‘’Çarşı tabuları yıktı‘’
Beşiktaş’ın taraftar grubu Çarşı, Gezi Parkı protestolarında adeta yeni bir akım oluşturdu. Bir sürecin eğlenerek ve eğlenceyi herkese bulaştırarak nasıl olumlu bir tabloya çevrilmesi gerektiğinin en iyi örneğini gösterdi Beşiktaş taraftarı.
1-Gezi Parkı olaylarında Çarşı Grubu yeni bir akım oluşturdu. Diğer kulüplerin taraftar gruplarının da desteğini alarak direnişin sembolü oldu. Toplumsal olaylarda Çarşı’nın bu tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Gezi Parkı direnişiyle ortaya çıkan tablo bu zamana kadar aralarında futbolun da olduğu ‘sosyal yaşam alanları’nı tarif ederken devlet tarafından kullanılan ‘güvenlik kodlaması’nı da berhava etti. Şimdiye değin ‘tribün eşittir holiganizm’ biçiminde tarif edilen ve ne yazık ki geniş kitleler tarafından da kabul gören bu inancın boşa çıktığı bir deneyim oldu Gezi Parkı direnişi. Görüldü ki, insanlar eşit bireyler olarak bir araya gelebildikleri alanlarda birbirlerini fark ediyorlar ve ortak sorunlarına birlikte sahip çıkabiliyorlar. Devletin belki de en rahatsız olduğu şey bu oldu, ‘en benzemez denilenler’ bir araya geldi. Gezi Parkı’yla oluşan bu gelişkin ruh halinin yükseltilmesinde kuşkusuz ki Beşiktaş semtinin özellikle 1 Mayıs’tan bu yana çeşitli kereler yaşadığı polis şiddetine gösterdiği toplumsal reaksiyonun da payı var.
Gezi Parkı sürecinde taraftarlar arasında kendiliğinden oluşan ‘toplumsal barış’ın ülkenin diğer alanlarına da yansıyabilmesinin önü açılabilirse, daha birbirini anlayan, daha özgür, daha yaşanır bir Türkiye’yi hep birlikte tahayyül edip, birlikte kurabiliriz.
Beri yandan Beşiktaş denildiğinde neredeyse akla ilk gelen şey ‘Çarşı’ oluyor. Bütün bu fikrin vücut bulmasında tüm farklılıklarını ‘Çarşı’ pankartı arkasına toplanarak çözümlemeye gayret eden Beşiktaş taraftarlarının önemli katkısı oldu, bundan sonra da olacaktır. Bir sürecin hem de eğlenerek ve eğlenceyi herkese bulaştırarak olumluya nasıl çevrilmesi gerektiğinin iyi bir örneğini sergiledi Beşiktaş taraftarı.
Yarışta Orman bir adım önde
2-Pazar günü yapılacak Genel Kurul öncesi Beşiktaş’taki tabloyu nasıl görüyorsunuz?
Fikret Orman, yönetimden gelen gücüyle bir adım önde gibi görünüyor. Elbette sıkıntılı geçen yılda elini taşın altına koyma cesareti de onu avantajlı kılıyor. Ayrıca Serdal Adalı ve UEFA süreci de Orman’ın elini güçlendiren faktörlerden biri olacaktır. Adalı’nın sürekli ‘yıldız transferi’ söyleminin, daha gerçekçi politikalar önerdiği izlenimi veren Fikret Orman’a yaradığını da düşünüyorum.
3-Beşiktaş’ın çözmesi gereken bir de antrenör olayı var. Adalı başka, Orman başka isimler öne sürüyor. Hoca arayışlarını nasıl yorumluyorsunuz?
