Arama

Popüler aramalar

‘’Hem iddiasız hem arzusuz‘’

Fenerbahçeliler’in çok umut beslediği genç Recep Niyaz’ı dışarıda tutarsak Özgür Çek, Serdar Kesimal, Orhan Şam ve Henry Bienvenu gibi aynı zamanda ‘kendini ispat’ baskısı altında kalan oyuncularla takımı ileri taşıyabilmek zaten hayli müşkül görünüyordu. Oyun merkezi olan orta sahayı ‘düzenleyecek bir aklın’ gözle görünür eksikliği de düşünüldüğünde yük daha çok Stoch ve zaman zaman parlayan Krasiç’in kişisel gayretlerine kaldı. Yük dağılımının bozulmasıyla birlikte Fenerbahçe takım dengesi de bozulunca sakin kalmayı başaran Mönchengladbach etkili kontralarla sonuca gitmeyi bildi.

Son yarım saat için ‘Kuyt gücü’ ve ‘Baroni aklı’ sahaya dahil olduysa da Aykut Kocaman’ın takımını ileri sürmek isteği hayata geçemedi. Çünkü skor avantajını elinde bulunduran rakibi sakin kalmayı sürdürürken oyun hızını ayarlamayı da elden bırakmadı.

İddiasızlığın başka arzu eksikliğinin başka şeyler olduğunu bir kere daha gösterdi bize Almanya’dan gelen futbolcular. Oynama arzusu kültürel bir alt yapı gerektirir, ki bu ülkede yaşadığımız sorunların temelinde de daha çok bu sorun yatmaktadır kanımca.

Yine de bizim ligden farklı olarak dün akşam ‘oynama bilinci’nin hakim olduğu karşılaşmada sonuçtan bağımsız olarak ortaya izlenesi bir maç çıktığını söyleyebilirim.

07 Aralık 2012, Cuma 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Sırrı 'denge'de!‘’

Gel zaman git zaman kaynak kurudu... Ne var ki, sanki kaynak sonsuz gibi ‘göz boyayan’ harcamalar yapıldı. O dönemde transferden gözü dönmüş kitleler de “Bunlar yetmez Robinho da gelsin” türünden taleplerle inlettiler ortalığı. Deniz kuruduğunda işin aslı da ortaya çıktı!

‘Dünya markası’ palavrasıyla kolları sıvayanlar önce genetiği bozmakla giriştiler işe... Kapalı tribünü açıklara ‘sürgün ettiler’... Olmadı... Ardından gelenler, her mağlubiyette hakeme bağlamaya çalıştılar işi ve “PAF takımıyla çıkarız” diye efelenmeye kalkıştılar... Olmadı... Baktılar iş sarpa sardı, gözbağcılığa soyunup olmayan paralarla sükseli transferlere kalkıştılar... Olmadı... Sonunda gemiyi karaya oturtup ilk filikayla sıvıştılar.

Peki aslında Beşiktaş neydi ve neler yapsa daha iyi yapmış olurdu? ‘Kısa Beşiktaş tarihi’ bunun ipuçlarıyla doluydu ya göz atan olmadı.

Öncelikle Beşiktaş, ‘denge’ydi, sınırlarını bilmekti. Öte yandan efendi olmaktı, kendine ve rakibine saygı duymaktı. Şimdi gelinen noktada, biraz da hayatın zorlamasıyla iş kendi ‘dengesi’ni bulur gibi oldu. Yani Anadolu’da söylendiği gibi, “Eğrisi doğrusuna denk geldi...”

Başa, en başa dönüldü mecburiyetten. İyi de oldu... İyi niyete, samimiyete, güvene, dostluğa, arkadaşlığa dönüştü bu... Gençler ile ‘yaş almışlar’ın, ‘yıldızlar’ ile ‘gayretliler’in doğal dengesi çıktı ortaya... Git gide kendini belirginleştiren ‘takım dayanışması’ tekrar hatırlanır oldu. Her oyuncunun kıymetli olduğu, Necip olmadan Oğuzhan’ın, Oğuzhan olmadan Almeida’nın, Olcay’sız Fernandes’in o kadar da tat vermediği bir kere daha anlaşıldı. Bir iki maç, bir kaç şık hareket değil... Süreklilik için samimiyetle gayret gösteren sade ama gösterişli, genç ama olgun bir gösteriye dönüşebilirliğin sinyallerini vermeye başladı Beşiktaş. Tabii buna bağlı olarak ve elbette biraz da üst üste alınan galibiyetlerle ‘yendi’, ‘yenildi’ meselesi bir kere bırakıldı ve yavaş yavaş eğlence öne çıktı. Arada son Ankaragücü maçında tribünlerde olduğu gibi ‘bozulmuş genetiğin’ arızalarına rastlanmıyor da değil elbette ama ‘akıl’ ve ‘vicdan’ bu gibi arızaları da eleştirerek düzeltecektir diye umalım... Evet, biraz geç oldu ama durum fena görünmüyor, değil mi!..

