba ile başarıyı kaçırdık...” Bence bu da doğru olmadı. Sizce oldu mu?

19 Nisan 2013, Cuma 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Yakışmadı‘’

“Kaleci değil” denilen McGregor üç gol kurtarmıştı! Sezon başında kimsenin umut beslemediği Beşiktaş, onca sıkıntıya rağmen ligde hala üçüncüydü.. Haliyle ‘Şifo Mehmet’e coşkuyla tezahürat ederken - ki sonuna kadar hak ediyor - takımın teknik direktörünü refüze etmek Beşiktaşlı’ya yakışmazdı, yakışmadı da... Eksiğiyle fazlasıyla, yırtığıyla söküğüyle Samet Aybaba bu takımın teknik direktörüyse saygı göstermek bir görevdir. Saygı duymayabilinir, o Aybaba’yla ilgili bir durum... Ama saygı göstermek ‘özne/kişi’ ile ilgilidir. Ve Beşiktaşlılık hiçbir şey değilse ‘saygılı olmaktır’.

Peki ilk devre genel olarak ne oldu? Orhan Ayhan abimizin eski zamanlardan kalan veciz tanımıyla, “Orta saha mücadelesi şeklinde geçen bir maç”tı. Maçın Orhan abinin sıkıcı maçlardaki anlatımdan farkı, yağmurlu havada martı uçmuyor, akşam olduğu için boğazdan geçen vapurlar görünmüyordu. İkinci yarı da, ta ki Oğuzhan değişikliğine kadar ‘aynı tas aynı hamam’dı. Aybaba’nın ‘55-60 planı olarak yanında oturttuğu Oğuzhan ile hem gol hem oyuna canlılık geldi. Bir aksilik olmazsa gelecek yıl Beşiktaş’ın gerçek omurgası olacak Necip-Oğuzhan-Olcay golü de buldular.

Beşiktaş zor maçlarından birini kazasız belasız atlattı, ama tuhaftı! Maç bitti soyunma odasına ilk giden Aybaba oldu. Oysa en dayanıklı olması gereken de oydu, değil mi?

16 Nisan 2013, Salı 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Bursa dersine iyi çalışmış‘’

Beşiktaş’ın şimdiye kadar yapabildikleri esasen eksiklerini de apaçık gösteriyordu. Sol kanat... Bu sorun bir türlü çözülemedi. Ne içerden yamayla ne dışardan destekle.. Hal böyle olunca Hikmet Karaman’ın bunu görmemiş olmasını düşünmek mümkün değildi. Bütün ilk yarı boyunca aynı yere yani kanayan yaraya basınç uyguladı Bursa ve karşılığını da iki golle aldı. Çünkü Beşiktaş sıkıntılı bölgesine top almamayı şimdiye kadar hiç beceremedi. Ligde bugüne kadar farkını ‘oynama iştahıyla’ yaratmıştı Beşiktaş. Ancak Bursa o iştaha izin vermedi. Fernandes’i kapatıp Oğuzhan’ı da mümkün mertebe arkaya iterek rakibini çaresizleştirdi. Böylece ‘yaratıcı oyuncu’ eşleşmesinde Pablo Battala gibi denklem çözme ustası öne çıktı ve farkı da yarattı. Bu nedenle her Bursalı topu ayağına aldığında pas seçeneği en az iki iken Beşiktaş’ta bu oran çoğu zaman tek pasa bile ulaşamadı.

İkinci yarı Bursa ikinci plana geçti. Topu rakibine verdi ve bekledi. Çünkü topu tehlike yaratacak bölgelerde kapacaklarına emindiler. Kaptılar ve istediklerini de yaptılar.

Maç boyunca Samet Aybaba’nın yüzündeki çaresizlik Beşiktaş’ın sakatları ve yedek kulübesindeki seçeneksizlik olduğu kadar Bursa’nın oyunun her anına hakim olmasından kaynaklanıyordu sanırım. Ben Aybaba’yı bir kere bile oyuncularına direktif verirken görmedim.

Beri yandan maçın belki de en anlamlı yanı son 5 dakikada Bursalı futbolcuların gözle görülür biçimde rakiplerini yıpratmamaya dönük tavırlarıydı. Hikmet Karaman da oyun değişiklikleriyle maçı iyiden iyiye soğutarak rakibinin üzerine salmadı takımını.