Sportif direktörlüğe Önder Özen gibi, bu ülkede heybesi en dolu futbol adamlarından birinin getirilmesi Beşiktaş’ın ve haliyle Fikret Orman’ın attığı en doğru adım belki de. Özen’in planlamasının orta ve uzun vadede Beşiktaş’ı çok farklı bir takım haline getireceğini düşünüyorum. Tabii Beşiktaş kamuoyu bu planlamaya sabır gösterip destek verirse!.. Haliyle bence başkan adaylarının değil Önder Özen’in tercihleri sonuca daha olumlu yansıyacak. Önce bir takım omurgası ve kurgusu ardından o takımı oynatacak yeterlilikte bir hoca... Önünde UEFA gibi sorunlu bir süreç olan Beşiktaş için aceleye gerek yok.
Futbol transferden mi ibarettir?
4-Beşiktaş’ın transfer politikası da tıkanmış durumda. Her şey Genel Kurul’a endekslenmiş gibi görünüyor. Sadece Gökhan Töre kiralandı, gidecekler de belli değil. Bu belirsizliği nasıl okumak gerek?
Bu transfer meselesi bizim ülkede, ‘Futbol bundan ibaretmiş’ gibi algılanır öteden beri. Ve acele edildikçe de sürekli yanlış yapılır. Ben Önder Özen’in, ‘ince eleyip sık dokuyan biri’ olduğunu bildiğimden transfer konusunda kaygılı değilim doğrusu. Genel Kurul’un ardından -ki önce mali kongre var- olanaklar ortaya dökülür ve zaten elinde gelişme potansiyeli olan bir takım bulunduğundan gerekli yerlere gerekli onarımlar yapılır.
5-Beşiktaş’ta belli ki bir kaleci sorunu olacak. Zira McGregor takımdan ayrıldı sadece Cenk kaldı. Tolga Zengin ve Sinan Bolat görüşmelerinden yola çıkarak Beşiktaş’ın kaleci politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bana sorulursa Cenk Gönen bu ligin iyi kalecilerinden biri. Elbette gelişmesi gerek ancak bunun için daha fazla oyunda kalmaya ihtiyacı var. Altyapısı iyi ve gördüğüm kadarıyla öğrenmeye çok açık bir futbolcu Cenk. Geçen yıl Samet Aybaba’nın ‘kıyıcı/delici üslubu’na rağmen ayakta kalmayı becerebildiğine göre dayanıklı da! Elbette, Sinan Bolat’ı bilmem ama Tolga Zengin gibi tecrübeli ve iyi bir kaleci her takımın işine yarar. Ancak ben elde Cenk varken kaleci sorununun ‘tali problem’ olduğunu düşünüyorum.
‘’Revizyon şart!‘’
Ne var ki bu durum, sadece milli takım değil ülke futbolunun genel gidişatıyla doğrudan ilgili ve en çok ihmal edilen de işin bu yanı. Gerek oyuncu yetiştirme konusu gerek futbola yeni perspektifler kazandıracak teknik direktör/antrenör sayısının sınırlılığı gerek taraftarların oyuna bakışı gerekse da ‘sonuç odaklı’ medya dili sorunların hallini güçleştiren önemli etkiler.
Yine de milli takım özelinde düşünmeyi sürdürürsek, ben Abdullah Avcı’nın teorik olarak eksik olduğunu düşünmüyorum. Yine de bu kadar ‘kazaya uğramış bir takım’ için revizyon şart görünüyor. Sorun daha çok ülke futbolunun ahvaliyle ilgili olduğu kadar bir parça da Avcı’nın ekibinde gibi. Sanki kısa vadede Avcı’nın ‘dünya futbolunu da yakından izleyen daha yetkin bir yardımcı kadroyla yola devam etmesi en azından milli takım için ‘umut verici’ bir perspektifin yakalanmasını sağlayabilir. Yoksa “O gitsin, bu gelsin”le bu mesele eski ve bilinenin tekrarından öte bir anlam taşımaz...
‘’O dozerle yıkılmaz!‘’
Ancak, sorumluluğa ortak olması gerekenler -ki bu noktada başta Beşiktaş olmak üzere tüm taraftarlar- ‘izleyici koltukları’ndan kalkıp sahnelenen oyuna müdahil olmaya karar verdiklerinde bu süreçler emin olun, daha sağlıklı bir rotada ilerleyecektir.