Oğuzhan, menemene dikkat!


Ordu dönüşü, gece yarısı yapılan yenilenme idmanın ardından ‘menemen partisi’ verilmiş Beşiktaşlı futbolculara! Arsene Wenger, Japonya’dan İngiltere’ye geçtiği ilk yıl takımın ‘yeme içme alışkanlıklarını’ değiştirmeyle başlamıştı işe; sağlıklı ve performans yapacak vücuda uygun, ‘sağlıklı beslenme!..’ Wenger, menemene ekmek banan eski öğrencisi Oğuzhan Özyakup’u görse ne yapar bilemiyorum!.. Ben de bu vesileyle, yaşadığımız gezegenin en güzel menemenin, memleketim Samsun’a 30 kilometre uzaklıktaki Çakallı’da yapıldığını belirtip, karayoluyla Karadeniz’e gideceklere duyurayım istedim!

Alkol yasağı Adana’dan yola çıktı


Zaman zaman diğer kentlerde de hayata geçirildiğine dair duyumlar geliyordu ancak Adana Emniyet Müdürlüğü uygulamayı geçen hafta devreye soktu. Adanaspor - Konya Torku maçına gelenlerden 88 kişi ‘alkollü oldukları gerekçesiyle’ polis tarafından stada alınmadı.

Haberlerden öğrenebildiğimiz, uygulamanın, bir çok yanı muğlak ifadelerle geçiştirilen ve geçen sene neredeyse herkesin şikayet ettiği şu ünlü 6222 Sayılı “Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun”a dayandırıldığı... Oysa yasada ‘stada alkollü girme suçu’nun açık seçik bir tanımı yok. Sadece şu söyleniyor, “Alkol ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde etkisinde olduğu açıkça anlaşılan kişi, spor alanına alınmaz.”

Haberlerde ‘ölçümün nasıl yapıldığına dair’ bir bilgi yok. Yani trafikteki gibi ‘üfleme yöntemi’yle promil ölçümümü yapılmış, bilemiyoruz. Eğer promil ölçümüne gidildiyse, “Stada giriş sınırı nedir?” diye bir soru geliyor akla. Yoksa polis ‘tipe bakıp’mı karar verdi kimin ‘alkol ya da uyuşturucunun açık etkisi altında olduğuna?’..

Öte yandan uygulama kadar konuya ilişkin yapılan açıklama da hayli problemli görünüyor! Adana Emniyet Müdürlüğü’ne göre ‘kentteki kamuoyu’ bu uygulamadan memnunmuş! Peki nereden anlaşılmış memnuniyet? Bireysel görüşmelerden, 155 Polis Hattı ve elektronik posta yoluyla yapılan geri dönüşlerden...

İnsan düşünmeden edemiyor; bu var olduğu farz edilen ve ‘sınırı belirsiz alkol kullanmış kişiler’den rahatsız olan ‘kamuoyu’, içki içen insanların toplu taşıma araçlarına binmesini, ana caddelerde yürümesini, park ve bahçelerden geçmesini de 155 Polis Hattı’na ya da elektronik postayla Emniyet’e bildirirse ne olacak? Bu insanlar toplumun dirlik ve düzeni gerekçesiyle kentlerden sürgün mü edilecek?