Kuşkusuz ki Beşiktaş oyunu merkez forvet oyuncusu olmadan oynamaya çalıştı. Ancak bu Bursa’nın her atağını bilinçle örmüş olduğu gerçeğini değiştirmez hücum edemiyorsan kendini savunacaksın... İkisini de yapamıyorsun sonuca katlanacaksın.

09 Nisan 2013, Salı 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Fernandes'in ifadesi!‘’

Elbette Almeida’nın erken sakatlanması oyun planına olumsuz anlamda etki etmiştir. Ne var ki ligin dibine demir atmış, bu sezon üçüncü hocasıyla çalışan bir takıma karşı şampiyonluk iddiası taşıyan bir takımın oyun biçimiyle fark yaratması gerekmiyor muydu?

Mersin’in can havliyle oynadığı maçta Beşiktaş’ta ne yaptığını bilen ve takımı dengede tutmaya çalışan tek oyuncu Manuel Fernandes’ti desek yanlış olmaz. Biraz da topsuz alan ustası Niang. Başta Necip ve Veli olmak üzere neredeyse tüm Beşiktaşlılar ‘ustabaşı Fernandes’i koruma kollama görevi edinmiş gibiydi sahada! Ne sorumluluk alma, ne fazladan bir şey yapma gayreti. Ancak şunu da unutmamak gerek ki, Necip ve Veli gibi futbolcular ‘taktik disipline bağlılığı’ yüksek oyunculardır. Yani, onları biraz da takımın oyun anlayışının sınırları içinde analiz etmek gerek. 60’ıncı dakikada ‘problem çözücü’ olarak oyuna dahil edilen Oğuzhan’ı da bu çerçevede ele almak gerekir.

Beri yandan, Manuel Fernandes’in gerek attığı, gerek attırdığı gollerdeki yüz ifadesini siz de fark etmişsinizdir... Kayıtsız, küskün hatta bir miktar sitemli! Oysa Samet Aybaba onu “Takımın sahadaki lideri” olarak tarif etti haftalarca. Gol atan ancak sevinmeyen ve arkadaşlarına mesafeli bir lider! Düşündüm de... Arkadaşımız Orhan Yıldırım önceki gün Fanatik’te Fernandes’in kampta promile bağlı olarak yüksek volümde müzik dinlediği için uyuyamayan arkadaşlarının şikayetçi olduğunu ve sorun çıktığını yazmıştı. Ve tahmin edileceği gibi Beşiktaş Yönetimi de bu haberi alelacele yalanladı. Basın tarihi, muktedirlerce yalanlanmış nice haberin kısa süre sonra farklı kaynaklarca doğrulandığı gerçeğini de yazar kuşkusuz. Bence Fernandes’in ifadesi haberi doğrulayan en güçlü ‘kaynaktı.’

Ve finalde soruyorum, Fernandes’in 83. dakikada girdiği pozisyonda gol atmaya çalışması mı doğruydu, yoksa topu genç Oğuzhan’a geçirme gayreti mi? Bu soruya vereceğimiz yanıt, oyunu da hayatı da nasıl algıladığımızı gösteren doğru tanımlardan biri olacaktır, şüpheniz olmasın!

02 Nisan 2013, Salı 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’'Çarşı' ikinci kez sürgüne!‘’

Anlamını, ‘kazandığı kupalar’da değil, ‘kalabalığında var eden bir takım’dır Beşiktaş. En azından benim için böyledir...

Oysa Başkanı Fikret Orman, ‘taraftar’ ile ‘müşteri’ arasında tercih yapmış modern zaman futbol yöneliminin tipik temsilcisi gibi... Beşiktaş’ı başkalaştırmak için bulunmaz bir ortama doğan Orman, dün Fanatik’te ‘Çarşı’ için şunları söylüyordu: “Onların olacağı yeri daha makul seviyede tutacağız. Çünkü yeni stadımızda onlara çok ihtiyacımız olacak. Kale arkasına geçecekler. Stadın en iyi yerinde en çok para verenin oturması lazım...”
Düşünmeden edemedim! Acaba sivil, serbest katılımlı ve kaç kişi olduklarını kendilerinin bile bilmediği ‘Çarşı’ grubunu Orman mı yönetiyor ki, onlar adına konuşup, karar veriyor? Yoksa, kale arkasına gideceklerin biletleri bir jest olarak kulüpten mi? Oraya gidecekler ceplerinden bilet alacaksa, ‘zenginlerin koltukları’nı da para verip edinmelerini kim, hangi hakla engelleyecek?