‘Ne olacağı belirsiz’
Son ‘oldu bitti’lerden biri de yıkılacağı vaaz olunan İnönü Statı ile ilgili gelişmelerde açık seçik kendini gösteriyor. Fikret Orman yönetimi, ‘Beşiktaş’ın geleceği’ demagojisiyle bir ‘oldu bitti’ye kalkışmış görünüyor.
Düşünün, önce Spor Genel Müdürü Mehmet Baykan, “Stadın yıkım izni çıkmadı. İzin çıkmadan İnönü Stadı yıkılamaz” diyor. Ardından Gençlik Ve Spor Bakanı Suat Kılıç, “İnönü Stadı’nın yıkılabilmesi için, yerine inşa edilecek stadın yapım ihalesinin bitmiş ve ortaya çıkmış olması lazım. Resmi evrak olmadan ‘devletin malı’nı yıkıp, yarın ne olacağı belirsiz bir atmosfere bu olayı sürükleyemeyiz” diyor ve devam ediyor; “Çünkü stadyumun inşaat ihalesi henüz yapılmadı!..”
Beri yandan Fikret Orman, inşaat ruhsatı alma konusundaki hünerlerine güveniyor olmalı ki ‘oldu bitti’de hayli kararlı görünüyor ve bu nedenle statta bir ‘yıkım kokteyli’ düzenliyor.
Esasen, “Gençlebirliği maçı son maçtır” dedikten sonra İnönü’de ‘hatıra yağması’nın yolunu açarak yıkımı ‘meşru göstermeye çalışmıştı Orman yönetimi. Ancak ‘mızrak çuvala sığmadı!’ Stat yapımından sorumlu yönetim kurulu üyesi Umut Güner’in Hürriyet’ten Kenan Başaran’a söyledikleri durumun pervasızlığını açık seçik ortaya koyuyor.
Stat mı olur AVM mi?Bir soru sormuş Umut Güner, diyor ki; “Şayet Bakanlıktan onay almasaydık belediye avan projeyi onaylar mıydı?” Peki, Bakan Kılıç ne diyor; “Resmi evrak olmadan ‘devletin malı’nı yıktırmayız..” Yani ya ben okuma yazma bilmiyorum ya da okuduğumu anlamıyorum? Ya da Umut Güner, benim okuduklarımı başka bir dilde okuyor ve başka sonuçlara ulaşıyor?
Devam ediyor Güner; “Biz bu stadın yıkım ve yapımı konusunda bakanlığa gerekli taahhütleri verdik. Engel yok..” Eee peki ama ülkenin spordan sorumlu bakanı “Resmi evrak da yok, yapılmış stat ihalesi de” diyorsa kim doğruyu söylüyor?. Şu ihtimal de yok değil tabii! Acaba, Umut bey ve ekibi evrakları örneğin Tarım Ve Köyişleri Bakanlığı’na teslim etmiş olmasın! Öyle ya sonuçta işin içinde ‘çim’ ve ‘toprak’ var!..
Ancak ‘oldu bitti’nin sözcülerinden Umut bey, devamında sürecin nasıl planlandığını, neyin ne olduğunu bilerek ya da bilmeyerek(!) itiraf ediyor... Dinleyin; “Yıkım bittikten sonra projemizin detayları belli olacak ve bunlar onaya sunulacak. İhale işlemleri de buna paralel yürür.”
Siz de Bakan Kılıç, Genel Müdür Baykan ve benim gibi anladınız değil mi söylenenleri? Tamamlanmış bir proje yok. Yani arkadaşların İnönü Statı projesi aynen şu; “Hele bir statı yıkalım da inşaatı kim yapar, yapacak olan stat mı yapar, otel mi, yoksa Gezi Parkı projesinde söylendiği gibi AVM ya da rezidans mı? Yoksa düz bir arazi olarak mı kalır, ona da o zaman bakarız!”