04 Aralık 2012, Salı 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Daha olgun bir Beşiktaş‘’

Merkezdeki ikili teke düşünce Ordu gibi her hattı birbirine yapışık oynayan bir takım için iş en azından ilk yarı kolaylaştı. Çünkü Beşiktaş’ın pas seçeneğini artıracak ikinci bir oyuncusu yoktu. Haliyle Beşiktaş da orta sahaya Ordu gibi tekniği düşük ama direnci yüksek oyuncuları yığınca maç o bölgede ‘göğüs göğüse mücadele’ye dönüştü. Böylesi oyunlarda da sonuca daha çok ‘yaratıcılık’ değil ‘hata’ etki ediyor. İlk açığı da Ordu buldu. Olcay ve Ersan’ın zincirleme hatasında zaten fırsat kollayan Stancu - Hasan Kabze ikilisi şipşak hücum düzeni kurup golü buldu. Ardından Fenerbahçe’de Gökhan Gönül’ün yaptıklarına benzer bir hamle yapan Sivok, İbrahim Toraman’a golü attırıp pozisyonsuz ilk devrenin dengeye gelmesine yardım etti.
İkinci devre Ordu, Beşiktaş’ı dişine göre bulmuş olmalı ki o birbirine yapışık hatlarını hücum lehine biraz gevşetir gibi oldu. İşte o bölümde Beşiktaş’a gün doğdu ve bir 10 dakika rahat rahat top yapıp, takımın tek problem çözücüsü durumundaki Oğuzhan’la da golü buldu. Aynı oyuncu akabindeki pozisyondaki şutunda golü yapsa maç orada kopabilirdi.
‘Büyük sorun çözücü’sü Fernandes’ten yoksun Beşiktaş, ligin ne yapması gerektiğini en iyi bilen takımlarından Ordu’yu, birazda iki hafta önce bu sahada oynanan Trabzon maçından esinlenerek geçmeyi başardı. Bu haliyle Beşiktaş, ajite hücumlarla değil sakinlik, temkin, kontrol gibi olgunluk gerektiren bir forma doğru hızla evrildiğini düşündürttü bana.

02 Aralık 2012, Pazar 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Empati ödülünden küfür utancına‘’

Bu, “Maça motive olamadılar”la açıklanıyorsa o zaman şu sorular sorulmalı; “Peki futbol aklı? Tecrübe? Bunlara ne oldu?”

Ankaragücü, maçı ilk devre öteki alana yıkarak arayı açma formülünü son maçlarda başarıyla uygulayan Beşiktaş’a bu fırsatı tanımayınca oyun hızını da kontrol etmeyi gücü ölçüsünde başardı. Haliyle Beşiktaş’ın işi ‘kişisel sürpriz’lere kalmıştı, ki Holosko’nun ilk golü de böylesi bir sürprizdi!

Ama unutulan, rakibin sürprizleriydi ve genç Ankaragüçlüler de yaptılar yapacaklarını. Aklı unutan rakiplerine karşı güçleri oranında akıl koyup, Beşiktaş’ın başı bozuk akınlarına karşı akınlarını estetize etmeye gayret ettiler.
Sonuçta ‘güçlü’ olan kazandı, ama Ankaragücü en azından bu maçı benim gözümde kaybetmedi. Yapısal sorunları her adımda ortaya çıkan memleket futbolunda denetimsizliğin, kuralsızlığın, başı bozukluğun, ego mücadelelerinin son kurbanlarından Ankaragücü’nün genç oyuncuları futbolun insani ve romantik yanını öne çıkartırken övgüyü de hak ettiler.

Ancak Beşiktaş tribünleri için benzer şeyleri söylemek zor. Daha dün ‘Van üşüyor’ eylemiyle ‘empati ödülü’ alan bu tribünler, dara düşmüş insanları “Fırsat bu fırsat” diyerek intikam duygusu ile hakaret ve küfüre boğarken şu meşhur ‘Beşiktaş duruşu’nun nasıl bir utanca dönüştüğüne de hep birlikte şahit olduk.

Yeni İnönü Beşiktaş’ı büyütür mü?


Takımda işler iyi gidiyor gibi görününce ortalık yine Beşiktaşlı yöneticilerle doldu. Her gazeteyi ayrı bir yönetici demeci kapladı geçen hafta. Son olarak Başkan Fikret Orman yine şu stat konusunu gündeme getirdi
ve dedi ki; “İnönü’yü çok güzel yapmak, güzel görüntü yaratmak istiyoruz. Taraftarımıza uygun ve rakiplerle gelir farkını kapatacak bir stat amacındayız...” Biliyorsunuz yeni stat, yeni maliyet, yeni harcama demektir. Bu da
kapitalizmin kaçınılmaz kuralı olarak ister istemez ‘müşteri’ye yansıtılacaktır. Şu haliyle bile Beşiktaş taraftarı yüksek bulduğu bilet fiyatları nedeniyle maçlara, en azından kapalı tribüne gidemiyor. Çünkü,
yöneticiler kabul etse de etmese de Beşiktaş taraftarının ortalama sosyo ekonomik profili İstanbul’daki iki büyük rakibinden ayrışıyor. Hadi yönetici ve muktedir diliyle konuşalım, “Beşiktaşlı’nın alım gücü diğerlerine göre
düşüktür.”