Taraftarı zengin/fukara olarak ‘müşterileştiren’ bu bakış açısı için Almanya’dan bir karşı örnek vereyim de, kafalar belki biraz açılır!
Takım, Borussia Dortmund. Taraftarı Avrupa’nın en düşük kombine fiyatlarından birine sahip! En ucuz kombine fiyatı yaklaşık 190 Euro!.. Şampiyonlar Ligi Kupası’nı kaldırdıktan sonra çöken ve tekrar, plan ve ‘takım değerlerine bağlılık’la yükselen Dortmund’un CEO’su Hans-Joachim Watzke diyor ki; “Avrupa’nın bir çok ülkesinde taraftarlar artık müşteri haline geldi ve buna itiraz etmiyorlar. Ancak, bir Alman taraftara ‘müşteri’ olduğunu söylerseniz sizi öldürebilir! O kulübüyle arasında bir bağ ister...”

Ve Watzke devam ediyor; “İşçi sınıfından oluşan Ruhr bölgesinde insanlar bizden ne ister diye sorduk. Cevabı basitti; sürekli mücadele ve varımızı yoğumuzu vermek. Böylece yeni felsefemiz oluştu.”

Sloganı Beşiktaş’ınkine benzer, ‘Gerçek aşk’ olan Dortmund’un CEO’su sürdürüyor konuşmasını: “Kulüp kültürünün parçası şeylerle ilgili önemli kararlar aldık. Bilet fiyatları açısından yılda yaklaşık 5 milyon euro kaybımız oluyor ama bunu göze aldık ve her maça sarı-siyah formayla çıkıyoruz.” Yani özetle Beşiktaş’ta yapılanların tam zıddını yapıyor Avrupa’yı kasıp kavuran Dortmund. (B.Dortmund dosyası FourFourTwo dergisi Mart sayısında. Hararetle tavsiye edilir..!)

Beşiktaş ise güçlü markası ‘Çarşı’yı kriminalize edip, Serdar Bilgili döneminin ardından ikinci kez ‘sürgüne ötelerken’, bilet fiyatlarını artırarak tribünleri ‘soylulaştırma’ hattına giriyor. Sonucu tahmin edebilecek var mı?

26 Mart 2013, Salı 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Vasat oyun yavan maç‘’

Çünkü, yetenekli oyuncu sayısı fazla ‘pahalı takımlarla’ aradaki farkı kapatmanın tek yolu müdafaa oynama bilgisini geliştirebilmekten geçiyor. Hücum organizasyonları yetenekli ve haliyle pahalı oyunculara ihtiyaç duyuyor. Müdafaa öyle değil... Güçlü ve birbirine yakın oynayan oyuncu sayısını artırınca en azından beraberliği kurtarma ihtimali güçleniyor. Andorra gibi takımlar da kolay ulaşılır ve uygulanabilir bu bilgi nedeniyle ister istemez bu zorunlu yola giriyor. ‘Oynamak ve eğlenmek’ gibi bu oyunun varlık nedeni olan ilke ‘kazanabilmek için oynatma’ teziyle yer değiştirince ortaya da tatsız tuzsuz maçlar çıkıyor. Veriyorlar sana topu geçiyorlar geriye, ‘Bir fırsat çıkar belki’’ diye bekliyorlar.

Kaybettiği maçlar nedeniyle Dünya Kupası geleceğini ‘başkalarının kayıpları’na bağlayan Milli Takım zaman zaman 11 kişiyle kendi ceza sahası içine yığılan Andorralılar arasından topu geçirecek delik bulamadı. Şaşırtıcı olan dışarıdan atılan şut sayısının düşüklüğüydü. Bu tip oynayan takımlara karşı arkaya koşucular ya da driplingle içeriye kat ediciler değil de ‘vurucular’ daha çok iş yapar diye düşündürttü oyun düzeni bana.

Her takım ve her maç farklı düzenler gerektirdiğinden bu maçı, Macaristan maçının idmanı olarak düşünmek de doğru olmaz. Doğrusunu isterseniz tempoyu haliyle tansiyonu yükseltmeyi beceremeyen, Türkiye Ligi vasatını aşamayan milli takım,

“Gelecek için ümit veriyor” türünden cümleler kurmamıza izin vermiyor ne yazık ki!.. Günler, olumlu gelişmelere gebe gibi görünmüyor...

23 Mart 2013, Cumartesi 11:00
YAZININ DEVAMI