Sonuçta devlet malı
İnönü Statı bu zamana kadar belletilmeye çalışıldığı gibi ‘Beşiktaş’ın değil’ Bakan Kılıç’ın yerli yerinde söylediği gibi ‘devletin malı’dır. Yani bu ülkenin Ağrı’sından Edirne’sine, Sinop’un da Mersin’ine kadar tüm vatandaşlarının hakkının olduğu bir yer.
Bir ‘oldu bitti’ ile yıkılmaya çalışılan ve yerine henüz neyin nasıl konacağını ‘yıkıcılarının’ bile bilmediğini itiraf ettikleri İnönü Statı, gözünü rant bürümüş müteahhitlere bırakılmayacak kadar kıymetli bir tarihsel varlıktır.
Bir de şu var... Bu kadar muğlak bir projenin Beşiktaş seçimi öncesi aceleye getirilmeye çalışılmasının nedeni ne olabilir?.. Düşünün bakalım yanıtlarınız sizi nereye götürücek?
Cem Dizdar
‘’Gerçek ihtiyaç!‘’
“Feda projesini biz değil basın ortaya attı” dedi... “Ben varken Samet Aybaba kulübe giremez” diye konuştu, ardından Aybaba’yı teknik direktör yaptı... “Beşiktaş’ta her yıl değişen hoca devri bitti” dedikten sonra sezon sonu hocayı gönderdi... Yola çıktığı arkadaşlarının yarısını ‘silkeledi..’ Tüzük öncesi “Başkan iki dönem kalacak” dedi, tüzükle üçe çıkarttı.. Stadı harabeye çevirtti ama hala takımın nerede oynayacağı konusunda netlik sağlayamadı... Adımları arasındaki belki de tek doğru en sondaki Önder Özen tercihi oldu.
Bunca savruluş da ister istemez ‘Nereye gidiyoruz?’ sorularını beraberinde getirdi. ‘Eski tanıdık’ Serdal Adalı biraz da çevresine ‘eskileri’ toplayarak aday oldu ama mevcut durumda kazanabilmesi zor görünüyor.
Çünkü, şu andaki sıkıntılı durumun oluşmasında hatırı sayılır bir katkısı var. Bu unutulmaz! Yani, ‘Hesap sorsana’ sloganının adreslerinden biri ister istemez Adalı’yı da kapsıyor. Evet, 3 Temmuz sürecinin sıkıntılarını yaşayan Beşiktaşlılar’dan biriyse de onun adıyla anılan ‘sihirli transferler’in neredeyse tamamı -Fernandes de dahil- süreç içinde bekleneni veremedi. Çoğu adı var kendi yok karakterlerdi. Sonuçta takıma dair elle tutulur ve gelişmeye açık bir kavrayışı olduğunu düşünmüyorum. Daha çok ‘paralı, transferci başkan portresi’ni çağrıştırıyor bana ve bunun acı tecrübelerini çok yakın zamanda yaşadı Beşiktaş.
Bir de ‘gerçek ihtiyaç’ anlarında ortaya çıkmama gerekçelerini doğrusu çok merak ediyorum...
‘’Marka değeri!‘’
Bu öylesine derinlikli bir kültür ki, düşünün Fikret Orman ve Samet Aybaba gibi yakın zamana kadar ciddiye alınmayan özneleri bile kısa sürede ‘özel biri’ haline getirmeyi başardı.
Kuşkusuz Orman’ın da Aybaba’nın da önemli katkıları oldu takımın bu mertebeye ulaşmasında. Ancak kendi adıma ikinci önemli belirleyicinin ‘ligin kalite parametresi’ olduğunu düşünüyorum.
Aybaba, takıma ‘bilgi/kalite’ kazandıramadıysa da ligin işleyişini bilen/belirleyen hocalardan biri olarak ‘sonuç odaklı’ planlamalarıyla ligi olabilecek en iyi yerde tamamlattı takımına. Hepimiz gibi onun da eleştirilecek çok yanı var kuşkusuz ancak sadece sonuçtan bakıldığında bile Samet Aybaba’ya karşı tutturulan dili fazlaca insafsız bulanlardanım.