O nedenle bu ekonomik sıkıntıyı stat üzerinden aşabilmeyi tasarlamak sadece ‘zamanın inşaatçı ruhu’nu göstermesi açısından ilginç bulunabilir. Haaa şu söylenebilir; “Biz zaten taraftar profilini değiştirmek istiyoruz!”
Bu daha samimi bir belirleme olur. Önermesi de şu olur; “Tribünü yenile, iyi yerleri pahalı sat! Merkeze paralı seyirci çevreye de gelebilen taraftar gelsin”. Böyle de olur elbette ama o, şu anki Beşiktaş mı olur işte onu da
bir düşünmek gerek. Ve dahası böyle bir model Beşiktaş’ı ileri taşıyabilir mi o da ayrı bir soru. Çünkü, biraz iktisata bulaşmış insanlar bilirler ki, kapitalizm temel dinamiği ‘eşitsiz gelişme yasası’dır. Yani küçük olan birer birim büyürken daha büyük olan ‘çarpan etkisi’yle büyür...

Bir kez daha ‘seyircisiz oynamaya’ itiraz

Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Yıldırım Demirören şike davası sürecinde “Şahıslarla kurumların ayrılması gerektiği” yolunda önemli bir içtihad geliştirdi. Lakin, iş tribünlere gelince uygulama farklılaşıyor. Onca
yetkiyle donanmış federasyon, olay çıkarıp suç işleyen ‘tüzel kişi’leri cezalandırmak yerine tüm taraftarları -bir anlamda taraftarlık kurumunu- cezalandırıyor. Öte yandan suç işlemediği halde tıpkı benim gibi taraftarların peşin ödediği kombine bilet paralarını kulüplerin haksız yere ‘iç etmelerine’ de göz yumuyor. Şike sürecindeki ‘içtihad’la bu uygulama çelişmiş olmuyor mu? Oluyorsa neden hala ısrar ediliyor?

29 Kasım 2012, Perşembe 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’3 gol karardır!‘’

3 golün yeter olacağını düşündüğünden olsa gerek, Samet Aybaba ikinci yarı takımını bir vites düşürdü. Yaratıcı iki orta saha oyuncusu Fernandes ve Oğuzhan’ın çıkmasıyla birlikte maç PTT 1. Lig kıvamına da inmiş oldu. Akhisar’ın samimi gayretini tebrik etmek gerekiyor. Değişikliklerden sonra görüldü ki iki takım da haniyse birbirine denk. Şaşırtıcı olan şeyler de vardı maçta. Örneğin Emre Özkan... Formayı zorluk derecesi düşük bir maçta kapmışken, rakip alanda hiçbir varlık gösterememiş olması anlaşılır gibi değil. Bir oyuncu böylesi bir maçta cesaretini ve yeteneğini gösteremeyecekse, hangi maçta gösterir.

Almeida’nın manasız kırmızı kartına gelince; bu hem oynadığı takımı, hem de rakip oyuncuyu küçümsediğini gösterir. Gururlu olmakla kibirli olmak arasındaki o ince çizgide kayboldu Almeida. Bu maç için de özel bir parantezi Oğuzhan Özyakup’a açmak gerekiyor. Futbolun basit oynandığında esasen ne kadar gösterişli göründüğünün iyi bir örneği. Özellikle ilk devre her tek top denemesi, rakip kalede büyük sıkıntı yaratıyorsa bu oyuncunun takımı lehine gücünü gösterir. Bu maçta çok kritik kurtarışlar yapan Mc Gregor ile Sivok da ayrıca özel bir tebriği hak ediyorlar.

Akhisar tüm iyi niyetine rağmen bu lige göre bir basamak aşağıda kalıyor. Beşiktaş ise mali sıkıntılarına rağmen oyunu renklendirme gayretiyle ligin en gösterişli takımlarından biri. Bu açıdan bakıldığında da Samet Aybaba’yı da özel olarak kutlamak gerekir.

24 Kasım 2012, Cumartesi 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Eski günlerdeki gibi‘’

Ali Tandoğan-Uğur-Isaac işbirliğinden gelen golden de öyle... Demek onca yılın ardından futbolun ‘temel doğruları’ hala geçerliliğini koruyor. Pas yap, kenara in, içeriyi gözle, uygun adamı/adamları bul...

Beşiktaş’ın işleyen yanı Fernandes-Oğuzhan merkeziyse, ‘yumuşak karnı’ da çoğu maçta olduğu gibi Uğur Boral’ın korumasındaki bölgeydi. Antalya’nın bu bölgeye yaptığı her yüklenme, gerek Uğur Boral’ın güçsüzlüğü gerekse yardım alamamasından dolayı hep tehlikeli oldu. Maçın kuşkusuz en gösterişli futbolcusu Fernandes, baskıdan bu kadar uzak oynarken biraz daha ‘basit oynamayı’ tercih etse Beşiktaş maçı ilk yarıda koparabilirdi.