Beri yandan insan düşünmeden edemiyor; eğer söylendiği gibi yönetim kurulunun önemli bölümü değişecekse... Yine söylendiği gibi teknik direktör de değiştirilecekse... Tüm bu kararların altında imzası olan başkanı ‘başarı skalası’ içinde nereye konumlamak gerekecek?
Bir de şu var... Beşiktaş’ın eldeki kadrosu içinde tahtaya ismi ilk yazılacak oyuncular açıkça belli. Sol beki olmayan, Gökhan Gönül’ü aşabilecek bir sağ bek de yetiştiremeyen bu futbol ikliminde Roberto Hilbert gibi ‘garanti oyuncu’nun gönderileceğinden söz ediliyor. Size de tuhaf gelmiyor mu? Fenerbahçe’nin Reto Ziegler’e dönüşü de hala kafa açmıyorsa, bu ülkede takım planlaması konusunda söylenecek fazla şey kalmıyor doğrusu.
Gelelim dün akşam oynanan maça... Kayseri hak ettiği galibiyeti alırken, bizi ‘tutucu futbol’a esir eden onlarca hocanın olduğu bu ligde gençleri olgunlarla iyi harmanlayıp, öne oynayan kaliteli bir takım yaratan Robert Prosinecki’den öğrenilecek çok şey olduğu açık değil mi?
‘’Bıkmadan bir daha dene!‘’
Dün İzmir’de, bütün sezon canını dişine takmış iki takım, Göztepe ve Tavşanlı Linyit, ‘trajik’ bir karşılaşmaya çıktılar.
Maçın ilk bölümü Göztepe’nin kontrolünde geçtiyse de 40’tan sonra ‘kaliteli atak’, ‘olgun pozisyon’ konusunda Tavşanlı Linyit oyuna daha hakim görünüyordu. Özellikle Agbetu’nun süreklediği ataklarda sürekli rakip kalede tehdit yarattılar. Ve nihayet 80’de belki de maçın kaderine etki eden oyuncu olan Agbetu başından sonuna kadar spektaküler bir gol atarak takımının ligde tutunmasını sağladı. ‘Enerji’nin, emeğin takımı ligde kalmayı hak etti doğrusu...
Ülke futbolunun en köklü takımlarından Göztepe ise tarihinde bıkmadan usanmadan defalarca denediğini bir kez daha denemek durumunda kalacak. Bu gece Körfez’in çocuklarının gözüne uyku girmeyecek kuşkusuz. Ama şoku atlattıktan sonra defalarca yaptıklarını bir kez daha yapmak için kolları sıvayacaklar. Başaracaklar da... Çünkü gerek tribün geleneği gerekse kulüp genleri bunu emrediyor... Bunu da dayanışmayla aşabilirler... Ancak kafa patlatılması gereken sorunları da yok değil; doğru yönetim, doğru planlama vs. gibi...
Cem Dizdar
‘’'Baba evi' yıkılırken!‘’
Hırslı ve haris çocuk, ‘baba evi’nin bir an önce ‘göbekli müteahhit’e verilip yerine apartmanın kondurulmasını ve bir an önce paranın getireceğini umduğu ‘mutluluk havası’na girmek için aileye olmadık baskılar yapardı. Sonunda muradına da ererdi. Koca iş makinası eski mahalledeki ahşap cumbalı eve girişirken mahalleli de toplanıp bu ‘büyük gelişmeyi’ yakından izlerdi.
Dün İnönü aynen böyle bir ‘izleyici kalabalığı’nı ağırladı. Çoğu tarih dersini ‘kazanılmış savaş’lardan ibaret sanan kitle, kameralı cep telefonlarıyla bu kez Fikret Orman’ın yazmaya giriştiği tarihe tanıklık etmeye gelmişti! Hırslı çocuk/çocuklar sadece Beşiktaş’ın değil memleket futbolunun da ‘baba evi’ni yıkma kararlarını kutlarken, bu tarihsel cinayeti izlemek için stada dolan Beşiktaşlılar harıl harıl bir daha bakmayacakları hatıra fotoğrafları çektiriyordu. İyileştirmek yerine Emek Sineması, Sulukule ya da Taksim’e yapılanlar İnönü’ye de reva görülürken sanıyorlardı ki ‘yeni ev’ daha büyük mutluluk demektir. Başta müteahhitler olmak üzere birileri mutlu olacak kuşkusuz ama emin olun bu sevinç tablosuna yıkımı sevinçle karşılayan ‘mahalleli’ katılamayacak. Kale arkasına sürülecek olan taraftarlar artık bu oyunun temel aktörlerinden biri değil de kendilerine biçilen ‘sirkin sevimli korosu’ rolüne razı olmak zorunda kalacaklar tıpkı diğer statlarda olduğu gibi. Sonra desibelcilik oynayacak, sürekli ceplerinden para çekme planı yapan yöneticilerin ‘Büyük taraftarımız’ palavrasıyla tatmin olmaya çalışılacak. Ve sanacaklar ki, yeni stadın localarından gelecek gelirle Beşiktaş bir ‘dünya markası’ olacak ve önlerinde ‘dünya yıldızları’ cirit atacak. O Yeşilçam filmlerinin sonunu hatırlayın... Hırslı ve haris çocuk, eski mahallede yükselen apartmandaki daireleri satıp yer ve mutsuz hayatına kaldığı yerden devam eder. Olan da ‘baba evi’ne olur. Bir de sahi İnönü’nün yerine nasıl bir şey yapılacağını bilen var mı? Yani tadil edilen son planda neler var, bilmek istemez misiniz? Ortaya Taksim’deki gibi rezidans ya da bir AVM çıkarsa şaşırır mısınız?
‘’Vasat ama kazançlı!‘’
Ancak ilk yarı boyunca bu beklenti hep teoride kaldı. Bir dönem ‘takım lideri’ olarak sunulan Manuel Fernandes sorumluluk almak yerine ‘kaçak güreşip’ sadece duran toplarda ortaya çıkınca pas yükü Oğuzhan’a bindi. Doğrusu o da yenilen gole kadar işini iyi ve doğru yaptı. Ancak iki ‘güçsüz’ Niang ve Mustafa Pektemek orta sahadakiler için ‘yardımcı hamle’leri yapamayınca Beşiktaş topu ayağında tuttuysa da işlevsel olamadı. Şüphesiz ki bunda müdafaa göbeğini kalabalık tutup oradan açılmayı hedefleyen Eskişehir’in oyun planının da etkisi büyüktü. Zaten Oğuzhan’ın götürüp 4 Beşiktaşlı’dan en olmayacak olana atıp, Fernandes’in de berbat ettiği pozisyonun dönüşünde Alper Potuk merkezli hızlı hücumun Özgür Çek tarafından golle tamamlanması tam da bu planının doğru uygulamasıydı.
İkinci yarı Eskişehir, Alper-Tello-Serol-Erkan hattıyla en uçtaki Kamara’ya hayli yaklaşıp oyunu Beşiktaş sahasına yığınca Samet Aybaba da orta saha direncini artırmak için mecburen ‘yaratıcılıktan’ feda edip Oğuzhan/Necip değişikliğine gitti. Oyun yine dengeye gelmişti ki, Holosko’nun indirdiği topta o ana kadar silik görünen Pektemek golü yoktan varederek vasat oyununa rağmen UEFA Kupası için elzem olan 3 puanı kazandırdı takımına.
Cenk’in kritik kurtarışları, Erkan’ın topla kurduğu zarif ilişki maçın izlenesi anlarıydı. Müdafaa görevine kitlenen Olcay’ın hücuma katılamaması, ‘mutsuz ifadeli’ Fernandes’in etkisizliği gibi nedenlere rağmen Beşiktaş, vasat oyunla da olsa kazanmayı bildi.









