Beşiktaş’ın bir türlü çaresini bulamadığı sol kanatta yaşadığı sıkıntılar, Antalyaspor’un ‘madeni’ oldu. Sürekli Uğur Boral’ın üzerine giden Mehmet Özdilek’in öğrencileri, son ana kadar maça tutunmayı başardılar. Hücum organizasyonları, sahada ortaya koydukları mücadele ve hırsıyla Antalyaspor, liderliği hak ettiğini dün gece herkese kanıtladı.

Beşiktaş’ın son yıllardaki en büyük sorunu, elindeki yeteneklerden verim alamamaktı. Belki yönetim, belki de teknik direktörden kaynaklanan bu sorun, bu sene son buldu. Siyah-Beyazlılar belki hatalar yapıyor, belki ciddi puan kayıpları da yapıyor. Ancak teknik direktör Samet Aybaba elindeki kadrodan ve yıldızlardan maksimum verimi sağlıyor.

19 Kasım 2012, Pazartesi 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Sow bağımlılığı‘’

Yine de orta sahası öylesine dirençliydi ki ligin dişli ekiplerinden Ordu, ilk yarı boyunca rakip kaleye eli yüzü düzgün tek kontra çıkaramadı.

Evet, Fenerbahçe topa hakim oluyor ama pas seçeneğini çoğaltamadığından rakibi şaşırtıp, dağıtacak ‘hız’a da bir türlü ulaşamıyor. Fazlasıyla Musa Sow performansına bağlı gibi duran hücum aksiyonlarında da sıkıntı var gibi. Problem çözme iddiasıyla ara sıra sahneye çıkan ‘şutör Stoch’ dışında orta saha ya da müdafaadan verilen hücum katkıları cılız kalınca yükseltilen vitese rağmen Fenerbahçe taraftarı daha fazla gol göremedi ilk devre.

İkinci devre Ordu defansının karşıladığı neredeyse her topu daha ilk adımda yine ele geçirdi Fenerbahçe’nin ‘güçlü orta saha’sı ama müdafaa arkasına sarkmayı beceremedi. Bu sıkıntıyı da şutla aşmaya çalışsa da bu kez direkleri aşamadı. Ta ki, Sezer’in düğümü çözen vuruşuna kadar. İki gole rağmen oyunun temposunu yükseltemeyip, hücumdaki ‘Sow bağımlılığı’ndan kurtaracak formüller üretilemediği sürece Fenerbahçe taraftarının memnun edilmesi de güç olacak gibi.. Yine de peşpeşe kazanarak alışkanlık oluşturmak ve rakipleri bu ‘kazanan takım’ ezberine mecbur bırakmak hayli önemli. Keza Aykut Kocaman aleyhtarı lobinin faaliyetinin kazanarak ertelendiriliyor olması da benzer önemde Fenerbahçe için...

12 Kasım 2012, Pazartesi 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Uyku hali eşitledi‘’

Birbirine denk güçteki iki takımda topu ele geçirenler iki karakteri, Manuel Fernandes-Pablo Batalla’yı arıyorlardı. İlk yarı boyunca Batalla takımı için yapması gereken herşeyi yaptı. Fernandes ise üzerindeki rakip baskısından bir türlü kurtulamadı-kurtarılamadı. Oysa Beşiktaş orta sahada Oğuzhan ile bir seçenek daha bulmuştu. Lakin o seçeneğin yokluğu oyunun ritmini ilk devre Beşiktaş aleyhine bozdu. Bir de Uğur Boral-Olcay Şahan arasında kapatılamayan mesafe ilk devre boyunca ev sahibi aleyhine büyük sıkıntı yarattı ki Sestak’ın “Geliyorum” diyen golü de oradan geldi.

Ve ikinci devrenin başlama düdüğüyle Beşiktaş’ın o beklenen itirazı geldi. Ardı ardına ataklar ve peşpeşe gelen gollerle maçın rengi değiştiyse de oyunun durduğu anlardaki ‘uyku hali’ iki kez kopardıkları maçın yeniden dengeye gelmesine yetti.

Bu maç öğretti ki, gayret, bilinçli bir etkinlik olduğunda bir ekibi sonuca götürür. Yoksa sadece saldırı, içinde ‘müdafaa bilinci’ olmayınca işte böyle istenmedik sonuçları da beraberinde getirir.

10 Kasım 2012, Cumartesi 11:00
YAZININ DEVAMI